Eski SessizBilgi - - - - - Yeni SessizBilgi
Alt Limit:
Kaç tane -->

ucuncu bolum 11


Yanağıma bir şeyin sürtündüğünü hissederek dik oturdum. Bakışlarımı tavana doğru yavaşça çevirerek bir gece kelebeği araştırdım. Bir kuş boyunda olan güveyi şifa odasında gördüğüm günden beri ona kafayı takmıştım. Geceleri güve rüyalarıma girip kendisini Mercedes Peralta’ya dönüştürüyordu. Kendisine bu rüyaya bir şekilde inandığımı söylediğimde, hayalimin ürünü olarak tanımlamış ve gülerek geçiştirmişti.


Yumrulu yastığıma yaslanarak yerleştim. Uykuya dalmaya yakın iken, kapımdan geçmekte olan Mercedes Peralta’nın şüphe götürmez hışırtısını duydum. Yataktan kalktım, elbiselerimi giydim ve ayak parmaklarıma basarak karanlık koridor boyunca ilerledim. Çalışma odasından hafif bir gülüş sesi geldi. Mum ışığının kehribar rengi dikkatsizce çekilmiş perdenin aralığından sızıyordu. Merakımı yenemeyerek içeri baktım.


Masanın kenarında Mercedes Peralta ve şapkasının gölgesi yüzünü kaplamış bir adam oturuyordu. Mercedes Peralta “Bize katılmak ister misin? Buradaki dostumuza senin beni aramaya gelmenin çok sürmeyeceğini söylüyordum” diye seslendi. Adam bana doğru dönüp selam verircesine şapkasını geriye itince “Leon Chirino” diye bağırdım.


Onu, benim katılıp başarısız olduğum ruhsal seansları yöneten adam olarak tanımıştım. Adam yetmişlerindeydi, belki de seksenlerinde, buna rağmen esmer yüzünde çok az kırışık vardı. Büyük siyah gözleri vardı ve puro içmekten sararmış olmaları gereken dişleri parıldıyordu. Birkaç günlük beyaz sakalı olmasına rağmen kısa kesilmiş beyaz saçları kusursuz taranmıştı. Koyu renkli bol elbisesi sanki içinde uyuyakalmış gibi kırışıktı.


Dona Mercedes düşüncelerimi okumuş gibi “Deliler gibi çalıştı” dedi. Bir ruhsal seansa davet edilmemiş olmama rağmen, Mercedes Peralta, Leon Chirino’yu haftada en az bir kere ziyaret etmemi desteklemişti. Bazen benimle geliyordu, bazen yalnız gidiyordum.


Mesleği marangozluktu, fakat Venezuela’da uygulanan değişik şaman gelenekleri hakkındaki bilgisi hayret uyandıracak derecede fazlaydı. Araştırmama ilgi duyuyordu ve notlarımın üzerinden geçerek büyücülerin usulleri ile Afrika ve Kızılderili köklerini aydınlatmak için saatlerini harcıyordu. On sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda Venezuela’da yaşamış tüm ruhçuları, şifacıları ve cadıları tanıyordu. Onlardan o derece samimi söz ediyordu ki, onları şahsen tanımış olduğu kanısına kapıldım.


Mercedes Peralta’nın sesi beni hayallerimden kopardı. “Bir vaadi yerine getirmek için bizimle gelmek ister misin?” diye sordu. Sorudan telaşlanarak birinden diğerine göz gezdirdim. Yüzlerinden hiçbir şey anlayamadım.


“Hemen hareket ediyoruz. Önümüzde uzun bir gece ve uzun bir gün var,” dedi. Ayağa kalkıp koluma girerek “seni yolculuk için hazırlamam gerek” dedi.


Beni hazırlaması hiç zaman almadı. Saçlarımı dar bir örgülü denizci başlığı içine gizledi ve yüzümü koyu bir bitki özlü macunla esmerleştirdi. Hiç kimse ile konuşmayacağıma ve soru da sormayacağıma dair yemin ettirdi.


Mercedes Peralta benim cipimle gitme teklifime aldırmadan Leon Chirino’nun eski Mercury arabasının arka koltuğuna yerleşti. Ezik tamponları ve hırpalanmış kaportasıyla araba sanki araba mezarlığından çıkmış gibiydi. Nereye gitmekte olduğumuzu sormaya fırsat bulamadan, ağzına kadar mumlarla, şifalı otlarla ve purolarla dolu sepetini tutmamı ve ona sahip çıkmamı emretti. Yüksek sesle içini çekti, haç çıkardı ve kısa sürede uyuyakaldı.


