Eski SessizBilgi - - - - - Yeni SessizBilgi
Alt Limit:
Kaç tane -->

buyu gecisleri bolum 1


1BÖLÜM


Güney Arizona'daki Gran Desierto'ya püskül gibi yayılmış eşsiz volkanik dağlara vuran sabah gölgelerini izlemek için ana yoldan ve insanlardan uzak, ıssız bir bölgeye doğru yürüdüm. Koyu kahverengi sivri kayalıklar, üzerlerine vuran güneş ışığı ile zirveleri aydınlanırken ışıl ışıl parlıyorlardı. Çevrede, devasa bir volkanik patlamadan kaynaklanan lav akışının artıkları olan kocaman, gözenekli kaya yığınları vardı. Bu harikulade, engebeli alanda her zaman yaptığım gibi büyük bir kaya yığınının üzerine rahatça oturdum ve çevremdeki her şeyi unutup işime gömüldüm. Uzaktaki dağların kasvetli görüntülerinin ve dağlık burunların ana hatlarını çizmeyi yeni bitirmiştim ki, bir kadının beni izlemekte olduğunu fark ettim. Birilerinin durmadan yalnızlığıma engel olduğu duygusuyla sıkıntıya kapıldım. Onu görmezden gelmek için elimden geleni yaptım ama çizimime bakmak için yanıma yaklaştığında öfkeyle ona doğru döndüm.

Çıkık elmacık kemikleri ve omuzlarına kadar inen saçları Avrasyalı gibi görünmesine neden oluyordu. Cildi yumuşak ve pürüzsüzdü, bu nedenle de yaşını kestirebilmek mümkün değildi; otuz ile elli arasında herhangi bir yaşta olabilirdi. Benden beş, altı santimetre daha uzun yani bir yetmiş sekiz boylarında ancak güçlü bedeniyle benim iki katım gibi görünen bir kadındı. Bununla birlikte, siyah ipekli pantolonu ve doğulu gömleğiyle son derece düzgün ve sağlıklı bir görünümü vardı.

Gözlerini fark ettim; yemyeşildiler ve ışıl ışıl parlıyorlardı. Bu dostça pırıltı, öfkemin uçup gitmesine neden oldu ve kendimi ahmakça bir soru sorarken buldum: "Buralarda mı yaşıyorsunuz?"


Bana doğru bir iki adını atarak, "hayır" dedi. "Sonora'daki Birleşik Devletler sınır kapısına doğru gidiyorum. Bacaklarımı açmak için durdum ve kendimi bu ıssız bölgede buldum. Burada, her şeyden uzak bir yerde bir insan görünce öylesine şaşırdım ki, teklifsizce yanına yaklaşmaktan kendimi alıkoyamadım. Size kendimi tanıtayım: Benim adım Clara Grau."

Uzattığı elini sıktım ve hiç tereddüt etmeden ona, doğduğum zaman bana Taisha adının verildiğini ama daha sonradan ailemin ismimi yeterince Amerikan bulmadıkları için bana Martha diye hitap etmeye başladıklarını söyledim. Ancak Martha adından nefret ettiğim için Mary'yi kullanmaya karar vermiştim.

Bir şeyden esinlenmiş gibi, "Ne kadar ilginç!" dedi. "Birbirinden farklı üç ismin var. Ben, senin doğum adın olduğu için Taisha'yı kullanacağım."

Bu ismi seçmesine sevinmiştim. Bu, benim kendim için seçtiğim isimdi. Önceleri, bu ismin fazla yabancı göründüğü konusunda aileme katılmış olsam da, Martha adından o kadar nefret ediyordum ki, Taisha'yı gizli adını olarak kullanmaya başlamıştım.

Sevecen bir gülümsemenin ardına saklanarak bir şey söylememe fırsat tanımadan, beni soru görünümündeki bir dizi yargı bombardımanına tuttu. "Sanırım Arizonalı değilsin?" diye başladı.

Sorusunu dürüst bir şekilde yanıtladım. Bu benim için alışıldık bir şey değildi, çünkü insanlara, özellikle de yabancılara karşı temkinli davranacak şekilde yetiştirilmiştim. "Arizona'ya bir yıl önce çalışmak için geldim."

"Yirmisinden fazla olmamalısın."

"Bir iki ay sonra yirmi bir yaşımda olacağını."


