Eski SessizBilgi - - - - - Yeni SessizBilgi
Alt Limit:
Kaç tane -->

2 bolum savascinin soylesisi 3 erk bitkileri


Bir gazete büfesinin ardında, handiyse saklı bir bank üzerinde, bir adam oturuyordu. Varlığı dikkatimi çekiyordu ama bana uzaklığının ancak yirmi metre olmasından ötürü, yarı bilinçli bir

şekilde fark ediyordum. Arkama döndüğümde gülümseyen bir adam bana bakıyordu. Carlos’tu.

Bütün içtenliğiyle beni kucakladı ve bu doğal karşılaşmayı bir yora olarak anlamak gerek diye yorumladı.

"Şimdi tamamen seninim,” diye ünledi. “Hadi sor bakalım!"

Bu fırsat kaçmazdı. Carlos çeşitli konuşmaları esnasında, halüsinojen bitkilerin bir bilgi arayıcısı için salık verilemez olduğunu kesin biçimde açıklamıştı. Bununla beraber ilk kitaplarında tam olarak bunun tersini yazdığı gibi, onların kullanımı konusunda da, bu bitkilerin birer erk örneği gibi sunulduğu daha kapsamlı alıştırmalar vermişti.

Bu konu derinden ilgimi çekiyordu, yaptığı betimlemelerle bende büyük bir merak uyandıran, algının inanılmaz görünümlerini sağlayan bu şeyleri asla kendi üzerimde denememiştim. Onun keyfinin yerinde olmasından da istifade ederek, ondan bu çelişkiyi açıklığa kavuşturmasını istedim.

Sorumu duyduğunda keyfi kaçtı. Konunun onu derinden etkilediği belliydi. Birkaç saniye düşündükten sonra bana, tinin bir işaretiyle belirlenmiş olan bakış açısının değişimini anlattı:

"1971'de ikinci kitabımın yayınlanması sonrası, nahoş bir ziyaret kabul ettim. Sunularımdan birine Amerika Birleşik Devletleri hükümet ajanları geldi, uyuşturucu tüketen gençliğin bir idolü olmak üzere olduğum konusunda beni bilgilendirdiler ve tutumumu değiştirmezsem beni ülkeden kovacaklarını söylediler.

Önceleri bu tehdidi ciddiye almak için hiçbir neden görmüyordum. Ama sonradan, küçük bir anket yaptım ve durumdan etkilendim. Birçok öğrenci uyuşturucu kullanmanın akademik bir izni gibi alıyordu Don Juan'ın öğretilerini. Adım her yerde uyuşturucu konusunda bir otorite gibi alıntılanıyordu. Ama her ne olursa olsun bir marihuana azizi olmak istemiyordum!

Bu ikilemle soluğu Don Juan'ın yanında aldım, bütün bu olup bitene güldü ve bana, ‘İz sürücülerin ilkelerinden biri hiç kimseye meydan okumamaktır ve şüphesiz hiç kimse onlardan daha güçlü değildir’ dedi. ‘Kendi tekerine kendin çomak soktun ve tek başına bu durumdan çıkmalısın. Sana çömezliğin üzerine yoğunlaşmanı salık veririm; bundan gayrisinin ne önemi var?’

Bu öğüt daha sonraki eserlerimde daha ihtiyatlı davranma kararı aldırdı bana.

Kişisel olarak, ne tasdik ederim ne de özel olarak hiçbir şeyi kınarım, çünkü bu konuda otorite değilim ve aynı zamanda çömezliğim böylesi tekniklerin ürünü. Bununla birlikte, kamusal alanda, bitkilerin kullanımını teşvik edemem, çünkü kitaplarım, onları kendi tarzlarında yorumlayan farklı tipler tarafından okunuyor.

Nitelikli bir denetim olmaksızın, erk bitkileri istenmedik sonuçlara yol açabilir, çünkü erk bitkileri birleşim noktasının yerini aniden ve yeri belli olmayan bir biçimde değiştirirler ve bu da uzun vadede sağlığın, aklın ve bazen de kullanıcının hayatının yıkımıyla sonuçlanır. Bir keresinde, bir öğrenci babasının, elde silah, öldürmek için beni aradığı haberini aldım, zira uyuşturucu denemiş oğlunun vefatından beni suçluyordu.

Bitkilere dair her şey çok nazik bir konudur. Eğer bunu anlamak istiyorsan, neredeyse herkesin büyücüler üzerine benimsediği folklorik görüşü bir tarafa bırakmalısın. Hakiki Toltek savaşçıları ne fanatiktir ne dopingci ne de bir başka şeydir, onların yolu kusursuzluk tarafından titiz bir biçimde dikte edilmiştir.

