Eski SessizBilgi - - - - - Yeni SessizBilgi
Alt Limit:
Kaç tane -->

buyu gecisleri bolum 18


18 BÖLÜM


Mutfak masasının üzerinde bir tabak tamale buldum. Onları Emilito’nun hazırladığını biliyordum ama görünürlerde yoktu. Bardağıma biraz su döktüm ve hizmetçinin kahvaltısını yapmış olduğunu umarak tamalelerin tamamını yedim.

Tabağımı yıkadıktan sonra sebze bahçesinde çalışmaya gittim ama hemen yoruldum. Kendime bir ağacın altında Clara’nın gösterdiği gibi yapraklardan bir öbek yaptım ve dinlenmek için onun üzerine oturdum. Bir süre, önümdeki ağacın sallanan dallarını izledim. Dalların hareketi beni çocukluğuma götürdü. Dört ya da beş yaşımda olmalıydım; bir söğüt ağacının dallarına tutunuyordum. Bunu yalnızca anımsamıyordum; gerçekten oradaydım. Ayaklarım, altımda sallanıyor ve yere zar zor değiyordu. Sallanıyordum. Ağabeylerim sırayla beni iterken sevinçle çığlık atıyordum. Sonra daha yüksekteki dallara tutunmak için yukarıya sıçradılar; dizlerini yukarıya çekerek, ayaklarını yalnızca bir başka sallanış için yere değdirerek öne ve arkaya sallanıyorlardı.

Bu biter bitmez yeniden, yaşadığım her şeyi, sevinci, gülüşleri, sesleri, ağabeylerim için duyduğum hisleri soluyarak içime çektim. Geçmişimi, kafamı çevirme hareketiyle temizledim. Yavaş yavaş göz kapaklarım ağırlaştı. Yaptığım yaprak yığınının üzerine yattım ve derin bir uykuya daldım.

Kaburgalarıma gelen keskin bir vuruşla uyandım. Hizmetçi beni bir değnekle dürtüyordu.

“Uyan, öğlen oldu bile,” dedi. “Dün gece evde iyi uyuyamadın mı?”


Gözlerimi açtığımda bir ışık huzmesi ağaçların tepesinde parıldadı. Aynı anda hizmetçinin yüzü de onu uğursuz gösteren bir parıltıyla aydınlandı. Üstünde dün giydiği mavi tulum vardı ve beline kabaklardan yapılmış üç matara bağlamıştı. Oturdum ve onun en büyük mataranın kapağını açıp ağzına götürmesini ve bir yudum almasını izledim. Sonra dudaklarını zevkle şapırdattı.

Bana merakla bakarak yine, “Dün gece iyi uyuyamadın mı?” diye sordu.

“Şaka mı yapıyorsun,” diye inledim. “Sana bunun gerçekten de ömrümdeki en kötü gecelerden bir tanesi olduğunu söyleyebilirim.

Dudaklarımdan bir sürü sızlanma ve şikâyet döküldü. Aynı annem gibi konuştuğumu fark ettiğimde korkarak sustum. Ona ne zaman nasıl olduğunu sorsam bana benzeri şikâyetlerde bulunurdu. Annemin bunu yapmasından ve kendimin de aynı şeyi yaptığımı düşünmekten nefret ediyordum!

“Lütfen Emilito, bu önemsiz patlamamı bağışla,” dedim. “Gözümü bile kırpmadığım doğru ama iyiyim.”

Emilito, “Senin bir ölüm meleği gibi bağırdığını duydum,” dedi. “Ya kâbus gördüğünü ya da ağaçtan düştüğünü sandım."

Onun bana şefkat duymasını bekleyerek,” Ağaçtan düşeceğimi sandım,” dedim. “Neredeyse korkudan ölüyordum. Ama sonra garip bir şey oldu ve geceyi geçirdim.”

Emilito yere, benden emin bir uzaklıkta oturarak, merakla, “Ne gibi garip bir şey oldu,” diye sordu.

