Eski SessizBilgi - - - - - Yeni SessizBilgi
Alt Limit:
Kaç tane -->

6 niyeti kullanmak _ 2 iki tek yonlu kopru


Don Juan’la birlikte mutfağındaki masanın etrafında oturmaktaydık. Sabahın erken saatleriydi. Jaguarla olan deneyimimi hatırladıktan sonra geceyi geçirdiğimiz dağlardan henüz dönmüştük. Ayrılmış algımı hatırlamış olmak, her zamanki gibi don Juan’ı, o anda hatırlayamadığım daha duyumsal deneyimlere itelemek için kullandığı bir sevince boğmuştu. Coşkunluğum yine de azalmamıştı.

“Aynı anda iki yerde olmanın olasılığı zihin için çok heyecanlıdır,” dedi. “Usumuz ve mantıklılığımız kişisel yansımalarımız olduğundan, kişisel yansımamızın ötesindeki herhangi bi şey, ya bizi yıldırır ya da kendine çeker, tabii ne tür bi insan olduğumuza bağlı olarak.”

Gözlerini dikip bana baktı ve sonra sanki henüz yeni bir şey bulgulamış gibi gülümsedi.

“Ya da aynı ölçüde hem yıldırır, hem de kendine çeker,” dedi, “ki sanırım her ikimizin durumunda da bu böyle.”

Benim durumumda bunun, deneyimimce bir yılma ya da cezbedilme sorunu olmadığını, ayrılmış algının olabilirliğinin enginliğinden korkmuş olmamın sorun olduğunu anlattım ona.

“Aynı anda iki yerde olduğuma inanmadığımı söyleyemem,” dedim. “Deneyimlerimi inkâr edemem, yine de sanırım bundan öylesine korktum ki, aklım bunu bir gerçek olarak kabul etmek istemiyor.”

“Sen ve ben böyle şeyleri kafaya takan insanlardanız, sonra hepsini unuturuz,” dedi ve güldü. “Sen ve ben fazlasıyla benziyoruz.”

Gülme sırası bendeydi. Benimle eğlendiğini biliyordum. Yine de düşüncelerini öylesine içtenlikle anlatıyordu ki, dürüst olduğuna inanmak istedim.

Çömezleri arasında onun betimlemelerini, kendimize eşitlik açısından, fazlasıyla ciddiye almamayı öğrenmiş olanın bir tek ben olduğumu söyledim. Onu eylem halinde gördüğümü, çömezlerinden her birine, en içten edasıyla, “Sen ve ben koca aptallarız. Birbirimize fazlasıyla benzeriz!” dediğini duyduğumu anlattım. Ve çömezlerin ona inandığını anladığımda, tekrar tekrar ürpermiştim.

“Sen bizlerden birine benzemiyorsun, don Juan,” dedim. “Sen bizim görüntülerimizi yansıtmayan bir aynasın. Sen zaten bizim ulaşabileceğimiz yerin ötesindesin.”

“Tanık olduğun, yaşam boyu sürmüş bi mücadelenin sonucudur,” dedi. “Gördüğün, sonunda tinin tasarılarını izlemeyi öğrenebilmiş bi büyücüdür, ama hepsi bu.

“Bi savaşçının bilginin patikasında ilerlerken karşılaştığı farklı aşamaları değişik yollarla açıkladım sana,” diye sürdürdü. Niyet ile bağlantısı bağlamında bi savaşçı dört aşamadan geçer. Birincisi niyet ile pas tutmuş, güvenilmez bi hat kurduğunda. İkincisi bunu temizlemeyi başardığında. Üçüncüsü bunu kullanmayı öğrendiğinde. Ve dördüncüsü, soyutun tasarılarını kabul etmeyi öğrendiğinde.”

Don Juan bu erişmişliğinin kendisini aslından farklı kılmadığını söyledi. Sadece daha becerikli kılmış; böylece, bana ya da diğer çömezlerine, bize benzediğini söylediğinde şaka yapmıyormuş.

“Nereye yöneldiğini tam olarak anlayabiliyorum,” diye devam etti. “Sana güldüğümde, aslında senin yerindeki kendi anılarıma gülüyorum. Ben de günlük yaşamın dünyasına sıkı sıkı tutunuyordum. Ona tırnaklarımla yapışıyordum. Her şey bana onu bırakmamı söylüyordu, ama yapamıyordum. Aynen senin gibi aklıma kesinlikle güveniyordum, ve bunu yapmak için herhangi bi nedenim yoktu. Artık sıradan bi insan değildim.

“Benim o zamanki sorunum senin bugünkü sorunun. Günlük dünyanın devinirliği beni sürükledi ve ben de sıradan bi insan gibi davranmaya devam ettim. Çılgınca o zayıf mantıksal kavramlara dayandım. Sen de aynısını yapmıyor musun?”

