Eski SessizBilgi - - - - - Yeni SessizBilgi
Alt Limit:
Kaç tane -->

kendini onemsemeyi birakmak


Don Juan, Castaneda'ya her fırsatta ona göstermekte olduğu şeyin, başka şeylermiş gibi görünmesine rağmen, basitçe bir ifadeyle enerji tasarrufu olduğunu söyler. Enerjimizin çok büyük miktarını kendimize verdiğimiz önemi ayakta tutabilmek için kullanırız. Bunun sonucu olarak dünyayı bir büyücü gibi algılamak için gereken enerjiden yoksun kalırız. Bir savaşçı bunun farkındadır ve bulabildiği her yolla kendine verdiği önemin üstesinden gelmeye çalışır.

"Sen kendini dünyanın en önemli şeyi sandığın sürece seni saran bu dünyayı layıkıyla anlayamazsın. At gözlüğü takılmış bi at gibisin sen, kendinden başka hiçbi şeyi görmüyorsun."



Bu hikaye (İsmail’in dediğine göre) yarım milyar yıl önce geçiyor – hayal edilmeyecek kadar uzun bir zaman önce, bu gezegenin var olduğu fakat bizim tarafımızdan tanınamayacak bir durumda olduğu zamanda. Karada, rüzgar ve toz dışında hareket eden hiç bir şey yoktu. Rüzgarda sallanan tek bir çimen yaprağı, öten tek bir cırcır böceği ve gökte süzülen tek bir kuş bile yoktu. Bütün bunlar, onlarca milyon yıl sonra, gelecekte olacaklardı. Denizler bile ürkütücü biçimde durgun ve sessizdi, çünkü omurgalılar da, onlarca milyon yıl sonra, gelecekte ortaya çıkacaklardı,

Ama tabii ki hâlihazırda bir antropolog vardı. Antropologsuz bir dünya neye benzerdi ki? Yine de o, canı sıkılmış ve hayal kırıklığına uğramış bir antropologdu, çünkü gezegen üzerinde her yere giderek, görüşme yapacağı birini aramıştı ve sırt çantasındaki bütün kasetler gökyüzü kadar boştu. Fakat bir gün, canı sıkkın bir şekilde okyanusun kenarında dolaşırken, okyanusun sığ sularında, yaşayan bir canlıya benzeyen şeyi gördü. Pek abartılacak bir şey değildi, sadece peltemsi bir su kabarcığıydı, fakat yaptığı bütün yolculuklar boyunca gördüğü tek olası malzemeydi, bu yüzden, dalgalarla birlikte aşağı yukarı hareket eden canlının bulunduğu tarafa doğru, sığ suda yürüyerek gitti.

Yaratığı kibarca selamladı ve nazik bir biçimde karşılandı: çok geçmeden ikisi iyi arkadaş oldular. Antropolog, elinden geldiğince, hayat tarzları, gelenekler ve adetler alanında eğitim gören bir öğrenci olduğu anlatmaya çalıştı ve yeni arkadaşından bu tür bilgiler rica etti. O da bunu seve seve verdi. “Ve şimdi,” dedi sonunda, “Aranızda anlattığınız hikayelerden bazılarını senin ağzından kasete kaydetmek istiyorum.”

“Hikayeler mi?” diye sordu öteki.

“Bilirsin, yaradılış efsaneniz gibi, eğer varsa.”

“Yaradılış efsanesi de nedir?” diye sordu yaratık.

“Aman, bilirsin işte” diye yanıt verdi antropolog, “Dünyanın başlangıcıyla ilgili çocuklarınıza anlattığınız hayal ürünü hikayeler.”

Bunun üzerinde, yaratık hiddetle son derece ciddileşti – en azından peltemsi bir su kabarcığının yapabileceği kadar- ve toplumun bu tür hayal ürün hikayeleri olmadığını söyledi.

“Öyleyse nasıl yaratıldığınıza dair bir açıklamanız yok mu?”

“Nasıl yaratıldığımıza dair bir açıklamamız kesinlikle var, “ diye şapırdadı öteki. “Ama bu kesinlikle bir efsane değil.”

“Ah, tabii ki değil,” dedi antropolog sonunda, okulda öğrendiklerini hatırlayarak. “Bunu benimle paylaşırsan müteşekkir olurum.”