"Biraz aksanlı konuşuyorsun. Bir Amerikalıya benzemiyorsun, ama tam olarak nereli olduğunu da anlayamadım."

"Amerikalıyım ama çocukluğum Almanya'da geçti," dedim. "Babam Amerikalı, annemse Macar. Koleje gitmek üzere evimden ayrıldım ve bir daha geri dönmedim, çünkü artık ailemle bir işim kalmamıştı."

"Sanırım onlarla pek anlaşamıyorsun?"

"Hayır. Onlarla ilgili olarak hissettiğim duygu üzüntü. Bu nedenle de evimde fazla kalamadım. "

Sanki bu kaçma isteği onun için tanıdık bir şeymiş gibi gülümseyerek başını salladı.

"Evli misin?" diye sordu.

Kendim hakkında ne zaman konuşsam hissettiğim aynı kendime acıma duygusuyla,"hayır",dedim. "Bu dünyada hiç kimsem yok."

Herhangi bir yorumda bulunmadı ama sanki beni sakinleştirmek istermiş gibi sakin ve kesin bir şekilde konuştu. Her cümlesinde kendisi hakkında elinden geldiğince fazla bilgi vermeye çalışıyor gibiydi.

Konuşmaya başladığında, gözlerimi ondan ayırmadan çizim kalemlerimi çantama koydum. Onu dinlemediğimi düşünmesini istemiyordum.

"Annem ve babam yaşamıyor. Kardeşim de yok",dedi. "Babamın ailesi Meksika'nın Oaxaca bölgesindendi. Ama annemin ailesi Alman asıllı Amerikalıydı. Batıklar ama şu anda Phoenix'te yaşıyorlar. Ben de şu an kuzenlerimden bir tanesinin düğününden dönmekteyim."

"Sen de Phoeııix'te mi yaşıyorsun?" diye sordum.


"Hayatımın yarısını Arizona'da, diğer yarısını da Meksika'da geçirdim." diye yanıt verdi. "Ama son yıllarda, Meksika'nın Sonora eyaletinde yaşıyorum."

Çantamın fermuarını kapadım. Bu kadınla karşılaşmak ve konuşmak aidimi öylesine karıştırmıştı ki, bu gün daha fazla çalışamayacağımı biliyordum.

"Ayrıca Doğuya da gittim",diyerek yeniden ilgimi çekti. "Orada akupunktur ile savaş sanatlarını ve sağaltıcı sanatları öğrendim. Hatta bir kaç yıl Budacı bir tapmakta yaşadım."

Gözlerine bakıp, "Gerçekten mi?" dedim. Gözlerinde, yıllar boyunca meditasyon yapmış olduğunu belli eden bir ifade vardı. Ateşli ama aynı zamanda da dingindi.

"Ben de Doğuya, özellikle de Japonya'ya çok ilgi duyuyorum," dedim. "Senin gibi ben de Budacılık ve savaş sanatları çalıştım."

Beni yankılayarak,"Gerçekten mi?" dedi. "Keşke sana Budacı ismimi söyleyebilseydim ama gizli isimler, uygun durumlar haricinde açıklanmamak."

Çalışma çantamın kayışlarını sıkarken, "Ben sana gizli ismimi söyledim",dedim.

Aşırı bir ciddiyetle, "Evet, Taisha. Söyledin," dedi. "Ve bu, benim için çok değerli. Ama gene de şu an yalnızca tanışma için uygun bir zaman."

Arabasını görme umuduyla çevreye bakınarak, "Araban burada mı?" diye sordum.

"Ben de tam şu an aynı soruyu sana soracaktım," dedi.

"Arabamı çeyrek mil kadar geride, buranın güneyinde toprak bir yola bıraktım. Seninki nerede?"


Neşeli bir şekilde,"Araban beyaz bir Chevrolet mi?" diye sordu.

"Evet?"

"İyi, benimki de tam seninkinin yanında park etmiş durumda." Sanki komik bir şey söylemiş gibi güldü. Bu kadar rahatsız edici bir kahkahası olmasına şaşırdım.

"Artık gitmem gerekiyor," dedim. "Seninle tanıştığıma çok memnun oldum. Elveda."

Onun arkada, manzaranın tadını çıkarmak üzere kalacağını düşünerek arabama doğru yürümeye başladım.

Arkamdan, "birbirimizle hemen vedalaşmayalım", diye karşı çıktığını duydum. "Ben de seninle geliyorum."