“Ben herhangi bir kavrama tutunmuyorum; onlar bana tutunuyorlar,” dedim, ve bu onu güldürdü.

Onu mükemmel bir şekilde anladığımı söyledim, ama ne kadar denesem de bir büyücünün yapması gerektiği gibi yapamıyordum.

Büyücülerin dünyasındaki dezavantajımın, ona olan yabancılığım olduğunu söyledi. Bu dünyada her şeyle yeniden ilişki kurmak zorundaymışım, günlük yaşamımın devamlılığıyla çok az bir ilgisi olduğundan bu da çok zormuş.

Büyücülerin kendine özgü sorununu iki işlevlilik olarak betimledi. Birisi parçalanmış bir devamlılıktan yararlanmadaki olanaksızlık; diğeriyse toplanma noktasının yeni konumunca düzeltilmiş devamlılığın kullanılmasındaki olanaksızlıkmış. Bu yeni devamlılık her zaman fazlasıyla güçsüz, dengesizmiş, ve büyücülere eylemleri için gereksindikleri günlük yaşamın dünyasındaki güveni vermezmiş.

“Büyücüler bu sorunu nasıl çözümlüyorlar?” diye sordum.

“Hiçbirimiz herhangi bir şey çözümlemez,” diye yanıtladı. “Bizim için tin bi şeyleri çözer ya da çözmez. Eğer tin yaparsa, büyücü nasıl olduğunu bilmeden kendini büyücülerin dünyasında eyleme geçmiş bulur. Bu yüzden seni bulduğum günden beri önemi olan tek şeyin kusursuzluk olduğunda direniyorum. Bi büyücü kusursuz bi hayat yaşar, ve bu da çözümü beraberinde getirmiş gibi olur. Niye mi? Kimse bilmez bunu.”

Don Juan bir süre sesiz kaldı. Ve sonra ben söylemiştim gibi aklımda olan düşünceyle ilgili yorumlar yaptı. Kusursuzluğun, beni hep dinsel dürüstlük konusunda düşündürdüğünü geçirmekteydim.

“Sana defalarca söylediğim gibi kusursuzluk, dürüstlük değil,” dedi. “Yalnızca benzer ona. Kusursuzluk basitçe enerji seviyemizin en iyi kullanım biçimidir. Doğal olarak tutumluluğu, düşünceli olmayı, yalınlığı, saflığı; ve hepsinden öte kişisel yansımadan yoksun olmayı gerektirir. Bütün bunlar bi manastır hayatı kılavuzu gibi görünmesini sağlıyor, ama öyle değil.

“Büyücüler tini denetleyip, toplanma noktasının hareketini yönetebilmek için kişinin enerjiye gereksinim duyduğunu söylerler. Enerjiyi bizim için biriktirecek tek şeyse kusursuzluğumuzdur.”

Don Juan toplanma noktalarımızı hareket ettirebilmek için büyücülük öğrenimi görmemiz gerekmediğine değindi. Bazen, doğal ama dokunaklı koşullar altında, savaş ve yokluk gibi, gerginlik, bitkinlik, üzüntü ve çaresizlik gibi durumlarda insanın toplanma noktası muazzam değişikliklere uğrayabilirmiş. Eğer bu koşullar altında kalmış insan büyücülerin ülküsünü benimseyebilirse, dediydi don Juan, bu doğal hareketi, hiçbir güçlükle karşı karşıya kalmadan en üst düzeyine çıkarabilirmiş. İnsanlar, böyle durumlardaki kalıplaşmış tepkileri yerine—olağanlığa dönme isteği—olağanüstü şeyleri arayıp bulabilirlermiş.

“Toplanma noktasının hareketi en üst düzeyine çıkarıldığında,” diye sürdürdü don Juan, “hem sıradan insan, hem de büyücü çömezi, birer büyücü olurlar, çünkü o hareketi en üst düzeye çıkarmak, devamlılığı onarılmayacak şekilde tuzla buz etmiş olur.”

“Bu hareketi en üst düzeye nasıl çıkarırsın?” diye sordum.

“Kişisel yansımayı kısıtlayarak,” diye yanıtladı. “Gerçekte zor olan, toplanma noktasını hareket ettirmek, ya da kişinin devamlılığını kırmak değildir. Gerçek zorluk, enerjiye sahip olmaktır. Kişinin enerjisi varsa toplanma noktası hareket etti mi, sorgulanacak olaylar ortaya çıkar.”

Don Juan, kendi saklı kaynaklarını sezinleyebilmesinin, ama onları kullanmaya cesaret edememesinin, insanlığın açmazı olduğunu anlattı. Bu nedenle büyücüler insanlığın kötü durumuna, alıklığı ve bilmezliğinin uyumu derlermiş. İnsanlara şimdi, her zaman olduğundan daha da fazla, özellikle kendi içsel dünyalarına yeni ülküler öğretilmesi gerektiğini söyledi—toplumsal ülküler değil, büyücülük ülküleri, insanlığa ait ve bilinmeyenle, kendi kişisel ölümüyle yüzleşen ülküler. Şimdi, başka her şeyden daha çok, toplanma noktasının gizlerini öğrenmesi gerekirmiş.

