Eski SessizBilgi - - - - - Yeni SessizBilgi
Alt Limit:
Kaç tane -->

buyuculugun kiyisinda ve ruyalar cc roportaj the sun 1997


Aki - Posted on 02 Şubat 2011


Bu da yeni ve uzunca bir röportaj. Sanırım 3 - 4 bölüm olacak. Tensegrity seminerleri esnasında kadın çömezler ve CC ile yapılan bir röportaj.


Büyücülüğün Kıyısında ve Rüyalar:

Carlos Castaneda ile bir karşılaşma.

Michael Brenan. The Sun'da yayınlanmıştır.


Rüya görme benim için olağanüstü bir konuydu. On üç yaşındayken, sıklıkla bilinçli rüyalar ve beden dışı deneyimlerim vardı. Tipik olarak, uyumadan hemen önce, bedenim tamamen gevşemiş olduğunda, herhangi bir uyarı olmadan kayda değer bir tetiklilik durumuna geçiyordum. Halen uyanık olmama rağmen, fiziksel bedenimi uyuşmuş ve ağırlaşmış hissediyordum. Bir şekilde o zaman bedenimi terk etmenin mümkün olduğunu biliyordum.


Sonraki üç yılın neredeyse her gecesinde, yalnızca rüya aleminin nefes kesen bir berraklık ve güzelliğinde uyanmayı göze alarak uykuya gidiyordum. Tam olarak farkındaydım, ve karşılaştığım her şey hakkında muazzam bir ilgim vardı. Bu tuhaf çevreleri hislerimle sonsuzca deneyimliyor, ve yeteneğimle manevralar yapıyordum. Fakat asla girdiğim bu dünyaların gerçek mi yoksa sadece projeksiyon mu olduklarına karar veremiyordum.


On altı yaşımda, Stephen LaBerge tarafından yönetilen öncü bir araştırmaya katıldım. La Berge, laboratuvar ekipmanları ve ayarlanmış sinyaller kullanarak, insanın fiziksel uykuda dahi farkındalık durumunda olabilme yeteneğinin olduğunu ispatlamıştır. Bu duruma “lusid rüya” adını vermiştir. Bu bilimsel onaylama bile, benim şüphelerimi gideremedi, çünkü, neden bazen aynı anda hem fiziksel bedenimi hem de “diğer” bedenimin farkında olabilmemi açıklamıyordu. Sonunda, sorularımın şu an için cevapsız kalacağına karar verdim, zaten cevapların da pek bir önemi yoktu. Bu iç dünyalarda karşılaştığım keyif, özgürlük ve neşe hisleri deneyimlerimin gerçek bir değeri idiler.


Daha sonra, bu yüksek farkındalık durumu benim her günlük yaşamıma da taşınmaya başladı, ve zenginlik ile büyüyü kafama soktu. Yaşam uyanık bir rüya olmaya başladı. Bu duygusallık geliştikçe, bana öğretilmiş olan her şeyle bir çatışma haline geldi. Beni yetiştiren rahipler, mucizeler çağının iki bin yıl önce bittiğine inandıkları gözüküyordu. Bilim her şeyin temel mekanik kanunları ile açıklanabileceğine indirgenmişti. Çağdaş toplum, emin ve kansız bir doğum, okul, iş ve ölüm tavsiye ediyor, ve yavan bir tüketim kültürünü araya serpiştiriyordu.


On yedi yaşına geldiğimde, tuhaflığın bende olduğunu düşünmeye başladım. Delikanlı güvensizlikleri ile kuşatıldım, fakat bunun üstünde, benim dünyayı algılamam akranlarımla uymuyordu. Endişelerimi dile getirme özlemi bu güzelliğin ruhunu kapladı. Korkaklık algısını telafi etmek için, çapkın bir gidişata başladım, kötü arkadaşlarla faaliyete geçtim ve içimdeki karışıklığı eyleme geçirdim. Bunu yapmakla, benim için kutsal olan her şeye ihanet ettim, ve büyük bir ıstırap yaşadım. Sonraki on beş yılda, büyük bağımlılık krizlerine katlandım, evsiz barksız, ve hapis ile akıl hastanesine tıkılmalar yaşadım. Rüyalarım beni terk etti, ve uyanık bir karabasana dönüştü. Yavaş bir intihar yaşıyordum, bu yedi sene önce New York'taki kiralık bir evde iki bağımlı ile bir iğneyi paylaştığımda sonuca ulaşan bir süreçti.