Don Juan'ın bu bitkileri bende sadece çömezliğimin başlangıcında kullandığını, sana daha önce açıklamıştım. Ne var ki ben, günlük koşturmacalarım içinde son derece sıkışmış durumdaydım. Benim inatçılığım devam ettikçe bana bu bitkilerden veriyordu. Bu şekilde, onun öğretisinin ilk ürünlerini kavramam için birleşim noktamın sabitliğini asgari gereklilikte gevşetmeyi başarmıştı. Bununla birlikte, onun sakınımlı davranışına rağmen bu bana çok pahalıya mâl oldu ve bugün sağlığımın böyle bozulmasının esas nedenlerinden biri budur.

Erk bitkilerinin bir sınırı vardır ve bir büyücü bunu çok çabuk anlar. Onlar bir başlangıç uyarmışıdırlar, ama çalışmanın temeli olamazlar, çünkü erk bitkileri bizleri görücünün aradığı eşsiz dünyalara götürme kapasitesine sahip değildir."

Sözünü kestim:

"Bu, onların birleşim noktası üzerindeki etkinliğinin, yeterince büyük olmadığı anlamına mı geliyor?"

"Tersine, erk bitkileri derin ve öngörülemez bir sarsıntı yaratırlar. Bunu gerçek bir büyücü işleyebilir, bir çömez değil. Yem taşlayan bir kişi, algısal sınırlılıklarını kırmak için onları kullanırsa, halüsinasyonlar olarak tanıklık ettiği her şeyi sınıflandırmak eğilimi tarafından baştan çıkarılacak; bir bitkiden başlayarak hepsini denemeye kalkacaktır! Bu tarzda, birleşim noktasını yeni bir konuma sabitlemek için, kâfi yükümlülük derecesine asla ulaşamayacaktır. Bitkiler seni hızla ve kolayca bir başka dünyaya götürür, ama senin orada iz sürmene izin vermez; bu onların sınırıdır.

Algının kanatlarını açmanın en iyi aracı, rüyanın kullanımıdır. Yöntem olarak, rüya görme çok basit olduğu gibi daha az riskli daha anlaşılır ve özellikle de çok daha doğaldır.

Bir çömezin amacı, birleşim noktasının dizginlerini eline almaktır. Bir kez onun yerini değiştirme yeteneği kazandığında kusursuzluğun ve disiplinin gücüyle, dışarıdan yardım almaksızın, bu hareketleri tekrar etmesi gerekir. Böylece savaşçının bir bağlaşık bulduğu söylenebilir.”



••Sabitlenme Kapanı••


Carlos, okumalarından birinde, birleşim noktasının sabitlenmesinden daha kırılgan hiçbir şeyin olmadığını açıkladı. Hemfikir olma sanatının böylesine özel olmasının, bu noktaya varmak için yirmi yılımızı kaybettiğimiz günlük alıştırma olduğunu savunuyordu. Bu noktaya ulaşanlara ‘erişkin’, ulaşamayanlara ise ‘deli’ deniyor.

“Bununla beraber, bizler için hiçbir şey yeni evrenlere yolculuk etmemizden daha kolay değildir. Tekrar kendi oluşumuza dönmek, bunun için yeterli.”

Bize, birleşim noktasındaki sabitliğin enerji niceliğinin çok büyük bir kısmını tükettiğini ve durağan bir dünya görüşü ürettiğini açıkladı. Enerjinin bu tarzda kullanımı, bütün ışıltımız içinde dağılıyor ve kenarlarda toplanmasıyla sonuçlanıyor. Böylesi şartlar içinde, bu sabitliği değiştirmek zahmetli bir iş oluyor.

“Sabitlenme kapanını kırmak için, her çareye başvurmak faydalıdır. Olayların çoğunluğunda, dışarıdan gelen bir tek itiş, kişideki birleşim noktasının bir hareketini doğurabilir. Çok çok şansımız olduğu zaman bir nagual eliyle gerçekleşen bu itişi kabul ederiz.

İlk yer değiştirme gerçekleşince savaşçı, niyetli alıştırmalar ya da rüya uygulaması aracılığıyla dikkatini kontrol etmek için mücadele etmelidir. Rüya görmek insan soyunun kurtuluş yoludur ve varoluşumuza gerçek boyutunu verebilecek tek şey budur.”



••Rüya ve Uyanıklık••


Carlos konuşmaları uygulamalara doğru yönlendirmek için büyük bir beceri gösteriyordu. Zekâsının sıra dışı keskinliğine rağmen, konuşmanın sırf teorik düzeyde yön almasından nefret

ediyordu. Onun bu becerikli tarzına sık sık şahit oldum, amma velakin katı, bildiğinden şaşmaz muhataplarını, kendi çıkarımlarıyla karşı karşıya getirerek güç durumda bırakıyordu.

