Eski SessizBilgi - - - - - Yeni SessizBilgi
Alt Limit:
Kaç tane -->

1 bolum bilgiyle bir romans 1 buyuculer devrimi


Ünlü bir konferansçıyı dinlemek için şık bir evin ikinci katında toplandık. On iki kişilik bir gruptuk. Beni davet eden arkadaşın haricinde hiç kimseyi tanımıyordum. Beklerken, kendi aramızda hoş bir havada tartışıyorduk.

Yaklaşık iki saat geçmişti ve davetlimiz ortada yoktu. Yenilerin yüzünde yorgunluk belirtileri baş göstermişti. Bazıları ümidini kesti ve odayı terk etti. Bir anda, camdan aşağı eğilmek için ani bir istek duydum. Onun geldiğini gördüm ve göz göze geldik.

Tamamen beklenmedik bir biçimde, kelimenin tam anlamıyla kağıtları uçuran şiddetli bir bora odaya daldı. Carlos girdiğinde, bazıları pencereleri kapatmak için mücadele ediyordu.

Görünüşü gözümde canlandırdığımdan farklıydı. Ufak tefekti ama kırlaşmış saçlarıyla ve kırışıklarla kapanmaya başlamış koyu teniyle güçlü görünüyordu. Resmî olmayan bir tarzda giyinmişti, bu da onu on yaş daha genç gösteriyordu. Gülümseyen ve hayat dolu yüzüyle etrafa sempati saçıyordu. Bizimle olmaktan çok mutlu görünüyordu. Ona eşlik ediyor olmak gerçekten bir zevkti.

Tek tek hepimizle tokalaşarak selâmlaştı ve “Zamanı iyi değerlendirmemiz gerekiyor, zira bu gece bir başka yere bekleniyorum,” dedi. Rahat bir şekilde bir koltuğa yerleşti ve topu bize attı: "Ne üzerine konuşmak istersiniz?" fakat biz onu yanıtlamaya fırsat bulamadan inisiyatifi ele aldı ve bizi bir hikaye baskınına uğrattı. Anlamlı jestlerle bezediği şakalarla süslenmiş sohbeti dolaysız ve massediciydi.

Bu konferans boyunca, bir eylem ve düşünce bedeni olarak nagualizme başvurdu, nagualizmin tarihsel gelişiminden bahsetti ve büyücülerin ifşaları arasında modern insana inanılmaz bir fırsatın verilmiş olduğunu belirtti. Ardından, görücülerin kendilerini adadıkları bilincin kompleks bir manevrasından bahsetti: Birleşim noktasının hareketi. Konu benim için hayli yeniydi, dolayısıyla dinlemek ve not almakla sınırlı kaldım. Neyse ki, Carlos'un temel düşünceleri tekrar etme alışkanlığı vardı ve bu onu kolaylıkla takip etmeme izin verdi.

Sona doğru, bazı soruları yanıtlamayı kabul etti. Katılımcılardan birisi büyücülerin savaş karşısındaki tutumunun ne olduğunu öğrenmek istedi.

Carlos usanmış gibiydi.

“Size ne dememi istersiniz?” diye sordu. “Onlar pasifisttir mi? Hayır efendim, öyle değiller! Sıradan insanlar olarak yazgımız onları hiç alakadar etmiyor. Her şeyden önce bir defa bunu anlamanız gerekecek! Bir savaşçı, savaş içindir ve savaşırken de halinden memnundur.”

Tepkisi düşünüldüğünde, soru duyarlı bir noktaya dokunmuşa benziyordu, insanoğlu sıfatıyla durmaksızın bulaştığımız ekonomik, dinsel ya da sosyal çıkarlar için yürütülen bayağı savaşların tersine, büyücülerin savaşının başka insanlara karşı değil, kendi

zaaflarına karşı yürütüldüğünü; yine aynı biçimde, onların barışının modern insan tarafından itaat koşuluna indirgenmiş bir barış olmadığını; mevzubahis olanın daha çok içsel sessizlik ve disiplin haliyle bir kendine hakimlik olduğunu açıklaması zamanını aldı.

