Eski SessizBilgi - - - - - Yeni SessizBilgi
Alt Limit:
Kaç tane -->

gecisler teknikler yontemler


***“Uyurken başına bir saçbandı taksana,” dedi don Juan.

“Saçbandı takmak iyi bi taktiktir, ama ben veremem sana, zira sen kendi bandını sil baştan kendin yapmalısın. Ama rüya görmede onun bi suretini göresiye kadar saç bandını yapamazsın. Anladın mı? Saç bandının belli bi surete göre yapılması gerekir. Başın üst bölümünü sıkıca kavrayacak şekilde bi sırımı da olmalıdır. Başı sıkıca tutan bi kep şeklinde de olabilir. İnsan başına bi erk nesnesi geçirince rüya görme daha kolaylaşır. Uyurken başına bi şapka giyebilir ya da bi rahip gibi bi kukuleta da geçirebilirsin, ama bu şeyler yoğun rüyalara neden olurlar, rüya görmeye değil.”



***Bir keresinde de, eğer bedenimi dinlendirip zindeliğe kavuşturmak istiyorsam, yüzüm sola dönük, karınüstü yatıp ayaklarımı da yatağın ayakucunda sarkıtmamı öğütlemişti. Üşümemek içinse bir yastığı, ensemi örtmeksizin omuzlarımın üzerine koyarak uzun şekerlemeler yapmalı, bu sırada ya kalın çoraplar giymeli ya da ayakkabımı çıkarmamalıymışım. Bu öneriyi ilk duyduğumda şaka yaptığını düşünmüştüm, ama sonra fikrim değişti. O şekilde uyumak olağanüstü iyi dinlenmemi sağlıyordu. Bu şaşırtıcı sonuçları ona anlattığımda, önerilerine inansam da inanmasam da, sorgulamadan harfiyen uymamı salık verdi.



***Clara benden oturmamı istedi, çünkü bana yanlış ikiciliğimizi silmek için gereken başka bir beden hareketi gösterecekti. Benden burnumun ucuna bakacağım biçimde sırtım dik ve gözlerim biraz kısık olarak oturmamı istedi.

Söze “Bu soluk elbiseler olmadan yapılmalı,” diye başladı. “Ama seni gündüz gözü avluda çırılçıplak soymak yerine, bir istisna yapacağız. Önce, derin bir soluk al, havayı sanki vajinandan soluyormuşsun gibi çek. Karnını içeri çek ve havayı omurgan boyunca, böbreklerini geçerek kürek kemiklerinin arasındaki bir noktaya kadar çek. Havayı orada bir an için tut, sonra onu daha da yukarı, kafanın arkasına kadar çıkar, sonra da kafanın üstünden kaslarının arasındaki noktaya kadar getir.”

Clara soluğumu orada bir an için tuttuktan sonra, havayı zihnimle bedenimin ön tarafına, önce göbeğimin hemen altına, sonra turun başladığı vajinama yönlendirirken burnumdan soluk vermemi söyledi.

Solunum alıştırmasını yapmaya başladım.

Clara elini omurgamın altına koydu, sonra sırtımdan yukarı giden bir çizgiyi izledi, elini kafamın üstünden geçirdi ve kaslarının arasındaki noktaya hafifçe bastırdı. “Soluğunu buraya getirmeye çalış,” dedi. “Gözlerini yarı kapalı tutmanın nedeni havayı sırtından yukarıya ve kafanın üzerinden bu noktaya dolaştırırken burun direğine konsantre olabilmen ve ayrıca bakışlarını soluğunu bedeninin ön tarafından asam, cinsel organlarına döndürürken yönlendirebilmede kullanmalıdır.”


Clara soluğu bu biçimde dolaştırmanın dışsal yıkıcı etkilerin bedenin enerji alanına girmesini önleyen içine işlenemez bir kalkan yarattığını; ayrıca yaşamsal enerjinin dışarıya doğru dağılmaktan alıkoyduğunu söyledi. Clara soluk alma ve soluk vermenin sessiz olması gerektiğini ve solunum alıştırmasının kişi ayakta dururken, otururken ya da yatarken yapılabileceğini, ama başlangıçta bir minderin ya da sandalyenin üstünde otururken yapmanın daha kolay olacağını vurguladı.



***Kalkıp don Juan’ın yanına gittim. Onu koltukta.kestirirken buldum. Yanına geldiğimde tamamen uyanmıştı. “Günaydın,” dedim.

“Uykusuzluk gibi bir sorunun yok anlaşılan,” diye söylendim.

“Korktuğun ya da huzursuzlandığın zamanlar uzanarak uyumaya çalışma,” dedi bana bakmaksızın. “Benim yaptığım gibi, yumuşak bi koltukta oturarak uyu.”



***“Belirli biçimde yürümek, tonalı doldurur?” dedi don Juan. “Hatta taşırır. Tonalın dikkati, onun yarattığı şeylerin üzerinde olmalıdır, anlıyor musun? Aslında, dünyanın düzenini oluşturan da bu dikkattir; işte, tonal, dünyasını sürdürebilmek amacıyla onun nesneleri üzerinde dikkatini sürdürmelidir, ve en önemlisi de, dünya görüşünü içsel söyleşi olarak desteklemelidir.”

Don Juan, doğru yürüme biçiminin bir bahane olduğunu açıkladı. Savaşçı, öncelikle parmaklarını kıvırarak dikkati kollarına çekermiş; ardından, gözü odaklamadan, doğrudan önünde, ayağının ucuyla, ufuk arasında oluşan yaydaki herhangi bir noktaya bakarak “tonal”ını gerçekten malumatla doldurup taşırımıış. "Tonal", betimlemesinin öğeleriyle bire bir ilişkiyi kesmek zorunda kalınca, kendisiyle konuşamaz, böylece kişi de sessiz kalırmış.

Don Juan parmaklarının konumunun önem taşımadığını, yapılacak tek şeyin parmakları alışılmadık biçimlerde kıvırarak, dikkati kolların üstüne çekmek olduğunu, ve gözleri odaklamaksızın, sayısız dünya nesnesini, onlara anlam yüklemeksizin saptamanın önemini açıkladı. Bu konumdaki gözlerle, olağan görüntüden kaçan ayrıntıların da yakalandığını ekledi.



***Ona benim görüşüme göre onun görkemli, gerçekten de çok ilham verici bir kişi olduğunu söyledim. Hiçbir değeri olmadığını nasıl söyleyebilirdi?

“Bunların hepsi çok basit,” diye açıkladı. “Pozitif ve negatif güçler dengede olduğu sürece, bunlar birbirlerini götürür ve bu da benim değerimin sıfır olduğu anlamına gelir. Bu aynı zamanda birisi beni eleştirdiğinde asla kızamayacağım, ne de birisi beni övdüğünde bundan hoşnut olmayacağım anlamına gelir.”



***Sonra karanlıkta yürümenin özel bir yöntemini göstermeye başladı, don Juan bu yönteme “erk tırısı” diyordu. Önümde eğilerek, bedeninin aldığı pozisyonu anlayabilmem için ellerimi sırtında ve dizlerinde dolaştırttı. Don Juan’ın gövdesi hafifçe öne eğik duruyordu, ama belkemiği düzdü. Dizleri de hafifçe bükülmüştü. Her adım atışında dizlerini handıysa göğsüne kadar kaldırdığını görebileyim, diye önümde yavaş yavaş yürüdü. Sonra hakikaten koşarak gözden kayboldu, ve gene döndü. Zifiri karanlıkta öyle nasıl koşabileceğini havsalam almıyordu.

“Erk tırısı geceleyin koşmaya yarar,” diye fısıldadı kulağımın içine.



***Clara yemek yeme çubuklarını bıraktı ve parmaklarını sanki masa örtüsünün üstünde gölgeden resimler yapıyormuş gibi bükmeye başladı. Onun her an bir tavşan ya da kaplumbağa yapmasını bekliyordum.

Sessizliği bozarak, “Ne yapıyorsun?” diye sordum. .

“Bu bir iletişim biçimidir,” diye açıkladı, “ama insanlarla değil, istenç dediğimiz güçle.”

Clara serçe parmaklarını ve işaret parmaklarını uzattı, sonra başparmağını kalan iki parmağının ucuna değdirerek bir çember yaptı. Bana bunun o gücün dikkatini çekmek ve onu parmak uçlarında biten ya da başlayan enerji hatları yoluyla bedene girmesini sağlamak için yapılan bir işaret olduğunu söyledi.

Bana hareketi yeniden göstererek “Eğer onları bir anten gibi uzatırsan enerji işaret parmağı ve serçe parmağı yoluyla gelir,” diye açıkladı. “Sonra enerji diğer üç parmakla yapılan çember tarafından hapsedilir ve içeride tutulur.”

Bunun özel bir el pozisyonu olduğunu, bununla bedenimize onu sağaltmak ya da güçlendirmek, ya da hislerimizi ve alışkanlıklarımızı değiştirmek için yeterli kadar enerjiyi çekebileceğimizi söyledi.



***Bana ayaklarımı akan suyun içine koymamı ve dipteki düz kayaları hissetmemi söyledi.

Su buz gibi soğuktu ve istemeden titrememe neden oldu.


“Ayaklarını ve ayak bileklerini saat yönünde daireler çizecek biçimde hareket ettir,” diye öneride bulundu. “Bırak akan su yorgunluğunu alıp götürsün.”

Ayak bileklerimle daireler çizmeye başladıktan birkaç dakika sonra, tazelenmiş hissettim ama ayaklarım neredeyse donmuştu.

Clara, “Şimdi bütün gerginliğinin ayaklarına aktığını hissetmeye çalış, sonra onu ayak bileklerini yana doğru silkeleyerek dışarı at,” dedi. “Böylece üşümeden de kurtulursun.”

Suya ayaklarımla vurmaya ayaklarım uyuşana kadar devam ettim. Ayaklarımı sudan çıkartarak “Bunun ise yaradığını sanmıyorum, Clara,” dedim.

“Bu gerginliği kendinden uzağa yönlendiremediğin için,” dedi. “Akan su yorgunluğu, üşümeyi, hastalığı ve istenmeyen her şeyi alıp götürür, ama bunun olması için, istencini kullanmalısın. Yoksa suya ayaklarımla vurmaya su akıp kuruyana kadar devam edebilirsin ama bir sonuç alamazsın.”

Clara eğer birisi bu alıştırmayı yatakta yaparsa, bir akarsuyu görselleştirmek için hayal gücünü kullanması gerektiğini ekledi.

Ceketin yakasıyla ayaklarımı kurularken “ 'İstencini kullanmak' ile tam olarak ne demek istedin?” diye sordum. Ayaklarımı güçlüce ovduktan sonra, sonunda ısındılar.

“istenç evreni ayakta tutan güçtür,” dedi. “İstenç her şeye odak veren kuvvettir. İstenç dünyayı yaratır.”



***"Bir şeyi anlamanın en iyi yolu, elbette, yatakta olmaktır," dedi bana bir seferinde. Yatağına uzanmış, başını bir iki yastığa yaslamış, sağ bacağını sol bacağının üstünden atarak bileğini sol bacağının kabarık diz kısmına dayamıştı.

Bu saçma okuma pozisyonu üstünde pek düşünmemekle birlikte kendi başıma kaldığımda bunu uygulamaya başladım.”



***Clara bana gevşememi ve derin soluklar almamı söyledi çünkü bana içsel duyuşumu nasıl geliştireceğimi gösterecekti, “çünkü kişi ruhun isteklerini,” dedi, “içsel kulakla ayırt edebilir.”

“Soluduğunda, enerjinin kulaklarından dışarıya akmasına izin ver,” diye sürdürdü.

“Bunu nasıl yapabilirim?” diye sordum.


“Soluk verdiğinde, dikkatini kulak deliklerine sabitle ve istencini ve konsantrasyonunu akışı yönlendirmede kullan.”

Clara bir süre ben devam ederken yanlışlarımı düzelterek çalışmamı izledi. “Ağzın kapalı olarak ve dilin damağına değerken burnundan soluk ver,” dedi. “Gürültüsüzce soluk ver.”

Birkaç denemeden sonra, kulaklarımın açıldığını ve sinüslerimin temizlendiğini hissedebiliyordum.

Sonra Clara bana avuçlarımı ısınana kadar birbirine sürtmemi ve sonra onları parmak uçlarım kafamın arkasında neredeyse birbirine dokunacak biçimde kulaklarımın üzerine koymamı söyledi.