O zamandan beri, her iki junkie arkadaşım AIDS ten ölmüşlerdi. Şimdi, kendi ölümünün doruğunda otururken, içimde bir boşluk buldum. Garip bir biçimde bu boşluk içinde mutlak bir coşku ve nefis bir ümit hissi taşıyordu. Kaybedecek hiçbir şeyim yoktu. Yanı başımdaki ölüm kaybettiklerimi telefi edebilecek zayıf bir değişiklik şansı getirdi. Uyanık rüyalardaki dünyalarda deneyimlediğim büyük güzellik ve gizem.

Carlos Castaneda'nın arkadaşları tarafından Oakland'da bir seminere katılmam ve bir gazeteci olarak bir yazı yazmak için davet almam tam bu esnada oldu. Bu seminerin amacı, Castaneda'nın bir Yaqui kızıl derili kahini olan don Juan Matus'tan öğrendiği söylenen büyülü bir düzeni öğretmekti. Castaneda'ya göre, kadim Meksika'da kahinler rüya görme esnasında yüksek bir farkındalık durumu deneyimliyordu. Bu durumu, adına “büyülü geçişler” denen belirli bir dizi hareketlerle uyanık olduklarında tekrarlamayı öğrenmişler.


Gizliliğin koruması ile, bu düzen don Juan MMatus'un sonuncusu olduğu, yirmi sekiz büyücü sülalesi boyunca uygulanmıştır. Şimdi Castaneda ve topluluğundan birkaçı, Castaneda'nın “tensegrity” olarak adlandırdığı ve mimari bir terim olarak karşıt güçlerin dengesi anlamına gelen, kadim büyücülerin bu sanatının modern vekilleri olmaya karar verdiler.


Castaneda'yı eleştirenler tarafından öne sürülen bir diğer açıklama ise, bu düzeni ve don Juan Matus efsanesinin kendisinin yaratmış olduğudur. Onlara göre, Castaneda'nın efsanesi fetih öncesi Toltek dünyasından değil, fakat 1961 yazında, o zaman otuz yedi yaşında olan UCLA antropoloji öğrencisi kavurucu Meksika güneşi altında, doktora çalışmaları için, Sonora çölüne gitmeye cüret etmiş ve muhtemelen bu çekici büyücü hikayelerini orada uydurmuştur.


Saygın akademik, bilimsel, ve yazınsal kaynakların Castaneda için büyük övgülerine rağmen, kuşkucular kitaplarındaki kronolojik uyuşmazlıklardan, don Juan'ı halk önüne getirmeyi kabul etmemesinden ve yazarın erişilmezlik durumundan, halen şüphedeler. Sonunda, gözüküyor ki, don Juan Matus parlak bir hayalet gibi vizyonlarımıza uğraması nasip oldu, ve büyücülüğün halen var olduğu ihtimali ile kalp atışlarımız hızlandı.


Altı yıl önce, iki kadının – Florinda Donner-Grau ve Taisha Aabelar – ortaya çıkması anlaşmazlığa yeni bir boyut eklendi, don Juan ile olan kendi ilişkilerini anlattıkları, çok mükemmel, hayal gibi kitaplar yazdılar. Donner-Grau ve Abelar kendilerini Castaneda'nın grubundan olduklarını açıkladılar. Üçüncü bir grup arkadaşı, Carol Tiggs, Castaneda'nın son kitabı, Rüya Görme Sanatı'nda, Meksikada'ki bir otel odasında “birlikte rüyaya girdikleri” ile bahsedildi. Tiggs, bu dünyadan yok oldu, ve “niyetin” kanatlarına taşındı. “Sonsuzluğun Fırtınası” on yıl sonra onu bu boyuta geri getirdi, Castaneda onu Santa Monica Phoenix Kitap Evinde amaçsızca dolaşırken şaşkınlıkla fark etti. Olanak dışı dönüşü “evrenin bünyesinde yırtılan bir delik” oluşturmuştu.

Castaneda, Donner-Grau ve Abelar bu olayın imasından şaşırmışlardı.


Sonunda, Tiggs gezgin arkadaşlarını bu işte radikal bir yaklaşımı benimsemeleri için inandırdı: ilk kez don Juan'nın öğretisini halka açık olarak sunacaklar, katılımcılara da efsanevi kahinin fantastik pratiklerini ayrıntılı inceleme imkanı vereceklerdi.


Diyorlar ki, bu benzeri görülmemiş karara ulaştılar, çünkü sülalenin sonuydular ve yakında “içindeki ateşi yakacaklar ve taklayı kavranılamaza atlayarak tamamlayacaklar.” Dahası, öğretmenlerine ve velinimetlerine bir şükran borcu olarak, öğretiyi halka açacaklar, ve böylece onların kadim öğretisi yaşamaya devam edecek.