Leon Chirino’yu sohbetimle rahatsız etmek istemedim, arabasını sürerken tüm dikkatini vermesi gerektiği kanısını uyandırıyordu. Arabanın zayıf farları önümüzü güçlükle aydınlatıyordu. Hafifçe öne eğilmiş durumda, arabanın karanlık tepeleri aşmasına yardım edercesine direksiyonu sıkıca tutuyordu. Dik yokuşlarda araba zorlandığında, ilerlemesine teşvik edercesine, onunla yumuşak bir dilde konuşuyordu.


Yokuş aşağı arabayı kendi hızına terk ediyordu. Zifiri karanlık dönemeçlere öylesine dikkatsizce ve hızlı giriyordu ki canımız tehlikede diye korktum. Camsız pencerelerden ve döşemedeki delikleri örten kartonların aralıklarından toz bulutları içeri doluyordu.


Zafer kazanmış edasıyla gülümseyerek arabayı nihayet aniden durdurdu. Farları söndürdü. Arka koltukta dona Mercedes kıpırdadı. Leon Chirino yumuşak bir sesle “Geldik” dedi. Sakince arabadan çıktık. Karanlık ve bulutlu bir geceydi, gökte tek bir yıldız parlamıyordu. İlerde ne varsa siyah bir boşluk halinde önümüzde uzanıyordu. Karanlıkta görme sorunu yokmuş gibi ilerleyen dona Mercedes’in peşine sendeleyerek takıldım. Leon Chirino koluma girip beni yönlendirdi. Çevremden gelen kısık gülüşmeler duydum. Etrafta başka insanlar olmalıydı ama hiçbirini göremiyordum.


Nihayet biri bir gaz lambası yaktı. Lambanın titrek ışığında bir halka şeklinde çömelmiş dört adam ve dona Mercedes’in karaltılarını seçmeyi başardım. Leon Chirino beni gruptan birkaç metre öteye götürdü. Tümüyle aciz durumdaydım. Oturmama yardım etti ve yerden fırlamış bir kayaya benzer bir şeye sırtımı dayamamı sağladı. Bana feneri uzattı ve söylendiğinde onunla istenen yeri aydınlatmamı istedi. Sonra da iki tane matara verdi: Büyüğü suyla küçüğü romla doluydu. Adamlar istediklerinde onlara bu mataraları uzatmamı tembihledi.


Gevşek toprağı iki adam uzun küreklerle sessizce ve kolaylıkla kazmaya başladılar. Çıkan topraktan çukura yakın düzgün bir tepe oluşturdular. Yarım saatten fazla bir süre sonra durup rom matarasını istediler. Onlar dinlenip içerken yerlerine geçen Leon Chirino ile bir diğer kişi kazmaya başladı. Sırayla adamlar çalıştılar, yorulanlar su veya rom içerek dinlendiler. Bir saatin sonunda içinde bir insanın görünmez olacağı derinlikte bir çukur kazdılar.


Adamlardan biri küreği ile sert bir şeye çarptığında çalışmayı durdurdular. Leon Chirino çukuru aydınlatmamı ama içine bakmamamı istedi. Biri “İşte budur. Şimdi etrafını kazabiliriz” dedi. O ve arkadaşı yardım etmek için çukura indiler.


Meraktan ölüyordum ama vaadimi bozmaya da cesaret edemiyordum. Hiç olmazsa yakınımda oturan dona Mercedes ile konuşabilseydim. Hareketsiz, derin bir transa girmiş gibiydi.


Adamlar çukurda gayretle çalıştılar. En az yarım saat kadar sonra Leon Chirino’nun dona Mercedes’e açmaya hazır olduklarını söyleyen sesini duydum.


“Musiyua, sepetimden bir puro yak ve bana uzat. Ayrıca sepeti de bana getir” dedi, dona Mercedes emrederek. Bir puro yaktım ve ona götürmek için ayağa kalkınca Leon Chirino “çömel, Musiyua çömel” diye çukurun içinden seslendi. Eğilerek dona Mercedes’e puroyu ve sepeti uzattım. Kulağıma “ne olursa olsun, katiyen çukurun içine bakma” diye kulağıma fısıldadı.


