Eski SessizBilgi - - - - - Yeni SessizBilgi
Alt Limit:
Kaç tane -->

birinci bolum 4


Yanımdan geçen bir eteğin hafif hışırtısından korkarak gözlerimi açtım ve odanın loş ışığında sunağın üzerinde yanmakta olan mumu gördüm. Alev titredi ve yukarı doğru tek bir kara tel gibi is yolladı. Duvara, elinde çubuk tutan bir kadının gölgesi düştü. Gölge, sanki yanımda daire şeklinde dizilmiş eski tahta iskemlelerde kapalı gözlerle oturan erkek ve kadınların kafalarına kazık çakar gibiydi. El yapımı iri puroları herkesin ağzına yerleştirenin Mercedes Peralta olduğunun farkına vardığımda, sinirli bir kıkırdamayı güçlükle bastırdım. Daha sonra sunaktaki mumu alıp herkesin purosunu yaktı ve dairenin ortasındaki iskemlesine oturdu. Derin ve monoton bir sesle anlaşılmayan ve tekrarlar içeren büyüleyici bir ilahi tutturdu.


Bir öksürük nöbetini bastırarak purodan çektiğim nefesler ile etrafımdaki insanların dumanı hızlı çekişleri arasında uyum sağlamaya çalıştım. Gözlerimi perdeleyen gözyaşlarımın ardından maskemsi ciddi yüzlerin her nefeste, önce kısa bir süre için canlanmalarını ve ardından yoğun duman tabakası içinde erimlerini izledim. Bedensiz bir nesne gibi, Mercedes Peralta’nın eli buharımsı sis tabakası içinden belirdi. Parmaklarını şaklatarak dört yönü birleştiren hayali çizgileri havada birkaç kere tekrarladı.


Bir yandan alçak sesli ilahiye ve parmakların ritmik sesine uyum sağlarken, diğer yandan oturan kişileri taklit ederek başımı öne arkaya sallamaya başladım. Artan mide bulantıma aldırmadan, etrafımda oluşan tek bir ayrıntıyı kaçırmamak amacıyla, kendimi gözlerimi açık tutmaya zorladım. Bu, ruhçuların toplantılarına katılmama izin verildiği ilk seferdi. Dona Mercedes ruhlarla iletişim kuracak ve medyum görevini üstlenecekti.


Ruhsalcıları, cadıları ve şifacıları tanımlaması Florinda’nınki ile aynı idi. Tek fark ayrı ve bağımsız bir sınıfın varlığını kabul etmesiydi: Medyumlar. Medyumları, ruhların kendilerini ifade etmeleri için ortam oluşturan aracı-yorumcular olarak tanımlıyordu. Onun anlayışına göre medyumlar diğer üç sınıftan o derece farklı idiler ki hiçbir gruba ait olmaları gerekmiyordu. Fakat dört özelliğin tek bir kişide toplanması da mümkündü.


Bir erkek sesi “Odada rahatsız edici bir etki var” sözleriyle dona Mercedes’in ilahisini kesti. Grubun geri kalanı tüten purolarla ve suçlayan gözlerle dumanlı karanlığı delerek onaylarını gevelediler.


İskemlesinden kalkarak “Bir bakayım” dedi. Her bir kişinin arkasında kısa bir süre durarak birinden ötekine geçti.


Omzumu sivri bir şeyin deldiğini hissedince bir çığlık attım. “Benimle gel,” diye kulağıma fısıldadı “transta değilsin.” İtiraz edeceğimden çekinerek kolumdan tuttu ve beni kapı niyetine kullanılan kırmızı perdeye götürdü.


Odanın dışına itilmeden önce “fakat sen kendin gelmemi istedin,” diye itiraz ederek “eğer bir köşede sakince oturursam kimseyi rahatsız etmem” diye ısrar ettim.


“Ruhları rahatsız edersin” diye mırıldandı ve sessizce perdeyi kapadı.


Genelde çalıştığım, ses kayıtlarımı aldığım ve gittikçe artan alan notlarımı düzenlediğim mutfağa geçtim. Mutfağın tavanından sarkan tek ampulün etrafında bir sürü böcek uçuşuyordu. Odanın ortasındaki masayı aydınlatan zayıf ışık köşeleri ve orada uyuyan pire dolu uyuz köpekleri karanlıkta bırakıyordu. Dikdörtgen mutfağın bir yanı avluya açılıyordu. İsten karamış olan diğer üç yanda bir kerpiç fırın, bir gaz sobası ve suyla dolu yuvarlak madeni bir leğen duruyordu.