Bana söylediği gibi yaptım. Clara kulaklarıma hafif, dairesel baskı kullanarak masaj yapmamı önerdi; sonra, kulaklarım hala örtülüyken ve işaret parmaklarım orta parmaklarımın üzerinde dururken, kulaklarımın arkasına işaret parmaklarımla aynı anda fiske vurmamı söyledi. Parmaklarımla fiske vurduğumda, kafamın içinde yankılanan boğuk bir çanın sesini duydum. Ellerimi kulaklarımdan çektiğimde, daha önce tüm sesler karışık ve boğuk olduğu halde çevredeki en küçük sesleri bile duyabildiğimin farkına vardım.

Clara, “Şimdi, kulakların açılmışken, belki de ruhun sesini duyabilirsin,” dedi. “Ama ağaçların üstünden bir bağırma geleceğini sanma. Bizim ruhun sesi dediğimiz şey daha çok bir çeşit duygudur. Ya da bu birdenbire aklına gelen bir fikir olabilir. Bu bazen belirsiz bir biçimde tanıdık olan bir yere gitme isteği gibi, ya da yine belirsiz bir biçimde bildik bir şeyi yapma isteği gibi olabilir.”


Rahatsız beden hareketlerim Clara'ya ipucu vermiş olmalıydı, çünkü yeniden konuşmaya başladı. “Ruhun sesi boşluktan gelir,” diye sürdürdü. “O sessizliğin derinliklerinden, olmamanın dünyasından gelir. O ses yalnızca biz tümüyle sakin ve dengede olduğumuzda duyulabilir.”



***Don Juan içsel sessizliğe ulaşmamı kolaylaştırmak için yatağımda özel bir oturma biçimi öğretmişti bana; dizlerimi kırarak ayak tabanlarımı birbirine dayıyor, ayak bileklerimden tutarak iki ayağımı birbirine doğru bastırıyordum. Bana bir de kalın tahta parçası vermişti, nereye gidersem gideyim onu yanımda taşıyordum. Yaklaşık otuz beş santim boyunda kesilmişti, ve ayaklarımın arasına yere koyduğum zaman yastık kaplı olan bir ucu bedenim öne doğru yattığında tam alnımın değeceği yere denk gelip başımın ağırlığını desteklemek üzere yapılmıştı. Bu pozisyonu aldığımda daima birkaç saniye içinde uykuya dalardım.



***Bir erkeğin güç depolaması için sırtüstü yatıp dizlerini, ayak tabanları birbirine değinceye kadar bükmesi gerektiğini söyledi. Kolları düzgünce uzatmak, bileklerden itibaren dikey biçimde kaldırmak ve parmakları da pençe konumuna getirmek gerekiyordu.



***Nagual, güç kazanmanın en iyi yolunun güneş ışığının gözümüze girmesini sağlamak olduğunu söyledi, özellikle de sol gözümüze."

Buna ilişkin hiçbir şey bilmediğimi söyledim, o da don Juan’ın onlara öğrettiği bir yöntemi betimlemeye koyuldu. Daha konuşmasını bitirmeden, don Juan’ın aynı yöntemi bana da öğrettiğini anımsadım. Yarı kapalı gözlerle, başı sağdan sola devindirerek güneş ışığını yakalamak gerekiyordu. Kişinin bunu salt güneş ışığıyla değil, gözde parlayan her türlü ışıkla da gerçekleştirebileceğini söylemişti.



***Nagual, güç kazanmanın en iyi yolunun güneş ışığının gözümüze girmesini sağlamak olduğunu söyledi, özellikle de sol gözümüze."

Buna ilişkin hiçbir şey bilmediğimi söyledim, o da don Juan’ın onlara öğrettiği bir yöntemi betimlemeye koyuldu. Daha konuşmasını bitirmeden, don Juan’ın aynı yöntemi bana da öğrettiğini anımsadım. Yarı kapalı gözlerle, başı sağdan sola devindirerek güneş ışığını yakalamak gerekiyordu. Kişinin bunu salt güneş ışığıyla değil, gözde parlayan her türlü ışıkla da gerçekleştirebileceğini söylemişti.



***“Uyurken başına bir saçbandı taksana,” dedi don Juan.

“Saçbandı takmak iyi bi taktiktir, ama ben veremem sana, zira sen kendi bandını sil baştan kendin yapmalısın. Ama rüya görmede onun bi suretini göresiye kadar saç bandını yapamazsın. Anladın mı? Saç bandının belli bi surete göre yapılması gerekir. Başın üst bölümünü sıkıca kavrayacak şekilde bi sırımı da olmalıdır. Başı sıkıca tutan bi kep şeklinde de olabilir. İnsan başına bi erk nesnesi geçirince rüya görme daha kolaylaşır. Uyurken başına bi şapka giyebilir ya da bi rahip gibi bi kukuleta da geçirebilirsin, ama bu şeyler yoğun rüyalara neden olurlar, rüya görmeye değil.”


***Don Juan’ın ikinci dikkat adını verdiği bilinç tortusu, yapmama uygulamalarıyla harekete geçiriliyor ve durduruluyordu. Rüya görmenin ortaya çıkmasında başlıca yardımın zihinsel dinginliğin sağlanması olduğunu kabul ettik; don Juan bu duruma ‘içsel söyleşinin sona erdirilmesi’ ya da kendi kendine konuşmanın yapmaması adını veriyordu. Bu durum üzerinde ustalık kazanabilmem için don Juan bana, gözlerim ufuk çizgisinin tam üzerinde, millerce yol yürütmüştü. Yöntemi iki yönden etkiliydi. Yıllarca süren denemelerden sonra içsel söyleşilerimi sona erdirmeme yardımcı olmuş, dikkatimi eğitmişti. Don Juan beni uzun süre çevresel görüm üzerinde yoğunlaşma konusunda zorlayarak, dikkatimi tek bir etkinlik üzerinde yoğunlaştırabilme yeteneğimi geliştirmişti.

Daha sonra, dikkatimi denetim altında tutmayı başarıp belirli bir iş üzerinde yoğunlaşarak saatlerce çalışmayı başardığımda—-bunu daha önce asla becerememiştim—bana rüyaya girmenin en iyi yolunun dikkati göğüs kafesinin ucunda, midenin üst bölgesi üzerinde yoğunlaştırmak olduğunu söylemişti. Belirttiğine göre rüya görmek için gerekli olan dikkat bedenin bu bölgesinden kaynaklanıyormuş. Rüyaya doğru ilerleme ve arayış için gerekli olan enerji, göbek deliğinin dört beş santim üzerinde yer alan bölgeden yayılıyormuş. O, bu enerjiye istenç ya da seçme, bir araya getirme gücü adını veriyordu. Kadında ise, rüya görme için gereken dikkat de enerji de rahimdeymiş.

“Bir kadının rüyalarının rahminden geldiğinden hiç şüphe yok, çünkü kadın bedeninin merkezi rahimdir,” dedi la Gorda. “Benim durumumda, bir rüyaya başlamak ya da onu sona erdirmek için yapmam gereken tek şey dikkatimi rahmin üzerinde odaklamaktır. Bunu rahmimin içinde hissetmeyi öğrendim. Bir an kırmızımsı bir parıltı görüyorum ve dalıp gidiyorum.”

“O kırmızımsı parıltıyı görmen ne kadar sürüyor?” diye sordum.

“Bir kaç saniye. Dikkatimi rahim üzerinde odaklamamla rüyaya dalıp gitmem bir oluyor,” diye devam etti. “Kadınları hiç uğraştırmaz bu. Bir kadın için en zor olan, nasıl başlanacağını öğrenmektir; içsel söyleşimi susturup dikkatimi rahmin üzerinde yoğunlaştırabilmek birkaç yılımı aldı. Belki de bir kadının her zaman kendisini kışkırtacak birine gereksinim duymasının nedeni bu.

“Nagual, bedenimin o bölgesini hissedebilmem için göbeğimin üzerine soğuk, ıslak çakıl taşları ya da bir ağırlık yerleştirirdi; bana bir kurşun parçası bulmuştu bu iş için. Gözlerimi kapatmamı, dikkatimi o nokta üzerinde odaklamamı söylerdi. Her seferinde uykuya dalardım. Ancak bu onu rahatsız etmezdi. Dikkati rahmin üzerinde odaklaştığı sürece kişinin ne yaptığı önemli değilmiş. En sonunda, üzerine hiçbir şey yerleştirilmeden de o nokta üzerinde yoğunlaşmayı öğrendim ve bir gün tek başıma rüyaya dalmayı başardım. Göbeğimde, Nagual’ın birçok kez ağırlığı yerleştirmiş olduğu noktayı hissediyordum, sonra birdenbire her zaman olduğu gibi uykuya daldım ama bir şey tam rahmime doğru beni çekiyordu. Kırmızımsı parıltıyı gördüm ve daha sonra görebileceğin en güzel rüyaya daldım. Ancak, gördüklerimi don Juan’a anlatmaya çalıştığımda bunun sıradan bir rüya olmadığını anladım. Ona rüyamın ne olduğunu anlatabilmem olanaklı değildi; kendimi mutlu ve güçlü hissediyordum. Bunun üzerine, bana tüm bunların bir rüya olduğunu söyledi.

“O günden sonra bir daha hiç üzerime ağırlık koymadı. Herhangi bir müdahale olmadan rüya görebiliyordum. Zaman zaman bana gördüklerimi kendisine anlattırır, sonra da talimatlar verirdi. Rüya görmeyle yönlendirme bu olmalı. La Gorda’nın dediğine göre don Juan kendisine, dikkati sabit durumda kalmaya zorladığı sürece her şeyin rüya görmeye yardımcı olan bir yapmama olabileceğini söylemişti. Örneğin don Juan, kendisiyle birlikte diğer çömezler yapraklara ve kayalara bakmalarını söylemiş, Pablito’yu kendi yapmama yöntemini geliştirmesi için teşvik etmişti. Pablito işe, geri geri yürüme yapmamasıyla başlamıştı. Yönünü belirleyebilmek, bir şeye çarpmamak için arada bir sağma soluna göz atıyordu. Ona dikiz aynası kullanmasını önerdim. O da bu fikrimden yola çıkarak, kendine üzerinde yüzünden on iki santim uzaklıkta, göz hizasının beş santim altında iki aynayı tutan bir bölümün eklendiği tahta bir miğfer yaptı. İki ayna, onun önünü görmesini engellemiyorlardı ve bir yan açı oluşturacak biçimde konumlandırıldıkları için de, arkasını tam olarak görebilmesini sağlıyorlardı. Pablito, 360 derecelik bir bakış açısına sahip olmakla övünüyordu. Bu buluşun yardımıyla Pablito, canı istediği zaman herhangi bir mesafeyi geri geri kat edebiliyordu.

Kişinin rüya görmek için kendisi için belirlemiş olduğu konum da çok önemli bir konuydu.

“Bunu Nagual bana daha önce neden söylemedi bilmiyorum,” dedi la Gorda, “ama bir kadın için başlangıçta en uygun konum dikkati rüya görme üzerinde odaklandıktan sonra bedeninin yere düşmesini sağlayacak biçimde bağdaş kurmasıdır. Nagual bana bunu başladıktan neredeyse bir yıl sonra söylemişti. Şimdi, o pozisyonda bir an kalıyorum, rahmimi hissediyorum ve hemen rüya görmeye başlıyorum.


***Büyük önem taşıyan bir diğer konu da rüya görmenin zamanlamasıydı. Don Juan bize, rüya görme için en uygun zamanın gecenin geç saatleri ya da sabahın erken saatleri olduğunu belirtmişti. Bu saatleri tercih etmesini büyücünün bilgilerinin kılgısal uygulanması adını verdiği süreçle açıklıyordu. Söylediğine göre, sosyal bir ortamda rüya gören kişinin, tek başına ve her türlü müdahaleden uzak kalabileceği koşulları sağlaması gerekiyormuş. Müdahale derken belirtmek istediği, diğer insanların varlıkları değil, onların dikkatleriyle ilgiliymiş. Don Juan’a göre, dünyadan kaçmak ve gizlenmek anlamsızdı. Ona göre kişi terk edilmiş, ıssız bir yerde bile olsa, diğer rüya görücülerin dikkatleri bize müdahalede bulunmayı sürdürürmüş, çünkü birinci dikkatlerinin sabitleştirilmesi engellenemezmiş. İnsan bulunduğu yerde ancak, birlikte olduğu kişilerin büyük bir bölümü uykuya daldığında birinci dikkatin sabitleştirilmesinden kısa bir süre için kendini kurtarabilirmiş. Bu saatler çevremizdeki insanların birinci dikkatlerinin uykuya daldığı zamanmış.