Don Juan, herhangi bir ön hazırlık yapmaksızın, hatta düşünmek için durmaksızın, bir büyücülük öyküsü anlatmaya başladı. Bütün bir yıl boyunca nagual Julian’ın evindeki en genç kişi olduğunu söyledi. Öylesine bencilmiş ki, ikinci yılın başlangıcında velinimetinin, üç genç adam ve dört genç kadını eve getirdiğinin farkına bile varamamış. Don Juan’ı ilgilendirdiği kadarıyla, iki, üç ayda gelen o yedi kişi sadece hizmetkârmışlar ve pek bir önemleri yokmuş. Hatta genç adamlardan birisi onun yardımcısı olmuş.

Don Juan, nagual Julian’ın onları ayartıp, ücretsiz çalışmaları için kandırdığından eminmiş. Onların nagual Julian’a körü körüne güvenmeleri, evdeki herkese ve her şeye olan o hastalıklı bağlılıkları, don Juan’ı onlara acımaktan alıkoyuyormuş.

Onların köle olarak doğduklarını ve onlara söyleyecek herhangi bir şeyin olmadığını düşünüyormuş. Yine de istediğinden değil de, bunu işinin bir bölümü olarak yapmasını nagual buyurduğundan, onlara arkadaşlık ediyor, öğütler veriyormuş. Onlar kendisinden öğüt istedikçe, onların yaşam öykülerinin dokunaklığı ve açıklılığı karşısında ürperiyormuş.

Onlardan daha iyi olduğu için, gizliden gizliye kendisiyle övünüyormuş. İçten içe hepsinden daha akıllı olduğunu düşünüyormuş. Anladığını ileri sürememesine rağmen, nagual’ın eylemlerini sezebilmekle böbürleniyormuş. Ve onların o komik yardımsever olma çabalarına gülüyormuş. Onları köle gibi görmüş ve yüzlerine acımasız, profesyonel bir zalim tarafından kullanıldıklarını söylemiş.

Ama onu öfkelendiren şey, o dört genç kadının tutkuyla nagual Julian’a bağlı olmaları ve onu memnun etmek için her şeyi yapmalarıymış. Öfkesini unutabilmek için don Juan, avuntuyu işinde arar, işine dalıp gidermiş ya da nagual Julian’ın evinde bulunan kitaplardan saatlerce okurmuş. Okumak bir tutkuya dönüşmüş onun için. Hep huzurunu kaçıran nagual Julian dışında, herkes, okurken onu rahatsız etmemek gerektiğini bilirmiş. Nagual, yeni gelen genç kadın ve erkeklerle dostluk etsin diye sürekli don Juan’ı sıkıştırıyormuş. Don Juan dahil, hepsinin kendi büyücülük çömezleri olduğunu söylermiş tekrar tekrar. Don Juan, nagual Julian’ın büyücülüğe değin herhangi bir şey bilmediğine inanmaktaymış, hiç inanmaksızın onu dinlerken, onunla alay etmekteymiş.

Don Juan’ın güvenden yoksul oluşu nagual Julian’ı şaşırtmazmış. Sanki don Juan kendisine inanıyormuş gibi hareket ediyor, yönergeler vermek için tüm çömezlerini çevresinde topluyormuş. Belli zaman aralıklarıyla, onları civardaki dağlarda tüm bir gece süren gezintilere çıkarırmış. Bu gezintilerden çoğunda nagual onları o engebeli dağlarda çaresiz durumda, don Juan’ın denetimine bırakırmış.

Bu gezintilerin gerekçesi, yalnızlıkta ve doğanın vahşiliğinde tini bulgulayabilecekleriymiş. Ama asla yapmamışlar. En azından don Juan’ın anlayabileceği biçimde olmamış bu. Ama nagual Julian’ın tini bilmenin önemi konusundaki ısrarları o kadar yoğunmuş ki, don Juan tinin ne olduğunu bilmeyi kafasına takmış.



Bu gece gezintilerinin birinde, nagual Julian, ne olduğunu anlamamasına rağmen, don Juan’ı tinin peşinden gitmesi için zorlamış.

“Tabii ki, bi nagual’ın söyleyebileceği tek şeyi söylüyordu: toplanma noktasının hareketini,” dedi don Juan. “Ama bunu, bana anlamlı gelebileceğine inandığı bi şekilde dile getiriyordu: peşine düş tinin.

