Eski SessizBilgi - - - - - Yeni SessizBilgi
Alt Limit:
Kaç tane -->

yeni goruculer ve sanat 1


Yaşamımın çok uzun zamanını sanat faaliyetleri içerisinde geçirmiş biri olarak elbette gizemci ekollerin sanata yaklaşımları benim için önemli bir mihenk taşı oldu. Çünkü sanat yaklaşımını, şaman toplumunun günümüze kalan çok büyük bir geleneğinin, ebru sanatı geleneğinin özü üzerine kurmuş bir sanatçı olarak sanatın ve sanatçının iki kaynaktan beslendiğini çok iyi bilmekteyim. Birincisi gelenek, bu iki yönlü bir yan taşır geleneği tam anlamıyla özümseme kendini gelenek kılma ve bu vasıtayla kendini dönüştürerek geleneği değiştirme... İkincisi kendi kişisel yansımasının (yanılsaması mı demeliydim) gelenek vasıtasıyla kırılmasını , ve böylece tinle ilişkiye geçebilme ve sürdürme olanaklarına sahip olma. Bu iki kaynak sanatçının yolunu ve sanatını belirler. Bu kaynakların gücü sanatçının gücünü gösterir. Uyguladığı sanat yaklaşımının da uzanabildiği geçmişin bugünle kurduğu köprüde sanatının toplumla kurduğu ilişkiyi belirler. Bu sanatçının tinsel dünyaya giriş çıkışlarındaki başarının bir sonucu olarak izleyicilerde de içsel sessizlik durumu yaratır , yaratmalıdır. Bunu yaratmayan eserler eksik ve ölüdür. İşte benim Carlos Castena ile ilişkim ve onun yaklaşımlarına yakınlaşmamda en temel öğe bu yaşamsal yakınlaşmayla oldu. Ortak bir sanat yaklaşımı. Sanat yapıtlarının, yapanı da, izleyeni de ortak bir aşkınlığa götüren içsel sessizliğe yol açması gerekliliği...

Sessizliğin erkinde isimli kitapta Don Juan'ın şiirle ilgili görüşlerinden yola çıkarak hazırladığım bu yazıyı paylaşıyorum.


YENİ GÖRÜCÜLER VE SANAT

Şiir özelinde olamakla birlikte üç temel sanat üzerine göndermelerle dolu. Şiir, müzik ve resim. Sanatın üç temel direğidir. Bunların her biri kişisel farklılar doğrultusunda her zaman insanı aynı doğrultuda yönlendirebilir.

Şöyle diyor Don Juan ; Şiirlerle yaptığım şey onlarla kendi izimi sürmektir. Onlar yoluyla kendime darbe indiriyorum. Sen bana şiir okurken dinler ve içsel konuşmamaı keserek içsel sessizliğimin ivme kazanmasını sağlarım. Şiir ve içsel sessizliğin birleşmesi darbeyi indiriyor.

Demek ki bir sanat eserinin temel işlevi kişinin içsel sessizliğe yönlendirmesi ve bu şekilde niyetle olan bağlantı hattındaki duyarlılığı artırmasıdır.

Şairler diyor Don Juan farkında olmadan büyücülerin dünyasına özlem çekmektedirler. Bilgi yolunda yürüyen büyücüler olmadıkları için tek sahip oldukları özlemdir.

Ancak daha yukarıda ,büyücüler için başlangıçtaki insana dönüş diye adlandırabileceğimiz tanımlamasını da düşününce, sanatçıların başlangıçtaki insana ait duyarlılıklara sahip olmaları gerektiği ancak bunları bilge adam gibi ifade etmeyi beceremeyeceği için , elindeki ifade araçlarıyla bunu becermeye çalışacağı açıktır. Sanatçıların özelikle şairlerin intihara yakınlığı göz önüne alındığında kendi kendini içten gelen ateşle yakma eylemiyle , aralarındaki bağıntıda gözükür.

Zaten sanatın büyücülük kökenli olduğu ,sanatın çıkışıyla ilgili tezlerde de oldukça önemli bir yer tutar. Her ne kadar bu gün bu unutturulmaya çalışılsa da buna ait bir çok kanıt mevcuttur ve halen yerli kabilelerinde ip uçları mevcuttur.


Don Juan devam eder; O adamın şeylerin özünü gördüğünü hissediyorum , ben de onla beraber görebiliyorum .İlgilendiğim şiirin konusu değil. Yalnızca şairin bana getirdiği duyguyla ilgileniyorum,Onun özlemini ödünç alıyorum ve beraberinde güzelliği de.Ve onun gerçek bir savaşçı gibi kendisine özlemi ayırarak , alıcılar için ,seyirciler için savurganca tükenişine hayret ediyorum. Bu darbe , bu şok edici güzellik , iz sürmektir.