“Peki,” dedi yaratık. “Ama şunu anlamanı istiyorum, sizler gibi biz de, gözleme, mantığa ve bilimsel yönteme dayanmayan hiçbir şeyi kabul etmeyen son derece akılcı canlılarız.”

“Muhakkak, muhakkak,” diyerek antropolog ona katıldı.


Ve sonunda yaratık, hikayesine başladı. “Evren,” dedi. “çok, çok uzun zaman önce, belki on ya da on beş milyar yıl önce doğdu. Bizim kendi güneş sistemimiz – bu yıldız, bu gezegen ve bütün diğerleri- herhalde iki ya da üç milyar yıl önce oluştur. Uzun süre burada hiçbir şey yaşamadı. Fakat bir milyar yıl falan sonra, yaşam ortaya çıktı. “

“Afedersin,” dedi antropolog. “Yaşam ortaya çıktı dedin. Nerede oldu bu, efsanenize göre, yani bilimsel açıklamanıza göre demek istiyorum.”

Yaratık soruya şaşırmış gözüküyordu ve rengi açık bir eflatuna döndü. “Tam olarak hangi noktada mı demek istiyorsun?”

“Hayır. Demek istediğim, bu karada mı yoksa denizde mi oldu?”

“Kara mı?” diye sordu öteki. “Kara nedir?”

“Ah bilirsin,” dedi adam, kıyıyı işaret ederek, “Şurada başlayıp ötelere uzanan toprak ve kayalardan oluşan geniş saha.”

Yaratığın rengi bu sefer mora döndü ve dedi ki, “Neden bahsettiğini anlayamadım. Oradaki toprak ve kayalar sadece denizi içine alan büyük kasenin kenarları.”

“Ah evet, “ dedi antropolog, “Ne demek istediğini anlıyorum. Yani, hemen hemen. Devam et.”

“Pekala,” dedi öteki. “Milyonlarca asır boyunca, dünyadaki yaşam sadece, kimyasal bir suda çaresizce yüzen mikroorganizmalardan ibaretti. Fakat azar azar, daha karmaşık yaşam formları ortaya çıktı: Tek hücreliler, sümüksü canlılar, deniz yosunları, polipler, vesaire.”

“Ve en sonunda,” dedi yaratık, hikayesinde doruk noktaya ulaşırken, rengi gururdan pembeleşerek, “vee en sonunda denizanası ortaya çıktı!



Evrende öyle varlıklar vardır ki, titreşimlere çok duyarlıdırlar. Onlara yaklaştığınızda yaydığınız titreşimleri birer hakaret kabul ederler ve saldırıya geçerler.


Neyse ki deniz anaları öyle değildir...



Daniel Quinn'in İsmail isimli kitabındaki bu hikaye, bana insanın kendini ne kadar değerli ve önemli hissettiğini anımsatır hep. Evren bizim için yaratıldı, hayvanlar bile biz yiyelim diye yada bize hizmet etmek için var, vs bakış açıları.


Belki gerçekten insanın hiç önemsemediğimiz Denizanası'nın bir bilinci var ve kara'nın denizi çevreleyen kasenin kenarları olduğununa inanıyor, ya da karga biz çifçilik yapalım da onu besleyelim diye varız sanıyor. Aynen insanın kendini diğer yaratıklardan üstün görmesi, kişisel olarak diğer insanlardan üstün görmesi gibi. :))



Olay gene denizde gecmektedir. Baliklar aynen denizanasi gibi akilli ve mantikli varliklar olarak kendi dunyalarinda (denizde) yasamakta ve aynen insanlar gibi oteki bir dunyanin varligi hakkinda yorumlar yapmaktadirlar. Baliklarin bilge olanina bir gun yunus baligi yaklasir ve,


"Ben bu dunyanin otesinde bulunan farkli bir alem tanidim ve o alemde yasayan varliklarla tanistim" der. Bilge balik: "Bu aleme gittinse bize bir kanit gostermen gerekir. Belki de senin hayal ettigin bir alemdir o, bana bu alemden soz et" diye yanitladi.


Yunus "Bu alemde yasayan canlilar bana cok iyi davrandilar. Beni beslediler ve bircok oyun ogrettiler. Bir cemberin icinden gecmeyi ogrendim. Onlarla birlikte yuzdum. Ama burayi denizi ozledim ve bir gun firsatini bulup yasadigim havuzdan kacmayi basardim. Kanitim yok ama bir gorgu sahidim var"


Bilge balik: "Kim bu gorgu sahidi?" diye sordu. Yunus "Balina" diye yanitladi.