“Saçmaladığını sanmıştım. O zamana kadar kendi görüş ve inanışlarımı oluşturmuştum; tinin, karakter, irade, yüreklilik ve güç olarak bilinen bi şey olduğuna inanmıştım. Ve bunların peşinden gitmeme gerek olmadığına inanmıştım. Hepsine sahiptim ben.

“Nagual Julian, tinin tanımlanamaz, duyumsanamaz, hakkında az çok konuşulamaz olduğunda direniyordu. Dediğine göre, kişi varlığını tanımlayarak çağırabilirmiş onu yalnızca. Benim karşılığımda fazlasıyla seninkine benziyordu: insan var olmayan bi şeyi çağıramaz ki.”

Don Juan’ın bana anlattığına göre, nagual ile o kadar çok

tartışmışlar ki sonunda nagual tüm ev sakinlerinin önünde, tek bir vuruşla, değil salt tinin ne olduğunu, onu nasıl tanımlayabileceğini de gösterebileceğine söz vermiş. Ayrıca don Juan’ın dersini kutlamak üzere, komşuları bile davet edeceği çok büyük bir parti vereceğine de söz vermiş.

Don Juan o günlerde, Meksika Devrimi’nden önce, nagual Julian ve ekibindeki yedi kadının kendilerini büyük bir malikânenin varlıklı sahipleri olarak tanıttıklarına değindi. Kimse onların bu görünüşünden, özellikle zengin ve yakışıklı, arazi sahibi, en ciddi tutkusu evlenmemiş yedi kız kardeşine dini bütün birer meslek aramak olan nagual Julian’in görünüşünden kuşkulanmıyormuş.

Bir gün, yağmurlu mevsim zamanında, nagual Julian yağmurun durmasıyla birlikte, don Juan’a söz verdiği büyük partiyi düzenleyeceğini bildirmiş. Ve bir pazar günü öğleden sonrasında, tüm ev sakinlerini şiddetli yağmurdan dolayı taşmış ırmağın kıyısına götürmüş. Nagual Julian atını sürerken don Juan, komşularıyla karşılaşırlar diye, gelenek üzerine saygıyla ardından hızlı hızlı yürümekteymiş, komşuların bildiği kadarıyla don Juan arazi sahibinin özel uşağıymış.

Nagual piknik için, ırmak kıyısındaki yüksek bir düzlüğü seçmiş. Kadınlar önceden yiyecek ve içecek hazırlamışlar. Nagual, kasabadan bir grup müzisyen bile getirtmiş. Büyük bir partiymiş, gündelikçileri, komşuları, hatta eğlenceyi görmek için yoldan geçen yolcuları bile kapsıyormuş.

Herkes gönlünce yiyip içmiş. Nagual bütün kadınlarla dans etmiş, şarkılar söyleyip şiirler okumuş. Fıkralar anlatmış ve bazı kadınların yardımıyla herkesi memnun edecek parodiler sahnelemiş.

Belirli bir anda nagual Julian orada hazır bulunanlara, özellikle çömezlerine, don Juan’ın dersini paylaşmak isteyen var mı diye sormuş. Hepsi bu öneriyi geri çevirmiş. Tümü de nagual’ın zorlu yöntemlerinin iyice bilincindeymiş. Sonra don Juan’a tinin ne olduğunu bilmek istediğinden emin mi diye sormuş.

Don Juan hayır diyememiş. Bu şekilde vazgeçemezmiş. Olanca varlığıyla hazır olduğunu söylemiş. Nagual onu çağlayan ırmağın kıyısına götürüp diz çökmesini sağlamış. Nagual rüzgârın ve dağların erkine yakardığı uzun bir büyüye başlamış, ırmağın erkinden don Juan’a önerilerde bulunmasını istemiş.

Anlamlı olan büyülü sözler öylesine saygısızca dile getiriliyorlarmış ki, herkes gülmek zorunda kalmış. Bitirdiğinde don Juan’dan gözleri kapalı, ayağa kalkmasını istemiş. Sonra çömezi çocukmuşçasına kucağına alıp, “Allah aşkına, ırmaktan nefret etme!” diye bağırarak onu dalgalı sulara atmış.

Bu olaya değinmek don Juan’ın gülme nöbetine tutulmasına neden oldu. Belki başka koşullar altında ben de bu durumu gülünç bulmuş olabilirdim. Bu kez, nedense öykü beni epeyce üzdü.

“O insanların suratını görmeliydin,” diye devam etti don Juan. “Havada ırmağa doğru uçarken endişeleri gözüme takıldı. Kimse o şeytan nagual’ın böyle bi şey yapacağını kestirememişti.”

Don Juan bu olayın yaşamının sonu olacağını sanmış olduğunu söyledi. İyi bir yüzücü değilmiş ve ırmağın dibine batarken, bunların başına gelmesine izin verdiğinden kendi kendine lanetler okumuş. O kadar öfkeliymiş ki dehşete kapılacak zamanı yokmuş. Tüm düşünebildiği bu kahrolası ırmakta, kahrolası adamın ellerinde ölmeyeceğiymiş.