Birçok okuyucu gibi, ben de Castaneda'nın kitaplarından büyük ölçüde etkilendim ve esinlendim, özellikle (açık nedenlerden dolayı) rüyaların büyülü olanakları hakkında yazdıklarından. Aynı zamanda, tüm olay hakkında gazeteci kuşkuculuğunu da sürdürdüm. Fakat şimdi, don Juan efsanesinde şekillenmiş yaratıklar farkındalığımda hışırdayarak rüzgardaki yapraklar gibi sisin içinden ortaya çıktılar. Sorularlar, kuşkular, sezgiler ile ilgili haberlerini dinlemeye gidiyorum, ve modern toplumun ruhsuz rüyalarının aksini ispatlamak için özlem duyuyorum.


“Enerji Sürücü” olarak adlandırılan altı kadın eğitmen, Oakland Toplantı Salonundaki üç adet platformun üstünde ikişerli olarak duruyorlar. Bol kesimli rahat pantolon ile gömlekli, ve kısa saçları ile Savaşçı gibi giyinmiş, hepsi de cazip bir güçte ve atletik yapıda görünüyorlardı. Yaşları onbir ile otuz altı arasında değişiyordu, ve Avrupa ile Amerika'dan gelmişlerdi. Davranışları aynı zamanda arkadaşça ve pratikti. Burada, onlar öğretmeye, onları çevreleyen üç yüz küsur kişi ise öğrenmeye gelmişlerdi.


İki gün süre ile enerji sürücüleri, Castaneda'nın yazmış olduğu “büyü geçişleri” ile ilgili özenle hazırlanmış bir dizi hareketi örneklerle gösterdi. Hareketlerin edimlerini hatırlatan isimleri vardı: Enerji Kütlesini Çatlatmak, Enerji Kaynağına Gitmek, Enerji Çamurundan Atlamak. Yıllarca Hatha Yoga uygulamalarım vardı, ve bu iki çalışmada bazı benzerliklerin olduğunu onaylayabilirim. Birçok hareketlerin aynı zamanda aikido ve karate'yi hatırlatan savaşçı bir havası var. Fakat tensegrity dizilerinde hiçbir bilinen kaynakla özleştirilemeyen alışılmadık hareketler de var.


Katılımcılar çok çeşitli mesleklerden – fizikçi, öğretmen, mühendis, sanatçı, emekli, biyolog – ve milliyetlerden – İspanyol, İtalyan, Alman, Rus, Amerikalı, Fransız - gelmekteydiler. Hareketlerin etkinliklerine tanıklık edecek pek çok kişi ile görüştüm, ve duyduklarım şüphelerimi alt etmeye başladı.


Bir adam, geçliğinde altı yıl karate yapmış olan biri, tensegrity hareketlerini eşsiz olarak güçlü bulduğunu söyledi. “Tensegrity'de açıkça gördüğüm,” dedi bana, “ve düşündüğüm bu hareketlerin bir kişi tarafından tamamının yapılamayacağıdır. Çok fazla hareket var, çok gelişmiş ve düzenliler, ve sonuçları çok güçlü.”


Los Angeles'te yaşayan Meksika'da doğumlu Tarahumara Kızılderilisi Mario, o ve bir grup Meksika'lı ve Kızılderili arkadaşı uzun zamandır Castaneda'nın kitaplarından derlenmiş bilgiler ile uygulamalar yaptıklarını söyledi. Şimdi, bu daha geleneksel öğretme sunumunda, çabalarını artırmıştır. Mario, yaşadığı bazı rüya görme maceralarını anlattığında, benim çocukluğumdaki bilinçli rüyalarımla olan belirgin benzerlikten çarpıldım.


“Geçenlerde, uyanıkken kendimi bir rüyada buldum,” dedi Mario. “Neresi olduğundan emin olmadığım tepedeki bir ağacın altındaydım. Kardeşim Joss, ki o Oaxaca'da yaşıyor, benimle birlikte idi. Katıldığım seminerden ne öğrendiğimi sordu. Ona anlattım, ve kişisel yaşamlarımızla ilgili birtakım bilgileri anlattık birbirimize. Bu rüya esnasında tam anlamı ile uyanıktım, fakat rüyanın sonunda farkına vardım ki, Joss rüyanın sonuna doğru söylediği bir şeyi hatırlamadığımı anladım.”