***“Vazgeç!” dedi don Juan buyurgancasına. “Hiçbi şeye yaramaz. Seninkisi sırf, kendini rüya görmenin amacı olan denetimden, erk olgularından saptırmak.”

Don Juan yere uzanarak yüzünü şapkasıyla örttü; bana bakmaksızın konuşmasını sürdürdü.

“Uygulaman gereken yöntemlerin hepsini gene anımsatayım sana,” dedi. “Önce bakışlarını başlangıç noktası olarak ellerinin üzerine odaklamalısın. Sonra bakışlarını başka nesnelere doğru çevirir, onlara kısa nazarlarla bakarsın. Mümkün olduğunca çok şey üzerinde odaklanmalısın. Unutma ki kısa sürelerle baktığın zaman imgeler yer değiştirmez. Ardından, gene ellerine dönersin.

“Ellerine her bakışında rüya görme için gereken erki yenilemiş olursun—onun için başlangıçta çok fazla şeye bakma. Her seferinde dört nesne yeter. Sonraları, istediğin şeyi kapsayana dek genişletirsin alanını; ama imgeler yer değiştirmeye başlar başlamaz ya da denetimi yitirdiğini gördüğünde gene ellerine dönersin.

“Nesnelere biçimsizcesine bakabildiğini gördüğünde yeni bi yönteme hazırsın demektir. O yeni yöntemi sana şimdi öğreteceğim, ama onu yalnızca hazır olduğumda uygulayasın.”

On beş dakika kadar bir şey demeden kaldı. Sonunda uzandığı yerden kalkıp oturdu ve yüzüme baktı.

“Rüya görmeye geçmenin izleyen aşaması yolculuk yapmayı öğrenmektir,” dedi. “Ellerine bakmayı nasıl öğrendiysen, hareket etmeyi de, bi yere gitmeyi de istencini kullanarak başarabilirsin. Önce gitmeyi istediğin bi yer belirlemen şart. İyi bildiğin bi yeri seç—örneğin okulunu, ya da bi parkı, bir arkadaşının evini falan— sonra da istencini kullanarak oraya gitmeye çalış.

“Çok zor bi yöntemdir bu. İki koşulu yerine getirmen gerekir: o belli yere gitmek amacıyla istencini kullanmak; sonra da, bu yöntemde ustalaştığın zaman, yolculuğunun zamanını tam olarak denetlemeyi öğrenmek.”


***Don Juan gündüz vakti şekerleme yaparken “rüya görme”ye çalışmamı, seçtiğim yeri gerçekten, “rüya görme” sırasında olduğu gibi gözümün önünde canlandırıp canlandıramadığımı araştırmamı önerdi. Geceleyin “Rüya görmede” duyumsanan şeyin “rüya görmenin” cereyan ettiği günün zamanına uygun olması gerektiğini anlattı; aksi takdirde insanın gözünün önünde canlandırmış olduğu şeyler “rüya görme” değil, sıradan rüyalar olurmuş.

“Kolaylık sağlamak amacıyla, gitmek istediğin yere ait olan belli bi nesne seçmeli, dikkatini onun üzerinde odaklamalısın,” diye sürdürdü. “Örneğin, burada bu tepenin doruğunda, belirli bi çalı parçasını belleğinde yer edene dek gözlemlemelisin. Rüya görme sırasında o çalıyı anımsayarak ya da oturduğumuz şu kayayı anımsayarak, ne bileyim burdaki başka herhangi bi şeyi anımsayarak hemen buraya gelebilirsin. Rüya görme sırasında, örneğin böyle bi erk yerine odaklanabilirsen oraya gidebilmen daha kolay olur. Ama buraya gelmek istemiyorsan, başka herhangi bi yeri kullanabilirsin. Ola ki senin gittiğin okul senin için bi erk yeridir. Kullan orayı. Dikkatini ordaki herhangi bi nesne üzerinde yoğunlaştır, sonra rüya görme sırasında onu bul.

“Anımsayacağın belirli bi nesneden, ellerine dönersin, sonra başka bi nesneye, derken, bu şekilde sürdürürsün.


***“Her savaşçının kendine özgü bi rüya görmesi vardır. Her yöntem bi başkasından değişiktir. Hepimizin içine düştüğü bi tuzak var: küçük dalavereler çevirerek kendimizi bu serüvenden kopmaya zorlamak. Alınabilecek tek karşı önlem ise, her türlü engel ve umutsuzluğa karşın direncini yitirmemek.”

Ardından, rüya görme için konu seçebiliyor muyum, diye sordu. Bunu nasıl yapacağım hakkında en ufak bir fikrim olmadığını söyledim.

“Büyücülerin rüya görmeyle ilgili açıklaması şöyledir,” dedi, “bi savaşçı içsel söyleşisini kestiği anda zihnindeki bi imgeyi bilerek tutup, konusunu seçer. Başka bi deyişle, bi süre boyunca kendisiyle konuşmamayı becerebilir; ardından rüya görmede karşılaşmak istediği şeyi imge ya da konu olarak bi an boyunca bile olsa zihninde tutabilirse, istenen konuyu yakalar. Ayırdında değilsin ama, bunu yaptığına eminim.”


***Bir gün, la Gorda’ya, sıkıntılarımızı az da olsa dindirebilmek üzere, birlikte bir rüyaya dalmayı önerdim. Bu öneriyi dile getirdiğim an, günlerdir beni rahat bırakmayan iç sıkıntısından değişimi arzulama yoluyla büyük ölçüde kurtulabileceğimin bilincine varmıştım. Net bir şekilde anlamıştım ki, la Goıda ile aramızdaki sorun, farkında olmadan, sanki başka seçenek yokmuşçasına korku ve güvensizlik duyguları üzerinde odaklanmamızdan kaynaklanıyordu; oysa tüm deneyimlerimiz boyunca dikkatimizi tam aksi yönde, yaşadıklarımızın gizemi, olağanüstülüğü üzerinde yoğunlaştırmamız seçeneği, biz farkında olmasak da, her zaman var olmuştu.

La Gorda’ya kavradıklarımdan söz ettim. Hiç karşı çıkmadan benimle aynı fikirde olduğunu söyledi. Birdenbire canlanmış, sıkıntısı bir anda silinip gitmişti.

“Ne tür bir rüya görmeliyiz sence?” diye sordu.

“Kaç tür rüya vardır? diye sordum.

“Birlikte rüya görebiliriz,” diye yanıt verdi. “Bedenim bizim bunu daha önce önce yapmış olduğumuzu söylüyor. Topluca rüyaya dalmıştık. Bu bizim için çocuk oyuncağı olacak, tıpkı birlikte görmek gibi.”

“Ancak birlikte rüya görme için gerekli yöntemin ne olduğunu bilmiyoruz daha,” dedim.

“Birlikte görmenin de nasıl olduğunu bilmiyorduk, ama yine de gördük, diye yanıt verdi. “Eğer denersek başaracağımızdan eminim, çünkü bir savaşçı aşama aşama ilerlemez. Önemli olan kişisel erktir sadece. Ve şu anda biz buna sahibiz.

“İki farklı yerden başlamalıyız rüyalarımıza, bu iki yer birbirinden olabildiğince uzakta olmalı. Rüyaya ilk giren diğerini bekleyecek. Birbirimizi bulduğumuz an, kol kola gireceğiz ve birlikte derinliklere dalacağız.”

Rüyaya önce ben girecek olursam onu nasıl bekleyeceğimi bilmediğimi söyledim. Burada neyin olup bittiğini o da tam olarak açıklayamıyordu, ama söylediğine göre, diğer rüya göreni beklemeye Josefina ‘kapmak’ adını veriyordu. La Gorda, Josefina tarafından iki kez ‘kapılmıştı’. “Josefina bu eyleme ‘kapmak’ adını veriyordu, çünkü burada birimizin, diğerini kolundan yakalaması gerekiyor,” dedi la Gorda.

Daha sonra bana bu kapmanın nasıl yapıldığını göstermek üzere, sağ önkolunu benimkiyle kenetledi, öyle ki, her ikimiz de birbirimizin dirseklerinin altındaki bölümü sıkı sıkıya kavramıştık.

“Bunu rüya sırasında nasıl yapabileceğiz?” diye sordum. mnBence, rüya, akla gelebilecek en özel durumdu.

“Nasıl olacağım bilmiyorum, ama seni kapacağım,” dedi la Gorda. “Sanırım bedenim bunun nasıl olacağını biliyor. Bununla birlikte, konuştukça daha da zorlaşır bu iş.”


***Aklıma kazımaya çalışır gibi bağlanışın benzersiz bir güç olduğunu çünkü ya birleşim noktasına yardımcı olduğunu ya da alışıldık yerine yapışık tuttuğunu tekrarladı. Bağlanışın noktayı ayrı yerde oynamadan tutan özelliği, istenç ve onu kaydıran da niyetmiş . Akıldan çıkmayacak gizemlerden biri bağlanışın, kişisel olmayan kuvveti olan istencin her bireyin hizmetine giren kuvvet olan niyete dönüşmesiymiş.

“İşin garip yanı bu değişimin başarılmasının çok kolay olması,” diye sürdürdü. “Ama kolay olmayan, kendimizi bunun olanağı olduğuna inandırabilmek. İşte tam orada güvenlik pimimiz durur. İnandırılmamız gerekir. Ve hiçbirimiz bunu istemeyiz.”

Sonra bana, en keskin farkındalık durumumda olduğumu ve niyet edersem birleşim noktamı sol yanımın derinliklerine, rüya görme konumuna kaydırabileceğimi söyledi. Savaşçıların, rüya görmenin yardımı olmadan görmeyi denememesi gerekirmiş. Herkesin ortasında uyuyakalmanın, iyi yanlarımdan biri olamayacağı konusunda kuşkularımı belirttim. Birleşim noktasını doğal yerleşim yerinden uzağa oynatıp, yeni bir yerde sabit tutmanın uykuda olmak olduğunu söyleyerek açıklık getirdi; uygulamayla, görücüler uykuda olmayı ve yine de onlara hiçbir şey olmuyormuş gibi davranmayı öğrenirlermiş.

Bir anlık duraklamadan sonra, insanın kozasını görmek için kişinin insanlara arkadan, uzaklaşırken gözlerini dikmesi gerektiğini ekledi. İnsanlara yüz yüzeyken göz dikmek, insanın yumurtamsı kozasının önünde görücülerin ön panel dedikleri, koruyucu bir kalkan olduğundan yararsızmış. Bu, yayılımların kendinden kaynaklanan, hayatımız boyunca bizi koruyan kuvvetin karşı konulmaz saldırısına karşı neredeyse zaptedilmez, eğilmez bir kalkanmış.

Ayrıca bana vücudum donmuş gibi kaskatı kesilirse de şaşırmamamı söyledi; bunun aynı bir odanın ortasında duran birinin camdan dışarı sokağa bakışı gibi duyumsanacağım ve insanlar görme penceremden aşırı hızlı hareket edip geçeceğinden, hızın esas olduğunu söyledi. Sonra kaslarımı gevşetip iç söyleşimi kesmemi ve birleşim noktamı, içsel sessizliğin büyüsüyle sürüklenmeye bırakmamı istedi. Sağ yanım üstüne kalça kemiğim ve göğüs kafesim arasına nazik ama dayanıklı bir yumruk patlatmalıymışım.


***"Mükemmel rüya görme için yapman gereken ilk şey içsel söyleşini kesmektir," dedi bana bir keresinde. "Onu kesme konusunda en iyi sonuç şöyle alınır; parmaklarının arasına beş altı santim uzunluğunda kuartz kristalleri, ya da birkaç tane düzgün, ince ırmak çakıl taşı koy. Parmaklarını hafifçe kapatarak kristalleri ya da çakıl taşlarını sık."

Elçiye göre metal iğneler de, enleri ve boyları kişinin parmakları ile aynı olmak kaydıyla, aynı derecede etkiliydi. Yöntem, her iki elin parmakları arasında en az üç tane ince nesneyi sıkarak nerdeyse acı veren bir basınç yaratmaktan oluşuyordu. Bu basınç içsel söyleşiyi kesmek gibi garip bir özelliğe sahipti. Elçinin tercihi kuartz kristallerinden yanaydı; onların en iyi sonuçları verdiğini söylüyordu, ama başka herhangi bir şeyle çalışma yapmak da uygundu.

"Tam bir sessizlik anında uykuya dalmak, rüya görmeye mükemmel bir girişi garantiler," dedi elçinin sesi, "aynı zamanda kişinin rüya görme dikkatinin değerinin artmasını da garantiler."

