Eski SessizBilgi - - - - - Yeni SessizBilgi
Alt Limit:
Kaç tane -->

antipsikiyatri ailenin olumu




Antipsikiyatrinin önde gelen iki ismi, İngiliz Ronald Laing ile İskoçyalı David Cooper 1967'de bu terimi kullanarak, akımın resmen başlatmış oldu. Onlara göre, şizofreni bir hastalık değil, kişisel siyasi bir eylem, ailenin ve toplumun baskısına karşı gösterilen tepkisel bir sendromdu. 1986'da 56 yaşında Paris'te ölen David Cooper, The Death of the Family (Ailenin Ölümü) adlı kitabında ailenin kendi sahte yaşam tarzını korumak için bir hastalık yarattığını, toplumun gereksinimlerini karşılayan tıpın ise bu hastalığın tedavi yöntemlerini belirlemek, tanımlamak, sınıflandırmak ve uygulamak için "psikiyatri" adında özel bir uzmanlık alanı yarattığını iddia etmiştir.


Temsilcileri arasında; Franco Basaglia, Michel Foucault ve Thomas Szasz bulunmaktaydı.


Sizce de bir insanin kendi izni olmadan sırf toplum tarafından tanımlanan "normal" veya "düzen" kavramlarına göre, üzerinde çeşitli kimyasalların denendiği, elektro şok uygulamaları yapıldığı, bir yerlere kapatıldığı insanların söz konusu olduğu "sözde bilim" psikiyatri ne kadar doğrudur?


Ortaçağ enginizisyonlarında düzene uymayanları cadılıkla suçlayıp yakmakla veya sara hastalarına içine şeytan girmiştir diye yapılan türlü işkencelerden farkı nedir? Aile, devlet, sistem, düzen gibi kavramların kendisinin sorunlu olduğunu görürken, bunlara uymayan insanlara verilen fizyolojik cezaların ne kadarı doğrudur?



bu aile denen şey hakikaten ilginç bir mevzu. çocukları, sürüden ayrılanı hep kurdun kaptığı masallar anlatarak büyütür bu aile denen şeyin büyükleri. tabi bu arada sürüden ayrılmayanları kim kapar, kapınca ne yapar, bundan pek bahseden olmaz...


bizim bir arkadaş vakti zamanında bir kıza aşık olmuş, daha sonra kızın bir sevgilisi olduğunu öğrenmiş, haliyle de pek bi yıkılmıştı. çokeşliliğe katiyen karşıydı, ama durum onu bu konuyu irdelemek durumunda bırakmıştı. kıza basbayağı kaptırmıştı kendisini. epey düşünüp taşındıktan sonra tekeşlilik ve çokeşliliğin aslında onu ilgilendirmediğini, dürüst olması gerekirse kendisini ilgilendiren tek şeyin o kızla vakit geçirirken hissettiği tarifsiz mutluluk olduğu sonucuna varmıştı. ama gene de rahat edemiyor, gel gitler yaşıyordu.


bir gün sahilde oturmuş rüzgarın bir sonraki hareketini tahmin etmeye çalışırken yaşadığı karmaşanın kaynağını çok merak ettiğini söyledi. bu konuda bir de yöntem belirlemişti: düşüncelerin kaynağına yolculuk... kafasından geçen her düşünce bir duyguya, bir tepkiye yol açıyordu. örneğin aşık olduğu kızın bir sevgilisi olmasının bir sorun olduğunu düşünüyordu. bu düşünce onu kızdırıyor ve durumun kabul edilemez olduğu sonucuna varmasını sağlıyordu. sonra da bu düşüncelere göre davranıyor ve haliyle bu düşünceye sahip bir adamın yaşamını yaşıyordu. basit bir düşünce değişikliği yaptığında ise kızın sevgilisinin olması bir sorun olmaktan çıkıyordu. temel mesele şuydu: hangi düşünce ona aitti?


neyse, bu arkadaşı sonraki görüşümde basbayağı düşünceli ve durgundu. keşfettiğini söylediği şey onu bayağı hırpalamıştı. dediğine göre bütün düşüncelerini bir deftere yazmış, sonra da kendisine ait olan düşünceleri derlemeye çalışmıştı. günlerce çabaladıktan sonra kendisine ait olduğundan kesin olarak emin olduğu tek bir düşünce bile bulamamıştı. işte biz bunları konuşurken bir yandan da sahildeki kahveye gelmiş, çayımızı yudumlaya başlamıştık. arkadaşım içindeki düşüncelerin çoğunun kaynağının ailesi olduğu konusunda bir monoloğa girişmişken konuşmalarımıza kulak misafiri olan tanımadığımız biri arkadaşıma burada bahsi geçen kitabı (ailenin ölümü) okumasını tavsiye etmişti...



Sessizbilgi Listele - - - - - Yeni Siteye Dön