“Bir hafta sonra, beni Meksika'dan çağırdı. Ben konuşmaya başlamadan, o gördüğüm rüyayı anlatmaya başladı: aynı tepe, aynı ağaç, ve aynı konuşma. Bir ürperti, ve bir korku hissettim. Sonra, rüyanın sonunda söylediğini hatırlayıp hatırlamadığımı sordu, başka bir şey söylemesine fırsat kalmadan, kulaklarımda yüksek sesli çınlamalar başladı ve unuttuğum sahne kendiliğinden bir anda zihnimde tekrarlandı. Onu bu yola soktuğumdan bana teşekkür etmişti.”


Hafta sonundaki bu seminerde Castaneda'nın her üç arkadaşından epeyi şeyler dinledik. İlk önce, Florinde Donner-Grau konuştu, ve bir kedi gibi dinleyicilere bakıp güldü. Kısa kesilmiş sarışın saçları ve zarif elmacık kemiği ile tam anlamı ile Alman bir görüntüsü vardı, ve kusursuz bir telaffuz ile konuştu, sanki her kelimesi lezzetli bir lokma gibiydi.


“Don Juan Matus dört çömezi için dört ayrı yüz'le ortaya çıkıyordu. Carlos Castaneda için azılı ve dehşetli bir varlıktı ve korkunç önemli, nadide biriydi. Taisha Abelar için, gizemli fakat son derece bilinen bir şahsiyet gibiydi. Benim için ise, dünyama beklenmedik ve davetsiz bir giriş yapan, ve birden huzursuz ve sakinleştirici biri idi. Carol Tiggs için ise, nazik, muazzam etkileme yeteneği olan babacan bir şahsiyetti.”


Büyücüler dünyasında, kadınlar evrenin dişil doğası ile yakınlıkları sayesinde yetenekli varlıklar olduğunu söylüyordu. Rahimlerini kullanarak, evrensel enerjiye ulaşabiliyor ve hayret verici dönüştürmeleri başarabiliyorlar. Fakat aynı zamanda da, kadınlar onların sosyalleşmeleri esnasında pek çok sersemletici etki ile savaşmak durumundalar. Kısaca, doğdukları andan itibaren sürtük olmaları için eğitilmekte, ve yalnızca boyun eğmez çabaları ile bu kaderden kaçabilirler.


“Soğuk kanlı bir sesle, yaşamımın devamında aptal bir sürtük olmayı isteyip istemediğimi sordu don Juan ...” dedi Donner-Grau, “Ben çok mutaassıp bir İspanyol-Alman aileden geliyorum. Kimse, özellikle bir erkek benim bulunduğum ortamda bu kelimeyi kullanmamıştı. Dehşete kapıldım ve kendimi aşağılanmış hissettim.”


Bu hadiseyi nakletmesi onu hoşnut ediyorsa da, bu noktada aşağılanmayı aştığını düşünüyorum.


Bence, ölüm için konuştuğunda, konuşmasını tanımladığı andı.


“Ölüm sizin gerçek dostunuz, ve en güvenilir danışmanınızdır. Yaşamınızın gidişatından şüpheniz varsa, uygun yön için yalnızca ölüme danışmanız gerekir. Ölün size hiçbir zaman yalan söylemez.”


... devam edecek ...

Çeviri : Aki



İkinci ve Son Bölüm

Aki tarafından Çrş, 09/02/2011 - 02:51 tarihinde gönderildi.


“Ölüm en gerçek arkadaşın, ve en güvenilir danışmanındır. Yaşamının gidişatından şüphelerin varsa, doğru gidişi bulabilmen için yalnızca ölüme danışman gerekir. Ölüm hiçbir zaman sana yalan söylemez.”

Taisha Abelar zarif ve halen enerjiktir. Şivesini belirleyemiyorum, fakat tüm konuşması ve görüntüsü altmışlardaki Katharine Hepburn'ü akla getiriyor. Onun rüya deneyimleri ile benimkilerin arasındaki farklılıklar ilgimi çekti.


“Tuhaf bir şehrin göbeğindeki,” dedi Abelar, “bir binanın çatısındaydım. Aniden, yukarıdan korkunç bir şamata duydum, ve gökyüzünden siyah bir şeyin bana doğru alçaldığını gördüm. Hemen yer değiştirdim, ve gördük ki bu siyah şey bir helikopter idi ve korkunç gürültü pervanesinin havada dönerken yarattığı sesti. Eğer bir dakika daha bu çatıda dursaydım, kıyma olacaktım.”


Başta bununla kafam karıştı, çünkü ben bilinçli rüyalarımda ortamı olağanüstü yollarla değiştirebiliyordum. Neden Abelar'ın helikopteri oradan uzaklaştıramadığını, veya alevler içinde bırakmadığını merak ettim. Sonra kafama dank etti: o, fiziksel bedenini bu dünyalara nakletmekten bahsediyordu.