Olanları ona anlatmamak için bir neden görmediğim için geceki olayları olabildiğince ayrıntılı bir şekilde anlattım ve sonunda ışığın beni kurtarmaya geldiğini söyledim. Emilito beni büyük bir ilgiyle, uygun yerlerde sanki tanımladığım hisleri anlıyormuş gibi kafasını sallayarak dinledi.


“Senin bu kadar becerikli olduğunu duyduğuma sevindim,” dedi. “Gerçekten de geceyi atlatabileceğini beklemiyordum. Senin bayılacağını sandım. Ve tüm bunlar, senin söyledikleri kadar kötü olmadığın anlamına geliyor.”

“Benim kötü olduğumu kim söyledi?”

“Nelida ve Nagual. Bana senin şifa bulmanı engellememem için özel emirler verdiler. Dün gece, başka bir neden için değilse bile biraz huzura kavuşmak için gelip sana yardım etmek istedimse de gelemememin nedeni buydu.”

Kabak matarasından bir yudum daha aldı. Matarayı almam için bana uzatarak, “Bir yudum içmek ister misin?” diye sordu.

Bunun içki olup olmadığını merak ederek, “içinde ne var,” diye sordum. İçki olsaydı bile bir yudum almamda bir sakınca yoktu.

Emilito bir an için tereddüt etti, sonra matarayı ters çevirdi ve güçlü bir biçimde salladı.

“İçi boş,” diye atıldım. “Beni kandırmaya çalışıyordun.”

Emilito, kafasını hayır der gibi salladı.

“Yalnızca boş gibi görünüyor,” dedi. “Ama ağzına kadar en garip içecekle dolu. Şimdi bundan içmek istiyor musun istemiyor musun?”

“Bilmiyorum,” dedim. Bir an için benimle oyun oynayıp oynamadığını düşündüm. Onu, özenle ütülenmiş mavi tulumuyla ve belindeki kabak mataralarıyla görmek bende onun akıl hastanesinden kaçmış birisi olduğu izlenimini uyandırdı.

Emilito, omuzlarını silkti ve bana gözlerini kocaman açarak baktı. Onun, mataranın kapağını kapatarak kemerine ince bir kayışla takmasını izledim.


Merakla ve onun oyununun ne olduğunu anlamak isteğiyle, “Tamam bir yudum içeyim,” dedim.

Emilito, matarayı açtı ve bana verdi. Matarayı salladım ve içine baktım. Gerçekten de boştu. Ama onu dudaklarıma götürdüğümde, hiç alışılmamış bir tat aldım. Ağzıma akan şey her neyse bir sıvıydı ama suya benzemiyordu. Daha çok, bir an için boğazımı tıkayan ve sonra hem boğazımı hem de tüm bedenimi serin bir sıcaklıkla dolduran kuru, neredeyse acı bir basınç gibiydi.

Kabak mataradan ağzıma ilginç bir tozun geldiğini fark ettim. Bunun doğru olup olmadığını anlamak için, matarayı avucuma doğru salladım ama hiçbir şey çıkmadı.

Hizmetçi, şaşırdığımı fark ederek, “Kabağın içinde gözlerin görebileceği bir şey yok,” dedi.

Bir başka hayali yudum daha aldım ve güçlü bir biçimde sarsıldım. Elektrikli bir şey içimden aktı ve ayak parmaklarımda karıncalanma oldu. Karıncalanma bir şimşek gibi bacaklarımdan yukarıya, omurgama yükseldi ve kafama girdiğinde neredeyse bayılıyordum. Hizmetçinin zıplayarak bir soytarı gibi güldüğünü gördüm. Dengemi sağlamak için ellerimle yeri tuttum. Dengemi biraz kazandığımda, Emilito’ya kızgınca, “Bu kabağın içinde ne halt var,” diye sordum.