Birlikte yürümeye başladık. Benim elli beş kiloluluk cüssemin yanında devasa bir kaya parçası gibiydi. Bedeninin üst kısmı dairevi ve son derece güçlüydü. Kolayca şişman bir insan olabilirmiş gibi bir izlenim veriyordu; ama öyle değildi.

Rahatsız edici sessizliği bozmak için öylesine, "Bayan Grau size kişisel bir şey sorabilir miyim?" dedim.

Durup yüzüme baktı. "Ben kimsenin bayanı değilim," deyiverdi. "Ben Clara Grau'yum. Beni Clara diye çağırabilirsin. Evet, devam et, bana istediğini sorabilirsin."

Ses tonuna tepki göstererek, "sanırım pek aşk ve evlilik yandaşı değilsin," diye düşüncemi belirttim.

Bir an ürkütücü bir şekilde yüzüme baktı ama bakışlarını hemen yumuşattı. "Köleliğe kesinlikle yandaş değilim", dedi. "Ama bu yalnızca kadınlar için taşıdığım bir düşünce değil. Bana ne soracaktın?"


Tepkisi öylesine beklenmedikti ki, ona soracağım şeyi unuttum ve şaşkın bir şekilde bakakalmaktan utanç duydum.

Alelacele,"seni buraya getiren şey neydi?" diye sordum.

"Buraya, bir enerji mekânı olduğu için geldim."

Uzaktaki lav oluşumlarını işaret etti. "Bu dağlar bir zamanlar, tıpkı kan gibi, dünyanın kalbinden dışarı aktı. Ne zaman Arizona'ya gelsem, buraya uğramak için yolumu değiştiririm. Bu mekân garip bir yeraltı enerjisini dışarı sızdırıyor, şimdi ben de sana aynı soruyu sorayım: Seni buraya getiren şey neydi?"

"Buraya sık sık gelirim. Çizim yapmak için en çok sevdiğim mekândır." Bunu şaka olsun diye söylememiştim ama bu sözlerim üzerine birden bire bir kahkaha patlattı.

"Ah! Bu ayrıntıyı unutmuşum", diye haykırıverdi. Ardından konuşmasına daha sakin bir ses tonuyla devam etti. "Sana garip, hatta aptalca gelebilecek bir şey sormak istiyorum; ama lütfen beni sonuna dek dinle: Evime gelmeni ve bir kaç gün konuğum olmanı istiyorum."

Bu teklifi reddedip teşekkür etmek için elimi kaldırdım ama Clara beni bu konuyu bir kez daha düşünmeye sevk etti. Doğuya ve savaş sanatlarına duyduğumuz ortak ilgi nedeniyle son derece önemli bir bilgi alışverişinde bulunabileceğimizi belirtti.

"Tam olarak nerede yaşıyorsun?" diye sordum.

"Navajo kentinin yakınlarında."

"Ama orası, buradan dört yüz mil uzakta."

"Evet, buraya oldukça uzak. Ama o kadar güzel ve dingin bir mekân ki, oradan çok hoşlanacağına eminim." Yanıtımı bekliyormuş gibi bir süre sessiz kaldı. "Ayrıca içimde sanki şu sıralar ilgileneceğin bir şeyler yokmuş gibi bir duygu var," diye devam etti. "Sanırım ilgilenecek bir şeyler arıyorsun. Bu teklifim tam aradığın şey olabilir."

Yaşamını ile ilgili olarak tam bir kayıp durumu yaşadığım ve bir şeyler aradığım konusunda haklıydı. Kendi sanat eserlerim üzerinde uğraşmak için sekreter olarak çalıştığım işten yeni ayrılmış tun. Ama herhangi bir insanın misafiri olmak için en küçük bir istek duymuyordum.

Çevreye bakınıp, ne yapmam gerektiği konusunda bir ipucu yakalamaya çalıştım. İnsanın, çevresinden ipucu ya da yardım alabileceğine dair inancımı nereden edindiğim konusunda en küçük bir fikrim yoktu. Ama genellikle bu şekilde mutlaka yardım görürdüm. Daha önceden farkında olmadığını olasılıkları anlamamı sağlayan ve sanki kendi kendime keşfetmişim gibi hissettiğim bir yöntemim vardı. Niçin özellikle güneye yönlendiğimi bilmesem de, gözlerimi genellikle güney yönünde ufuk çizgisine yönlendirip düşüncelerimi serbest biralardım. Birkaç dakikalık sessizliğin ardından, belli bir durum konusunda 11e yapacağım ya da bu durumda ne şekilde hareket edeceğime karar vermeme yardımcı olacak bir sezgi yakalardım.