Daha sonraki saatlerde, onun çılgın veya başarılı bir yalancı olduğunu düşünmeme sebep olacak çılgın hikayeler anlattı. Fakat tavrındaki her şey ağırbaşlılığı ve samimiyeti akla getiriyordu, ve ben üçüncü bir alternatifi, neredeyse kabul edilemez birini, onaylamaya zorlandım: o, doğrulukla deneyimlerini anlatıyordu.


Onun bölümünde, Carol Tiggs, her noktası Abelar'inki gibi dünya dışı ve acayip olan rüya serüvenlerini anlattı, fakat rüyalarının çoğu Carlos Castaneda ile birlikte idi. Castaneda gibi Tiggs de kendisini, “öğretmen” veya “lider” anlamındaki bir Toltek terimi olan nagual olarak tanımladı. Bir nagual kadın ile bir nagual erkeği bağlayan yakınlık ve birlikte rüya görmeleri Castaneda'nın birçok kitabında açıklanmıştı. Bu ne romantik ne de cinsel bir bağlamdaydı, fakat çok daha derindi.


Konuşmasının sonu doğru, Tiggs, katılımcıların Castaneda'nın sağlığı (hasta olduğuna dair) ile ilgili bir soruyu cevapladı, ve aralarındaki şiddetli sevgiyi sezdim. Halen büyüyordu. Derin bir nefes alarak ve yavaşça bırakarak, ve sanki ağlıyormuşçasına gülümsedi ve dedi ki, “Kardeşimiz Carlos bize katılamadı çünkü bir enfeksiyonla savaşıyor. Hastalığının ne olduğunu bilmiyoruz. Bir büyücüye geleneksel tıp yararlı olmaz, ruha ve kendi becerilerine inanması gerekir. Büyücü bedeninin artık çalışamayacağı noktaya varmadan önce, eğer yapabilirse, bu dünyayı tam olarak ve bütünüyle terk etmek amacıyla, tüm varlığının farkındalığını canlandırmayı seçecek. Ve kardeşimiz Carlos, bu son eyleme bizi de katacağına söz verdi. Fakat gidişinin zamanı şimdi olup olmadığını bilmiyoruz.”


Biraz durakladı, ve tekrar konuşmaya başladığında, sesi şaşılacak derecede sakindi. “Burada birlikteyiz, zamanın dışındaki bir baloncukta kadim Toltek'lerin rüyasını yaşıyoruz. Sizin de çabalarınızla, bilinmeyende yayılmaya ve canlanmaya bize yardım ettiniz. Size teşekkür ediyoruz,” ve kollarını katılımcılara doğru açarak yavaşça bitirdi, “ve sizi rüyada kucaklıyoruz.”


Pazar akşamı arabamla Portland'a geri dönerken, kendimdeki değişikliklere baktım ve hayatımın yarısında bana bela olan hoşnutsuzluk ve boşluk yerine (? - yazıda eksik ÇN) on kat yoğunlaşmış. Büyük gizemlerin, sonsuz yazıların, sonsuz kuşkuların dışında kaldım.


Hepsinin üstüne bir de bedenimde sorunlar patlak verdi: sol testisim normal boyunun iki katı kadar şişti, ve suçiçeği başımın tepsinden ayaklarımın tabanına kadar acı içinde bıraktı. Geleneksel Çin tıbbını uygulayan ve bilgisi tarihi bir ailesinden gelen bir doktora gittim.


Nabzımı ölçtü ve dilimi kontrol etti, sonra oturup başını sallayarak devamlı olarak Çince bir şeyler mırıldanmaya başladı. Kullanmam için, bitkilerden bir karışım hazırladı, ve benim için yaşamlarını sona erdiren bitkilere şükretmemi söyledi.


Birkaç hafta geçti ve sağlığıma tekrar kavuştum, fakat Carlos Castaneda üzerindeki kuşkularım, ki aslında hiç unutmamıştım, daha da ısrarcı olmaya başladı. Tensegriti uygulayıcılarının anlattıkları ile, efsaneleri ihtiyaçlarımıza en uygun şekilde yorumlama yeteneğimiz arasında bocaladım.


Her şey don Juan ve onun Toltek seleflerinin güvenirlik noktasına geldi. Acaba, don Juan Matus Carlos Castaneda tarafında uydurulmuş bir efsane miydi, yoksa eti kemiği olan efsanevi büyücü müydü? Bu sorunun cevabını bana verecek yalnızca bir kişinin olduğunun farkındaydım.