Burada don Juan'ın tam anlamıyla sanattan ve sanatçılardan ne beklediğini ifade etmekte. Bu anlayış bu gün çoktan unutulmuş , sanat ve sanatçıdan sürekli konu ve anlamı önde tutarak kendi kişisel yansıması olarak yeteneklerini (?) ussallaştırmaya var olan düşünce sistemlerinden biriyle bütünleştirmeye ve böylece yağmacının hizmetine sunan anlayışlardan ne kadar farklı. Gizemci sanatın önde gelen isimlerinden Kandisky 'de (gerçi daha sonraları Teozofi derneğinin ve Gurcief'in etkileriyle bu anlayıştan en azından teorik olarak sapsa bile ) bunu şöyle ifade ve dert ediyor. 'kafası karıştırılmış izleyici , bir sanat yapıtı karşısında onu izlemektense anlamaya çabalamayı yeğleyerek , yapıtın kendini etkilemesine izin vermez' demektedir. Böylece Don Juan ve Kandisky aynı noktadan bakmakta ,bir entelektüel ve bir nagual, bir büyücü. Bu da en azından bazı ayrımları yaparken oluşturabileceğimiz takıntıları göstermek açısından oldukça imalı bir durum.


Sanat yapıtı, şiir, müzik, resim , izleyicinin düşüncesinin kavranmaza doğru parende atmasını sağlayabilir.

Şöyle devam ediyor bir başka yerde don Juan ; Düşüncenin kavranmaza doğru parende atması,

tinin inişidir, algı engellerimizi kırma eylemidir. İnsan algısının kendi sınırlarına ulaştığı andır. Büyücüler , algı sınırını yükseltmek için kendilerinden önde giden casus gönderme alıştırmaları yaparlar. Bu şiirden hoşlanmamın başka nedeni. Şiirleri öncü koşucular olarak görüyorum.

Ancak daha öncede söylediğim gibi şairler, bu öncü koşucuların neler başarabileceğini büyücüler kadar iyi bilmez.


Buradan gerçek sanatçıların, algı sınırlarını zorladıkları ve tinin inişiyle karşılaştıklarını ve duyarlılık alanlarının genişliği(ve açıklanmaz bir biçimde niyetle bağlantı hatlarının temiz kaldığı yerler aracılığıyla(?)) nedeniyle insanlığın duyargaları olduğu sonucuna varırız.

Savaşçının iz sürmede en etkin olarak kullanabileceği yöntemlerden birinin sanat olması da tam buradan kaynağını almaktadır. Bu açıdan bakıldığında gerçekten genel olarak Meksika'nın , özel olarak da yerlilerinin biraz daha şanslı olduklarını düşünebiliriz. Çünkü gelenek ellerinin altındadır.

Birbiri üzerine inşa edilerek gelişir ve duyargalarını her defasında biraz daha ileri algı düzeyine ulaştırabilir. Ve bu öyle bir noktaya ulaşır ki , büyücüler iyi bir öykü anlatıcısı olur. Ancak bu öykü bizde ve tüm toplumlarda olduğu gibi bir öykünmeden kaynağını almaz. Kaynağını direk olarak tinden alır. Yaşanmış olaylar tümden farklılaşabilir orada , ama bunlar asla bir uydurma değildir, tinle sağlanan ilişkinin sonucu ortaya çıkan bir başka gerçekliktir. Batıda yozlaşmış bir biçimde ortaya çıkan gerçeküstücülük denilen akımın özüdür. Bu öykülerde insanlara bir şeyler anlatma hevesi, kişisel yansımanın etkisi hiç yoktur. Calixto Muni'nin öyküsü örnek verir , Don Juan.

Sonuçta yenilgiye uğramış bir bir kızılderili liderinin öyküsünü , zaferle sonuçlandırarak anlatabilir bir büyücü. Bu gerçeği değiştirmek değildir, O bunu tinin doğrultusunda ve onun desteğiyle yapar.

Çünkü o bunu yaparken ; niyetle olan eşsiz bağlantısını kullanarak bir şeyleri değiştirebileceğinin bilgisindedir.

Tinin desteği altındaki bu basit eylem onu tine daldırır. Ve o kuşkusuz bilir ki sonsuzlukta,şu anda tin inmektedir ve Calixto Muni zaferi kazanmıştır.