Yürürken güney ufkuna dalıp gittim ve birden bire yaşamım ile ilgili duygularım, tıpkı çorak bir çöl gibi önüme serildi. Sonora Çölünün, Güney Arizona'nın tamamını, California’nın bir kısmını ve Meksika'nın Sonora eyaletinin yarısını kapladığını bilmeme rağmen, dürüstçe ifade etmem gerekirse daha önceden bu çorak bölgenin ne kadar ıssız ve boş olduğunu hiç fark etmemiştim.

Yaşamımın da tıpkı bu çöl kadar kısır ve boş olduğunu fark etmemin neden olduğu etkiyi tam olarak algılayabilmem için bir sürenin geçmesi gerekti. Ailem ile bağlarımı koparmıştım. Artık bir ailem yoktu. Bir işim yoktu. Hatta gelecek ile ilgili en küçük bir beklentim bile yoktu. İsmini aldığım teyzemden kalan küçük bir evde yaşıyordum ama bu mülk de çarçur olup gitmişti. Bu dünyada tümüyle yalnızdım. Her yana yayılan acımasız ve tekdüze boşluk, içimdeki kedime acıma duygumu güçlendiriyordu. Yaşamımdaki yalnızlığımdan kurtulmama yardımcı olacak birisine, bir dosta ihtiyaç duyuyordum.

Clara'nın davetini kabul edip, iplerin benim elimde olmadığı, bilinmedik bir duruma atılmanın aptalca olacağını biliyordum ama bu insanın doğrudan tavırlarında ve fiziksel canlılığında hem merak duygusu uyandıran hem de ona saygı duymama neden olan bir şeyler vardı. Onun güzelliğine ve gücüne hem hayran olduğumu hem de bunlara gıpta ettiğimi fark ettim. Hayatımda tanıdığım en etkileyici ve güçlü kadındı. Bağımsız, kendine güvenen, kendinden emin, kaygısız, yine de yumuşak ve espriden uzak olmayan bir insandı. Daima kendi kişiliğimde sahip olmayı hayal ettiğim niteliklere sahipti. Ama bütün bunların da üzerinde, yalnızca varlığı bile içimdeki kısırlığı ortadan kaldırıyor gibiydi. Çevresindeki boşluğu erk, canlılık ve sınırsız olasılıklarla dolduruyordu.

Gene de, değişmez bir ilke olarak insanların evlerine gelmem için yaptıkları davetleri asla kabul etmezdim; özellikle de bu insan, çölün ortasında daha yeni tanıştığım bir insansa... Tucson'da küçük bir dairem vardı ve insanların davetlerini kabul etmem benim için, aynı şekilde bu insanları da evime davet etmem gerektiği anlamına geliyordu ve henüz böyle bir şeye hazır değildim. Bir süre ne yapacağımı bilemeden kararsız kaldım.

Clara, "Lütfen geleceğini söyle", diye ısrar etti. "Bu benim için çok değerli bir şey olacak."

Aslında söylediğim şeyin tam tersini söylemek istediğim için kelimeleri ağzımda yuvarlayarak,"Pekâlâ", dedim. "Sanırım seni ziyaret edebilirim."


Memnun olmuş bir şekilde baktığını gördüğümde, endişemi hemen gerçekte o an bana çok uzak olan bir neşe duygusunun ardına gizledim. "Bir süreliğine ortam değiştirmek bana iyi gelecek," dedim. "Bu tam bir macera olacak!"

Onaylar şekilde başını salladı, şüphelerimden kurtulmama yardımcı olacak bir güven duygusuyla,"pişman olmayacaksın",dedi. "Hem birlikte savaş sanatları da çalışırız."

Elleriyle, aynı anda hem güçlü hem de zarif bir kaç kısa devinim yaptı. Bu iri görünümlü kadının böylesine çevik olması bana aykırı göründü.

Uzak menzilde kalmayı tercih eden bir savaşçının duruşuna geçiverdiğini fark ederek, "Doğuda hangi savaş sanatı stilini çalıştın?" diye sordum.