Sonra imkansız olan gerçekleşti: sessiz dileğim onaylandı, ve Carlos Castaneda ile karşılaşma ve röportaj için beklenmeyen bir davet aldım.


Eksikliklerim göz önüne alındığında – düşkünlük dolu bir hayatım vardı, büyük romanlar yazmamıştım, zorla bir lise bitirmiştim, ve bilim veya antropoloji konusunda bir şey bilmiyordum – müthiş gözüm korkmuş olmalıydı. Fakat bunun yerine, daveti aldığım andan itibaren, derin ve rahatlatıcı bir kesinlik hissi deneyimledim. Eğer Castaneda sadece bir yaratıcı düzenbazsa, hayallerimden başka kaybedecek bir şeyim yoktu.


Ama eğer o gerçek bir Toltek kahinlerinin varisi ise, o zaman kazancım hesaplanamaz bir hediye olacaktı – hayatımın geri kalanında büyüye kavuşma ihtimali.


Bunun gerçekleşmesini beklerken üstüme hoş bir huzur ve beraberinde ürkek bir sezinleme hissi – benim için daha önemli olan – ile karşı konulamaz bir rahatlama ve öz güven geldi. Her şey tam bir döngü ile geldi. Bilinmeyeni karşılamaktan başka yapacak bir şey kalmamıştı.


Hazırladığım dört sayfalık sorularımı canlandırırken, üç kişinin Santa Monica lokantasından bana doğru yollarını değiştirdiği gözüme ilişti. Önde röportajı ayarlayan kadın vardı. Beni seminerdeki enerji sürücüsü ile, ve sonra da arkasındaki kısa boylu adamla – Carlos Castaneda'ya – tanıştırdı. Son birkaç günlük rahatlama devam etti, ve Castanada'yı, rahatlamış bir saygı, sevgi, ve mesleki bir kuşkuculuk karışımı ile selamladım.


O, cana yakın ve gösterişsizdi, yerlerimize otururken kibar bir şekilde buruşuk beyaz gömleğinin kollarını kıvırdı. Notlarıma bakarken gizli bakışlarla onu inceledim. Araştırmalarımla onun Peru'lu ve en az yetmiş bir yaşında olduğunu biliyordum. Ancak yalnızca altmışların başında olduğu gibi gözüküyordu. Boyu 1,60 civarında, bakır tenli, dağınık siyah beyaz saçlı, ve cin gibi bir görüntüsü vardı. Yüzü etkileyici ve rengi soluktu, klasik İspanyol armonisinin köşeleri ve izleri olduğu anlaşılıyordu. Gözleri keskin ve berraktı, ifadesi dönüşümlü olarak, düşünceli, dikkatli, dostça ve şakacıydı. Bana bir şişe su ikram etti, bu küçük jest onun cömertliğini gösterdi. Sanki arkadaşlar arasındaymışım gibi bir hisse kapıldım.


Sonraki üç saatte uzun listemden aralıklarla sorular yönelttim, fakat çoğu zaman dikkatimi söylediklerine ve notlar almaya verdim.


“Bu öğreti bir iç olaydır,” dedi bir noktada Castaneda. “Teknikler var, fakat kararlılıkla, ve içten gelen hisle takviye edilmeleri gerekir. Bu karalılığa ulaşman ve kendini hissetme noktasına ulaşmaya ihtiyacın var. Benim için bu, günlük bir yenilenme meselesi gibidir.”


Öğreti ile ilgili konuşunca, beni daha önce söylediği bir şeyi sormaya yöneltti: sigara içmeyi terk etmenin devrimci bir eylem olduğu.


“Sen sigara içmiyorsun, değil mi?” diye sordu, açık bir ilgi ile.


Bu özel durumun onuruna,” diye cevapladım, “sigaralarımı evde bıraktım.”

İtirafımdan, ve sorunlarımın bayağılığından istifini bozmadığı göründü.


“Sigara içmeye sekiz yaşında başladım,” dedi. “Diğer Arjantinli gençler gibi olmak istiyordum. Onları görmüş olmalısın; dünyanın en harika geçleriydiler.” Saçma ve hoş mimiklerle en harika gençleri oynadı, sol gözünü şaşılaştırdı ve başını yana yatırarak havaya görünmez bir duman bulutu üfledi. “Bir gün, don Juan sigara içmeyi bırakmamı söyledi.


Cevap olarak, sigarayı sevdiğimi ve hazır olduğum bir gün bırakacağımı söyledim. Sonra, bırakmaya çalıştım ve başaramadım; ne ilk nede sonraki denemede. Daha sonraki yıllarda bile, bazen kendimi artık orada olmayan sigara için ceplerimi yoklarken buluyorum. Bu alışkanlık zordur ama bırakmak da imkansız değil,” diye bitirdi. “Sadece … atlaman gerekir.”