Ayakları dibe değmiş ve kendisini yukarı doğru itmiş. Derin bir ırmak değilmiş, ama sel suları onu büyük ölçüde genişletmiş. Akıntı hızlıymış ve onu alıp götürüyormuş, coşan suların kendisini alabora etmesine izin vermemeye çalışarak köpekler gibi yüzmüş.

Akıntı onu epey uzaklara sürüklemiş. Sürüklenmekte, ve elinden gelenin en iyisini yaparak yenik düşmemeye çalışmaktayken, tuhaf bir ussal boyuta geçmiş. Kusurlarını biliyormuş. Çok öfkeli biriymiş ve o serbest kalamayan öfkesi etrafındaki herkesten nefret edip onlarla savaşmasına neden oluyormuş. Ama ırmaktan nefret edemiyor, onunla savaşamıyormuş, ya da genelde yaşamındaki herkes ve her şeye karşı davrandığı gibi onu kızdıramıyor, ona karşı sabırsızlık gösteremiyormuş. Irmağa tüm yapabildiği, akıntısını izlemekmiş.

Don Juan bu basit kavrayışın ve neden olduğu uysallığın, terazinin dengesini bozduğunu, deyim yerindeyse toplanma noktasının özgür hareketini deneyimlediğini söyledi. Aniden, hiçbir şekilde ne olduğunun bilincinde olmaksızın, coşan sularca çekilip götürüleceğine, don Juan kendisini ırmağın kıyısında koşar durumda bulmuş. Olanca hızıyla koştuğundan düşünecek zamanı yokmuş. İnanılmaz bir kuvvet kendisini çekmekteymiş, kayaların ve devrilmiş ağaçların üzerinden sanki onlar orada yokmuşçasına onu koşturuyormuş.

Uzunca bir süre bu çıldırmış biçimde koştuktan sonra, don Juan, kızılımsı, azgın sulara bir bakış fırlatmaya cesaret etmiş. Ve kendisini akıntı tarafından alabora edilirken görmüş. Yaşamındaki hiçbir şey onu böylesi bir an için hazırlayamamış. İşte o zaman düşünce işlemini işin içine karıştırmadan iki yerde birden olduğunu biliyormuş. Ve bu yerlerden birinde, o azgın ırmakta çaresizmiş.

Bütün enerjisini kendisini kurtarmak için harcamış.

Bu konuda düşünmeksizin, ırmak kıyısından açılmaya başlamış. Yana bir adım atmak, tüm gücü ve kararlılığına mal oluyormuş. Sırtında bir ağaç sürüklemekteymiş sanki. Öylesine ağır hareket ediyormuş ki birkaç adım atabilmek sonsuzluk gibi geliyormuş. ,

Gerilime dayanamayacak gibiymiş. Birdenbire artık koşmadığını anlamış; derin bir kuyuya düşmekteymiş. Suya değdiğinde, suyun soğukluğu bağırmasına neden olmuş. Sonra yeniden ırmakta bulmuş kendini, akıntıyla sürüklenerek. Kendini yeniden azgın sularda bulmasından doğan korkusu öylesine yoğunmuş ki, tüm yapabildiği ırmağın kıyısında sapasağlam olmayı var gücüyle dilemekmiş. Ve birdenbire kendini yine orada buluvermiş, ırmağa biraz uzak ama paralel bir şekilde çok hızlı koşuyormuş.

Koştukça, coşan sulara bakmış ve kendisini yüzmeye çalışırken görmüş. Bağırarak emretmek istemiş; kendisine belli bir açıyla yüzmesini emretmek istiyormuş, ama hiç ses çıkaramamış. Sularda olan öteki kendisi için duyduğu üzüntü çok eziciymiş. İki Juan Matus arasındaki bir köprü görevini üstleniyormuş bu üzüntü. Anında yine sulardaymış, kıyıya doğru bir açıyla yüzmeye çalışarak.

İki yer arasındaki değişimin o inanılmaz duyumu, korkusunu kökünden kazımaya yetmiş. Artık yazgısıyla ilgilenmiyormuş. Irmakta yüzmek ile kıyısında koşmak arasında serbestçe değişimler yapıyormuş. Ama hangisini yapsa sürekli sola yöneliyormuş, ya ırmaktan uzaklaşıyor ya da soldaki kıyıya doğru yüzüyormuş.

Akıntı yönünde, yaklaşık beş mil ilerde ırmağın solunda karaya çıkmış. Orada çalılara sığınarak bir haftadan fazla beklemek zorunda kalmış. Suların çekilmesini ve böylece karşıya yürüyüp geçebilmeyi bekliyormuş, ayrıca korkusunun geçmesini ve yeniden bir bütün olmayı da beklemekteymiş.