"Rüya görücüler bir altın yüzük takınalı," dedi bir başka sefer de, "tercihen biraz sıkı olanından."

Elçinin açıklamasına göre böyle bir yüzük, rüya görmeyi bırakıp gündelik dünyamızda yüzeye çıkmak için, ya da gündelik bilincimizden çıkıp organik olmayan varlıkların âlemine gömülmek için bir köprü görevini yapıyordu.

"Bu köprü nasıl çalışıyor?" diye sordum. Ne olduğunu tam anlamamıştım.

"Parmakların yüzüğe teması bir köprü oluşturur," dedi, elçi." Bir rüya görücü benim dünyama yüzük takmış olarak girerse, yüzük dünyamın erkesini çeker ve onıı tutar; ve gereksinim olduğu zaman, yüzük o erkeyi rüya görücünün parmaklarına bırakır ve erke onu bu dünyaya geri getirir.

"Yüzüğün parmağı sıkması, rüya görücünün kendi dünyasına dönmesini sağlamada da aynı derecede etkindir. Ona parmağı üzerinde sürekli ve bildik bir duyum verir."


*** Zuleica bana, eğer rüya kapalı bir yerde gerçekleşecekse, bunun en iyi yolunun tam bir karanlık içinde dar bir yatağa uzanarak, üzerinde oturarak, daha iyisi, tabuta benzer bir sandığın içinde oturarak yapılması olduğunu söyledi. Dışarıdaysa rüya görmenin bir mağaranın korunaklılığında, su çukurlarının kumluk yamaçlarında ya da dağlık bölgelerde bir kayanın üzerine oturarak yapılabileceğini; ancak asla bir vadide düz bir zemin üzerinde, ırmakların, göllerin ya da denizin kenarında yapılmaması gerektiğini düşünüyordu; zira düz alanlar ve su kenarları, ikinci dikkatin tam karşıtıymışlar.



***Büyük önem taşıyan bir diğer konu da rüya görmenin zamanlamasıydı. Don Juan bize, rüya görme için en uygun zamanın gecenin geç saatleri ya da sabahın erken saatleri olduğunu belirtmişti. Bu saatleri tercih etmesini büyücünün bilgilerinin kılgısal uygulanması adını verdiği süreçle açıklıyordu. Söylediğine göre, sosyal bir ortamda rüya gören kişinin, tek başına ve her türlü müdahaleden uzak kalabileceği koşulları sağlaması gerekiyormuş. Müdahale derken belirtmek istediği, diğer insanların varlıkları değil, onların dikkatleriyle ilgiliymiş. Don Juan’a göre, dünyadan kaçmak ve gizlenmek anlamsızdı. Ona göre kişi terk edilmiş, ıssız bir yerde bile olsa, diğer rüya görücülerin dikkatleri bize müdahalede bulunmayı sürdürürmüş, çünkü birinci dikkatlerinin sabitleştirilmesi engellenemezmiş. İnsan bulunduğu yerde ancak, birlikte olduğu kişilerin büyük bir bölümü uykuya daldığında birinci dikkatin sabitleştirilmesinden kısa bir süre için kendini kurtarabilirmiş. Bu saatler çevremizdeki insanların birinci dikkatlerinin uykuya daldığı zamanmış.



***“Uyanıkken ki güçle ilgili deneyimlerimiz rüyalarda uygulanmaya konulmalıdır,” diye sürdürdü “ve rüyalarda deneyimlediğimiz herhangi bir güç biz uyanıkken kullanılmalıdır. Gerçekten önemli olan şey, kişi uyanık da olsa uykuda da olsa, farkında olmaktır.” Bana bakarak tekrarladı, “Önemli olan farkında olmaktır.”

Clara bir an için sustu, sonra bana tümüyle mantıksız gelen bir şey söyledi. “Örneğin, zamanın farkında olmak, yaşamını yüzlerce yıla uzatabilir.”

“Bu anlamsız,” dedim. “Bir insan nasıl o kadar uzun yasayabilir?”


Clara, “Zamanın farkında olmak bizim çabuk yaşlanmamızı ve birkaç on yıl içerisinde ölmemizi önleyen bir farkındalık durumudur,” diye açıkladı. “Kadim büyücülerden kalma bir inanç vardır, eğer bedenlerimizi silah gibi kullanabilseydik-ya da, modern terimlerle, eğer depolarımızı boşaltabilseydik-başka bir yerde gezmek için dünyadan dışarı kayabilirdik.”


***"Kişisel tarihi silme ve rüya görme, yalnızca bi yardımcı olmalıdır,” dedi. "Çömez, kendisini ölçülülükle, güçle desteklemelidir. Öğretmen, işte bu nedenle savaşçının yolunu, ya da savaşçı gibi yaşama öğretisini sunar.


***“Rüya görme, büyücülerce tasarlanmış kullanışlı bi yardımcıdır,” dedi. “Adamlar aptal değildi; ne yaptıklarını biliyorlardı, tonallarını terbiye ederek bi an için naguala gidip dönmenin, başka bi deyişle, bi an için kendilerini bırakıp sonra yeniden yapışmanın yararını görmüşlerdi. ‘Yapışmak’, bu deyim senin için bi anlam taşımıyor, biliyorum. Ama senin hep yaptığın şeydi o: keçileri kaçırmadan kendini kapıp koyvermek için kendini yetiştirmek. İşte, rüya görme de büyücülerin çabalarının doruğuna ulaşması, nagualın nihai kullanımıdır.”



***Clara avlunun kenarındaki koltuğa oturdu ve parlak siyah saçlarını fırçaladı. Sonra onları hepsi düzelene kadar parmaklarıyla düzeltti. Kendine çeki düzen vermeyi bitirdiğinde, sol avucunu alnına götürdü ve alnına daireler çizecek biçimde vurdu. Sonra elini kafasının üstüne ve boynunun arkasına götürdü, bilekleri ve parmaklarıyla havada fiskeler vurdu. Bu vurma ve fiskeleme serisini birkaç kez daha tekrar etti.

Onun hareketlerini izlemekten hayret içinde kalmıştım. Hareketlerinde dikkatsizce ya da gelişigüzel olan hiçbir şey yoktu. Bunları yoğun bir konsantrasyonla, sanki en önemli görevi yapıyormuş gibi yapıyordu.

Sessizliği bozarak, “Ne yapıyorsun?” diye sordum. “Kendine bir çeşit yüz masajı mı yapıyorsun?”

Clara bana baktı, diğer koltuğa geçti ve hareketlerini taklit etti. “Bu dairesel vuruşlar alında kırışıkların oluşmasını önler,” dedi. “Bu sana yüz masajı gibi görünebilir, ama değil. Bunlar büyücülük geçişleri, özel bir amaç için enerji toplamak için yapılan el hareketleri.”

Bileklerimden onun yaptığı gibi fiskeler vurarak, “Bu nasıl bir özel amaç?” diye sordum.

“Bu büyücülük geçişlerinin amacı kırışıkların oluşmasını önleyerek kişinin genç görünmesini sağlamaktır,” dedi.

“Bu amaca önceden karar verilmiştir, benim ya da senin tarafından değil, ama gücün kendisi tarafından.”


Clara her ne yapmaktaysa bunun ise yaradığını kabul etmek zorundaydım. Clara'nın yeşil gözlerini ve siyah saçlarını belirginleştiren harika bir teni vardı. Hep onun genç görünümünün Kızılderili genlerinin bir sonucu olduğunu düşünmüştüm. Onun bunu özel hareketler yoluyla bilerek yaptığı aklıma hiç gelmemişti.

“Bu büyücülük geçişlerinde olduğu gibi enerji toplandığında, ona güç deriz,” diye sürdürdü. “Bunu anımsa, Taisha, güç enerjinin, kendiliğinden ya da birisinin emriyle, toplanmasıdır.”

“Elimden gelen her şeyi senin küçük beynine sokmaya çalışıyorum çünkü tüm bu şeyleri bilmeni istiyorum. Bilgi enerjiyi toplar, onun için bilgi güçtür. Büyücülüğün işe yaraması için, istencimizi sonuca-unutma, amaca değil, büyücülük ediminin sonucuna yönelttiğimizde ne yapıyor olduğumuzu bilmek zorundayız. Eğer istencimizi büyücülük edimlerinin amacına yöneltseydik, büyücülük yapıyor olurduk ve seninle benim o kadar gücümüz yok.”

“İkimiz arasında bile, yeni bir amaç yaratmak için gereken büyük miktarda enerjiyi toplamalıyız demek istiyorum. Ama bireysel olarak, istencimizi bu büyücülük geçişlerinin sonuçlarına yöneltecek enerjiyi kesinlikle toplayabiliriz: bizim için kırışık yok. Bunların amacı-bizi genç ve genç görünümlü tutmak-belirlenmiş olduğu için, bizim tek yapabileceğimiz budur.”


“Bu sonucu daha önceden kadım büyücülerin istenci tarafından belirlenmiş olan özetleme gibi mi?” diye sordum.

Clara, “Kesinlikle,” dedi. “Tüm büyücülük edimlerinin istenci önceden belirlenmiştir. Bizim tek yapacağımız farkındalığımızı buna bağlamaktır.”

Koltuğunu benimkine yaklaştırdı öyle ki dizlerimiz neredeyse birbirine değecekti. Sonra iki başparmağını da diğer elinin avucuna güçlüce sürttü ve onları burun kemiğinin üzerine koydu. Parmaklarını hafif, düzenli vuruşlarla kaslarının üzerinden dışarıya sakaklarına doğru hareket ettirdi.

“Bu geçiş kaşlarında izlerin oluşmasını önler,” diye açıkladı.

İşaret parmaklarını, ateş yakmak iki çubuğu birbirine sürter gibi hızla sürttükten sonra, parmaklarını burnunun yanlarına getirdi ve birkaç kez yavaşça yanaklarına doğru hareket ettirdi.

Burun deliklerini bilerek tıkayarak, “Bu sinüs kanallarını temizlemek içindir,” dedi. “Burnunu çekmek yerine, bu hareketi yap.”


Benim burnunu çekmemden söz etmesi hoşuma gitmemişti, ama hareketi yaptım ve bu dediği gibi sinüslerimi temizledi.

“Sonraki hareket yanakların sarkmasını önlemek için,” dedi.

Avuçlarını birbirine sertçe sürttü ve ellerini uzun, sert vuruşlarla yanaklarından şakaklarına doğru kaydırdı. Bu hareketi hep yavaş, düzenli, yukarı doğru vuruşlarla altı ya da yedi kez yineledi.

Yüzünün kızarmış olduğunun farkına vardım, ama Clara durmadı. Elinin iç kenarını, başparmakları avucuna bükülmüş olarak, üst dudağının üstüne koydu ve burayı testereye benzeyen sert hareketlerle öne arkaya doğru ovdu.

Clara burunla üst dudağın birleştiği noktanın, sertçe ovulduğunda, enerjinin hafif, düzenli patlamalarla akacağını söyledi. Ama eğer daha büyük enerji patlamalarına gerek duyulursa, bunların üst dış etlerinin merkezindeki, üst dudağın altındaki ve burnun altında kalan noktaya sivri bir nesneyle bastırarak elde edilebileceğini söyledi.

“Eğer mağarada özetleme yaparken uykun gelirse, bu noktayı sertçe ov, bu seni bir süre için uyanık tutar,” dedi.

Üst dudağımı ovdum ve burnumun ve kulaklarımın açıldığını hissettim. Aynı zamanda damağımda hafif bir uyuşma hissi duydum.

Bu birkaç saniye sürdü ama soluğumu kesti. Bu bende sanki gizli bir şeyi açığa çıkarıyormuşum gibi bir his bıraktı.

Sonra, Clara işaret parmağını yeniden hızlı öne arkaya testereye benzer hareketlerle yanlara doğru çenesinin altına götürdü, çenenin altındaki noktayı uyarmanın sakin bir dikkatlilik durumu yarattığını açıkladı. Bu noktayı ayrıca yerde otururken çenemizi alçak bir masanın üzerine koyarak da uyarabileceğimizi ekle.


Onun önerisini dinleyerek, minderimi yere koydum ve üzerine oturdum ve çenemi tam yüzümün hizasındaki tahta sandığın üzerine koydum. Öne doğru eğilerek, Clara'nın gösterdiği çenedeki noktaya baskı uyguladım. Birkaç saniye sonra, bedenimin rahatladığını hissettim; iğne batması gibi bir his sırtımdan yukarı doğru çıkarak kafama ulaştı ve solunumum daha derin ve ritmik hale geldi.