Fenerle çukuru aydınlatmak için dayanılmaz bir arzu hissettim ama onunla mücadele ederek oturduğum yere doğru gerisin geri hareket ettim. Hiçbir şüpheye yer vermeyen mutlak bir kesinlikle altın sikkelerle dolu bir küp kazmakta olduklarından emindim. Ağır ve büyük bir nesneye çarpan donuk kürek seslerini duyabiliyordum.


Büyülenmiş gibi dona Mercedes’in sepetinden bir siyah mum ile içinde siyah bir toz bulunan bir kavanoz çıkardığını gördüm. Siyah mumu yaktı, çukurun yanına yere dikti ve bana feneri söndürmemi emretti. Siyah mum esrarengiz bir ışık saçıyordu. Dona Mercedes çukurun yanında baldırları üstüne çömeldi. Sessiz bir emre itaat edercesine adamların başı birer birer çukurun kenarında onun karşısında belirdi. Her baş belirdiğinde avucuna bir miktar siyah toz döküp bir topu ovalar gibi başlarını ovaladı. Başlarını ovaladıktan sonra adamların ellerini de ovaladı.


Bir kapağın çatırtı ile açıldığını duyduğumda merakım tavan yaptı. Leon Chirino kafasını çukurdan çıkararak “Elde ettik” dedi. Dona Mercedes ona, siyah toz kavanozunu ve ayrıca bir de beyaz toz içeren bir kavanoz verdikten sonra siyah mumu söndürdü.


Bir kere daha zifiri karanlığa gömülmüştük. Çukurdan çıkmakta olan adamların inlemeleri ve hırlamaları yapay sessizliği arttırıyordu. Dona Mercedes’e sokulmak istedim ama beni geri itti.


Leon Chirino “Tamam, oldu” diye gerilimli bir sesle fısıldadı. Dona Mercedes siyah mumu yeniden yaktı. Büyük bir bohçayı taşıyıp toprak yığınının yanına bırakan üç adamın karaltılarını güçlükle seçtim. Dona Mercedes’in hâlâ çukurun içinde olan Leon Chirino’ya çivileri hızla geri çakıp çukurdan bir an önce çıkmasını söylediğini duyduğumda üç adamı o derece dikkatle izliyordum ki nerdeyse çukura düşecektim.


Leon Chirino çukurdan hemen çıktı, dona Mercedes onun ellerini ve yüzünü ovaladı, diğer üç kişi kürekleri alıp çukuru doldurmaya başladılar. İşi bitirdiklerinde dona Mercedes yanan mumu doldurulmuş çukurun tam orta kısmına yerleştirdi. Leon Chirino son kürek toprağı attı ve mumu söndürdü. İçlerinden biri feneri yeniden yakınca adamlar tekrar işe koyuldular ve zemini o derece mükemmel düzelttiler ki oranın kazılmış olduğunu kimse tahmin edemezdi. Bir süre onları izledim ama ilgim kayboldu ve tüm dikkatim muşambaya sarılı bohçaya yöneldi.


Adamlardan biri “Hiç kimse asla bilmeyecek,” diyerek yumuşakça güldü ve “şimdi buradan ayrılalım. Yakında gün ışıyacak” diye ekledi. Hepimiz bohçaya doğru ilerledik. Ben fenerle yol gösteriyordum. Merak ederken sendeleyip bohçaya takılınca muşamba biraz kaydı ve siyah ayakkabılı bir kadın ayağı belirdi. Kendime hâkim olamayıp muşambayı çektim ve bohçayı aydınlattım. Bir kadın cesedi ortaya çıktı. Korkum ve iğrentim o derece fazlaydı ki arzuladığım ve niyetlendiğim gibi bağıramadım. Tek başarabildiğim hafif bir gak sesi çıkarmak oldu ve ardından her şey simsiyah oldu.


Leon Chirino’nun arabasının arka koltuğunda, dona Mercedes’in kucağında kendime geldim. Amonyak ile gül suyu karışımına batırılmış bir mendil burnuma sıkıca bastırılmıştı. Dona Mercedes için bu en uygun çareydi. Ona ruhsal iğne adını vermişti.


“Senin bir korkak olduğunu hep biliyordum” diye yorum yaptı ve şakaklarımı ovalamaya başladı. Leon Chirino bana dönerek “Çok ataksın, Musiyua ama bu ataklığına destek olacak gücün hâlâ yok. Olacak, bir gün olacak” dedi.