Don Juan, olanların, bitmek bilmeyen güçlü tutkusundan kaynaklandığını, bunların, yaşamı için verdiği savaşımda, toplanma noktasının doğruca sessiz bilginin yerine yönelmesine neden olduğunu söyledi. Nagual Julian’ın kendisine toplanma noktasına değin anlattıklarına hiç dikkat etmemiş olmasından, neler olduğu hakkında herhangi bir düşüncesi yokmuş. Bir daha asla eskisi gibi olamayacağı düşüncesinden korkmuş. Ama ayrılmış algısını inceledikçe, onun işlevsel yönlerini ve onu beğendiğini bulgulamış. Günlerce iki bedenli olarak kalmış. Doğrudan biri ya da öteki olabiliyormuş. Ya da aynı anda her ikisi oluyormuş. İkisi birden olduğunda işler karışıyormuş ve varlığı etkinliğini yitiriyormuş, bu nedenle bu olasılığı bırakmış. Fakat biri ya da diğeri olmak, onun için şaşırtıcı olanaklara yol açmış.

Çalılarda yeniden kendine kavuştuğunda, varlıklarından birinin diğerinden daha değişebilir olduğunu ve göz açıp kapayıncaya dek uzak mesafeleri kat edebildiğini, yiyecek bulabildiğini ve saklanacak en iyi yerlere ulaşabildiğini saptamış. Bir keresinde kendisi için kaygılanıyorlar mı diye nagual’ın evine giden de bu varlığıymış.

Gençlerin kendisi için ağladığını işitmiş, ve bu kesinlikle hayret vericiymiş. Kendisi hakkında ne düşündüklerini öğrenmek için gittiğinden, süresiz olarak onları izleyebilirmiş, ama nagual Julian onu yakalamış ve bu olaya bir son vermiş. Nagual’den korktuğu tek zaman gerçekten de bu olmuş. Don Juan, nagual’ın kendisine saçmalamayı kesmesini söylediğini işitmiş. Kapkara, zil biçiminde, çok büyük ağırlık ve güçte bir nesne olarak, aniden belirivermiş. Don Juan’ı tutmuş. Don Juan nagual’ın kendisini nasıl tutmakta olduğunu bilemiyormuş, ama en sarsıcı biçimde canını acıtıyormuş. Karnı ve

kasıklarında hissettiği keskin, sinirsel bir ağrıymış.

“Hemen ardından ırmak kıyısında buldum kendimi,” dedi don Juan, gülerek. “Ayağa kalktım, henüz suları çekilmiş ırmağı geçtim, ve eve doğru yürümeye başladım.”

Bir ara duraksadı sonra bana öyküsü hakkında ne düşündüğümü sordu. Ben de ona öykünün beni dehşete düşürdüğünü söyledim.

“O ırmakta boğulabilirdin,” dedim, neredeyse bağırarak. “Sana yapılacak en vahşi hareket. Nagual Julian deliydi muhakkak!”

“Dur bi dakka,” diye karşı çıktı don Juan. “Nagual Julian şeytan gibi bi adamdı, ama deli değildi. Bi nagual ve öğretmen olarak yapması gerekeni yaptı. Ölebilirdim, doğru. Ama bu hepimizin göze alması gereken bi risk. Sen de jaguar tarafından kolayca yenilmiş olabilirdin, ya da sana yaptığım şeyler yüzünden ölebilirdin. Nagual Julian gözüpek ve yönetici biriydi, her şeyi doğrudan hallederdi. Lafı ağzında gevelemez, yapmacık sözler etmezdi.”

Alınan dersin değerliliğiyle birlikte, nagual Julian’ın yöntemlerinin, bana göre hâlâ acayip ve aşırı olduğu konusunda direndim. Don Juan’a, nagual Julian’la ilgili duyduğum her şeyin beni son kerte sıktığını ve ona ilişkin çok olumsuz bir görüş edinmiş olduğumu itiraf ettim.

“Sanırım bugünlerde seni ırmağa atacağımdan ya da kadın elbiseleri giydireceğimden korkuyorsun,” dedi ve gülmeye başladı. “Bunun için nagual Julian’ı beğenmiyorsun.”

Haklı olduğunu kabul ettim, o da velinimetinin yöntemlerini taklit etmeye niyeti olmadığı konusunda bana güvence verdi, çünkü ona bir yarar sağlamamışlar. Dediğine göre onun kadar kararlı olabilmiş, ama bir o kadar işlevsel olamamış.

“O sıralarda,” diye devam etti don Juan, “onun sanatının değerini bilmiyordum, ve kesinlikle bana yaptıklarını beğenmiyordum, ama şimdi, ne zaman bu konuda düşünsem, beni sessiz bilginin konumuna getirişindeki o dolaysız yöntemi ve mükemmelliğinden onu fazlasıyla takdir ediyorum.”