Emilito, ciddi bir ses tonuyla, “İçindekine ‘istenç’ denir,” dedi. “Clara sana bundan biraz söz etti. Şimdi sana bunu biraz daha anlatıp anlatmamak bana bağlı.”

“Bunun şimdi sana bağlı olduğunu söylerken ne damak istiyorsun, Emilito?”

“Senin yeni yardımcın olduğumu söylemek istiyorum. Clara işin bir bölümünü yaptı ve ben de geri kalanını yapmalıyım.”

İlk tepkim ona inanmamak oldu. Grubun bir üyesi değil kiralanmış birisi olduğuna kendisi söylemişti. Bunun bir oynan olduğu belliydi ve artık onun oyunlarına kanmayacaktım.

Zorla gülerek, “Yalnızca bacağımı çekiyorsun, Emilito ” dedim.

Emilito, “Evet, şimdi öyle yapıyorum,” diyerek üzerime atladı ve gerçekten de bacağımı çekti.

Ban daha ayağa kalkamadan bacağımı bir kez daha çekerek kendi şakasını kutladı. O kadar neşeliydi ki, gülerek, çömelmiş pozisyonda bir tavşan gibi zıpladı.

“Öğretmeninin senin bacağını çekmesini sevmiyorsun, ha?” diye kıkırdadı.

Onun bana dokunmasından hoşlanmıyordum; özellikle de bacağıma dokunmasını. Ama Clara’nın da bana dokunmasını sevmiyordum. Neden dokunulmaktan hoşlanmadığım fikriyle dalga geçmeye başladım, insanlarla yaşadığım tüm olayları özetlemiş olmama rağmen, fiziksel temas ile ilgili hislerini eskisi kadar güçlüydü. Bu sorunu daha sonra incelemek üzere rafa kaldırdım çünkü hizmetçi sakinleşmişti ve tüm dikkatimi ona vermemi gerektiren bir şeyi açıklamaya başlıyordu.

Onun, “Ben, senin öğretmeninim,” dediğini duydum. “Clara, Nelida ve Nagual’dan başka sana ben de rehberlik edeceğim.”

“Sen bir yanlış bilgi yığınısın, işte sen busun,” diye yanıt verdim. “Bana yalnızca kiralanmış bir hizmetçi olduğunu bana kendin söyledin. Benim öğretmenim olduğun olayı da neyin nesi oluyor?”

Emilito ciddice, “Bu doğru, “ dedi. “Ben senin diğer öğretmeninim.”

Bu olasılıktan hiç hoşlanmamış tim ve “Bana öğretecek neyin olabilir ki?” diye bağırdım.


Bir kuş gibi göz kırparak, “Sana öğreteceğim şeye ‘çiftle sürme’ denir,” dedi.

“Clara ve Nelida nerede,” diye sordum.

“Onlar gittiler. Nelida notunda bunu yazmıştı, öyle değil mi?”

“Gittiklerini biliyorum ama tam olarak nereye gittiler?”

Yüzünde, kahkahalar atma isteğinden çektiği rahatsızlığı belli eden bir sırıtışla, “Ohooo, onlar Hindistan’a gittiler,” dedi.

Kendimi kötü hissederek, “O zaman aylarca geri dönmeyecekler,” dedim.

“Doğru. Seninle ben yalnızız. Köpek bile burada değil. Onun için iki seçeneğin var. Ya pilini pırtım toplayıp gidersin ya da benimle kalarak işe koyulursun. Sana gitmeni önermem çünkü gidecek bir yerin yok.”

Ona, “Gitmeye niyetim yok,” dedim. “Nelida bana eve göz kulak olma görevi verdi ve ben de bunu yapacağım.”

Emilito, “İyi, büyücülerin istencini izlemeyi seçmene sevindim,” dedi.

Benim bunu anlamadığımı bildiği için, büyücülerin istencinin sıradan insanlarınkinden farklı olduğunu, büyücülerin dikkatlerini son derece kuvvetli ve kesin bir biçimde odaklamayı öğrenmiş olduklarını açıkladı.”