Clara, “çenenin altındaki merkezi uyandırmanın bir başka yolu,” diye sürdürdü, “elleri çenenin altında birbirinin üstüne koyup yumruk yaparak karın üstü yatmaktır.”

Clara alıştırmayı yumruklarla yaparken, çenenin altında baskı yaratmak için onları sıkmayı ve sonra baskıyı azaltmak için gevşetmeyi önerdi. Yumrukları sıkıp gevşetmenin dilin altıyla doğrudan bağlantılı olan yaşamsal bir merkeze küçük enerji patlamaları gönderen ritmik hareketler yarattığını söyledi. Bu alıştırmanın dikkatle yapılması gerektiğini, yoksa kişinin boğazının ağrıyabileceğim söyledi.

Yeniden koltuğa oturmaya gittim.

Clara, “Sana gösterdiğim bu büyücülük geçişleri serisi,” diye sürdürdü, “masaja benzeyen hareketler olmaktan çıkana ve gerçekten olduğu şey haline, büyücülük geçişleri haline gelene kadar her gün yapılmalıdır. Beni izle!”

Onun bana gösterdiği hareketleri yinelediğini gördüm, ama bu kez parmaklarını ve ellerini dans ettiriyordu. Elleri yüzünün cildinin derinlerine isliyormuş gibi görünüyordu; bazen onları sanla teninin üzerinden kaydırırmış gibi hafifçe geçiriyordu, ellerini o kadar hızlı hareket ettiriyordu ki elleri gözden kaybolurmuş gibi oluyordu. Onun harika hareketlerini hipnotize olmuş gibi izliyordum.


Clara bitirdiği zaman, “Vurmanın bu yolu senin envanter defterinde kesinlikle yoktu,” diye güldü. “Bu büyücülüktür. Bu günlük yaşamın istencinden farklı bir istenci gerektirir.

Yüzümüzde oluşan bütün gerginlikle, eğer kaslarımızı gevşetecek ve oradaki merkezleri güçlendireceksek kesinlikle farklı bir istence gerek vardır.”

Clara tüm duygularımızın bedenimizin herhangi başka bir yerinden daha çok yüzümüzde iz bıraktığını söyledi. Bu nedenle biriken stresi ve bunların altında yatan istenci büyücülük geçişleriyle atmalıydık.

Bana bir an için baktı ve “Yüzündeki gerginlikten özetlemen üzerine düşündüğünü görüyorum. Bu gece yatmadan önce alnındaki o izleri silmek için geçişlerini yapmayı unutma.”



***Don Juan bu kadınların onu kösnül duygularından kurtardıklarını anlattı. Zihni ödül ve kişisel doyum düşüncelerinden tümüyle arınıncaya değin, altı ay boyunca, zamanın büyük bir bölümünü, tütsülenen bir et parçası gibi, mutfağın tavanından sarkan deri bir kayışla havada asılarak geçirmiş.

Don Juan, deri kayışın bedensel olmayan bazı hastalıkların sağaltımı için olağanüstü yararlı bir düzenek olduğunu belirtmişti. Burada düşünülen, kişinin havada asıldığı nokta yerden ne denli yüksekteyse ve kişi yere değmeden ne denli uzun süre havada asılı kalırsa, gerçek anlamda arıtıcı bir etkinin gerçekleşme olasılığını da o denli yüksek olacağıymış.


***La Gorda, onları köprüyü geçmeye hazırlamak üzere Silvio Manuel’in onları deri kayışlara oturtarak çatı kirişlerinin üzerine doğru havalandırdığını anımsıyordu. Bu deri kayışlardan evinin bütün odalarında vardı. Çömezler kayışların içinde neredeyse bütün gün asılı kalmışlar.

La Gorda, insanın evinde deri bir kayış bulundurmasının ideal bir yöntem olduğunu belirtti. Genarolar, gerçekte ne yapıyor olduklarını bilmeden, asılı oldukları kayışların sanki-anılarını yakalamışlar ve kendi oyunlarını oluşturmuşlardı. Bu, yerle temasın kesilmesinin iyileştirici ve arındırıcı niteliklerini birleştiren, olasılıkla sağ bilinçten sol bilince geçişte kişinin gerek duyduğu yoğunlaşmanın devreye girdiği bir oyundu. Oynadıkları oyun, aslında, anımsamalarına yardımcı olan bir araçtı.



***Clara yerden sert uçlu bir sopa aldı ve onunla ayağıma, başparmağımla ikinci parmağımın arasına, vurdu. Hafif elektrik akımı gibi bir şey baldırlarımdan yukarı bacaklarımın iç tarafına doğru tırmandı. Sonra beni dört ayaküstünde durdurdu ve her seferinde bir ayağımı alarak, ayak tabanlarımı yukarı doğru çevirdi ve ayak başparmağımın altındaki çıkıntının tam altındaki noktaya vurdu. Ben acıyla bağırdım.

Hasta kişileri tedavi etmeye alışmış birisinin ses tonuyla “Bu o kadar kötü değildi,” dedi. “Klasik Çin doktorları bu tekniği zayıf düşmüş olanları canlandırmak ya da eşsiz bir dikkat durumu yaratmak için uygularlardı.”



***Clara sonra elini hareket ettirdi ve solar pleksüsüme hafifçe bastırdı. “Eğer enerjinin hızla artmasını istersen, şimdi yaptığın gibi, sana göstermek üzere olduğum güç soluğunu yap ve sana garanti veririm ki kendini enerjiyle dolmuş hissedersin.”

Clara'nın burnundan, ardı ardına, diyaframını titreştirerek, hızlı bir dizi kısa soluk alıp vermesini izledim. Onu taklit ettim ve diyaframımı kasıp gevşeterek alıp verdiğim yirmi kadar soluktan sonra, sıcaklığın bedenimin orta bölgesinin tümüne yayıldığını hissettim.



***Clara bana bağdaş kurarak oturmamı ve soluk alırken önce sağa sonra da sola doğru yanlara eğilmemi ve kulak boşluklarımdan yatay olarak uzanan çizgi tarafından nasıl çekildiğimi hissetmemi söyledi. Şaşırtıcı bir biçimde çizginin kişinin bedenini hareket ettirmesiyle bozulmadığını ve yatay olarak kaldığını ve bunun onun ve arkadaşlarının bulduğu gizemlerden biri olduğunu söyledi.

“Bu biçimde yana eğilmek,” diye açıkladı, “normalde hep öne doğru yönlendirilmiş olan farkındalığımızı yanlara kaydırır.”



***Bana tükürüğümü üç kere çiğneyip yutarak çene kaslarımı gevşetmemi söyledi.

Tükürüğümü yutarak, “Bu ne ise yarıyor?” diye sordum.

Clara kıkırdayarak “çiğneme ve yutma kafaya yerleşen enerjinin bir bölümünü aşağıya mideye getirerek beynin yükünü hafifletir,” dedi. “Senin bu hareketi sıkça yapman gerekiyor.” dedi.



***“Bu olanaksız!” diye patladım. “İlk günden beri ilişkim olan herkesi nasıl anımsayacağım?”

Clara bana yazmam için yer açmak için tabakları kenara çekti.

“Zor, evet, ama olanaksız değil,” dedi. “Bu özetlemenin gerekli bir parçası. Liste zihnin kullanması için bir matris oluşturur.”

Clara özetlemenin ilk aşamasının iki şeyden oluştuğunu söyledi. İlki liste, İkincisiyse sahneyi yaratmaktı. Ve sahneyi yaratmak kişinin anımsayacağı olaylara ilişkin tüm ayrıntıların görselleştirilmesinden oluşuyordu.

“Bir kez tüm unsurları yerli yerine koyduğunda, temizleyici soluğu kullan; kafanın hareketi o sahnedeki her şeyi canlandıran bir yelpaze gibidir,” dedi. “Örneğin, eğer bir odayı anımsıyorsan duvarları, tavanı, mobilyaları, gördüğün insanları soluyarak içine çek. Ve geride bıraktığın son enerji kırıntısını da emene kadar durma.”

“Bunu yaptığımı nasıl bileceğim?” diye sordum.

Beni “Yeterince yaptığında bedenin sana söyleyecek,” diye temin etti. “Unutma, istencini özetleme yaptığın sahnede bıraktığın enerjiyi soluyarak içine çekmek için kullan ve onu içine başkaları tarafından sokulan yabancı enerjiyi soluğunla dışarı çıkartmadan kullan.”


***Herhangi bir yorumda bulunmadan önce, çenemi elleriyle güçlüce tuttu ve kafamı sola döndürürken bana burnumdan soluk almamı ve sonra kafamı sağa çevirirken soluk vermemi söyledi. Sonra, kafamı soluk almadan soldan sağa doğru tek bir harekette döndürmem gerekiyordu. Clara bunun gizemli bir solunum biçimi ve özetlemenin anahtarı olduğunu, çünkü soluk almanın yitirdiğimiz enerjiyi geri çekmemizi sağlarken, soluk vermenin insanlarla etkileşim yoluyla biriktirmiş olduğumuz yabancı, istenmeyen enerjiyi dışarı atmamıza izin verdiğini söyledi.

Clara, “Yaşamak ve etkileşimde bulunmak için enerjiye gerek duyarız,” diye sürdürdü. “Normal olarak, yasarken harcanan enerji bizden sonsuza kadar çıkıp gitmiştir. Eğer özetleme olmasaydı, asla kendimizi yenileme şansımız olmayacaktı. Yaşamlarımızı özetlemek ve geçmişimizi temizleyici solukla temizlemek birlikte olarak çalışır.”

“Özetleme yaparken, bedeninin orta bölümünden dışarı uzanan uzun esnek telleri hissetmeye çalış,” diye açıkladı. “Sonra kafanın dönme hareketini bu anlaması zor tellerin hareketiyle aynı hizaya getir. Teller geride bıraktığın enerjiyi geri getirecek olan kanallardır. Gücümüzü ve bütünlüğümüzü geri kazanmak için, dünyada hapsolmuş enerjimizi serbest bırakmalı ve onu kendimize geri çekmeliyiz.”

Clara biz özetleme yaparken, o esnek enerji tellerini zaman ve mekân içerisinde incelemekte olduğumuz insanlara, yerlere ve olaylara uzattığımızı söyledi. Bunun sonucu yaşamımızın her anına geri dönebileceğimiz ve sanki gerçekten oradaymış gibi davranabileceğimizdi.


***Don Juan bu kez bana yeni bir özetleme modeli verdi. Yaşamımın değişik olaylarını açık bir düzene bağlı olmadan özetleyerek bir yap-boz bulmacası kurmam gerekiyordu.

"Ama karmakarışık bir şey olacak," diye itiraz ettim.

"Hayır, olmayacak," diye güvence verdi. "Özetleyeceğin olayları dar kafalılığının seçmesine izin verirsen karmakarışık bi şey olur, ancak. Onun yerine, bırak ruhun karar versin. Sessiz ol, sonra ruhunun gösterdiği olaya yönel."

Bu özetleme modelinin sonuçları benim için birçok düzeyde sarsıcı oldu. Ne zaman zihnimi sustursam, görünüşe göre bağımsız bir gücün beni hemen yaşamımdaki bir olayın en ayrıntılı bir anısına daldırdığını keşfetmek çok etkileyiciydi. Fakat sonuçta çok düzenli bir özetlemenin oluşması daha da etkileyiciydi. Karmakarışık olacağını düşündüğüm şey son derece etkin olup çıkmıştı.

Don Juan'a bana neden baştan beri bu tarzda özetleme yaptırmadığını sordum. Özetlemenin iki basit devresi olduğu yanıtını verdi; birincisi biçimsellik ve değişmezlik, İkincisi ise akışkanlıktı. Bu seferki özetlememin ne denli değişik olacağını sezememiştim hiç.

Rüya görme uygulamalarım yoluyla edinmiş ol­duğum konsantrasyon yeteneği, yaşamımı hiç hayal edemeyeceğim ölçülerde derinlemesine incelememe olanak vermişti. Yaşam deneyimlerim hakkında elimden gelen her türlü gözlem ve yeniden gözden geçirme işlemini tamamlamam bir yıldan fazla sürdü. Sonunda, don Juan'a hak vermek zorunda kaldım: içimde sonsuz büyüklükte duygu yükleri vardı; ve öylesine derinliklerde gizliydiler ki ulaşmak nerdeyse olanaksızdı.