Ay ışığı ile aydınlanmış avluya yürüdüm. Dona Mercedes’in ahbabı olan Candelaria’nın, iyice sabunlanmış çamaşırları güneşten beyazlaşmaları için üzerine astığı çimento zemin, bir gümüş su birikintisi gibi parlıyordu. İplere asılı çamaşırlar, avluyu çevreleyen sıva kaplı kara duvarlara karşı beyaz lekelere benziyorlardı. Ay ışığı ile çevrelenmiş meyve ağaçları, tıbbi bitkiler ve sebze öbekleri, böceklerin uğuldaştığı ve çekirgelerin tiz sesler çıkardığı karanlık ve ayırımsız bir yığın oluşturuyorlardı.


Mutfağa döndüm ve ocakta yavaş yavaş kaynayan tencereye göz attım. Günün hangi saati olursa olsun, daima yiyecek bir şey bulunurdu. Genellikle, mevcutlara bağlı olarak, et, tavuk veya balık ile birçok sebze karışımını içeren, koyu bir çorba olurdu.


Duvara oyulmuş kerpiç raflardaki tabakların arasında bir çorba tabağı aradım. Düzinelerle uyumsuz porselen, madeni ve plastik tabak vardı. Kendime büyük bir kap tavuk çorbası aldım ama oturmadan önce yakında duran leğenden bir kap su alıp sobanın üzerindeki çorba tenceresine eklemeyi unutmadım. Ev halkının acayip adetlerine uyum sağlamakta uzun zaman harcamamıştım.


Toplantıda olanları yazmak üzere oturdum. Bir toplantıda olan ayrıntıları veya bir sohbette geçen her sözü hatırlamak üzerime kaçınılmaz olarak çöken yalnızlık hissini yenmenin en iyi egzersizi idi.


Bacağıma bir köpeğin soğuk burnu sürttü. Artık ekmek parçaları aradım, onlarla köpeği besledim ve notlarıma geri döndüm. Uykulu hissetmeye başlayıp gözlerim zayıf ışıktan yorulana kadar çalıştım. Kâğıtlarımı ve ses kayıt cihazımı toparlayıp evin öbür yanındaki odama doğu yöneldim. İç verandada kısa bir süre durdum, ay ışığı ile yamalı görünüyordu. Hafif bir rüzgâr bükülü üzüm asmasının yapraklarını karıştırarak, karmaşık gölgesinin tuğla avluda girift şekiller oluşturmasına neden oluyordu.


Kadını görmeden önce varlığını hissettim. Avluya yayılmış iri kil kapların arasında yere çömelmiş, adeta saklanmıştı. Saçaklı beyaz yüne benzeyen bir saç demeti başını beyaz bir hâle gibi örtüyordu ama etrafındaki gölgelere karışan karanlık yüzü belirsizdi. Onu evde daha önce hiç görmemiştim.


Onun dona Mercedes’in arkadaşlarından biri, belki bir hasta, belki de Candelaria’nın seanstan çıkmasını bekleyen akrabalarından biri olabileceği mantığını yürüterek ilk korkumu yendim. “Özür dilerim ben burada yeniyim. Dona Mercedes ile çalışıyorum dedim.”


Ben konuşurken kadın başını sallıyordu. Bende, neyin hakkında konuştuğumu biliyor intibanı yarattı ama sessizliği bozmadı. Açıklanamaz bir huzursuzluk beni ele geçirdi ve histerik bir korkuya kapılmamaya gayret ettim. Avluda yaşlı bir kadın çömeldi diye paniğe kapılmam için herhangi bir nedenim bulunmadığını kendime defalarca tekrar ediyordum.


“Seansta mıydın?” diye şüpheli bir sesle sordum. Kadın onaylayarak başını salladı.


“Ben de ordaydım ama dona Mercedes beni kovdu,” dedim.


Birden rahatladığımı hissetim ve durumla dalga geçmek istedim.


Yaşlı kadın “benden korkuyor musun?” diye aniden sordu. Çatlak sesinden kararlılık ve gençlik yansıyordu. Güldüm. Saygısız bir tavırla “hayır” demek üzere iken bir şey beni durdurdu. Kendimi ondan aşırı derece korkmuş olduğumu söylerken buldum.


Kadın doğal bir şekilde “benimle gel” diye emretti. Yine ilk tepkim onu cesurca takip etmekti ama yerine, kendimi söylemek niyetinde olmadığım bir şey söylerken buldum.


“İşimi bitirmem gerekiyor. Benimle konuşmak istiyorsan şimdi burada yapmalısın.”


“Gelmeni emrediyorum” diye kadının sesi gürledi. Sanki bir anda bedenimdeki tüm enerji beni terk etti gitti. Buna rağmen “neden kendine kalmayı emretmiyorsun?” dedim.