Pasifizmin doğamıza karşı bir tecavüz olduğunu söyleyerek devam etti; “Zira özünde, hepimiz mükemmel savaşçılarız. Gerçekte her birey, dünyadaki hayat ve ölüm muharebesinde yerini tutmuş bir askerdir. Onu şöyle görünüz; en azından bir kez sperm olarak, içimizden her birimiz hayat için bir savaş veriyoruz -milyonlarca farklı rakibe karşı benzersiz bir savaşım- ve kazanıyoruz! Ve bugün çarpışma devam ediyor. Bir parçamız kendini parçalamak ve ölmek için mücadele ediyor, oysa diğeri hayatı ve bilinci ne pahasına olursa olsun savunmaya çalışıyor. Barış yok! Bir savaşçı bunun farkındadır dolayısıyla bunu kendi lehine çevirir. Amacı kendisini doğuran bu hayat kıvılcımını harekete geçirenle benzer varoluşu devam ettirmektir: Bilincin yeni bir seviyesine ermek.

İnsanlığın toplumsallaşırken, ödüllendirme ve cezalandırmayla evcilleştirdiği hayvanlara benzer biçimde evcilleştirildiğini söyleyerek sözlerine devam etti:



“Bizi güçsüz düşüren ve bize ilksel patlamamızı kaybettiren anormal davranış kodları takip edilerek, tinimiz güçlükle duyulur olana dek, uysalca yaşamaya ve ölmeye alıştırıldık. Biz bir çatışmadan doğduk, içinde yaşadığımız toplum, bu temel eğilimimizi reddederek, bizi sihirli varlıklara dönüştürecek olan savaşçı mirası siliyor."

Bu durumu değiştirmek için, kendimizi olduğumuz gibi kabul etmenin ve bu temel üzerinde çalışmanın tek uygun yol olduğunu sözlerine ekledi:

“Savaşçı yırtıcı bir evrende yaşadığını bilir. Gardını asla indirmez. Bakışını yönelttiği yerde, değişmez bir savaşım görür dolayısıyla savaşımın onun saygısını hak ettiğini bilir, zira bu

ölümüne bir mücadeledir. Don Juan daima hareket halindeydi, gidip gelen, bir şey taşıyan, bir şey atan, gerilimi kışkırtan ya da onu bir şimşek gibi boşaltan, niyetini haykıran ya da sessiz kalan; durmaksızın bir şeyler yapan biriydi. O canlıydı, neticede onun hayatı evrenin medcezirini yansıtıyordu.

Bize hayat veren patlamanın ortaya çıkışından öldüğümüz ana kadar bir dalganın içinde yaşadığımızı söylemişti. Bunlar benzersiz iki olaydır, zira onlar bizi daha ileri uzanan karşılaşmamıza hazırlarlar. Ya bizi bu dalgayla düzenleyen nedir? Savaşçının tek başına kalkışacağı bitmek bilmeyen bir muharebe. Bu yüzden bir savaşçı her şey ile derin bir ahenk içinde yaşar. Bir savaşçı için, ahenk içinde olmak akmaktır, hayalî ve yapay bir barış alanı inşa etmeye çabalamak adına akışın ortasında durmak değil. Ancak azami gerilim koşullarında en iyisini yapabileceğini bilir. Bundan dolayı rakibinin önüne dövüş horozu gibi gider — arzuyla, sevinçle, bir sonraki adımın karşılaşmanın sonucunu belirleyeceğini bilerek. Rakibi onun dengi değildir, fakat hayatı son bulduğunda infilak etmesin, bilinci ölmesin diye, bağlılıkları ve zaafları ve büyük meydan okuması enerjisinin katmanlarını germektedir. Soruyor musunuz bu soruları? ‘Ne yapıyorum hayatımı? Bir amacı var mı? Yeterince sıkı mı?’ Bir savaşçı, ne olursa olsun yazgısını kabul eder. Bununla beraber, olayları değiştirmek için mücadele eder, dolayısıyla yeryüzünden geçişini çok güzel işlerle yapar. Arzusunu ılımlılaştırması sayesinde hiçbir şey onu amacından saptıramaz.”