***Clara, “Şimdi, biz gölgelerin dünyasını çağırmadan önce, sana solunum ve hareketi birleştiren iki zorunlu büyücülük geçişi daha göstereceğim,” diye sürdürdü. “Bunları her gün yaparsan yalnızca yorgun ya da hasta olmaktan kurtulmakla kalmaz, aynı zamanda istencini kullanmak için de fazladan enerjiye sahip olursun.”

“Neyimi kullanmak için?”

Clara, “İstencini,” diye yineledi. “İstencini yaptığın herhangi bir şeyin sonucu için kullanmak için. Anımsıyor musun?”

Omuzlarımdan tuttu ve beni kuzeye bakacak biçimde döndürdü.

“Bu hareket senin için özellikle önem taşıyor, Taisha, çünkü ciğerlerin fazla ağlamaktan zayıflamış durumda,” dedi. “Kendin için üzüntü duyduğun bir ömrün bedelini kesinlikle ciğerlerin ödemiş.”

Clara'nın sözleri dikkatimi dağıttı. Onun diz ve ayak bileklerini bükerek “düz at” adı verilen bir savaş sanatı duruşunu almasını izledim, duruşa bu adın verilme nedeni bunun bacaklar omuz boyu açık ve biraz bükülmüş olarak, ata binmiş bir binicinin duruşuna benzemesiydi. Clara'nın sol elinin işaret parmağı aşağıyı gösterirken diğer parmakları ikinci boğumdan bükülmüştü. Soluk almaya başladığında, başını nazikçe ama güçle sağa doğru olabildiğince döndürdü ve sol kolunu omuz ekleminden başının üzerinde tam bir daire tamamlayacak biçimde döndürdü, sonunda sol avucunun dibi kuyruk sokumuna değiyordu.

Bununla eş zamanlı olarak sağ kolunu gövdesinin etrafından sırtına götürdü ve sağ yumruğunu, bükülmüş olan sol bileğine dayayarak sol elinin sırtına koydu.

Sağ yumruğunu kullanarak, sol kolunu, sol dirseği bükülü olacak biçimde, omurgası boyunda yukarı itti ve soluk almayı bitirdi. Sonra soluğunu yediye kadar sayarak tuttu ve sol koluyla yaptığı baskıyı bıraktı, kolunu yeniden kuyruk sokumuna indirdi ve omuz ekleminden doğruca kafasının üstüne kaldırıp sonunda sol avucunun dibi kasık kemiğine değecek biçimde hareketi bitirdi. Bununla eş zamanlı olarak sağ kolunu gövdesinin etrafından öne getirdi ve yumruğunu sol elinin sırtına koydu ve soluk vermeyi bitirirken sol kolunu yukarıya karnına doğru itti.

“Bu hareketi bir kez sol kolunla bir kez de sağ kolunla yap,” dedi. “Bu yolla iki tarafını dengelemiş olursun.”

Bana göstermek için, kollarını değiştirerek ve bu kez kafasını sola çevirerek, aynı hareketleri yineledi.

Bana kollarımı döndürecek yer açmak için kenara çekilerek, “Şimdi sen dene, Taisha,” dedi.

Onun hareketlerini taklit ettim. Sol kolumu arkama savurduğumda, uzatmış olduğum kolumun alt tarafı boyunca, parmağımdan koltuk altıma kadar giden, acı veren bir gerilim hissettim.


“Gevşe ve soluğun enerjisinin kolundan işaret parmağının ucuna kadar akmasına izin ver,” dedi, “işaret parmağını uzat ve diğer parmaklarını bük. Bu yolla kollarındaki yollardaki herhangi bir enerji tıkanıklığını açmış olursun.”

Bükülü kolumu sırtımdan yukarı doğru ittiğimde acı daha da şiddetlendi. Clara benim acı içindeki ifademin farkına vardı.

Beni, “çok güçlü itme,” diye uyardı, “yoksa tendonlarını zorlarsın. Ve iterken omuzlarını biraz daha yuvarlat.

Hareketi sağ kolumla yaptıktan sonra, uyluk kaslarımda dizlerim ve ayak bileklerim bükülü durmaktan oluşan bir yanma duydum. Her gün kung fu çalışırken aynı pozisyonda durmama rağmen, bacaklarım sanki içlerinden bir elektrik akımı geçiyormuş gibi titriyordu. Clara bana gerginliği atmam için ayakta durup bacaklarımı birkaç kez sallamamı önerdi.

Clara bu büyücülük geçişinde, kolları solunum hareketleriyle uyum içerisinde döndürme ve yukarı itmenin enerjiyi göğüsteki organlara götürdüğünü ve onları canlandırdığını vurguladı.

Bu geçişin nadiren harekete geçirilen derin, altta kalan merkezlere masaj yapıyordu. Kafayı döndürmek boyundaki hormon bezlerine masaj yapıyor ve ayrıca boynun arkasındaki enerji kanallarını açıyordu. Clara soluğun enerjisiyle uyandırılıp beslendiğinde, bu merkezlerin kimsenin hayal edemeyeceği gizemleri ortaya sereceğini açıkladı.

Clara, “Bir sonraki büyücülük geçişi için,” dedi, “ayakların birbirine bitişik olarak ayakta dur ve sanki açacağın bir kapıya bakıyormuş gibi ileri doğru bak.”

Clara bana ellerimi göz seviyesine kaldırmamı ve parmaklarımı sanki yana doğru kayarak açılan kapıların girintili kollarına sokuyormuşum gibi bükmemi söyledi.


“Yapacağın şey dünyanın enerji hatlarında bir çatlak açmaktır,” diye açıkladı. “Bu hatların senin önünde bir ekran oluşturan katı dikey kordonlar olduğunu imgele. Şimdi bir avuç teli tut ve bunları bütün gücünle çekerek ayır. Bunları açılan aralık senin geçebileceğin kadar büyüyünceye kadar çekip ayır.”

Clara bana bir kez o deliği açtığımda, sol ayağımla ileri doğru bir adım atacak ve sonra sol ayağımı pivot olarak kullanarak yüzümü geldiğim yöne dönecek biçimde saatin tersi yönünde hızla yüz seksen derece dönecektim. Bu biçimde dönerek, çekip ayırdığım enerji hatları benim etrafıma sarılacaktı.

Clara, geri dönmek için, hatları daha önce yaptığım gibi çekip ayırmam, sonra sağ ayağımla dışarı çıkmam ve saat yönünde hızla yüz seksen derece dönmem gerektiğini söyledi. Bu biçimde, beni saran hatlardan kurtulacaktım ve yine büyücülük geçişme başladığımdaki yöne bakıyor olacaktım.

Clara beni, “Bu tüm büyücülük geçişlerinin en güçlü ve en gizemlilerinden biridir,” diye uyardı. “Bununla farklı dünyalara giden kapıları açabilirsin, ama bu tabii ki ancak içsel enerji fazlasını biriktirdiysen ve geçişin amacını anlayabildiysen olabilir.”

Ciddi ses tonu ve ifadesi beni rahatsız ediyordu. O görünmez kapıyı açmayı başarabilirsem ne beklemem gerektiğin bilmiyordum. Clara sonra kaba bir ses tonuyla son bilgileri verdi.

“Adımını içeri attığında,” dedi, “bedenin kök salmış, ağır, gerilim dolu hissetmeli. Ama bir kez içeri girdiğinde ve arkanı döndüğünde, sanki yukarı uçuyormuşsun gibi hafif hissetmelisin.

Sanki boşluktan ileri doğru hamle yaparken soluğunu ver, sonra yavaşça ve derince, ciğerlerini o ekranın arkasındaki enerjiyle doldurarak, soluk al.”


Clara izlerken geçişi birkaç kez çalıştım. Ama sanki sadece dışsal hareketleri yapıyormuşum gibiydi; Clara'nın sözünü ettiği ekranı oluşturan enerji tellerini hissedemiyordum.

Clara, “Kapıyı yeterince güçlü çekemiyorsun,” dedi. “İçsel enerjini kullan, yalnızca kol kaslarını değil. Kirli havayı dışarı at ve ileri doğru hamle yaparken karnını içeri çek. Bir kez içeri girdiğinde, elinden geldiğince fazla soluk alıp ver, ama tetikte ol. Gerek duyduğundan daha uzun kalma.”

Tüm gücümü topladım ve havayı kavradım. Clara arkamda durdu, önkollarımı tuttu ve onları çok güçlü bir biçimde iki yana doğru çekti. Bir anda sanki bir kapının yana doğru kayarak açıldığını hissettim. Sertçe soluk vererek kapıdan içeri doğru bir hamle yaptım, ya da Clara beni arkamdan ileri doğru itti. Dönüş yapmayı ve derin soluk almayı anımsadım, ama bir an için oradan ne zaman çıkmam gerektiğini bilmediğim için endişe duydum. Clara bunu hissetti ve bana soluk almayı ne zaman bırakacağımı ve ne zaman dışarı çıkacağımı söyledi.

Clara, “Bu büyücülük geçişini kendi kendine çalıştıkça,” dedi, “onu mükemmel olarak yapmayı öğreneceksin. Ama dikkatli ol. Bir kez o açıklıktan geçtikten sonra her türlü şey olabilir. Unutma dikkatli ve aynı zamanda cesur olmalısın.”

“Hangisinin hangisi olduğunu nasıl bileceğim?”

Clara omuz silkti, “Bir süre için bunu bilemeyeceksin. Maalesef, sağgörü bize ancak mahvolduktan sonra gelir.”

Clara korku olmaksızın dikkatli olmanın bizim içsel enerjimizi kontrol etme ve onu yedek kanallara çekme yeteneğimize bağlı olduğunu, böylece enerjinin ona olağandışı edimler için gerek duyduğumuzda hazır olacağını ekledi.



***Clara patikaya yola bakarak, “Kayaları gelişigüzel diziyorsun,” dedi. “Ve daha yaprakları da süpürmemişsin. Bütün öğleden sonra ne yapıyordun, yine düş mü kuruyordun?”

Zamansız esen ani bir rüzgâr ben yaprakları bir sepete koymadan önce yaptığım düzgün yığınları dağıtarak cesaretimi kırdı.

“Yol bana gayet iyi görünüyor,” diyerek kendimi savundum. “Yapraklara gelince, eğer rüzgâr onları dağıtırsa elimden ne gelir ki?”

Clara sözümü, “Mükemmel biçimi amaçladığımızda, 'gayet iyi' yeterince iyi değildir,” diyerek kesti. “Şimdiye kadar yaptığımız herhangi bir şeyin dış biçiminin gerçekte bizim içsel durumumuzun bir ifadesi olduğunu anlamış olmalıydın.”

Ona ağır kayaları düzenlemenin nasıl ağır isten başka bir şey olabileceğini anlamadığımı söyledim.

Clara, “Bu sen her şeyi ondan kurtulmak için yaptığından,” dedi. Dizdiğim kayalara doğru yürüdü ve kafasını salladı. “Bu kayalar sanki onları uygunca yerleştirmeyi düşünmeden atmışsın gibi görünüyor.”

“Hava kararıyordu ve zamanım azalıyordu,” diye açıkladım. Estetik ya da kompozisyon üzerine uzun bir konuşma için havamda değildim. Dahası, aldığım sanat derslerinden kompozisyon konusunda Clara'dan daha fazla bilgiye sahip olduğumu düşünüyordum.

Clara, “Kayaları yerleştirmek aynı kung fu çalışmak gibidir,” dedi. “Önemli olan yaptığımız şeyi nasıl yaptığımızdır, ne kadar hızlı ya da ne kadar fazla yaptığımız değil.”

Kramp girmiş olan parmaklarımı gevşetmek için bileklerimi salladım. Şaşırmış olarak, “Kayaları taşımanın savaş sanatı çalışmalarının bir parçası olduğunu mu söylemek istiyorsun?” diye sordum.

Clara, “Kung fu'nun ne olduğunu düşünüyorsun?” diye karşılık verdi.

Bana şaşırtmacalı bir soru sorduğundan kuşkulanıyordum, onun için doğru yanıtı bulmak için bir an düşündüm. Kendime güvenle, “Kung fu bir dizi savaş sanatı dövüş tekniğidir,” dedim.

Clara kafasını olumsuz anlamda salladı. Gülerek, “Pragmatik bir yanıt bulmayı Taisha'ya bırakın,” dedi.