Bunu dediğime inanamadım. Özür dilemeye hazırlanırken sanki tuhaf yedek bir enerji bedenime aktı ve kendimi tekrar kontrol altına almamı, hemen hemen sağladı.


Kadın çömeldiği pozisyondan kalkarak “senin istediğin olsun,” dedi.


Boyu inanılmaz büyüktü. Dizleri benim göz hizama gelecek kadar uzadı. Bu noktada enerjimin beni terk ettiğini hissettim ve bir seri vahşi ve tiz çığlık attım.


Dona Mercedes’in ahbabı Candelaria koşarak yanıma geldi. Derin bir nefes alıp yeniden çığlık atmama vakit kalmadan ruhsalcıların bulunduğu oda ile avlu arasındaki mesafeyi aştı. Uzaktan gelen ve teskin edici bir sesle “Her şey yolunda şimdi” dedi.


Hafifçe sırtımı ve ensemi ovaladı ama ben titremekten kendimi alamıyordum. Bir anda istemeden ağlamaya başladım.


Özür diler gibi “seni kendi başına bırakmamalıydım” dedi, “Musiya’nın onu göreceği kimin aklına gelirdi?”


Toplantıya katılanların çıkıp ne olup bittiğini görmelerine vakit kalmadan Candelaria beni mutfağa götürdü. Bir iskemleye oturmama yardım etti ve bir bardak rom verdi. İçtim ve avluda olanları ona anlattım. Rom bardağı ve olayları anlatmam bittiğinde uykulu ve şaşkın hissetim ama sarhoş olmaktan uzaktım.


Candelaria beni yatağa yatırmakla kalmadı, ayrıca uyandığımda yanımda olabilmesi için bir karyola yerleştirdi.


Dona Mercedes odama girerek “Bizi yalnız bırak, Candelaria,” dedi. Uzun bir sessizlikten sonra dona Mercedes “Bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum ama sen bir medyumsun,” diye söze başladı. “Bunu başından beri biliyordum” dedi.


Yüzümü dikkatle incelerken ateşli gözleri sanki bir kristal nesneye bakar gibi idi. “Senin seansta oturmana izin vermelerinin tek nedeni şanslı oluşundur. Medyumlar şanslıdır.” Tedirginliğime rağmen gülmek zorunda kaldım.


“Buna gülme, ciddidir” diye uyardı. “Avluda kendi başına bir ruh çağırdın ve en önemli olanı geldi; atalarımdan birinin ruhu. Sık gelmez ama geldiğinde önemli bir nedenden dolayıdır.” dedi.


“O bir hayalet miydi?” diye salakça sordum. Ciddiyetle “elbette ki hayaletti” dedi. “Bizler şeyleri öğretildiğimiz şekilde algılarız. Bundan kaçış yoktur.” Son derece korkunç bir hayalet gördüğüne ve canlı bir medyumun ölü bir medyumun ruhuyla iletişime geçebileceğine inanıyoruz.”


“Bu hayalet bana neden gelsin?” diye sordum.


“Bilmiyorum. Beni ikaz etmek için bir kere bana geldi ama onun nasihatini dinlemedim.” diye yanıtladı. Dona Mercedes’in gözleri yumuşadı ve nazikleşerek:


“Buraya geldiğinde sana ilk dediğim şey senin talihli olduğundur. Ben de talihli idim, ta ki biri talihimi kırana kadar. Bana o insanı hatırlatıyorsun. O da senin gibi sarışındı. Adı Frederico idi ve onun da talihi vardı ama hiç gücü yoktu. Hayalet bana onu kendi haline bırakmamı söyledi, dinlemedim ve hâlâ o hatamı ödüyorum.”


Ona çöken hüznün ve olayları nasıl yorumlamam gerektiği konusundaki şaşkınlığımın etkisiyle elimi onun eli üstüne koydum. “Onun hiç gücü yoktu, hayalet biliyordu” diye tekrarladı.


Mercedes Peralta kendi şifa pratikleri ile ilgili her konuyu konuşmakta arzulu olmasına rağmen, kendi geçmişi ile ilgili merakımdan beni vazgeçirmek için ısrarla gayret gösterirdi. Bir kere, onu habersiz mi yakalamıştım veya kasıtlı mı yapmıştı bilmiyorum, bana birçok yıl önce çok büyük bir kayıp yaşadığından söz etmişti.


Şahsi bir soru sormamı cesaretlendirdiğine karar vermeme vakit kalmadan elimi yüzüne doğru kaldırıp yanağına tuttu. “Bu yara izlerini hisset” dedi.


Yanaklarındaki ve boynundaki pütürlü yara izlerinin üzerinde parmaklarımı gezdirerek, “Sana ne oldu?” diye sordum.