Katılımcılardan bir başkası el kaldırdı ve Carlos'a, büyücülerin savaşçı yolunun ilkeleriyle topluma karşı yükümlülüklerini uzlaştırmayı nasıl başardıklarını sordu. Carlos:

“Büyücüler özgürdür, onlar sosyal taahhütleri kabul etmezler. Sorumluluk kendimize karşıdır, başkalarına karşı değil. Algı erkinin size neden verildiğini biliyor musunuz? Hayatınızın hangi amaca hizmet ettiğini keşfettiniz mi? Hayvan yazgınızı feshedecek misiniz? işte büyücünün ciddi anlamda birini değiştirebilecek yegâne soruları bunlardır. Eğer başka sorular sizi ilgilendiriyorsa, buyurun bu sorulardan başlayın yanıtlamaya! Bir savaşçı bilir ki, hayatına anlam veren şey ölümün meydan okuyuşu ve ölümün kişisel bir mesele olmasıdır. Bu aramızdan her biri adına bir meydan okumadır ve bunu kabul eden samimi bir savaşçıdır. Bu açıdan, sıradan insanların kaygıları sadece onların egomanyaklıklarının ifadesidir.”

Carlos, bir savaşçının taahhüdünü ‘saf anlayış’ı aramasıyla —içsel sessizlikten ortaya çıkan bir varlık durumu—yaptığını, sonuçta içinde yaşadığı çağın kipliğinin geçici bağlılıklarıyla yapmamış olduğunu gözden kaçırmamamız gerektiğini söyledi.

Sözlerini toplumsal çıkarlarımızın bize yerleştirilmiş bir betimleme olduğunu, söyleyerek açımladı: “Bunlar kendi bilincimizin doğal gelişiminden kaynaklanmıyor. Bunlar daha çok kolektif ruhun bir ürünü olan, heyecansal kargaşa, korku ve suçluluk duyguları gütme ya da güdülme arzusudur.

Modern insan kendi savaşına girişmez. Bunun yerine, tinle alakası olmayan harici savaşlara girişir. Doğal olarak, bir büyücü kendini bunların hepsinden imtina eder! Ustam kendisinin yokluğunda imzalanmış anlaşmalara saygı göstermediğini söylemeyi alışkanlık edinmişti: ‘Yokluğumda karara bağlanmış bir şeye katılmam için, bir aptal olmam gerekir!’

Alabildiğine zor şartlarda doğmasına rağmen bu şartlar karşısında gerici bir adam olmama yüreği vardı. İnsanlığın genel durumunun korkunçluğunu, özellikle birtakım grupların sadece saklı bir ırkçılık biçiminde varlık gösterdiğinin üzerinde durarak açıklıyordu.

Bu dünyada, sadece iki tip insan olduğunu yinelemeyi âdet edinmişti: Enerjisi olanlar ve olmayanlar. Hep kusursuz kalarak, hemcinslerinin körlüğüne karşı sürekli bir mücadele içinde yaşıyordu; hiç kimseyle birlikte hareket etmiyordu. Ona insanlara

dair üzüntümden bahsetmeyi denediğim zaman, parmağını gamzeli çeneme doğrultuyordu ve bana: ‘Kendi kendini kandırma, Carlito! İnsanlığın durumu gerçekten seni ilgilendirseydi, bir domuz gibi davranmazdın' diyordu. O bana başkaları için acıma hissetmenin bir savaşçı için uygunsuz olduğunu öğretti, zira başkalarına acıma daima benlik adına bir çıkardan kaynaklanır.