Ona bakarak, “Eğer sen benim öğretmenimsen, bana anlattığın şeyin somut bir örneğini verebilir misin?” diye sordum.

Emilito, etrafına bakınırken bir an için düşündü. Yüzü aydınlandı ve evi işaret etti. “Bu ev iyi bir örnek. O enerjiyi biriktirerek nesiller boyu toplayan sayısız büyücünün istencinin bir sonucudur. Artık bu ev yalnızca fiziksel bir yapı değil hayali bir enerji alanı. Evin kendisi on defa yok olabilirdi ki bu oldu ama büyücülerin istencinin özü hâlâ bozulmadı çünkü o yok edilemez.”

“Büyücüler oradan gitmek isterlerse ne olur?” diye sordum. “Güçleri burada sonsuza kadar hapis mi kalır?”

Emilito, “Eğer ruhlar, onlara gitmelerini söylerse, onlar istenci şu anda bulunduğu yerden kaldırarak başka bir yere götürebilirler,” dedi.

Ona, “Bu evin gerçekten de tekin olmadığına katılmak zorundayım,” dedim ve evin yaptığım ayrıntılı ölçüm ve hesaplara nasıl direndiğini anlattım.

Hizmetçi, “Bu evi tekinsiz kılan, odaların, duvarların ya da avluların yeri değil,” dedi, “büyücü nesillerinin onun üzerine akıttığı istençtir. Başka bir deyişle, bu evin gizemli istençleri onu yapmaya giden sayısız büyücünün tarihindedir. Görüyorsun ya, ev için yalnızca istençlerini kullanmadılar aynı zamanda da onu tuğla tuğla, taş taş kendileri inşa ettiler. Sen bile kendi istencinle ve çalışmanla onlara katkıda bulundun.”

Emilito’nun sözlerine gerçekten de şaşırarak, “Benim katkım ne olabilir ki?” diye sordum. “Düzenlediğim eğri büğrü bahçe yolundan bahsediyor olamazsın.”

Emilito gülerek, “Aklı yerinde olan hiç kimse ona katkı diyemez,” dedi. “Hayır, sen başka katkılarda bulundun.”

Emilito, tuğlaların ve yapıların alışılmış düzeyinde, benim katkımın ırmaktan tepe boyunca sebze bahçesine çıkan suyu pompalamak için yaptığım su pompasının elektrik tertibatı, boruları ve çimento kaplaması olduğunu söyledi.

“Daha eterik olan enerji akış düzeyinde ise,” diye devam etti, “sana tüm samimiyetimle söyleyebilirim ki, senin katkılarından birisi bu evde daha önceden kimsenin yaptığına tanık olmadığımız bir şeydi; senin istencini Manfred ile birleştirmendi.”

O an aklıma bir şey geldi. “Onun yüzüne karşı ‘kurbağa’ diyebilen kişi sen misin?” diye sordum. “Clara bana bir defasında birisinin bunu yapabildiğini söylemişti.”

Hizmetçinin yüzü aydınlandı ve kafasını evet anlamında salladı. “Evet, o benim. Manfred’i yavruyken buldum. Ya terk edilmiş ya da belki de o bölgedeki motorlu evlerin birinden kaçmıştı. Onu bulduğumda neredeyse ölüyordu.”

“Onu nerede buldun?”

“Gila Bend, Arizona’ya yaklaşık yüz kilometre uzaklıkta, 8 No.lu kara yolunda. Yolun kenarında durdum ve çalılıklara gittim ve onun üstüne işedim. Orada susuzluktan neredeyse ölmek üzere yatıyordu. Beni en çok etkileyen kara yoluna çıkmamasıydı çünkü bunu kolayca yapabilirdi. Ye tabii, benim işemeye gittiğim yerde yatıyor olmasıydı."