Bu yüzden öykü , roman tiyatro gibi sanat dallarını iz sürmede etkin olarak saymadım. Çünkü sanatçılar sürekli olarak tinle ilişki içinde değildir , bu daha fazlasıyla anlık bir ilişkiyi kapsar. Düşüncenin devreden çıktığı ve algı sınırlarının değiştiği anlardır ki, bu da ancak basit tekniklere (ki şiir teknik olarak en basit sanattır) izin verir. Kurgu , olay ve bunun gibi ussal alanlara kaydıkça

tinden uzaklaşılır , düşünmeden düşünmek eylemi yerine ussal düşünme eylemi içsel sessizlik yerine ,içsel konuşma geçer. Tiyatro ,roman ,öykü ,sinema gibi sanat kolları sadece büyücüler tarafından gerçekten sanat olarak yaşama geçirilebilir , ancak bir büyücü savaşçıda bunu yapmak için zaman ayırır mı bilmem?

Ancak Marcel Duchamp örneğinden yola çıkarak ,süreç çoğunlukla farklı işler gibime geliyor , bir sanatçı , zamanı geldiğinde sanatı terk ederek savaşçıya dönüşebilme imkanına kavuşabilir.

A. Burhan Ersan



Şiir, birleşim noktasını kaydıran ve bence sanatların en üst seviyesinde yer alan çok etkili bir araç. Büyücülük ve şiirlerle ilgili bağıntıyı Don Juan'ın sözlerinde yakalıyoruz. Şairler, hayatın nirengi noktalarına işaret ediyorlar; iyi ki varlar. Varolsunlar!.. Marjinal şair olarak tanınan Küçük İskender'den bir şiir paylaşıyorum.


AĞIZ AĞRILARI / I


KAYITLAR


Tüm kayıtları silindi tabiatın şimdi herkes birbirine fermuar

Taş desen akıp giden aklının ardından ağlamaklı ve soğuk

Temsil edilenle yetineceğiz Kader denilen zaten bu hovardalık

Büyük uçurumların altına bir gecede ansızın kurulan kor şehir

Teslim olmadık toprağa,

Toprak bizim gözümüzde hâlâ daha dünkü çocuk


Atlarla geldik traktörlerle döneceğiz hastalarımızın yanına

Alnımızdaki ter elbette çiy, elbette bazen kırağı dilimizdeki küfür

Yoksa başka ne türlü düşülür peşine yerinden oynamış tarihin

Göz ucuyla baktığımız kavisleri, eğrileri var tedirgin suretin

Korkunun kelime haznesi dar

Oysa hayat, kelimelerden çalınmış sırlarla sürdürülür


Bunlardan söz edeceğim sana ancak ağzımı düşürmüşüm

Ağzım küçüktür bulamayız bunca eşya, bunca insan arasında

Bir ihtimal, etraftaki cümlelerim ipucudur bizi ona götürür

Şimdilik sessizliğin çokça kurcalanmış mahremiyetinden konuşalım

Eğer istersen,

Nasılsa bu göç, bu sürgün hepimizi bir gün keyfe güldürtür


Bu yüzyılda hafızasını kaybedecek değil ya aşk

Serserinin zoruna bak, böyle mi zarif büyür ölü ağaçlar

Oturup karşılıklı ellerimizi seyrederiz

Omuzlarımıza, dizlerimize, dirseklerimize, bileklerimize bakarız

Eklemlerin olduğu tesellilerle yücedir kimi kırıcı maceralar

Hem, bazen

Kayıtdışı da güzeldir ömür.



adam (dj) aynı şeyi kolbastı için söyleseydi, kolbastı peşine düşer miydiniz?



Hee düşerdik tabii. Sanki (yüce!) dj'nin tensegrity, özetleme gibi dediği her şeyi yapıyoruz da :)



Ben erk yerinde, ölümle dansımda, kol bastı yapmayı planlıyordum.



Don Juan'ın şu sözü beni çok etkiledi:

"Şiirlerle yaptığım şey onlarla kendi izimi sürmektir. Onlar yoluyla kendime darbe indiriyorum. Sen bana şiir okurken dinler ve içsel konuşmamaı keserek içsel sessizliğimin ivme kazanmasını sağlarım. Şiir ve içsel sessizliğin birleşmesi darbeyi indiriyor."