Bilge balik "O zaman onunla bu konuda konusalim" deyip birlikte balinanin yanina gittiler.


Balina: "Yunusun dedigi dogrudur ama bir farkla. O alemdeki varliklarla ben de tanistim. Ama onlar cok saldirgan ve kotu varliklar. Bana buyuk oklar atillar, beni yaraladilar. Onlardan zor kurtuldum. Iste bakin yara izlari hala uzerimde duruyor." dedi.


Bunun uzerine Bilge balik: "Bu dediklerinize inaniyorum ve gercekten bir oteki alem var. Ancak bu oteki alemde iki farkli bolge bulunuyor. Yunusun gittigi bolge CENNET, balinanin gittigi bolge CEHENNEM olsa gerek", diyerek cennet-cehennem mitosunu baslatmis oldu.


Kissadan hisse: Baligin farkina varmadigi nokta ne yunusun ne de balinanin balik olmadigi onlarin farkli yapida memeli olduklaridir. Yunus ve balina gibi olmadikca o farkli alem ile iletisime gecmek mumkun degildir. Biz insanlarin da ayni ortak yapida olmadigimiz, kimimizin farkli bir yapi ile dogmus oldugumuz gorusunu savunanlardanim. Bu farkli yapiya sahip olanlar farkli gerceklik boyutlarinda gezinebilirler.


Yorumlarinizi ekleyin lutfen.



Pratikte kendini önemsemeyi bırakmak üzerine neler uyguluyorsunuz?



Pratikte kendini önemsemeyi bırakmak söylemlerinden, gözlemlerinden, anahat hassasiyetlerinden, hassas noktalarından, kırmızı çizgilerinden uzaklaşmak gibi oluyor. Bunların yerine başka bir şey, bir tür doluluk - esenlik duygusu dayanak noktası haline geliyor. Kendi üzerimizde ne kadar ağır bir yük ve pranga takmış gibi birkısıtlama oluşturduğumuzu çok net bir şekilde anlıyoruz.



içsel konuşmayı bittir nasıl olsa öleceksin



Önemsizlik ölmeden önce lazım. Ölünce önemimiz kalmıyor zaten. Kalsa da faydası yok. Önemliliğin ne ölüye ne diriye faydası yok.



Ben çok kibirli -çok kendine acıyan- bi kadındım. Bilgi yolunda ilerlemeyi düşünüyorsam enerjimi en çok tüketen kendime acımadan kesinlikle kurtulmalıydım. Sarsılmaz niyet en önemli adım.

Değişim için duygulardan arınmak gerekiyor, o halde duygu barındıran her duruma karşı reflekslerimi güçlü tutmalıydım. Ben'i tanımladım. Ben kimdim. Ben akıllı, cesur,sorumluluk duygusu gelişmiş, paylaşımcı, güçlü, sevgidolu,ahlaklı,dürüst güvenilir v.b bir kişiydim

Tanımlamaların hepsini karşılaştığım olaylarda sorguladım.

Yaşadığım kimi olaylarda Korkak, aptal,bencil,güçsüz,değersiz, güvenilmez, ahlaksız, sorumsuz,ikiyüzlü,pinti bir kişi olduğumu tespit ettim. Genelleştirdiğimde her bir negatif ve her bir pozitif değer, durum somut ya da potansiyel olarak bende mevcuttu. Kendimi sıfırladım. Ben her ikisiyim ya da her ikiside değilim O zaman kendim hakkında ya da bana yapılanlar hakkında kendi kendime konuşmalar yorumlar yargılar üretemiyorum.

Hala kendimi önemsiyormuş gibi davranıyorum ama aslında kendimi önemsemiyorum.Sıfır olduğumu hiç bi şey olduğumu biliyorum. Kimi olayda kibrim harekete geçse dahi, uzun sürmüyor.

Bilgi yolunda hiç bi şey bugünden yarına değişmiyor. Sabırlı olmak hızlı değişimler beklememek gerekiyor. Ama içten bi şekilde karar verdiğimizde bi şey başarmamaız için destek oluyor.



Sessizbilgi Listele - - - - - Yeni Siteye Dön