“Sonra ne oldu?” diye sordum. Zavallı Manfred’in başına gelenlere duyduğum ilgiyle öylesine heyecanlanmıştım ki hizmetçiye olan tüm kızgınlığımı unuttum.

Hizmetçi, “Manfred’i eve götürdüm ve onu suya soktum ama sudan içmesine izin vermedim,” dedi. “Sonra onu büyücülerin istencine sundum.”

Emilito, yalnızca köpeğin yaşayıp ölmesine değil, onun bir köpek mi yoksa başka bir şey mi olacağın da karar vermenin büyücülerin istencine kalmış olduğunu söyledi. Sonunda yaşamış ve bir köpekten daha fazla bir şey olmuştu.

Emilito, “Aynı şey sana da oldu,” diye devam etti. “Belki de ikiniz o nedenle bu kadar iyi anlaşıyorsunuz. Nagual seni ruhsal açıdan susuz, yaşamını alt üst etmeye hazır bir haldeyken buldu. Arabalı sinemada Nelida ile birlikte olduğundan, sana büyücülerin istencini sunup sunmamak onlara kalmış bir şeydi ve bunu yaptılar.”

“Bana büyücülerin istencini nasıl sundular?”

Emilito şaşkınlıkla, “Sana söylemediler mi?” dedi.

Yanıt vermeden önce bir an düşündüm ve “Sanmıyorum,” dedim.

“Nagual ve Nelida istence tam orada, satış tezgâhının bulunduğu yerde yüksek sesle seslendiler ve yaşamlarını senin için tereddüt ya da pişmanlık olmaksızın, hiçbir şeyi saklamaksızın ortaya koyduklarını duyurdular. Ve her ikisi de seni o anda yanlarına alamayacaklarını ama nereye gidersen git seni izlemeleri gerektiğini biliyorlardı.

“Onun için, büyücülerin istencinin seni içine aldığını söyleyebilirsin. Nagual ve Nelida’nın çağrıları işe yaradı. Nerede olduğuna bir bak! Burada seninle konuşuyorum.”

Emilito sanki anlattıklarını dinleyip dinlemediğimi görmek istermiş gibi bana baktı. Ona büyücülerin istencinin ne olduğunu daha iyi açıklaması için yalvaran gözlerle baktım. Daha kişisel bir düzeye geçti ve eğer Clara’ya kendimle ilgili anlattığım tüm şeyleri bir istenç örneği olarak alırsa, benim istencimin tam bir yenilgi olacağı sonucuna varacağını söyledi. Ben sürekli olarak, çılgın, umutsuz bir yenilgiye uğramaya istençliydim.

Emilito, dilini şaklatarak, “Clara bana, ona kendinle ilgili olarak anlattığın her şeyi söyledi,” dedi. “Örneğin sana, Japonya’daki arenaya savaş sanatlarındaki yeteneğini değil kaybetmeye olan istencini kanıtlamak için çıktığını söyleyebilirim.”

Emilito üzerime gelerek, yaptığım her şeyin yenilgiyle lekelendiğini söyledi.


Onun için şimdi yapmam gereken en önemli şey yeni bir istenç yaratmaktı. Bu yeni istence büyücülerin istenci denildiğini çünkü bunun yalnızca yeni bir şey yapma istenci değil, var olan bir şeye katılma olduğunu, bize binlerce yıllık insan uğrası sonucunda ulaşan bir istenç olduğunu açıkladı.

Emilito, bu büyücülerin istencinde yenilgiye yer olmadığını çünkü büyücülerin kendilerine açılmış bir tek yola sahip olduklarını söyledi: Yaptıkları her ne olursa olsun onda başarılı olmak. Ama böyle güçlü ve net bir bakışa sahip olmak için büyücüler, varlıklarının tümünü sıfırlamak zorundadırlar ve bu da hem anlayış hem de güç gerektirir. Anlayış, yaşamlarını özetlemekten gelir, güç ise onların kusursuz edimleriyle toplanır.