Benim durumumda ise onun yöntemi, benim akılcılaştırma taarruzlarımı susturmak için, her şeyi ivedi ve ona göre kolay bir öneri durumuna dönüştürmeye dayanıyordu: Rüyaların kontrolü. Oysa rüya görmek, benim için öğretisinin en güç yanıydı. Çünkü öncelikle ifade etmeliyim ki, bir büyücü için bütünüyle farklı şeyler olan, sıradan rüyalar ve rüya görmek kavramı arasındaki farkı koymayı beceremiyordum.

Ve İkincisi de, uyanıklık durumunda yapmak yerine, uyku sürecinde dikkati odaklama fikri, felsefi arayışlarım içerisinde öğrenmiş olduğum her şeye aykırıydı.

Bu iki yaklaşımım, rüya görme olanağını, onun özgün ve erişilebilir bir olanak olduğunu asla kabul etmeksizin, çarçabuk başımdan atmama neden oldu. Bu konudan her bahsedildiğinde kaygıyla doluyordum. Ve bu konunun akıl dışılığının analizini yapmanın bile zahmete değmeyeceğini kendi kendime söyleyerek, kendimi haklı çıkarıyordum.

O akşam bana uygulamanın nasıl ilerlediğini sordu. Önyargılarımın ciddi bir karar almamı engellediğini ve hiç de şaşırtıcı olmayan bir biçimde, olumlu hiçbir sonuç elde edemediğimi söyledim.

Carlos:

“Belki şansın yoktur. Ustam, her insanoğlunun tercihini doğarken kendisiyle beraber getirdiğini söylerdi. Herkes iyi bir rüyacı olamaz, kimileri iz sürmeyi rüya görmekten daha kolay bulur. Önemli olan ısrar etmen.”

Ama onun sözleri beni teselli etmedi. Ona, kuşkuculuğumun nedeninin çocuklukta bana aşılanmış zihinsel bir engel gibi geldiğini açıklamaya başladım. Bitirmeme izin vermedi. Buyurgan bir jest yaparak itiraz etti:

“Yeterince yapmadın. Eğer kendi kendine rüya görene kadar bir daha yemek yemeyeceğine ya da bir tek söz telaffuz etmeyeceğine dair söz verirsen, bunun olduğunu göreceksin! Sendeki bir şeyler esnekleşecek, söyleşi duracak ve... Bir bakmışsın olmuş!

Rüya görmenin senin için, sadece bir tercih olmadığını, temel bir şey olduğunu aklında tut, eğer bunu başaramazsan, bu yolun devamını getiremezsin.”

Sözlerinden telaşlanarak sordum:

“Ama bunu başarmak için ne yapmam gerekiyor?”

“Bunu başarmayı istemelisin!” diyerek yanıtladı beni. “Bu, bu kadar basit. Alıştırmanın zorluğunu abartmaktasın. Rüya görme herkese açıktır, zira başlangıçta sadece elzem olan asgari bir bilgi gerektirir, daktiloda yazı yazmak ya da bir araba sürmekte olduğu gibi.”

Cevaben, rüyaları kullanmanın bizi içsel uyanıklık durumuna nasıl sokabileceğini anlamanın, benim için çok zor olduğunu söyledim. Bana dikkatle baktı.

“Seni şaşkınlığa düşüren kelimeler. Büyücülerin rüya görmekten ve uyanıklıktan bahsederlerken kullandıkları bu kavramların, senin tanıdığın hiçbir fizik durumla alakası yok. Ben senin dilini kullanmaktan başka bir seçeneğe sahip değilim, çünkü sen yoksa

hiçbir biçimde beni anlamayacaksın. Ama sana söylediğimin anlamına nüfuz etmeyi denerken, elinden geleni yapmaz ve günlük hayatın anlamlılıklarını bir kenara bırakmazsan, şüphe halinden

asla kurtulamayacaksın.

Sana garanti edebilirim ki, bir kez meydan okumanla yüz yüze gelmekten seni alıkoyan o tembellikten yakanı kurtarıp da, direkt ve tereddütsüz bir biçimde rüya görmek için atağa kalktığında, zihinsel kargaşan kendiliğinden dağılacak.”

İnatçılığımdan dolayı özür dileyerek, rüya görmenin anlamını bir kez daha açıklamasını istedim. Carlos beklediğim teorik açıklama yerine, bir betimlemede bulundu:

“Tanrısına önceden danışmadan hiçbir şey yapamayan sofulardan, bir inanan hayal et. Uyuduğu vakit onun inançları ne olur, inançlar nereye gider?”