İma dolu bir gülümsemeyle, "Bütün stilleri çalıştım", dedi. "Bununla birlikte belli bir stile bağlı kalmadım. Evimi gittiğimizde, sana bunları göstermekten zevk alacağım."

Yolun geri kalanını sessizce yürüdük. Arabalarımızı bıraktığımız yere vardığımızda eşyalarımı bagaja koyup Clara'nın bir şey söylemesini bekledim.

"Haydi, yola çıkalım",dedi. "Önden gidip sana yolu göstereyim. Hızlı mı yoksa yavaş mı sürersin, Taisha?"

"Yavaş."

"Ben de öyle. Çin'de yaşamak aceleciliğimi tedavi etti."

"Sana Çin ile ilgili bir soru sorabilir miyim, Clara?"

"Tabii ki... Sana daha önceden de bana bir şev sormak için izin almana gerek olmadığını söylemiştim."


"Herhalde Çin'de İkinci Dünya Savaşı'nın öncesinde bulundun?"

"Ah, evet. Bir yaşam önce oradaydım. Anladığım kadarıyla sen Çin’e hiç gitmedin."

"Hayır. Yalnızca Taiwan'da ve Japonya'da bulundum."

Düşünceli bir şekilde, "Savaştan önce her şey daha farklıydı," dedi. "O zamanlar geçmiş ile olan bağlar hala sağlamdı. Günümüzdeyse, geçmiş ile olan bütün bağlar zedelenmiş durumda."

Nedenini bilmiyorum ama bu sözlerle ne anlatmaya çalıştığını sormaya cesaret edemedim, bu nedenle de onun yerine evine ulaşmamızın ne kadar süreceğini sordum. Clara, akıl karıştırıcı bir şekilde belirsiz davranıyordu; beni yalnızca çetin bir yolculuk olacağı konusunda uyardı. Ses tonunu yumuşatıp, bu cesaretimin son derece ödüllendirici olacağını ekledi.

"Bir yabancıya bu kadar soğukkanlı bir şekilde eşlik etmek ya tümüyle aptal ya da inanılmaz derecede cesur olmayı gerektirir", dedi.

"Aslında genellikle oldukça temkinliyimdir", diye açıklamada bulundum." Ama şu an kesinlikle kendim gibi davranmıyorum."

Söylediğim şey doğruydu ve bu açıklanamaz davranışımı düşündükçe tedirginliğim daha da artıyordu.

Yumuşak bir ses tonuyla, "Lütfen bana biraz kendinden bahset", dedi. Sanki beni rahatlatmak istermiş gibi yanıma gelip arabamın kapısının önünde durdu.

Gene kendim hakkında doğru şeyler açıklamaya başladığımı fark ettim.


"Annem Macar ama eski bir Avusturya ailesinden geliyor", dedim. "Babam ile ikinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere'de tanışmışlar. O sırada ikisi de bir sahra hastanesinde çalışıyorlarmış. Savaştan sonra Birleşik Devletlere gelmişler. Daha sonra da Güney Afrika'ya gitmişler.”

"Niçin Güney Afrika'ya gittiler?"

"Annem orada yaşayan akrabalarıyla birlikte olmak istedi."

"Kardeşin var mı?"

"Aralarında bir yaş olan iki ağabeyim var. Büyüğü yirmi altı yaşında."

Gözlerini bana odaklamıştı. Daha önceden hiç hissetmediğim bir rahatlıkla, tüm yaşamım boyunca içime gömdüğüm acı verici duygularımı dışarı vurdum. Ona yalnız büyüdüğümü anlattım. Ağabeylerim, kız olduğum için bana hiç ilgi göstermemişlerdi. Küçükken, tıpkı bir köpekmişim gibi belime bir ip dolayıp beni direğe bağlar ve futbol oynarlardı. Yapabildiğim tek şey, ipi çekiştirip onların eğlenmelerini izlemek olurdu. Sonraları, büyüdüğümde, peşlerinden koşmaya başladım. Ama o sıralar bisikletleri vardı ve onları asa yakalayamazdım. Bu durumdan anneme yakındığımda bana söylediği tek şey onların erkek oldukları ve benim bebeklerimle oynayıp, kendisine ev işlerinde yardımcı olmam gerektiği olurdu.

"Annen seni geleneksel Avrupa tarzında yetiştirmiş", dedi.