Emilito bana baktı ve kabak matarasına vurdu. Bana kabağın kusursuz duygularını sakladığını ve benim yenilgici tutumuma karşı koymam ve onun öğreteceklerine hazırlanmam için bana içeyim diye büyücülerin istencinden verdiğini açıkladı. Başka bir şey daha söyledi ama dikkatimi ona veremedim; Emilito’nun sesi uykumu getirmeye başladı. Bedenim birden bire ağırlaştı. Onu yüzüne baktığımda yalnızca alacakaranlıktaki pus gibi beyazımsı bir sis gördüm. Emilito’nun bana yere yatmamı ve kaslarımı gevşeterek eterik ağımı yaymamı söylediğini duydum.

Emilito’nun istediğinin, onun söylediklerini otomatik olarak uygulamam olduğunu biliyordum. Yere yattım ve farkındalığımı ayaklarımdan ayak bileklerime, baldırlarıma, dizlerime, uyluklarıma, karnıma ve sırtıma doğru hareket ettirmeye başladım. Sonra kollarımı, omuzlarımı, boynumu ve kafamı gevşettim. Farkındalığımı bedenimin farklı yerlerine götürdüğümde, kendimi gittikçe daha uykulu ve ağır hissetmeye başladım.

Sonra Hizmetçi bana, gözlerimle onların yukarıya doğru kaymasına izin vererek saat yönünün tersine küçük daireler çizmemi söyledi. Soluğum kendiliğinden genişleyip daralarak, yavaş ve ritmik bir hâle gelinceye kadar gevşemeyi sürdürdüm. Emilito bana farkındalığımı alnımdan dışarı, benden olabildiğince uzak bir yere götürmemi ve orada küçük bir açıklık oluşturmamı fısıldadığında ben soluğumun sakinleştirici dalgaları üzerine yoğunlaşmaktaydım.

“Ne tür bir açıklık?” diye mırıldandım.

“Yalnızca bir açıklık. Bir delik.”

“Neyin içine açılan bir delik?”

Emilito, “Ağının üzerine asılı kalabileceği, hiçliğe açılan bir delik,” diye yanıtladı.

Gerginleşerek, “Bunu yapabileceğimi sanmıyorum,” dedim.

Emilito beni, “Tabi ki yapabilirsin,” diye temin etti. “Anımsasana, büyücüler asla yenilmezler, onlar yalnızca başarılı olabilirler.”

Emilito bana doğru eğildi ve fısıldayarak, açıklığı yarattıktan sonra bedenimi bir tomar gibi yuvarlamam ve kafamın üstünden siyahlığa uzanan bir çizgi boyunca fırlatılmama izin vermem gerektiğini fısıldadı.

“Ama yatıyorum,” diye inatla karşı çıktım. “Kafamın üstü neredeyse yere değiyor. Ayakta durmam gerekmez mi?”

Emilito, “Siyahlık her yanımızdadır,” dedi. “Kafamızın üstünde dursak bile o hâlâ oradadır.”

Emilito sesinin tonunu sertleştirerek zihnimi henüz açmış olduğum deliğe vermemi, düşünce ve duygularımın o delikten akmasına izin vermemi emretti. Kaslarım yine gerildi çünkü henüz herhangi bir delik açmamıştım. Hizmetçi beni gevşemeye, kendimi bırakmaya ve o deliği açmışım gibi davranmaya zorladı.


“İçindeki her şeyi dışarıya at,” dedi. “Düşüncelerinin, duygu ve anılarının dışarıya akmasına izin ver.”

Gevşeyerek bedenimdeki gerginliği giderdiğimde, bir enerji dalgasının içimden dışarıya doğru itildiğini hissettim. İçim dışıma çıkmıştı; her şey kafamın üstünden yukarıya doğru, dışarıya çekiliyor, ters çevrilmiş bir şelale gibi bir çizgi boyunca akıyordu. O çizginin sonunda, bir açıklık hissettim.