Elbette DJ der de yapmamak olur mu, külbastı yeyin desin, yiyelim, ayakbastı parası verin Sonora çölüne girin desin verelim, desin verelim ve desin al yazmalı Nazilli basması giyin giyelim. Şiir falan ne bilelim biz ne öğrendiysek DJ'den, öğrendik. Baş öğretmenli, sünnet ehliyiz ne de olsa. Sizden de kol bastının iz sürmeye, rüya görmeye yardımını öğrenirsek seviniriz. Hemen baş öğretmen yaparız sizi de. Kol bastı ile ilgili yazarız. Ama DJ'nin milyonda biri kadar çaba, soyut bir çaba...



Muzik alaninda "Niyet" ile yakin bag kuran Keith Jarret'i vurgulamak isterim . Yanilmiyorsam Turkiyede 3 konseri olmustur hepsini izledim .sonuncu da (CRR de solo piyano )biletsiz girip, sanki bana ayrilmis gibi en o'na yakin noktaya oturmustum.

kendini bu kadar koyveren baska muzisyen zor bulunur.

Kayitlarini izlerken de ,muziginin anlik bir eglenceden ibaret olmadigini hissedersiniz.



Bütün bunların yanında birazda oyunculuk sanatının bir savaşçının hayatında etkin rol oynadığını düşünüyorum. Özellikle "denetimli delilik" konusunda. Bir iz sürücü kendi sanatını o kadar iyi yapar ki(kılık değiştirme, başka bir insana öykünme vs. vs.)sıradan bir insanın bu farkı anlaması imkansız hale gelir. Bütün bunların yanında şamanlar üzerine okuduğum kitaplarda basitçe bahsedilen bir şey vardır ki, bunu oyunculuk kavramı içine koyabileceğimizi düşünüyorum. Eski anadolu ve kuzeyde yaşayan şamanların bazı yetenekleri beni bu düşünceye itti. Bunlarla ilgili anlatılan bilgilerde, şamanların bazı hayvanların(kuş, kurt, koyun...)yeteneklerini kazanmasından bahsediyordu. Bunun nedeninin en basit anlamıyla çok fazla gelişmiş bir empati sayesinde olduğu söyleniyordu. Bunun bizim çocukken köpek veya bir aslana öykünmemizden bir farkı yok, şamanlar ve büyücüler bu yeteneği koruyabilenlerdir sadece. Tabii ki basitçe olabilecek bir şey değildir ancak dünya üzerindeki bir çok şey gibi bunu da Don Juan Matus'un anlattıklarıyla bağdaştırabiliriz. Carlos, Don Juan Matus'un piposu aracılığı ile küçük dumancık ile tanıştığında bir kargaya nasıl dönüştüğünü hatırlarsınız. Bütün olay gerçekten o hissi yaşamakla kavranıyor, ensenden çıkan kuyruk tüylerinin yere sürtmesi, kanatlarının gerginliğini hissetmek vs. vs..Sonuç olarak gerçek anlamıyla bir oyunculuk, o kişinin ya da daha doğrusu varlığın benliğini kendi varlığın gibi hissedip yaşamak değil midir ? Tabii ki bununla birlikte günümüzdeki oyuncular ile gerçek bir şairin hissettiği tin özleminin kıyaslanabileceğini düşünmüyorum.



Gözümüzde bir hasret parlayarak düşünce,

Toprak ana elbette bize açar kolunu.

O nun kadar düşünmez bizi hiçbir düşünce,

Kendi koynunda saklar can veren her oğlunu.



güzel perdeler


Sesli harflerle sen konuş

Sessiz harfler bana yeter


Bir temenni için hayattaysak hâlâ

Ve hâlâ hayatta tutuyorsa bizi sevinçler

Özlemek ne haddime diyebilmeliyim

Önünü ilikliyorsa yazın karşısında mayıs

Bizim birbirimize doğru süzülmemiz yeter


Eğer adımı üfleyebiliyorsan çok sıcak suya

Ben adını üfleyebiliyorsam sendeki köze eğer

Maviden başka rengimiz kalmamışsa mesela

Mesela bana söylemek istediğin bir sırsam hâlâ


Büyük cümleleri sen kur

Küçük kelimeler bana yeter


Sor o zaman birilerine

Kendi minyatürüne bakan padişahtan kaç kelle düştü geriye

Ya da bir şehir efsanesine dönüşmüş hayallerle avun dur


Terk edilmiş evlerin kırık camlarında uçuşan o güzel perdeler

Şimdi bilmem nerdeler


küçük İskender



roses are red,

violets are blue,

my love for you,

will never fail


diye bi şiir var yada uydurdum yada eksik hatırlıyorum. 20 yıl önce bunları okurdum karşı cinse. Ne kadar tekdüzeymişim, korktum kendimden. kaçarım ben.



Sessizbilgi Listele - - - - - Yeni Siteye Dön