Aradaki kelime şivesi nedeniyle anlaşılmadı. O kelime ile ilgilenmedim ve hastanede ölmekte olan bir kadın arkadaşını anlatmasını dinlemeye başladım. (Bu esnada kendi hastalığımdan hiç bahsetmedim, görünüşümde de hiçbir ipucu yoktu zaten.)


“Bu kadını samimi olarak seviyordum,” dedi. “Çok iyi bir arkadaştı. Don Juan'a onun için ne yapabileceğimi sordum. Bana bir taktik önerdi ve ben de ona gösterdim. Niyet ederek, ve ne kadar süre devam edecekse, eliyle devamlı olarak hastalığını uzağa itmesi gerektiğini söyledim ona. Elini kaldıramayacak kadar güçsüz olduğunu söyledi. 'O zaman ayağını kullan!' Ağlıyordum. 'Kalbini kullan; zihnini kullan! Onu dışına atmak için niyet et!' Fakat bunu yapacak erki yoktu artık.”

benim bir şey söylememe fırsat bırakmadan, “berbat viral enfeksiyon” olarak tanımladığı, kendi hastalığı ile ilgili konuşmaya başladı. Aynı anda ben de kendi hayatımı düşünürken, ve dikkatle ona bakarken bir an için not almayı bıraktım. Sakin bir şekilde bir süre ölümcül enfeksiyonu, ve öğretisinin onu nasıl bir doktor tarafından önerilen geleneksel tedaviyi ret etmeye mecbur ettiğini anlattı. Sonuçta – belli ki bu hayatı tehdit eden durum kendiliğinden düzeldi – karşımda oturduğu gerçeğinden açıkça belli olduğu gibi, bu bir enerji sarmalı idi.


“Carl Sagan'nın eski eşinin bir kitabını okumuştum,” diye devam etti. “Bedenin viral doğasının bir teorisini anlatıyordu. Teorisi, bizim fiziksel olarak birer virüs torbası olduğumuzdu. Yağmacı bir evrende yaşıyoruz, ve virüslerden daha yırtıcı bir şey yok.


Neredeyse ilgisiz olarak, “Biz ölümlü varlıklarız,” diye ekledi, ve bu benim için çok fazlaydı. Ben buraya gazetecilik bahanesi ile gelmiştim, ama aslında, bu dünyayı terk etmeden önce samimi olarak şifa arıyordum. Az zamanım kalmıştı, ve kendimi durduramadan kabaca onun konuşmasını kestim.


“Kişisel bir sorum var,” diye başladım.


“Lütfen, buyurun,” dedi kibarca, eliyle işaret ederek. “İstediğin herhangi bir şeyi sor.”


“Evet,” dedim, “Melodramlardan nefret ederim. Yalnızca bir sağlık sorunumun olduğunu söylemek istiyorum. Onunla epeyi bir zaman kaybım oldu, fakat sağduyu ...” Çıkarcı veya muhtaç görünmekten çekinerek, uzaklara daldım.


“Belki biraz daha zaman var,” diye mırıldandım. “biraz daha nefes alırım, ve -”


elimle masadaki bir tozu süpürüyormuş gibi yapıp: püff, gitti.


Yaptıklarım profesyonelliğe çok aykırı göründü bana; hala, çocukça düşünüyordum, bizim bu çağda halen dünyayı bir büyücü olarak deneyimleyebileceğimizi açıkça iddia eden kitaplarıyla o başlattı bunu.


Bana kutsal olan her şeye, ilk olarak sırtımı döndüğümde taşıdığım acı kadar, öfke ve özlem duygularını hissediyorum.


Dalgın bakışımı hala serinkanlı tutarken, Castaneda bir diğer ayrıntılı öyküye başladı, bu onun alkolik bir arkadaşı hakkında idi. Güneşe bakar gibi kıstığı, göz kapaklarının altından bana baktı. Etkileri hipnotize edici veya baskın olmamasına rağmen, gözleri cam gibi, keskin ve parlaktı. Daha doğrusu, açıkça bir meydan okuma görünüyordu.


“Yani,” diye bitirdi, bir profesörün bilgeliğini toparladığı gibi,


“Benim gitmem lazım. Atlamam lazım -.”


Tekrar, son kelimesini anlayamadım, endişen o kadar görünür olmalıydı ki, yavaşça tekrarladı, “Yırtığa atlamam lazım.”