Emilito kulağıma, “Daha da derine gitmene izin ver,” diye fısıldadı. “Tüm varlığını hiçliğe sun.”

Onun önerilerini yerme getirmek için elimden gelenin en iyisini yaptım. Zihnimde oluşan tüm düşünceler derhal kafamın üzerindeki şelaleye katılıyordu. Hizmetçinin bana eğer hareket etmek istersem yalnızca kendime emir vermemin yeterli olacağını ve çizginin beni gitmek istediğim yere çekeceğini söylediğini zar zor duydum. Kendime emir veremeden önce sol tarafımda hafif ama ısrarlı bir çekiş hissettim. Önceleri yalnızca kafam sola doğru çekiliyormuş gibiydi, sonra bedenimin geri kalanı da yavaşça sola doğru yuvarlandı. Yana doğru dönüyormuşum gibi hissettim ama bedenimin hiç hareket etmediğini d uyum s uy o r d u m. Boynumun arkasında boğuk bir ses duydum ve açıldığın büyüdüğünü gördüm. Açıklığın içine sürünmek, içinden geçmek ve gözden kaybolmak istedim. İçimde derin bir hareket deneyimledim; farkındalığım kafamın üstündeki çizgi boyunca hareket etmeye başladı ve açıklıktan kaydı.

Kendimi dev bir mağaranın içindeymişim gibi hissettim. Mağaranın kadifemsi duvarları beni sarıp sarmaladı; içerisi karanlıktı. Dikkatim parlak bir noktaya çekildi. Nokta, bir işaret kulesi gibi, ona odaklandığımda gözden kaybolup yeniden görünür hâle gelerek titreşiyordu. Sonra önümdeki alan yoğun bir ışık tarafından aydınlatıldı. Ardından yavaş yavaş her şey yemden karardı. Soluğum tümüyle durmuş gibi görünüyordu ve hiçbir düşünce ya da görüntü siyahlığı bozmuyordu. Artık bedenimi hissetmiyordum. Son düşüncem eriyip yok olduğumdu.

Boş bir patlama sesi duydum. Düşüncelerimin hepsi birden bir dağdan üzerime dökülen kayalar gibi geri döndü ve bunlarla birlikte yerin sertliğinin, bedenimin katılığının ve ayak bileklerimi ısıran bir böceğin farkındalığı geldi. Gözlerimi açtım ve etrafıma bakındım; hizmetçi ayakkabılarımı ve çoraplarımı çıkarmıştı ve beni kendime getirmek için ayak tabanlarıma bir sopayla vuruyordu. Ona olanları anlatmak istedim ama kafasını sallayarak beni durdurdu.

Beni, “Yeniden katı olana kadar konuşma ve hareket etme,” diye uyardı. Gözlerimi kapamamı ve karnımdan solumamı söyledi.

Gücümü geri kazandığımı hissedinceye kadar yerde yattım ve ardından kalkıp bir ayağın gövdesine yaslanarak oturdum. Ona bir şey sormadan önce Hizmetçi bana, “Siyahlıkta bir çatlak açtın ve çiftin sola kaydı ve sonra çatlaktan çıktı,” dedi.

Ona, “Kesinlikle bir kuvvetin beni çektiğini hissettim,” dedim. “Ve yoğun bir ışık gördüm.”

Sanki neden söz ettiğimi çok iyi biliyormuş gibi, “O kuvvet senin dışarı çıkan çiftindi,” dedi. “Ve ışık da çiftin gözüydü. Bir yıldan fazla zamandır özetleme çalışması yapmakta olduğun için aynı zamanda enerji hatları yayıyordun ve şimdi bunlar kendilerini hareket ettirmeye başladı. Ama hâlâ konuşmak ve düşünmekle uğraştığın için o enerji hatları bir gün hareket edecekleri kadar kolayca ve bütünüyle hareket etmiyor.”