Don Juan deneyiminin büyüklüğünden dolayı canavarımsı adamı tamamen unutmuş olduğunu söyledi. Neredeyse nagual Julian’ın evinin kapısına kadar kendisine eşlik edilmeden yürümüş, sonra düşüncesini değiştirip, avuntu aramaya nagual Elias’ın evine gitmiş. Nagual Elias da ona nagual Julian’ın eylemlerinin tutarlılığını açıklamış.

Nagual Elias, don Juan’ın hikayesini dinlediğinde heyecanını zar zor zapt edebiliyormuş. Ateşli bir ses tonuyla velinimetinin her zaman uygulamaların peşinde mükemmel bir iz sürücü olduğunu açıklamış. Onun sonsuz davası, pratik görüşler ve çözümler içinmiş. O gün ırmaktaki davranışı, iz sürmeye kusursuz bir örnekmiş. Herkesi kullanmış ve etkilemiş. Hatta ırmak bile onun denetimi altında gibiymiş.

Nagual Elias, don Juan’ın yaşamı için savaşıp, akıntı tarafından sürüklenirken, ırmağın, tini anlaması için kendisine yardım ettiğine değinmiş. Ve şükürler olsun bu anlayışa ki don Juan’ın doğrudan sessiz bilgiye girme fırsatı olmuş.

Don Juan toy bir delikanlı olduğundan nagual Elias’ın sözlerini tek bir kelime anlamadan dinlediğini, ve içten bir hayranlıkla nagual’ın yoğunluğundan etkilendiğini söyledi.

Nagual Elias don Juan’a ilkin, sözcüklerin tınısının ve anlamının iz sürücüler için son kerte önemli olduğunu açıklamış. Onlar için sözcükler kapalı olan herhangi bir şeyi açmak için kullanılan anahtarlarmış. Bu nedenle iz sürücüler amaçlarına ulaşmaya girişmeden önce onu söylemek zorundalarmış. Ama gerçek amaçlarını başlangıçta açığa vuramazlarmış, yani sözcükleri, öz anlamını gizlemek için dikkatlice dile getirmeleri gerekmiş.

Nagual Elias bu eylemi niyeti uyandırmak olarak adlandırmış. Don Juan’a, nagual Julian’ın tüm ev sakinlerinin önünde, bir darbede tinin ne olduğunu ve nasıl tanımlanacağını kesin bir şekilde belirterek niyeti uyandırmış olduğunu açıklamış. Bu tamamen saçma bir şeymiş, çünkü nagual Julian tinin tanımlanamayacağını biliyormuş. Onun gerçekte yapmaya çalıştığı, tabii ki don Juan’ı sessiz bilginin konumuna yerleştirmekmiş.

Gerçek amacını gizleyen sözleri söyledikten sonra nagual Julian toplayabileceği kadar çok insan toplamış, böylece onları farkında olan ve olmayan yardakçıları durumuna sokmuş. Hepsi de onun önceden tasarladığı amacının bilincindelermiş, ama hiçbiri gerçekte aklında ne olduğunu bilmiyormuş.

Nagual Elias’ın, don Juan’ın, mutlak asilik ve kayıtsızlığa olan o çekilmez tutumundan, açıklamalarıyla sarsılıp kurtulacağına olan inancı tamamıyla yanlıştı. Yine de nagual sabırlı bir şekilde, ırmağın akıntısında boğuşurken üçüncü noktaya ulaşmış olduğunu açıklamaya devam etmiş.

Yaşlı nagual sessiz bilginin konumuna üçüncü nokta denildiğini, kişinin oraya ulaşabilmesi için ikinci noktayı, merhametin olmadığı yeri geçmesi gerektiğini açıklamış.

Don Juan’ın toplanma noktasının onu iki bedenli kılacak kadar yeterli bir akışkanlık kazandığını söyledi, bu da aynı anda ya da değişmeli olarak hem mantığın yerinde hem de sesiz bilginin yerinde olmasına olanak sağlıyormuş.

Nagual don Juan’a başarısının olağanüstü olduğunu anlatmış. Hatta don Juan’ı çocukmuşçasına kucaklamış. Ve don Juan’ın nasıl, bir şey bilmemesine rağmen ya da belki bir şey bilmediği için—tüm enerjisini bir yerden diğerine aktarması hakkında konuşmadan duramıyormuş. Bu da nagual’a göre, don Juan’ın toplanma noktasının çok elverişli, doğal bir akışkanlığı olduğu anlamına geliyormuş.

Don Juan’a her insanın bu akışkanlık için bir depolanmış ve asla kullanmazmışız, yalnızca büyücülerin neden olduğu nadir durumlarda, kendisinin henüz deneyimlemiş olduğu gibi, ya da ölüm kalım meseleleri gibi dokunaklı doğal olaylarda kullanılırmış.