Ne yanıt vereceğimi bilmiyordum. Devam etti:

“Onlar rüzgârdaki bir mum alevi gibi sönerler. Rüya görürken, kendine hâkim değilsindir. Görüşlerin kendi aralarında bağlantısız, kendisini hatırlamayan izole kabarcıklardır. Kuşkusuz alışkanlığın gücü neredeyse her zaman seni kendi kendinle olduğun rüyalarına doğru taşıyacak, fakat orada zinde olduğun kadar gevşek, genç olduğun kadar yaşlı ya da erkek olduğun kadar kadın olabilirsin. Gerçekte, rasgele yerini değiştiren bir birleşim noktasısındır sadece, kişisel özgünlükte hiçbir şey yoktur. Sıradan insan için, uyanık olmak ile rüya görmek arasındaki fark; birinci

durumda dikkati devamlılıkla akmaktadır ve ikinci durumda dikkat düzensiz bir tarzda akmaktır; ama her iki deneyimde de istencin katılım derecesi en düşük seviyededir. Sıradan bir insan her zamanki gibi aynı yerde uyanacaktır, üzerinde tıpkı bir gömlek gibi taşıdığı kişiselliğini yeniden giyinecek ve alışılagelmiş işlerine koşturacaktır. Ve uyuma esnasında, yapabileceği bir başka şey bilmediğinden yeniden bağlantısını kesecektir.

Günlük uyanıklık, algıladığımız bu dünyanın öyle göründüğü kadar gerçek olup olmadığını sorgulayacağımız ve onu durduracağımız bir alan bırakmaz bize. Ve sıradan rüya için de aynı şey söylenebilir; o sürerken, onu tartışılmaz bir olgu gibi kabul ederiz, onu asla yargılamayız ya da daha basit bir tarzda ifade edersek; kendimizi ya da rüya içinde bir kez olsun bir emri ya da uyanıklık sürecinde sonuca bağlanmış bir uzlaşmayı anımsamaya asla ‘niyetlenmeyiz’.

Fakat dikkati idare etmenin bir başka yolu vardır ve bunun sonucuna ne rüya ne de uyanıklık denilebilir, çünkü her iki durumu da aşar. Hakiki uyanıklık da zaten budur, dikkatimizin sorumluluğunu almak!

Toltekler'in öğretisi rüya olayını arıtır. Nasıl adlandırıldığının bir önemi yok, sıradan bir rüyanın kaotik olan algısal ürünü, bizim zekice hareket edebileceğimiz bir uygulama alanına dönüşür.

“Bir uygulama alanı?”

“Evet, bir uygulama alanı. Bir rüyacı her koşulda kendisini anımsayabilir. Her zaman, savaşçı niyetiyle bir mikro saniye içinde ona düzenlenme imkânı veren istenciyle geçirdiği bir antlaşması, bir parolası vardır. Her ne olursa olsun rüya vizyonunu sürdürebilir ve oraya keşif ve analiz için ne zaman dilerse geri

dönebilir. Dahası da var, vizyonu içinde başka savaşçılarla buluşabilir; büyücüler buna ‘rüyada iz sürmek’ derler.

Bu teknik tıpkı günlük dünyada yaptığımız gibi, amaçlara ‘niyetlenmemize’ ve eylemleri sürdürmemize izin verir. Problemler çözebilir ve bir şeyler öğrenebiliriz. Orada öğrenilenler tutarlı ve işlevseldir. Bu bilgiyi nasıl aldığını açıklayamasan da onu asla unutmazsın.”

Hangi bilgiden bahsettiğini sordum. Yanıtladı:

“Hayat yaşanılırken öğrenilir. Ve bu rüya için de geçerlidir, yeter ki biz bunu rüya görme sırasında öğrenelim. Kimileri bazen bu yolda başka beceriler geliştirmekte de başarılı olur. Örneğin Don Juan, savaştan kalma gömülü şeyleri, saklı defineleri bulmak için, rüya bedeninden yararlanmayı alışkanlık edinmişti. Bu faaliyetlerin hasılatı da, tütün tarlaları, petrol gibi farklı şeylere yatırılıyordu. Hiç şüphesiz yüzüm şaşkınlık ve zor inanırlık karışımı bir hal almıştı ki:

"Bu o kadar da sıra dışı değil! Diye ünledi. Bunu anlamak ne kadar zor olsa da; böylesi büyük başarıların hepsini gerçekleştirebiliriz! Sen uyurken birisinin sana yeni bir dil öğrettiğini hayal et; bunun sonucu, dili öğrenmen ve ilk uyandığında onu anımsayabiliyor olman olacaktır. Aynı şekilde, bu durumda bir şeylere tanık olursan, kaybolan bir obje gibi ya da başka bir yerde vuku bulan

bir olay gibi. Daha sonra bunu teyit edebilirsin; eğer rüyandaki gibiyse, öyleyse bu bir rüyadır.