"Bunu biliyorum. Ama bu bir teselli değil."

Bu kadına yaşamımı anlatmaya başladıktan sonra artık anlatmayı bırakmamın hiç bir yolu kalmamış gibi hissediyordum. Ağabeylerim okula ya da gezmeye gittiklerinde evde kalmak zorunda olduğumdan bahsettim. Ben de tıpkı erkek çocuklar gibi macera yaşamak istiyordum ama anneme göre kızların yatak yapmayı ve elbiseleri ütülemeyi öğrenmeleri gerekiyordu. Annemin her zaman söylediği gibi, bir ailenin bakımını üs denmek yeterli bir maceraydı. Kadınlar itaat etmek için doğmuşlardı. Clara'ya, anımsayabildiğim en eski zamanlardan itibaren hizmet etmem gereken üç erkek efendim, yani ağabeylerim ve babam olduğunu söylerken hıçkıra hıçkıra ağlamanın eşiğindeydim.

"Yani bir sürü insan varmış", diye yorumda bulundu.

"Çok kötüydü", dedim. "Onlardan mümkün olduğunca uzaklaşabilmek için evden ayrıldım. Ve tabi macera yaşamak için... Ama şu ana kadar, pek heyecan ve eğlence bulamadım. Sanırım bu dünyaya mutlu ve keyifli olmak için gelmedim."

Hiç tanımadığım bir insana hayatımı anlatmak büyük bir endişeye kapılmama neden oluyordu. Konuşmayı kesip, endişemi azaltacak ya da iyice artırıp onunla gitmekten vazgeçmeme neden olacak bir tepirinin beklentisiyle Clara'ya baktım.

"Anladığım kadarıyla kendini iyi hissetmek için bildiğin tek yol var, öyleyse bundan en iyi şekilde yararlan", dedi.

Resim yapmamı filan söyleyeceğini sandım ama tam tersine kederimi daha da artıracak şekilde,"Bildiğin tek şey kendine acımak", diye ekledi.

Arabanın kapısının kulpunu tutan parmaklarımı sıktım.

"Bu doğru değil", diye itiraz ettim. "Sen kim oluyorsun da bana bunları söyleyebiliyorsun?"

Bir kahkaha patlatıp başını salladı. "Sen ve ben birbirimize benziyoruz", dedi. "Bize edilgen olmamız, boyun eğmemiz ve duruma uyum sağlamamız öğretildi. Ama içimiz kaynıyordu. Patlamaya hazır bir volkan gibiydik ve daha fazla hayal kırıklığına uğramamıza neden olan şey, bir gün bizi bu acıdan kurtaracak olan doğru erkeği bulma umudumuzdan başka beklentimizin ya da hayalimizin olmamasıydı."

Söyleyecek bir şey bulamayacak hale gelmiştim.

"Evet? Haklı mıyım? Haklı mıyım?" Sormaya devam ediyordu. "Dürüst ol. Haklı mıyım?"

Ona defolup gitmesini söylemeye hazırlanarak yumruklarımı sıktım. Clara içten bir şekilde gülümsedi. Dışarıya yaydığı güç ve keyif duygusu, yalan söylememi ya da duygularımı ondan saklamamı olanaksız hale getiriyordu.

"Evet, beni mıhladın", diye itiraf ettim.

Sıkıcı varlığıma, sanatsal uğraşlarım dışında anlam katan tek şeyin bir gün özel bir insan olduğumu anlayacak ve beni ona göre takdir edecek bir erkekle tanışmak konusunda duyduğum belirsiz umut olduğunu kabul etmek zorundaydım.

Umut vaat edici bir ses tonuyla, "Belki de bundan sonra yaşamın çok daha iyi bir yaşama dönüşecek", dedi.

Arabasına binip eliyle kendini takip etmemi işaret etti. O an bana, yanımda pasaportum, yeterli elbisem, param ya da ihtiyaç duyabileceğim diğer şeylerin olup olmadığını hiç sormadığını fark ettim. Ancak bu durum beni korkutmadı ya da cesaretimin kırılmasına neden olmadı. Nedenini bilmiyordum ama el frenini indirip arabayı hareket ettirdiğimde doğru kararı vermiş olduğumdan emindim. Belki de yaşamım, tümüyle değişecekti.



Sessizbilgi Listele - - - - - Yeni Siteye Dön