Dokunduğum ana kadar yara izlerini yüzündeki kırışıklıklardan ayırt etmek mümkün değildi. Koyu derisi o derece gevrek bir his veriyordu ki elimde dağılacağından korktum. Tüm bedeninden gizemli bir titreşim yayılıyordu. Bakışlarımı onun gözlerinden ayıramadım.


Kararlı bir şekilde “Senin avluda gördüğünle ilgili konuşmayacağız. Böyle şeyler yalnızca medyumların dünyasına aittir ve o dünyadan hiçbir zaman hiç kimseye söz etmemelisin. Sana o hayaletten kesinlikle korkmamanı tavsiye ederim ama onu düşüncesizce davet etme” dedi.


Yataktan çıkmama yardım etti ve beni dışarıdaki avluya, kadını gördüğüm aynı noktaya götürdü. Orada durup etrafımızdaki karanlığı teftiş ederken, birkaç saat mi yoksa bir tüm gün ve gece mi uyuduğum hakkında en ufak bir fikrim yoktu.


Dona Mercedes şaşkınlığımın farkına varmış gibi “Sabahın dördü, hemen hemen beş saat uyudun,” dedi. Kadının bulunduğu yere çömeldi. Ben de, örgülü tahta desteklerin arasından parfümlü bir perde gibi sarkan yasemin fundalıkları arasına, yanına sindim.


“Senin sigara içmeyi bilmediğin hiç aklıma gelmedi” dedi ve kuru, çatlak gülüşüyle güldü. Eteğinin cebine erişip bir puro çıkardı ve yaktı.


“Ruhsalcıların toplantısında el yapımı purolar içeriz. Ruhçular tütün kokusunun ruhların hoşuna gittiğini bilir.”


Bir kısa aradan sonra yanan puroyu ağzıma soktu ve “içmeyi dene,” diye emretti. Derin bir nefesle dumanı içime çektim. Ağır duman beni öksürttü.


“Ciğerine çekme. Bak sana göstereyim” dedi sabırsızlıkla. Puroya uzandı ve defalarca, kısa eşit nefeslerle, içe çekip dışa üfledi. “Dumanın ciğerlerine değil başına gitmesini istersin. Medyumlar ruhları bu şekilde çağırır. Bundan böyle ruhları bu noktadan çağıracaksın ve bu konudan ruhsalcıların toplantısını kendi başına yöneteceğin zamana kadar hiç kimseye söz etme.” diye açıkladı.


Ben gülerek itiraz ettim “Ama ben ruhları çağırmak istemiyorum ki. Tek isteğim bu toplantıların birinde oturup izlemek.” Bana tehditkâr bir kararlılıkla baktı “Sen bir medyumsun ve hiçbir medyum böyle bir toplantıya izlemek için gitmez.”


Konuyu değiştirerek, “Toplantının amacı nedir?” diye sordum. “Ruhlara soru sormak,” diye hemen yanıtladı “Bazı ruhlar fevkalade nasihatlerde bulunur, bazıları ise kötü niyetlidir.” Hafif garez içeren bir kıkırdamayla “Hangi ruhun geleceği medyumun o andaki durumuna bağlıdır” dedi.


“O halde medyumlar, ruhların isteklerine mi boyun eğerler?” diye sordum.


Yüzüne herhangi bir duygu yansıtmadan uzun bir süre bana bakıp sessiz kaldı. Sonra meydan okuyan bir tonla “Eğer güçlüyseler, boyun eğmezler” dedi.


Bana şiddetle bakmaya devam etti, sonra gözlerini kapadı. Gözlerini açtığında her türlü ifadeden yoksundular. “Odama gitmeme yardım et” diye fısıldadı.


Başıma tutunarak doğruldu. Eli önce omzuma sonra koluma, aşağı doğru kaydı. Bileğimi saran sert parmakları kömürleşmiş köklere benziyordu. Keçi derileriyle örtülü sedir ve iskemlelerin duvara dayalı olduğu koridoru, küçük adımlarla ve sessizce geçtik. Kendi yatak odasına adım attı. Kapıyı kapamadan önce medyumların, dünyaları hakkında söz etmediklerini yeniden hatırlattı. “Senin medyum olduğunu ve beni görmeye geleceğini meydanda gördüğüm an biliyordum” diye onayladı.


Yüzünde kısa süre anlam veremediğim bir gülümseme belirdi “bana geçmişimden bir şey getirmek için buraya geldin” dedi.


“Ne?” diye sordum. Belli belirsiz “Ben de bilmiyorum, hatıralar belki. Belki de eski şansımı geri getiriyorsun”


Yüzümü elinin tersi ile okşadı ve yavaşça kapıyı kapadı.



Sessizbilgi Listele - - - - - Yeni Siteye Dön