Yorum dinleyecek durumda değildim. Korkum dengemi bozacak kadar büyük olmuştu. Yapacakları iş hakkında beni uyarmadıkları için onları kötü niyetlilikle suçladım. Dona Mercedes tüm hareketlerinin önceden hesaplanmış olduğunu ve bu hesabın içinde benim tamamen bilgisiz kalmamın da bulunduğunu söyledi. Nedeni de mezarın kutsallığına saygısızlık etmiş olmalarına karşın, onlara bir çeşit korunma sağlamış olmamdı. Ancak, muşambanın altında ne olduğunu bilmekteki aşırı merakım hesaba katılmamıştı.


Dona Mercedes “Sana daha önce bir vaadi yerine getirmekte olduğumuzu söylemiştim” dedi. “Birinci kısmı yerine getirdik. Bir cesedi mezardan çıkardık. Şimdi onu yeniden gömmemiz lazım” diyerek gözlerini kapadı ve uyumaya başladı.


Ben ön koltuğa geçtim. Leon Chirino bir melodiyi hafifçe mırıldanarak arabayı sahile giden bir toprak yola doğru sürdü. Terk edilmiş hindistan cevizi ağaçlığına ulaştığımızda sabah olmuştu. Denizden esen rüzgârın kokusundan olsa gerek Dona Mercedes uyandı. Sesli bir esneyişle doğruldu. Pencereden dışarı eğildi, uzak dalgaların sesini içine çeker gibiydi.


Gördüğüm en yüksek ve en düz palmiye ağacının dibinde arabayı durduran Leon Chirino “Burası park etmek için iyi bir yer” dedi. Ağacın gümüşi renkteki ağır yaprakları gökteki bulutları süpürür gibiydiler. Leon Chirino, dona Mercedes’in sepetini taşımam için uzatarak “Yürüyüş bize iyi gelecek” dedi gülümseyerek.


Denizden uzaklaşarak dere kıyısındaki bir bambu öbeğinin içinden geçen patika boyunca ilerledik. Öbeğin içi serin ve karanlıktı. Şeffaf hava adeta yaprakların yeşilliğini almıştı. Hasır şapkasını rüzgâr uçurmasın diye kulaklarına kadar indirmiş olan Leon Chirino bizden bir hayli ilerdeydi. Onu kısa ve dar bir köprüde yakaladık.


Yeni kesilmiş tahta direklerden oluşmuş köprünün korkuluğuna yaslanarak bir süre dinlenerek, dere kıyısındaki taşlara çamaşırlarını çarparak yıkayan bir grup kadını izledik. Onlardan birinin elinden bir gömlek dereye uçunca genç kadın dereye girdi. Eteği önce şişti, sonra da dereden çıktığında, vücuduna yapışan eteği göğüslerinin, karnının ve kalçalarının hoş hatlarını ortaya çıkardı.


Köprünün ötesindeki düz yol bir köye gidiyordu ama biz köye doğru yaklaşmak yerine ihmal edilmiş bir mısır tarlasının kenarını boyunca devam eden yola saptık. Bozulmaya yüz tutmuş mısır kamışları üzerindeki koçanların solmuş yaprakları hafif rüzgârda buruşuk gazete kâğıtları gibi ses çıkarıyorlardı.


Küçük bir eve geldik: Duvarları bir süre önce boyanmıştı ve kiremit çatısı kısmen tamir edilmişti. Giriş kapısının iki yanında, yaprakları güneşin altında adeta şeffaflaşmış iki büyük muz ağacı, birer nöbetçi gibi duruyorlardı. Kapı aralıktı, kapıyı çalmadan ve haber de vermeden doğrudan içeri girdik.


Sırtları duvara dayalı ve tuğla zemine çömelmiş birkaç kişi ellerindeki rom dolu bardakları selam niyetine havaya kaldırıp alçak ve telaşsız seslerle sohbetlerine devam ettiler. Dar bir pencereden sızan ışık demeti içeriyi aydınlatıyor, durgun havanın sıcağını arttırıp deterjan ve gaz yağı kokusunu keskinleştiriyordu. İlerde bir köşede, iki sandık üzerine konmuş açık bir tabut duruyordu.


Adamlardan biri kalktı ve dirseğimi nazikçe tutarak beni tabuta yönlendirdi. Adam zayıf olsa da güçlü bir yapıdaydı. Beyaz saçlarından ve buruşuk yüzünden dolayı yaşlı olduğu belli idi ama açık kahverengi gözlerindeki yaramaz bakışta ve elmacık kemiklerindeki zarif bükümde genç olan bir şey vardı.