Rüyada öğrenmek, büyücüler tarafından hayli kullanılan bir kaynaktır. Ben bu şekilde bitkiler üzerine pek çok şey öğrendim ve hâlâ hepsini anımsarım.

Kaynaklarını küçümseme. Tin bize yerleştirdiği her şeye, aşkın bir anlamda sahiptir. Bunun anlamı, rüyaların bu noktada kullanılmak için olmasıdır; eğer öyle olmasaydı, onlar olmazlardı. Sana anlattığım teknikler soyut şeyler değil; onları kişisel olarak kendim doğruladım.

Rüya görme becerisi dünyaya bir mesajdır. Ama hiç kimsenin bunu dikkate aldığı yok!”

Onun kederli bir tonda söylediği bu son sözü duyduğumda, ansızın berbat bir utanma duygusuna kapıldım. Yıllar boyunca, bıkmadan usanmadan bakış açımızı daha da geliştirmemiz için bizleri cesaretlendirmişti, bencil bir çıkar içinde değil, arı bir zevkle kendi yüksek bilinç durumunu bize aktararak. Ya ben ne yapıyordum, aradığım heyecanı kendi ikinci el inançlarımda ve o bildik şüphelerimde buluyordum!

Onun yakınında olmak istemiştim; şükran duygumu ifade etmek için, tokalaşmak niyetiyle oturduğum banktan kalkıyordum ve ona bir şeylerin sözünü vermek üzereydim, fakat beni durdurdu.

“Hiçbir şey demesen daha iyi, zamanını harcama! Belki de senin yazgın, parlak havai bir savaşçı olmak değildir, yine de hiçbir mazeretin yok. Sen de herkes gibi rüya görme konusunda mükemmel biçimde donanımlısın. Eğer bunu başaramıyorsan, bu onu istemediğin içindir!”



••Algının Kapısı••


Bir başka sohbetinde bana, “Birleşim noktasının alışılmamış bir pozisyonunu gerektiren hangi bilinç durumu olursa olsun, bunun teknik açıdan bir rüya olduğunu açıkladı. Günlük dikkat durumlarına göre rüyanın üstünlüğü, en büyük duyumsal spektrumu kapsayabilmesi ve elde ettiğimiz bilgiyi en iyi biçimde sentezleyebilmemiz gerçeğine dayanmasıdır,” dedi.

Başka bir ifadeyle, daha yeğinlikle nasıl yaşanacağını öğreniyoruz.

“Ve bilhassa,” dedi, “rüya görmek bizi geçmişimizdeki kritik olaylara götürür, doğum ve bebeklik gibi. Bu travmatik durumlara ve geçmişimizdeki bozuk bilinç durumlarına ışık tutar. Bir büyücü kendi deneyimleri içinde olan en acı verici olayları bir kenara koyamaz!”

Okumanın sonuna doğru, benim çok önemli saydığım bir tanımlamada bulundu, zira tanımlama özellikle benim hassas bulduğum bir temaya değiniyordu.

“Rüya olanaksız bir şey değildir, sadece meditasyonun derin bir türüdür,” diye belirtti.

Yıllarca, "meditasyon" olarak adlandırılan kimi alıştırmaları uygulamıştım. Bu uygulamalar, biçimleriyle olduğu kadar sonuçlarıyla da Carlos'un önerdiklerinden hayli farklıydı. İlk fırsat bulduğumda, meditasyon ile rüya arasındaki farkı açmasını istedim.

Carlos:

“Benden istediğin şey çok zor, çünkü rüya görmeksizin meditasyon yapmanın olanağı yoktur, iki kavram da aynı olguyu betimler.”

“Peki, benim alıştırmalarım neden sözünü ettiğiniz şeylerin hiçbirini sağlamıyor?”

“Bunu kendi kendine yanıtlasan daha iyi olur. Bence, şimdiye kadarki uygulamaların meditasyon değildi, bir tür kendi kendine telkindi. İnsanların birbirinin yerine koyarak kafa karışıklığı yarattıkları bu iki şey, büyücüler açısından farklıdır.

Zihni yatıştırmak, meditasyon yapmak değil, yarı uyku halidir. Buna karşın rüya görmek, dikkat eksikliğimize karşı hakiki bir savaşı gerektiren, sürekli bir yoğunlaşma sürecinin sonucu olan dinamik bir şeydir. Eğer yapılan sadece duyumların uyuklamasının bir ürünüyse, uygulamacıların kendilerine savaşçı dememesi gerekir.