Gözlerini bana dikti ve pikabın görünmeyen iğnesini kaldırır gibi dondu kaldı.


“Geleneği değiştirmem lazım,” dedi. “Gitmem lazım.”


Gençliğimdeki yazılar hep aynı metaforla doluydu. O zamanlarda, pikap iğnesinin plakta izlediği tek kanal oyuk, benim için zihnimin bağımlı doğasını simgeliyordu. Oyuğu değiştirmek, sıradan hayatın dolu olduğu güzellik ve mucizeleri deneyimleme yeteneğimi talan eden o alışkanlıkları değiştirmek anlamına geliyordu. Değiştirmeye çalıştığım üç alışkanlık; burnumu karıştırmak, ergenlik ruh hali, ve hepsinden en zoru olan da, basitçe unutmak varken, eski olayları zihnimde sonsuz kez tekrarlama kapasitesi idi.


Şimdi, otuz altı yaşımda, fark ettim ki yalnızca ergenlik huylarım olgunlaşmıştı. Halen burnumu karıştırıyor, ve halen geçmiş eylemlerimde haklı çıkmaya, savunmaya ve mazeret bulmaya sonsuz kabiliyetim var. Son yedi yılda, bu tatsız alışkanlıklara ayrıca bir de ölüme bağımlılığı ekledim. O iğneyi paylaştığım andan itibaren biliyordum ki, benim bir parçam ölümle bir anlaşma yapmıştı. Aralıklarla, aynı parça AIDS'i günahlarımın bir cezası, veya belki de daha açık bir ifade ile spiritüel kısırlığım olarak görüyor.


Hala, her şeye rağmen, içimdeki esnek bir şey ölmeyi reddetti. Bu bozulmamış şeye “ruh” demeyi tercih ediyorum, ve bu aynı ruh Castaneda'nın değişim reçetesi için şu an beni harekete geçiriyor. Ölüm geçici yaşamlarımızın acımasız gerçeğidir. Belki de bunak bir ihtiyar maskara olarak ölürüm; belki de bu gün güneş batmadan ölürüm. Fakat ölecem – bu çok kesindir. Aynı esnada, denetimimde kalan yaşamımdaki yırtıktır, gelişimin haykırışı ile gidişimin eksikliği arasında kalan üstünde yürümeyi seçtiğim izdir. Bu en katıksız, iz bırakmayan bir izdir, taze yağan karının örttüğü bir yol gibi.


Böylesine bakir yollarda yürümek gençlik hayallerimin en uzun sürenidir. Castaneda, doğrudan bu hatırayla konuşarak, bunu kalbimde tekrar uyandırdı. Yaşamımda ulaştığım bu bilinen korkulacak karamsar tükenişi, bu becerikliliği, gerçek bir büyücü davranışı olarak tanımlayabilirim yalnızca.


Ah, fakat hangi don Juan Matus, kemiklerini mezardan çıkarmaya geldiğim efsanevi Yaqui kahini mi? Bilgelik, çılgınlık, ve gerçeğin aldatıcı hikayelerini dokuyan düzenbaz öğretmen, o, şimdi benim tam önümde mi?

Ben bilmiyorum, ve söyleyemem.


Üç saat geçmişti, ve Castaneda kibarca solgun pamuklu gömleğinin kıvırdığı kollarını açarak kibarca toplantının sonuna ulaştığımızın sinyalini verdi. Halen en zorlayıcı gazetecilik sorusu için zaman vardı, fakat içimdeki bir şey bundan vazgeçti.


O anda, umulmadık bir şekilde, Castaneda'nın sevimli aksanı bir kez daha sessizliği bozdu. Uzaktan gözünü dikmişti, ve yavaşça konuşuyordu, kelimeleri bir insanı çözülmez bir sır ile yüz yüze getiriyor gibiydi.


Tekrardan, bir kandırma delili bulabilmek için onu inceledim ve boş ellerle ayrıldım.


“Eğer don Juan'a son bir soru sorabilseydim,” diye başladı yavaşça, “Beni nasıl bu kadar değiştirdiğini? Nasıl da ruhuma öyle bir dokundu ki kalbimin her atışı bu yolun hissi ile doldu? Diye sorardım.”


“Kalbimin her atışı,” diye tekrarladı yavaşça, ve kısa bir an için kelimeleri havada bir sis gibi asılı kaldı. Sonra fısıltılı cümlesi zaman tarafından dokunuldu, ve bizi çevreleyen gizin içinde kayboldu.


Copyright The Sun

Yayın Tarihi : Eylül 1997

Çeviri : Aki



Sessizbilgi Listele - - - - - Yeni Siteye Dön