Açık, boyasız ve kaba tabutta yatan ölü kadına doğru eğilerek “Ona bir göz at. Hâlâ ne kadar güzel olduğunu gör” diye fısıldadı. Bir çığlığı zor tuttum. Gece topraktan çıkarttığımız aynı kadındı. Yanına gidip dikkatle inceledim. Yüzündeki aşırı makyajın bile gizleyemediği sarı-yeşil tenine rağmen onda canlı havası vardı. Kendi ölümüne gülümser gibiydi.


İnce ve narin burnunun üstünde camsız tel çerçeveli bir gözlük duruyordu. Aşırı bir kırmızıya boyanmış olan yarı açık dudaklarından beyaz dişleri görünüyordu. Beyaz çizgili kırmızı bir kıyafet uzun vücudunu sarıyordu. Sol tarafında bir asa, sağ tarafında tahtadan oyulmuş, siyah ve kırmızı renkli, bükülü iki tehditkâr koçboynuzu olan bir şeytan maskesi vardı.


Kıyafetin bir kıvrımını düzelten adam “Çok güzeldi ve benim için çok, çok değerli idi” dedi. “Hâlâ bu kadar güzel olması inanılmaz” dedim ve konuşmasını keser korkusuyla soru sormaktan vazgeçtim. Kıyafeti düzeltmeye devam ederek o ve arkadaşlarının Curmina yakınlarındaki bir mezarlıktan kadını nasıl çıkarttıklarını ve evine nasıl getirdiklerini ayrıntılı bir şekilde anlattı. Aniden yukarı bakıp beni dikkatle inceledi ve yabancı olduğumu anlayınca, “Tüh, ben nasıl bir ev sahibiyim. Burada sana yiyecek veya içecek bir şey ikram etmeden konuşup duruyorum” dedi. Elimi tutarak “Benim adım Lorenzo Paz” diye kendini tanıttı.


Boğazımdan hiçbir şeyin geçmesinin mümkün olmadığını söylememe fırsat kalmadan beni mutfağa giden küçük bir kapı aralığına doğru yönlendirdi. Bel yüksekliğinde bir taş fırının üzerindeki bir gaz yağı sobasının yanında duran Mercedes Peralta, yanında getirmiş olduğu şifa otlarından oluşan bir bulamacı karıştırıyordu.


“Onu bir an önce gömsen iyi olur Lorenzo. Hava, yer üstünde daha fazla tutulması için gereğinden fazla sıcak” dedi. Lorenzo, “Sorun olmayacak. Eminim ki kocası Curmina’da mevcut olan en iyi mumyalama işi için para ödemiştir. Ayrıca emin olmak için tabuta sönmemiş kireç püskürttüm ve bedenini parafin ile deterjana batmış şeritlerle sardım,” dedi. Şifacıya yalvaran gözlerle baktı ve “ruhunun buraya kadar bizi izlediğinden emin olmam lazım” diye ekledi.


Mercedes, başıyla onaylayarak bulamacı karıştırmaya devam etti. Lorenzo Paz iki adet emaye bardağı yarıya kadar rom ile doldurdu. Birini bana diğerini dona Mercedes’e uzattı. “Hava serinler serinlemez onu gömeceğiz” diye söz verip diğer odaya geri gitti.


Dona Mercedes’e “dün akşam topraktan çıkardığımız ölü kadın kimdi?” diye sorup duvarın kenarında üst üste konmuş palmiye yapraklarının üstüne oturdum.


Hafifçe gülerek “İnsanları inceleyen biri olarak pek de dikkatli değilsin. Sana bir süre önce onu göstermiştim. O eczacının karısı idi” dedi.


Donakaldım ve “İsveçli kadın mı? Fakat neden…” Adamların yan odadan yükselen kahkahaları soruma devam etmeme fırsat vermedi. Dona Mercedes “Sanırım senin dün gece ışık tutan kişi olduğunu yeni keşfettiler” diyerek onlarla birlikte gülmek için yan odaya geçti.


Alkol almaya alışık olmadığımdan gerçek uyku halinden pek de farklı olmayan uyuşuk bir hale geçtim. Kısa süre sonra adamların sesleri, gülüşleri ve bir çekicin ritmik vuruş sesi çok uzaktan gelmeye başladı.



Sessizbilgi Listele - - - - - Yeni Siteye Dön