Bir rüyacı, dinginliğin en derin yeriyle ilişkilenirken yırtıcılıkla vücut bulabilir, ama bunun gerçekte hiçbir önemi yok, çünkü rüyacı zihinsel durumlarla özdeşlik kurmaz. Ne olursa olsun her duyumun, birleşim noktasının sabitlenmesinden başka bir şey olmadığını bilir. Rüya görme, ancak günlük yaşantımızda belirli bir dengeye kavuştuktan ve içsel söyleşi sessizliğe boyun eğdikten sonra ortaya çıkar. ‘Rüya görme’ kavramı, zihinsel birikimle

hiçbir alakası olmayan bir bilinç çabasını betimlemenin en uygun yolu değil. Bununla beraber, hattımın geleneğine hürmetimden bunu kullanıyorum, fakat eski görücüler bunu bir başka biçimde

adlandırırlardı.

Deneyimli büyücüler, uyku başlangıcında olduğu gibi aynı kolaylıkla, uyanıklık durumu başlangıcında da rüya görürler, çünkü onlar için söz konusu olan, gözleri yumup horlamak değil, var olan başka dünyalara tanık olmaktır. İstenç noktasından bu, bir büyücünün gündelik uyanık rüyasının başka yasalara boyun eğen bir enerji olması anlamına gelir, o inanılmaz başarıları gerçekleştirebilir; bir duvarın içinden geçmek ya da kaşla göz arasında evrenin sınırlarında bir başka zamanda ve bir başka yerde olmak gibi. Böylesi deneyimler çok yönlü, kümülatif ve biriciktirler; bunları kendi başlarına yaşayanlar yaşadıklarını açıklamak için, mantık kategorilerini referans almaya mecbur olacaklardır.

Fakat bu tip bir tezahür her ne kadar değerliyse de, rüya görme olgusunun amacı değildir. Rüya görmek esasta senin içindir, çünkü naguala erişmek neredeyse ancak bu durumda ortaya çıkar.”

“Neden?”

“Nedeni açık. Rüyada doğal bir eğilime sahip olan insanlar ve bir enerji fazlası olanlar daha ileri başka rüyacılarla buluşmak noktasında daha kalifiyedirler, ister rastlantısal biçimde, isterse iradi bir biçimde arandığı için olsun. Bazen bu yol arkadaşları, bu sanatta onları daha derinlemesine eğitmek için yükümlülük almayı kabul ederler. Bir çömez bir kez parlamaya görsün, onun nagualın dikkatini çekmesi kaçınılmazdır.

Naguallar durmadan iz süren kartallar gibidir. Onlar bir bilinç artışını ortaya çıkartır çıkartmaz hızla dalış yaparlar, çünkü iradi bir rüyacı çok nadirdir. Bir usta için, yoktan yaratılarak başlamış bir çabayı teşvik etmek çok kolaydır.”

Carlos bana, dünyanın çeşitli yerlerindeki savaşçılarla ilişkisini rüya aracılığıyla sürdürdüğünü anlattı. Rüya görmenin bir başka esprisinin de, rüya uygulamasının bilgiye olan yakınlığının, çömezlikten kaynaklanan, aceminin dikkat ve berraklık eksikliği, eğitimcisinin etkinlikleri hakkındaki kuşkuları ve kimi tekniklerin doğal tehlikeleri gibi yüzlerce problem hakkında karar vermemize olanak sağlaması olduğunu sözlerine ekledi.

“Bu sanat, Kartal'ın yayılımlarının takınaklı doğasını yumuşatır, aksi takdirde Kartal’ın yayılımları çömezin psikolojik dengesini ve istencini yıkabilir.”

“Öyleyse,” diye sordum, “biz rüya göremeyenler, ne yapabiliriz bu öğretilere ulaşmak için?”

Sorumdan sıkılmış göründü ve homurdandı:

“Hedefi tutturamadın! Doğru soru, ‘rüya görmek için ne yapmalıyım?’ olmalıydı. Bir savaşçı, hayatının her anında soru işaretleri bırakarak bu dünyadan çekip gidemez. Eğer gerçekten rüyalarını hayatının bir parçası olarak göremiyorsan, rüyalarını erke giden yollar olarak kafanda canlandıramıyorsan ve onların neye hizmet ettiklerini hâlâ anlayamamışsan, öyleyse bir hayli işin var.



••Rüya Çifti••


“Algı çeperimiz içinde ‘kendi’ ismini verdiğimiz ve rüya sırasında keşfedilebilen, ayrı bir güç bulunur. Bu güç kendi kendinin bilinci olabiliyor, kişisel ilkelerimizi massedip, bağımsızlıkla hareket edebiliyor. Onunla ilişkilenmiş olmak bizde tanımlanamaz bir duyum yaratır, çünkü söz konusu olan inorganik bir varlıktır.”

“İnorganik?”