Bana özetleme yaparken enerji hatlarımı yaydığımı söylemekle ne demek istediği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ondan bunu açıklamasını istedim.


Emilito, “Açıklanacak ne var ki?” dedi. “Bu bir enerji meselesi; özetlemeyle daha fazla enerji geri çağırıldıkça o geri gelen enerjinin senin çiftini beslemesi kolaylaşıyor. Enerji hatlarını yayman dediğimiz şey, çifte enerji göndermektir. Enerjiyi gören biri onu, fiziksel bedenden dışarıya çıkan çizgiler olarak görür.”

“Ama benim gibi enerjiyi göremeyen biri için ne anlama geliyor?”

Emilito, “Enerjin ne kadar fazla olursa,” diye açıkladı, “olağandışı şeyleri algılama kapasiten de o kadar fazla olur.”

Şaka yapmaya çalışmaksızın, “Sanırım bana olan şu, enerjim ne kadar fazla olursa, ben de o kadar çıldırıyorum,” dedim.

“Kendini boş yere yorma. Algılama en büyük gizemdir çünkü o tümüyle açıklanabilecek bir şey değildir. İnsan olarak büyücüler algılayan yaratıklardır ama algıladıkları şeyler ne iyi ne de kötüdür; her şey yalnızca algıdır. Eğer insanlar, disiplin yoluyla, izin verilenden fazlasını algılayabilirlerse, güçleri artar. Ne demek istediğimi anlıyor musun?”

Emilito bu konuda bir tek kelime daha söylemeyi reddetti. Onun yerine beni, evin içinden geçirerek ön kapıdan ağacıma götürdü. Üstteki dalları göstererek, bu ağacın içinde oturulacak yerler olduğu için onun bir paratoneri olduğunu söyledi.

Emilito, “Bu bölgede şimşekler ani ve tehlikelidir,” dedi. “Bir damla bile yağmur yağmadan şimşekler çakar. Onun için yağmur yağdığında ya da gökyüzünde çok fazla kümülonimbus bulutlar olduğunda ağaç eve git.”

“Gökte çok fazla ne olduğunda?” diye sordu.

Emilito güldü ve sırtıma nazikçe vurdu. “Nagual Julian beni ağaç eve koyduğunda, bana aynı şeyi söylemişti ama o zaman ona ne demek istediğini sormaya cesaret edememiştim. O da bana aynı şeyi söylemişti ama o zaman onun ne demek istediğini sormaya cesaret edememiştim. O da bana söylemedi. Çok sonra fırtına bulutları demek istediğini öğrendim.”

Emilito benim korkmuş görünmeme güldü. “Şimşeğin ağaca düşmesi tehlikesi var mı?” diye sordum.

“Aslında var ama senin ağacın güvenlidir,” diye yanıtladı. “Şimdi hava hâlâ aydınlıkken oraya çık.”

Kendimi yukarıya çekmeden önce, Emilito bana çatlatılmış ama kabukları soyulmamış bir torba ceviz verdi. Bana eğer ağaçta yaşayan birisi olacaksam bir sincap gibi azar azar yemem ve geceleri hiçbir şev yememem gerektiğini söyledi.

Ona bunun benim için sorun olmadığını çünkü zaten yemek yemeyi hiçbir zaman sevmediğimi söyledim.

Emilito kıkırdayarak, “sıçmayı sever misin?” diye sordu. “Umarım sevmiyorsundur çünkü ağaç evde yaşamanın en zor bölümü bağırsaklarını boşaltman gerektiği zamandır. İnsan dışkısıyla uğraşmak zordur. Benim felsefem ne kadar az dışkın olursa, senin için o kadar iyi olacağıdır.”

Emilito kendi sözlerini o kadar komik buldu ki, iki katı fazla gülmeye başladı. Hâlâ kıkırdarken arkasını döndü ve beni onun felsefesi üzerinde düşünmem için yalnız bıraktı.



Sessizbilgi Listele - - - - - Yeni Siteye Dön