Yolumuz üzerinde karşılaştığımız insanları göstererek bana: 'Belki de onlardan daha iyi olduğunu sanıyorsundur!’ demek onun huyuydu. Büyücülerin dayanışmasının, azami bir denetimden gelen insan çevresinin tersine, insani bir duygu olmadığını anlamama yardım etti. Heyecansal tepkilerimin izini acımasızlıkla sürerken, beni elimden tutup endişelerimin kaynağına kadar götürdü ve insanların benim çıkarım için bir uydurma olduğunun bilincine varabildim. Sorunlarımı başkalarının üzerine aktararak kendimden kaçmaya çalışıyordum. Merhamet anlamında kullandığımız kelimenin, zihinsel bir hastalık — egomuzla beraber aklımızı daima daha güçlü bir biçimde karıştıran bir psikoz olduğunu gösterdi.”

Don Juan'ın anısını yâd etmek besbelli ki Carlos'u etkilemişti. Baştan aşağı onu nasıl bir duygu dalgasının kapladığını görebilmiştim.



Dinleyicilerden birisi Carlos'un ardı sıra el kaldırıp merhametin bütün dinlerin temel düşüncesi olduğunu söyleyerek, Carlos'un az önceki ifadesini tezat bir biçimde yorumladı.

Carlos, bir sineği savarcasına bir kol hareketi yaptı.

“Hepsini unut! Acımaya dayanan nosyonlar birer uydurmadır! Aynı fikirleri kendi kendimize biteviye tekrar etmemiz sayesinde, insan tinindeki hakiki çıkarı ucuz bir duygusallıkla değiştirdik. Merhamet profesyoneli olduk. Ya şimdi? Bu bir şeyleri değiştirdi mi? Ne zaman ki ortak anlayışın, sizi dünyanın çehresi

üzerine konsantre olmaya ikna etmeye çabalayarak, üzerinizde baskı kurduğunu hissederseniz; şu yakıcı gerçeği tekrar edin: ‘Öleceğim, önemli değilim, kimse değil!’ Önemli olan tek şey, bunu bilmektir.”

Uygunsuz çabaya örnek vermek için, çamura batmış bir eşeğin durumunu anlattı. Eşek hareket ettikçe işler daha da zorlaşır. Tek çaresi vardır; sırtında taşıdığı yükten kurtulmaya ve sorunun dolaysızlığı üzerine yoğunlaşmaya çalışarak soğukkanlılıkla hareket etmek.

"Bizim başımıza gelen de aynı şeydir. Ölümlü varlıklarız. Yabancı inanç ve adetlerin ağır yükünü ölene kadar taşıyan hayvanlar gibi yaşamak için programlandık; fakat her şeyi değiştirebiliriz! Özgürlüğün bize sunduğu savaşçının yolu elimizin altında;

yararlanın bundan!

Bize çömezliğindeki bir problemini anlattı: Sigara bağımlısıydı. Bir çok kez sigarayı bırakmayı denemişti, ama başarısız olmuştu.

"Bir gün. Don Juan şifalı bitkiler toplamak için çöllük bir bölgeye gitmemiz gerektiğini ve yolculuğun günlerce süreceğini söyledi: 'Yanına bir karton sigara alsan çok iyi edersin! .Ama onları doğru biçimde paketlediğinden emin ol. zira çöl sigaralarını çalabilecek hayvanlarla dolu dedi.

Bu ince düşünceliliği için ona teşekkür ettim ve önerilerine özenle uydum. Fakat ertesi gün araklayıcıların ortasında uyandığımda, bir karton sigaranın kaybolduğunu fark ettim. Umutsuzdum; sigarasız, kendimi çok kötü hissedeceğimi biliyordum. Don Juan suçu tilkinin üzerine attı ve onu aramama yardım etti. Endişeli saatlerden sonra, nihayet tüm gün boyunca bizi takip etmiş olan ve gitgide bizi dağlara çeken hayvanın izini buldu. Alacakaranlıktaysa büsbütün kaybolduğumuzu kabul etti Don Juan.