“Elbette! Günlük dikkatimize ‘organik’ diyoruz, çünkü o organlar bileşiminden oluşan bir bedene dayanır, değil mi?”

“Haklısın.”

“Öyleyse rüya görürken algıladığın ve hareket ettiğin bedenini nasıl adlandırırdın?”

“Bu bir görüntü derdim,” diyerek ihtiyatla yanıtladım. “Tamam işte! Bu inorganik bir varlık; bir görünüşe sahip, ama kitle değil. Bu senin için sadece zihinsel bir yansıtmadır. Bununla beraber, bu varlık açısından, hayalî bir dünyada yaşayan, bizim fizik bedenimizdir. Eğer öteki benin bilincine varmak için, gerekli enerji ve yoğunlaşman olsaydı ve bu varlığa kendi günlük dünyan hakkındaki düşüncesini sorsaydın, seni yanıtlarken, günlük dünyanın hayli gerçekdışı ve neredeyse mitolojik göründüğünü söylerdi. Ne biliyorsun, belki de haklı olacaktı!

Rüya bedenimiz birçok uygulama alanına sahip. Herhangi bir zamana, herhangi bir yere seyahat edebilir ve bir şeyleri keşfedebilir. Hatta kendini maddileştirebilir, başka kişilerin uyanıkken ya da uyurken görebileceği görsel bir çift veya başka bir şeyler yaratabilir. Bununla beraber bir görüntü olarak kalır, bedensel işleve sahip değildir. Bir insanoğlu onu bir insan olarak görürken, bir hayvan onu bir başka biçim altında görecektir.”

“Tüm bunları nereden biliyorsunuz?”

“Bu o kadar basit ki! Rüya çiftim bütün dikkatimi çektiği için gözüm sürekli onun üzerinde. Onun ya da gittiği dünya hakkında bir şeyler bilmek istediğimde, bunu ona sorarım ve o da bana söyler. Sen de bunu yapabilirsin, bu o kadar da zor değil. Bu gece uyur uyumaz enerjinle temasa geçebilirsin.”

“Nasıl?”

“Bunun pek çok yolu var. Örneğin, rüyalarında bir ayna ara. Geç önüne ve kendi gözlerine bak; seni nasıl bir sürprizin beklediğini o zaman görürsün!”

Daha önce Carlos'un kitaplarında çift üzerine kimi şeyler okumuştum, ama önyargılarım bu konuya açık bir tinle yaklaşımımı engelliyordu ve "ışıltılı yumurta" ya da yaşayan varlıkları kuşatan manyetik alan, "enerji bedeni" ve "rüya çifti" gibi kavramlar konusunda kendi içimde büyük bir karışıklık yaşıyordum. Carlosa “benzer şeylerden mi bahsediliyor yoksa bu kavramlar arasında farklılıklar var mı?” diye sordum. Sorum onu şaşırttı.

“Yahu sen hiçbir şey anlamamışsın! Bilinçten bahsediyorduk, fizik nesnelerden değil. Bu antiteler, bizim ‘fizik beden' olarak adlandırdığımız algısal birim gibi aynı şeyin betimlemeleridir, çünkü iki tane ‘sen’ yoksun, sen sensin! Bir enerji bedenin yok, sen bu enerjisin, sen yayılımları birleştiren bir birleşim noktasısın ve bir noktadan başka hiçbir şey değilsin! Farklı rüyaların olabilir ve onların her birinde farklı bir görünümle ortaya çıkabilirsin; ister insan, ister hayvan ya da istersen inorganik bir varlık ve hatta aynı zamanda değişik kişiler olduğun rüyalar görebilirsin ama bilinçli varlığı parçalayamazsın!”

Carlos, özellikle güçlü ve entelektüel bir içsel söyleşisi olanların, var olmanın müşterekliği duygusuyla, bilinç araçlarımızın betimlemesini karıştırdığını söylemişti.

“Bir zamanlar doğulu bir ustanın yanına sığınmıştım ve söz rüyadan açıldı. Adam bir uzman olduğunu söylüyordu ve ‘Benim yedi rüya bedenim var!’ diyerek övünmüştü: Bu ifşaatından afallamıştım, ancak ona verilecek bir yanıtım vardı; ‘Don Juan bana sadece bir tekini öğretti’ dedim.”

Carlos bunu söylerken çok utanmışçasına başını kollarının arasına sakladı, ne var ki elleri arsız bir gülüşü gizliyordu.

Ona, “Öyleyse rüya çiftinden ya da enerji bedeninden söz ettiğinizde aynı şeye mi gönderme yapıyorsunuz?” diye sordum.