Don Juan, yaşlı nagual’ın sesinin tınısından büyülenmiş olarak dinlemiş onu. Dikkat ettiğinde söylediklerini anlayabiliyormuş, bu da nagual Julian’la yapmayı bir türlü beceremediği bir şeymiş.

Yaşlı nagual insanlığın bu ilk noktada, mantıkta yer aldığını, ama her insanın toplanma noktasının da doğrudan bu noktada yer almadığını açıklayarak konuşmasını sürdürdü. Tam olarak bu noktada bulunanlar insanlığın önderleriymiş. Bunlar, mantıklarının bir uygulaması olan dehalarıyla çoğunlukla bilinmeyen kişilermiş.

Nagual insanlığın bir başka zamanda, doğal olarak ilk nokta olan üçüncü noktada yer almış olduğunu söyledi. Fakat bundan sonra insanlık mantığın noktasına yönelmiş.

Sessiz bilgi ilk nokta olduğunda yine aynı durum geçerli olmuş. Her insanın toplanma noktası doğrudan o konumda yer almıyormuş. Bu da, toplanma noktaları doğrudan mantığın ya da sessiz bilginin yerinde denk gelmiş olan insanların daima insanlığın gerçek önderleri olduğu anlamına geliyormuş. Yaşlı nagual’ın don Juan’a anlattığına göre, insanlığın geri kalanı yalnızca izleyiciymiş. Bu önderler günümüzde mantığın sevgilileriymişler. Geçmişte de sessiz bilginin. Onlar her iki konum kahramanlarına şiirler okuyup, onları öven insanlarmış.

Nagual, insanlığın tarihin büyük bir kısmını sessiz bilginin konumunda geçirdiğini ve ona büyük bir özlem duymasının nedeninin bu olduğunu belirtmiş.

Don Juan yaşlı nagual’a, nagual Julian’ın kendisine tam olarak ne yapmaya çalıştığını sormuş. Bu sorusu gerçekte olduğundan daha zekice ve mantıklı görünmüş. Nagual Elias, o sıralar don Juan’a tamamen anlaşılmaz gelen kavramlarla yanıtlamış bu soruyu. Nagual Julian’ın kendisine antrenörlük ettiğini, toplanma noktasını mantığın yerinden aldatarak uzaklaştırdığını, böylece tutkularıyla taşmış ve mantığın sıradan olaylarına hayran o saf izleyici güruhunun bir parçası olacağına, bir düşünür olabileceğini söylemiş. Nagual Julian aynı zamanda kendisine, bilinmeyenin o hastalıklı ve cahilâşıklarından biri olucağına, gerçek bir soyutluluk büyücüsü olmayı öğretiyormuş.

Nagual Elias, yalnızca mantıklılığa kusursuz bir örnek oluşturabilecek birinin aynı zamanda sessiz bilgiye kusursuz bir örnek oluşturabileceğini belirtmiş. Her iki konuma ulaşabilen birinin diğer konumu da açıkça görebileceğini söylemiş, bu da mantığın sınırının olduğunu bilmenin tek yoluymuş. Sessiz bilginin konumundan mantığın konumu açıkça görülebiliyormuş.

Yaşlı nagual don Juan’a, sessiz bilgiden mantığa uzanan tek yönlü köprüye ‘merak’ denildiğini anlatmış. Bu da sessiz bilgiye bağlı doğru insanların bildiklerinin kaynağına karşı duydukları merakmış. Diğer tek yönlü köprüyse mantıktan sessiz bilgiye uzanırmış ve ‘yalın anlayış’ olarak bilinirmiş. Bu da mantığın insanlarına, sonsuz adalar denizinde mantığın sadece tek bir ada olduğunu anlatan bir karşılıkmış.

Nagual, her iki tek-yönlü köprüyü de kullanabilen kişinin, her iki konumu da olası kılan, can alıcı bir kuvvet olan tinle dolaysız bağlantıya sahip bir büyücü olduğunu ekledi. O gün ırmakta nagual Julian’ın yaptığı her şeyin insanlara değil de tine, onu izleyen kuvvete bir gösteri olarak yapılmış olduğuna değindi. Hoplayıp zıplamış, oynayıp sıçramış ve herkesi özellikle kendisini gözetleyen kuvveti eğlendirmiş.

Don Juan, nagual Elias’ın kendisine tinin yalnızca konuşmacının edalarla konuştuğunda işittiğini söylediği. Ve edalarla konuşmak, el kol hareketleri yapmak anlamına gelmiyormuş; gerçek bir kendinden geçiş eylemi, genişlik, gerçek bir mizah anlayışı gerektiriyormuş. Tine yapılan bir edada, büyücüler kendilerine ait olanın en iyisini ortaya koyarlar, bunu sessizce soyuta sunarlarmış.



Sessizbilgi Listele - - - - - Yeni Siteye Dön