Clara yolu görebileceğimiz bir yer olan avlunun kenarındaki sazdan örülmüş koltuklardan birine oturdu. Onun yanındaki koltuğa yığıldım. Ayaklarımı kocaman bir seramik saksının kenarına dayayıp rahatça oturduğumda, Clara “kung fu” teriminin birisi ‘bir süre zarfında yapılan iş”, diğeriyse “adam” anlamına gelen iki Çince imin bir araya gelmesinden oluştuğunu açıklamaya başladı. Bu iki im birleştiğinde ortaya çıkan terimin, insanın kendisini sürekli çaba yoluyla mükemmelleştirme arayışı anlamını taşıyordu. Clara ister belirlenmiş alıştırmaları çalışalım, ister kayaları düzenleyelim ya da yaprakları süpürelim, edimlerimiz yoluyla her zaman içsel durumumuzu ifade ettiğimizi söyledi.

Clara, “Bu nedenle, edimlerimizi mükemmelleştirmek kendimizi mükemmelleştirmektir,” dedi. “Kung fu'nun gerçek anlamı budur.”


Clara, “Ama şunu anlamalısın,” diye sürdürdü. “İster savaş sanatları, ister de sana öğrettiğim sanatı öğreniyor ol, çalışmanın amacı içsel varlığını mükemmelleştirmektir ki o soyut uçuşu başarmak için dışsal biçimini aşabilsin.” , “Önemli olan bir işi yaparkenki zarafettir,” dedi, “içsel durumun hareket edişine, konuşmana, yemek yemene ya da kayaları yerleştirmene yansır. Edimlerinle enerji toplayıp bunu güce dönüştürdüğün sürece ne yaptığın önemli değildir.”



***Özetleme bize alışılmış davranışlarımızı kabul etme ya da bunlar bizi tümüyle tuzağına düşürmeden onları istencimizle uzaklaştırmayı seçebileceğimiz kısa bir ara verir.

“Peki, bir şeyi istencinle nasıl uzaklaştırırsın?” diye sordum. “Sadece 'Defol, Şeytan!' mı dersin?”

Clara güldü ve bir yudum su içti. “Değişmek için üç şartı yerine getirmemiz gerekir,” dedi. “Önce, kararımızı yüksek sesle söyleriz ki istenç bizi duysun. İkincisi, farkındalığımızı uzun bir süre kullanmalıyız: Bir şeye başlayıp sonra onu cesaretimiz kırılır kırılmaz bırakamayız. Üçüncüsü, edimlerimizin sonuçlarını ondan tam bir bağımsızlıkla izlemeliyiz. Bu başarmak ya da başarısız olma düşünceleriyle uğraşamayız demektir.

Clara beni “Bu üç adımı izleyerek içindeki herhangi bir istenmeyen hissi ya da isteği değiştirebilirsin,” diye temin etti.



***Clara bana ellerimi bir kovadaki suyun içinde yıkamamı ve çitle çevrili bahçenin dışındaki bir açıldıktaki bir kütüğün üzerine oturmamı söyledi, çünkü bana dikkatimi güneşe nasıl yöneltmeye başlayacağımı gösterecekti. Bana kafamı ve yüzümü korumam için her zaman geniş kenarlı bir şapka takmam gerektiğini söyledi. Ayrıca bana göstereceği solunum geçişlerinin herhangi birisini bir defasında asla bir kaç dakikadan fazla yapmamam gerektiğini söyleyerek uyardı.

“Bunlara neden solunum geçişleri deniliyor?” diye sordum.


“Çünkü bu geçişlerin önceden belirlenmiş amacı soluktaki enerjiyi dikkatimizi yönlendirdiğimiz bölgeye geçirmektir. Bu bedenimizdeki bir organ ya da enerji kanalı, hatta özetlemede olduğu gibi bir düşünce ya da anı bile olabilir. Önemli olan şey enerjinin iletilmesi, böylelikle daha önceden belirlenmiş amacı yerine getirmesidir; sonuç büyüdür, çünkü bu sanki yoktan var olmuş gibi görünür. Bu hareket ve solunumlara bundan dolayı büyücülük geçişleri diyoruz.”

Clara gözlerim kapalı olarak yüzümü güneşe dönmemi, sonra ağzımdan derin bir soluk alarak güneşin sıcaklığını ve ışığını karnıma çekmemi söyledi. Bunu orada elimden geldiği kadar uzun bir süre için tutmalı, sonra yutkunmak ve sonunda kalan havayı dışarı vermeliydim.

Clara, “Bir ay çiçeğiymiş sin gibi yap,” diye şaka yaptı. “Her zaman solurken yüzünü güneşe doğru tut. Güneşin ışığı soluğu güçle doldurur. Onun için ciğerlerini doldurmak için büyük miktarda hava almaya dikkat et. Bunu üç kez yap.”

Clara bu alıştırmada, güneşin enerjisinin otomatik olarak tüm bedene yayıldığını açıkladı. Ama güneşin sağaltıcı ısınlarını bilerek enerjinin gitmesini istediğimiz yere dokunarak, ya da sadece zihnimizi enerjiyi oraya yönlendirmek için kullanarak herhangi bk bölgeye gönderebilirdik.

Clara, “Aslında, bu soluğu yeterince uzun süre çalıştığında, ellerini kullanmana gerek kalmaz,” diye sürdürdü. “Yalnızca güneş ısınlarının doğrudan doğruya bedeninin belirli bir bölgesine sızdığını görselleş tire bilirsin. ’ ’

Clara aynı soluğu üç kez daha yapmamı, ama bu kez burnumdan solumamı ve ışığın sırtıma doğru aktığını, böylece sırtımdaki kanalları enerjiyle doldurduğunu görselleştirmemi önerdi. Bu yolla, güneş ısınları tüm bedenimi dolduracaktı.


Clara, “Eğer burundan ya da ağızdan yapılan solunumu geçmek istersen,” dedi, “doğrudan doğruya karnınla, göğsünle, ya da sırtınla soluyabilirsin. Enerjiyi ayak tabanlarından yukarıya bile getirebilirsin,”

Clara bana alt karnıma, göbeğimin hemen altındaki noktaya konsantre olmamı ve bedenimle güneş arasında bir bağ oluştuğunu hissedene kadar gevşemiş bir biçimde solumamı söyledi.

Onun öğrettiği biçimde soluk alırken, karnımın içinin daha sıcaklaştığını ve ışıkla dolduğunu hissedebiliyordum. Bir süre sonra, Clara bana başka bölgelerle solunum çalışmamı söyledi. Alnımda gözlerimin arasındaki noktaya dokundu. Dikkatimi orada yoğunlaştırdığımda, kafam sarı bir parlaklıkla doldu. Clara soluğumu tutarak güneşin yaşamsallığının olabildiğince fazlasını içime çekmemi, sonra soluk vermeden önce gözlerimi saat yönünde döndürmemi önerdi. Bunu yaptığımda sarı parlaklık yoğunlaştı.

Clara, “Şimdi ayağa kalk ve sırtınla solumayı dene,” dedi ve ceketimi çıkartmama yardım etti.

Sırtımı güneşe döndüm ve dikkatimi bana dokunarak gösterdiği çeşitli merkezler üzerinde yoğunlaştırmaya çalıştım. Birisi kürek kemiklerimin arasındaydı, bir başkası ensemdeydi. Sırtımdaki güneşi görselleştirerek soludukça, bir sıcaklığın sırtımda aşağı ve yukarı hareket ettiğini, sonra kafanla dolduğunu hissettim. Başım öyle döndü ki neredeyse dengemi kaybediyordum.



***“Doğru yürüme biçiminin yanı sıra,” diye sürdürdü don Juan, “öğretmen, çömezine daha da incelikli bi şeyi öğretmekle de yükümlüdür: edimlerini onlara inanmaksızın, ödüllendirilmeyi beklemeksizin—salt yapmış olmak için yapmak. Bi öğretmenin başarısının, çömezine bu konuda ne ölçüde uyumlu ve iyi bi kılavuzluk etmesine bağlı olduğunu söylersem, abartmış olmanı.”

Don Juan’a, bana sırf “bir edimde bulunmuş olmak için edimde bulunmak” gibi özel bir yöntemi öğretmiş olduğunu hiç anımsamadığımı söyledim; tüm aklımda kalan, bu konuya ilişkin kimi rasgele yorumlardı.

Güldü. Manevrasının çok incelikli ayarlanmış olduğundan, ta bugüne dek bunun ayırdına varamamış olduğumu söyledi. Sonra bana, evine her gittiğimde vermiş olduğu kimi anlamsız görevleri anımsattı. Odunları şekillerine göre dizmek, parmağımı topraktan kaldırmadan çizdiğim bir eşmerkezli daireler zinciriyle tüm evini çevirmek, kimi döküntüleri bir yerden bir başka yere doğru süpürmek, vesaire gibi saçma sapan işler. Bu tür görevlere, kendi evimde tek başımayken yapmam gereken şeyler de eklenmişti: siyah bir şapka giymek, ayakkabılarımı bağlamaya sol tekinden başlamak, kemerimi sağdan sola doğru sıkmak gibi.

Bunları şakadan öte bir bağlamda görmememin nedeni de, her seferinde, verdiği görevi alışkanlık haline getirdiğim anda artık onları yapmayı bırakarak unutmamı, değişmez biçimde yinelemesiydi. Bana yaptıklarını birer birer anımsattıkça, bunları bana yaptırarak karşılığında herhangi bir şey beklemeksizin edimlerde bulunma düşüncesinin bende yavaş yavaş yerleşmiş olduğunun ayırdına vardım.



***Bahçenin girişi olan tahtadan bir kapıya yürüdük.

Clara, “Bu bahçede çalışmak sana özetlemeden, solunumdan ya da kung fu'dan kazanamayacağın özel bir enerji verecek,” dedi.

“Bu ne tür bir enerji?”

Gözleri bitkiler kadar yeşil olan Clara, “Yeryüzünün enerjisi,” diye yanıtladı. “Bu güneşin enerjisini tamamlar. Belki de toprakla uğraşırken bunun ellerinden girdiğini hissedebilirsin. Ya da bu sen çömelirken bacaklarına akmaya başlayabilir.”


Clara sanki benim havamdaki değişimi fark etmiş gibi, “Toprağın enerjisi insanı besler,” dedi. “Yaptığın özetleme nedeniyle yeterince boşalmış olduğun için enerjinin bir bölümü bedenine işliyor. Rahatlamış hissediyorsun çünkü toprağın her şeyin anası olduğunu biliyorsun.” Clara ellerini bitkilere sürdü. “Her şey topraktan gelir. Toprak bizi hayatta tutar ve besler; biz öldüğümüzde, bedenlerimiz ona geri döner.” Bir an için durakladı sonra, “Tabii ki büyük geçişte başarılı olmadığımız sürece,” diye ekledi.



***Don Juan beni yere yatırarak sağ kolumu yakalayıp dirseğimden kıvırdı. Sonra elimi, ayası önüme bakana dek çevirdi; parmaklarım, elim bir kapı tokmağını tutarmış gibi görünene dek kıvırdı, ve sonra kolumu bir çarka takılı bir kolu itip çeker gibi dairesel bir hareketle ileri geri devindirdi.

Don Juan bi savaşçının ne zaman kendi bedeninden, bir hastalık ya da nahoş bir duygu gibi bir şeyi def etmek istese bu hareketi yaptığını anlattı. İşin püf yanı, insanın kendi elinin özgürce hareket etmesini engelleyici ağır bir nesnenin ya da yoğun bir kütlenin varlığını hissedene dek direnen muhayyel bir gücü itip çekmesiymiş. Bu alıştırma bağlamında, “yap-mama”, hissedilmesinin mümkün olduğuna inanmamasına karşın insanın eliyle ağır bir kütle hissetmesine dek yinelenmesiymiş.


***Bir keresinde daha ölmek üzere olan çok sevgili bir dostum hakkında böylesi duygulara kapılmıştım. Onu iyileştirip yattığı hastaneden çıkmasını sağlayabileceğimi düşünmüştüm. Bu konuyu don Juan’a bile danışmıştım.

"Doğru. Onu sağaltıp içine girmek üzere olduğu ölüm tuzağından uzaklaştırabilirsin," demişti.

"Nasıl?" diye sordum.

"Çok basit bi şey bu," diye yanıtladı. "Tüm yapacağın ona şifa bulmaz bi hasta olduğunu anımsatmak. Son ana geldiğini hissedince erk sahibi olur. Yitirecek hiçbi şeyciği kalmamıştır artık. Her şeyi önceden yitirmiştir. İnsanın yitirecek bi şeyi kalmayınca cesur olur. Bağlandığımız bi şeyler var oldukça, kararsız kalırız."

"Peki, bunu kadına söylemek yeterli mi sence?"