Sigarasızlıktan ve nerede olduğumu bilmemekten, kendimi sefilane hissettim. Beni teselli etmek için, oraya yakın bir şehrin bulunduğuna beni ikna etti; emin bir yere varmak için biraz daha yürümek sadece küçük bir işti. Fakat müteakip tüm günü, sonra ertesi günü ve de iki hafta boyunca her günü bir yol aramakla geçirdik. Bir an geldi ve ölesiye yorgun düştüm: ölmeye hazır, kendimi kumların üzerine attım. Beni bu durumda görünce, Don Juan devam etmem için beni yüreklendirmeye çalıştı ve nihayet

bana: ‘Yani artık sigara içmek seni ilgilendirmiyor mu?’ dedi. Ona hiddetle baktım, tedavi edenin korkunç sorumsuzluğuydu bu, ona sırtımı döndüm ve tek istediğim şeyin ölmek olduğunu söyledim. ‘Çok iyi!’ dedi istifini bozmadan, ‘öyleyse şimdi dönebiliriz. Yolun hep bir kaç metre yakınındaydık.”’

Bu anekdot salonda bir kahkaha tufanı kopardı. Nihayet sakinleştiğimiz zaman, Carlos uyardı:

“Günümüz insanının trajedisi; kendi toplumsal koşulları değil kendini değiştirme iradesinden yoksunluğudur. Kolektif devrimleri hayal etmek çok kolaydır, fakat gerçekten kendini değiştirmek için, merhamet dilenmeye son vermek, egoyu silmek, alışkanlıkları ve kaprisleri bırakmak... İşte bu, bu tamamen farklıdır! Büyücüler tür olarak insan için, gerçek başkaldırının ve tek çarenin, kendi aptallığımıza karşı bir devrim yapmak olduğunu söylerler. Anlayacağınız gibi, bu münzevi bir iştir.

Büyücülerin amacı büyücüler devrimidir: Algı olanaklarımızın sınırsızca yeniden örgütlenmesi. Bugüne kadar ustamdan daha büyük bir devrimci tanımadım. Ekmeğin yerini tortillayla değiştirmemizi önermiyordu; hayır, o dosdoğru meselenin temeline iniyordu. Bütün zincirlerimizden kurtulmayı, düşüncenin bilinmeyenin içine ölümcül atlayışını önerdi. Ve bunun olası olduğunu kanıtladı! Hayatımı erkin kararlılığıyla ve beni bilince taşıyacak stratejilerle doldurmamı telkin etti. Dünya düzeninin bize anlatıldığı gibi olmadığını; onu istediğim zaman bir kenara koyabileceğimi öğretti. Başkalarının önünde bir imajı sürdürmeye ya da bana uygun olmayan bir döküm içinde yaşamaya mecbur değilim. Benim cenk meydanım savaşçının yoludur!”

Toplantı bittiğinde, bütün dinleyiciler vedalaşmak ve birkaç kelime etmek için Carlos'la bir araya geldi. Benim sıram geldiğinde, Carlos beni baştan aşağı süzdü. Sonra adımı ve niçin burada olduğumu sordu. Adımı söyledim ve konuya olan ilgimi bilen bir arkadaşın, beni bu fırsattan haberdar ettiğini açıkladım.

Onun tek yorumu; “Seninle özel olarak devam etmek isterdim,” oldu.

Sözleri beni şaşırtmıştı, ama vedalaşma faslının bitmesini bekleyip, salonun bir köşesinde onu izledim ve sonra beni ertesi gün için oteline kahvaltıya davet etti. Bana adresini verip:

"Yarın saat dokuzda görüşürüz," dedi.

Bu buluşmadan hiç kimseye bahsetmemem ve dakik olmam gerektiğini ve kişisel bir ilgiyle hürmetkârlığı birbirine karıştırmamamı da sözlerine ekledi.



Sessizbilgi Listele - - - - - Yeni Siteye Dön