“Aşağı yukarı. İlkine rüya esnasında ulaşılabilir, İkincisine ise iz sürme araçlarıyla. Bir başka ifadeyle, enerji bedeni, rüyacı tarafından kasıtlı bir kontrolle rüya çifti haline gelir; ama ikisi de tek ve aynı şeydir. Fark, bunlara ulaşmak için kullanılan araçlardadır.

Eski büyücüler istençlerinin erkiyle rüya bedenlerini işleyip biçimlendirmiş ve fizik bedenlerini en küçük detaylarıyla kopya etmenin büyüsüne kapılmışlardı. Ona ‘çift' denmesi, bu geleneğin sonucudur. Kendimizi belirli bir tarzda ve de sadece bu tarzda görmeye alıştığımız için, bu düşüncenin çok kullanışlı bir anlamı var. Başlangıçta rüyacının kendine fizik terimlerle bakması çok daha uygundur.

Fakat yeni görücüler, bu niyetin kaçınılmaz sona kadar sürdürülmesinin gereksiz bir savurganlık olduğunu söylerler, çünkü bu bizi dikkatin büyük niceliğini asla pratik kullanımı bulunmayan detaylara yatırmaya zorlar. Onlar gerçekte oldukları ışık baloncukları gibi görünmeyi öğrenmişlerdi.”

İspanyollar öncesi klasik nagualizmde büyücülerin, bir hayvan bedeniyle görünme niyetine sahip olmaya dayanan, kendilerini hayvana dönüştürme yeteneklerinin olup olmadığını sordum Carlosa.

“İşte bilginin hası!” der gibi bana baktı.

“Rüya görmek, enerji bedeninin kararlılıkla kullanılmasıdır. Enerji plastiktir, ona sabit bir baskı uygularsan, istediğin biçimi almaya başlayacaktır. Çift nagualdır, ‘öteki’dir, nagualizmin mührüdür. Onu kontrol ettiğin zaman, hayvan olmak da dâhil, istediğini özgürce olabileceğin bir yoldasın demektir.

Açık ki, hayvana dönüşmek gibi özel bir şeyleri başarmak doğaçtan yapılamaz, usuller var. Çift, yeni bir konumdaki birleşim noktasının sabitliğine doğru kayar.

Böyle bir sabitlenmenin, takınaklı bir doğası vardır ve büyücülük yöntemleriyle ele alınmalıdır. Örneğin, bir şahin olmak için ateşli bir arzun varsa ve bükülmezlikle kendini buna bağlarsan, bir şahin olursun! Herkes aradığını bulur. Bu, nagualların kendi takınaklarını idare etmesi meselesidir.

Bununla beraber, kişilerin üzerine odaklandıkları amaçların sırf özgürlük tutkusu ve kanaatkârlık olmadığını bilmemiz gerekiyor; işte bu noktada tıkananlar, kendilerini çılgınca ya da kabaca bir sıradanlığa sürükleyebilirler. Gerçekte, hepimizin yaptığı budur, insan olmayı seçtik ve de insanız! Kötü yönelimli bütün takıntılar köleliğe evrilir.

Günümüz Meksika naguallarının birçoğunun problemi, soyutun açılımlarını unutmuş olmalarıdır. Aptal bir hindiye dönüşmeyi yeğleyen büyücüler var ve bu kılıktan bir daha çıkamıyorlar. Başka ne denir ki buna! Büyük çoğunluğu, enerjileriyle güçlü duyumlar edinmek ve başkalarını korkutmaktan başka bir şey düşünmüyor bile.

Öğretilerin bu çöküntüsü, Don Juan hattının görücülerini, birleşim noktasının atalarından onlara miras kalan her türlü kaprisli pozisyonundan vazgeçirterek, daha kişisel olmayan bir tarzda özgürlüğe yöneltmiştir. Özgürlük amacı mutlak berraklıktır ve geriye kalan her şeyin yerini alır. Ateşli bir özgürlük arzusuna sahip olan yeni görücüler, nagualizmin arılığını eski haline getirmişlerdir.”

Rüya ortamında bir çift hazırlamak için kuşku götürmezlik talep eden, bu çabanın büyüklüğü hakkında ne düşündüğünü sordum.

Carlos:

“Büyücülerin çoğunluğu için, bu çaba başka bir seçenek, uygun zamanda, onlara üçüncü dikkatte son adım niyetine sahip olmayı sağlayacak, başka bir bilinç âlemi için bir kapıdır. Çiftlerine özerklik ve dayanıklılık vererek, kendilerini ölümden sonra bilinçli kalmaya hazırlarlar. Beden tamamlanıp da o an geldiğinde, onların bilinci insan kabuğunu beklendiği gibi terk eder, fizik beden büzülür ve ölür, fakat varlık yetisi devam eder.”



Sessizbilgi Listele - - - - - Yeni Siteye Dön