"Hayır. Bu gereksindiği itici gücü sağlayacaktır ona. Ardından, hastalığı sol eliyle itmesi gerekecektir. Elini bedeninin üstünde kapı tokmağına sarılmışcasına itmesi gerek. İtmesi, itmesi ve iterken dışarı, dışarı, dışarı demesi gerek. Ona söyle, yapacak başka bi şeyi kalmadığına göre yaşam süresinin geri kalanını bu uygulamaya adasın. Seni temin ederim, kalkıp yürüyüverir, cancağızı isterse."

"Basit gibi görünüyor," dedim.

Don Juan kıkırdadı.

"Öyle görünür," dedi, "ama değildir. Dostunun, bunu yaparken kusursuz bi tine sahip olması gerek."

Uzun süre baktı bana. Dostuma gösterdiğim ilgiyi ve onun için duyduğum üzüntüyü tartarmış gibi bir hali vardı.

"Tabii," diye ekledi, "eğer dostun o kerte kusursuz bi tine sahip olsa şimdi hastanede olmazdı, o da başka."



***Clara bana olduğum yerde kalmamı söyledi. Bana bakarak “Zihni sakinleştir,” dedi “ve beden de sakinleşir; yoksa patlayacaksın.”

Clara sol elini bileği göbeğinin tam üstüne gelecek biçimde bedeninin önünde tuttu; avucu yana bakıyordu, parmakları birleştirilmişti ve yeri gösteriyordu. Bana elimi bu biçimde tutmamı ve orta parmağımın ucuna bakmamı söyledi. Burnumun direğinin üzerinden baktım, bu beni aşağı bakarken gözlerimi bira/ şaşılaştırmaya zorladı. Clara bu biçimde sabit olarak bakmanın farkındalığımızı bizim dışımıza yere yönlendirdiğini, böylelikle içsel heyecanımızı yatıştıracağını açıkladı.

Clara sonra derin soluk almamı, elimle yeri göstererek, istencimle orta parmağımdan yapıştırıcı damlası gibi bir enerji kıvılcımı çıkartmamı söyledi. Sonra, elimi başparmağımın dibi göğüs kemiğime değene kadar bileğimden yukarı doğru döndürmeliydim. Yediye kadar sayarken orta parmağımın ucuna bakmalı ve sonra farkındalığımı derhal alnıma, gözlerimin arasındaki ve burun direğimin hemen üstündeki noktaya kaydırmalıydım. Clara bu geçişe enerji kıvılcımını orta parmaktan gözlerin arasındaki o noktaya geçirme istencinin eslik etmesi gerektiğini söyledi. Eğer geçiş başarılırsa, kapalı gözlerin arkasındaki ekranda bir ışık görünecekti. Bu parlak enerji noktasını acıya, hastalığa, endişe ya da korkuya karşı koymak için bedenin herhangi bir yerine gönderebileceğimizi söyledi.



***Zuleica ile yaptığımız her seans gizemli işaretlerle yüklüydü. İkinci dikkat üzerinde tam bir başarı sağlamanın en emin yolu, ayinsel devinimler, monoton ezgiler, karmaşık hareketlermiş çünkü.



***“İnsanoğlunun doğal eğilimi,” diyordu, “enerjiyi canlılık merkezlerinden— ki bunlar bedenin sağ tarafında, göğüs kafesinin tam kenarında karaciğer ve safrakesesi bölgesinde; sol tarafta, gene göğüs kafesinin kenarında pankreas ve dalak bölgesinde; sırtta, öbür iki merkezin tam arkasında, böbreklerin çevresinde ve onların tam üzerinde, böbreküstü bezleri bölgesinde; boynun alt kısmında, göğüs kemiği ile köprücük kemiğinin oluşturduğu V noktası üzerinde; ve kadınlarda rahim ve yumurtalıklar çevresindedir—uzağa itmektir.”

“İnsanlar bu enerjiyi nasıl itiyorlar, don Juan?” diye sordum.

“Kaygılanarak,” diye yanıtladı. “Günlük yaşamın stresine yenik düşerek. Gündelik eylemlerin baskısı vücuda bedelini ödetir.”

“Peki bu enerjiye ne olur, don Juan?” diye sordum.

“Işıltılı kürenin dış yüzeyinde birikir,” dedi, “bazen kalın, kabuk gibi bi tortu haline gelene dek. Sihirli geçişler, insanoğlunun tümünü bi fiziksel beden ve bi enerji alanları kümesi olarak ele alır. Işıltılı küreye yığılmış olan enerjiyi dalgalandırarak fiziksel bedene geri döndürür.


“Uygulayıcının dikkatini sihirli geçişlerin belirli bi yanı üzerinde odaklaması aslında çok önemli,” diye devam etti don Juan, “Ama bu sabitlenme hafif ve eğlenceli tutulmalı, onu maraz i ve sıkıcı bi hale getirmekten kaçınılmalı. Yani, bi karşılık beklemeksizin zevk için yapılmalı.”



“Soluğumuz düzenli olduğunda, zihnimiz durgundur. Eğer soluk düzensizse, zihin kımıldayan yapraklar gibi titrer.”

Soluğumun düzenli mi yoksa düzensiz mi olduğunun farkına varmaya çalıştım ama bunu anlayamıyordum.

‘Clara, “Eğer soluğun dalgalanıyorsa, zihnin rahatsızdır,” diye sürdürdü, “Zihni sakinleştirmek için, en iyisi ise soluğumuzu sakinleştirmekle başlamaktır.” Bana sırtımı dik tutmamı ve bir bebeğinki gibi yumuşak ve ritmik hale gelene kadar solunumuma konsantre olmamı söyledi.

Ona eğer birisi, bizim az önce tepelerde yürürken olduğumuz gibi, bedensel olarak aktifse, onun soluğunun hiçbir zaman yalnızca yatan ve hiçbir şey yapmayan bir bebeğinki gibi yumuşak olamayacağını söyledim. “Dahası,” dedim, “bebeklerin nasıl soluduklarını bilmiyorum, çok bebek görmedim ve gördüğümde de solunumlarına dikkat etmedim.”

Clara bana yaklaştı ve bir elini sırtıma diğeriniyse göğsüme koydu. Benim korkuma rağmen, ben boğulacak kadar sıkışmış hissedene kadar bastırdı. Kurtulmaya çalıştım ama Clara beni demirden elleriyle tuttu. Bunu telafi etmek için, hava yeniden bedenime girdiğinde karnım ritmik bir biçimde içeri ve dışarı hareket etmeye başladı.

Clara, “Bebekler böyle solurlar,” dedi. “Karnının dışarı çıkma hissini anımsa ki yürürken, alıştırma yaparken ya da yatıp hiçbir şey yapmazken bunu yineleyebilesin. Herhalde buna inanmayacaksın, ama bizler öylesine uygarlaştık ki nasıl doğru solunacağını yeniden öğrenmemiz gerekiyor.”

Ellerini göğsümden ve sırtımdan çekti. “Şimdi bırak soluk yukarı çıkarak göğüs kafesini doldursun,” dedi. “Ama soluğunun kafana kadar çıkmasına İzm verme.”

“Soluğumun kafamın içine girmesine olanak yok,” diye güldüm.

Beni “Dediklerimi o kadar kelimesi kelimesine alma,” diye azarladı. “Hava dediğimde, aslında, havadan alman ve karına, göğse ve sonra kafaya giren enerjiden söz ediyorum.”

Bana doğru eğilerek “Kızgın birisinin soluğu,” dedi, “hızlı ve sığdır ve göğüsle ya da kafayla sınırlanmıştır. Gevşemiş birisinin soluğuysa karnına iner.”


Clara açılamasını bedenin üç ana enerji bölmesine ayrıldığını anlatarak sürdürdü: bunlar karın, göğüs ve kafaydı. Karnıma göbeğimin hemen altına, sonra solar pleksüsüme [diyaframın olduğu yerdeki güneş sinir ağı] ve sonra da alnımın ortasına dokundu. Bu üç noktanın üç bölmenin anahtar merkezleri olduğunu açıkladı. Zihin ve beden ne kadar gevşerse, kişi bedenin üç bölmesinin her birine o kadar fazla hava alabiliyordu.

Clara, “Bebekler boylarına göre çok büyük miktarda hava solurlar,” dedi. “Ama yaslandıkça bedenimiz sıkışır, özellikle akciğerlerin etrafı ve daha az hava almaya baslarız.”

Clara devam etmeden önce derin bir soluk aldı. “Duygular solukla doğrudan bağlantılı olduğu için,” dedi, “kendimizi sakinleştirmenin iyi bir yolu soluğumuzu düzenlemektir. Örneğin, aldığımız her soluğu bilerek uzatmak yoluyla daha fazla enerji alacak biçimde kendimizi eğitebiliriz.”



“Soluğumuz düzenli olduğunda, zihnimiz durgundur. Eğer soluk düzensizse, zihin kımıldayan yapraklar gibi titrer.”

Soluğumun düzenli mi yoksa düzensiz mi olduğunun farkına varmaya çalıştım ama bunu anlayamıyordum.

‘Clara, “Eğer soluğun dalgalanıyorsa, zihnin rahatsızdır,” diye sürdürdü, “Zihni sakinleştirmek için, en iyisi ise soluğumuzu sakinleştirmekle başlamaktır.” Bana sırtımı dik tutmamı ve bir bebeğinki gibi yumuşak ve ritmik hale gelene kadar solunumuma konsantre olmamı söyledi.

Ona eğer birisi, bizim az önce tepelerde yürürken olduğumuz gibi, bedensel olarak aktifse, onun soluğunun hiçbir zaman yalnızca yatan ve hiçbir şey yapmayan bir bebeğinki gibi yumuşak olamayacağını söyledim. “Dahası,” dedim, “bebeklerin nasıl soluduklarını bilmiyorum, çok bebek görmedim ve gördüğümde de solunumlarına dikkat etmedim.”

Clara bana yaklaştı ve bir elini sırtıma diğeriniyse göğsüme koydu. Benim korkuma rağmen, ben boğulacak kadar sıkışmış hissedene kadar bastırdı. Kurtulmaya çalıştım ama Clara beni demirden elleriyle tuttu. Bunu telafi etmek için, hava yeniden bedenime girdiğinde karnım ritmik bir biçimde içeri ve dışarı hareket etmeye başladı.

Clara, “Bebekler böyle solurlar,” dedi. “Karnının dışarı çıkma hissini anımsa ki yürürken, alıştırma yaparken ya da yatıp hiçbir şey yapmazken bunu yineleyebilesin. Herhalde buna inanmayacaksın, ama bizler öylesine uygarlaştık ki nasıl doğru solunacağını yeniden öğrenmemiz gerekiyor.”

Ellerini göğsümden ve sırtımdan çekti. “Şimdi bırak soluk yukarı çıkarak göğüs kafesini doldursun,” dedi. “Ama soluğunun kafana kadar çıkmasına İzm verme.”

“Soluğumun kafamın içine girmesine olanak yok,” diye güldüm.

Beni “Dediklerimi o kadar kelimesi kelimesine alma,” diye azarladı. “Hava dediğimde, aslında, havadan alman ve karına, göğse ve sonra kafaya giren enerjiden söz ediyorum.”

Bana doğru eğilerek “Kızgın birisinin soluğu,” dedi, “hızlı ve sığdır ve göğüsle ya da kafayla sınırlanmıştır. Gevşemiş birisinin soluğuysa karnına iner.”


Clara açılamasını bedenin üç ana enerji bölmesine ayrıldığını anlatarak sürdürdü: bunlar karın, göğüs ve kafaydı. Karnıma göbeğimin hemen altına, sonra solar pleksüsüme [diyaframın olduğu yerdeki güneş sinir ağı] ve sonra da alnımın ortasına dokundu. Bu üç noktanın üç bölmenin anahtar merkezleri olduğunu açıkladı. Zihin ve beden ne kadar gevşerse, kişi bedenin üç bölmesinin her birine o kadar fazla hava alabiliyordu.

Clara, “Bebekler boylarına göre çok büyük miktarda hava solurlar,” dedi. “Ama yaslandıkça bedenimiz sıkışır, özellikle akciğerlerin etrafı ve daha az hava almaya baslarız.”

Clara devam etmeden önce derin bir soluk aldı. “Duygular solukla doğrudan bağlantılı olduğu için,” dedi, “kendimizi sakinleştirmenin iyi bir yolu soluğumuzu düzenlemektir. Örneğin, aldığımız her soluğu bilerek uzatmak yoluyla daha fazla enerji alacak biçimde kendimizi eğitebiliriz.”



Sessizbilgi Listele - - - - - Yeni Siteye Dön