Notlarımdan hayatta ayrılamayacağıma inanıyordum. Bünun üzerine don Juan benim için yapmama yerine başka bir görev düşünmüştü. Böylesine güçlü bir mülkiyet duygum olduğuna göre, kendimi notlarımdan kurtarmamın en uygun yolu, onları ortaya çıkarmak, bir kitap yazmakmış. O günlerde, bunu parmağımla yazı yazmaktan daha komik bir şaka olarak düşünmüştüm.
“Bu sahiplenme tutkusu salt sana özgü değil,” demişti. “Savaşçının, büyücünün yolunu izlemek isteyen herkesin kendisini bu saplantıdan kurtarması gerekir.
“Velinimetim bana, bi zamanlar savaşçıların da tutkularını yönelttikleri nesnelerin bulunduğunu söylemişti. Bu saplantı, kimin nesnesinin daha erkli olduğu sorusunu ortaya çıkarmış. Bu nesnelerin kalıntıları bugün de yeryüzünde erk savaşının anıları olarak duruyor. Allah bilir hangi sabitlenmelerle yüklüler. Senden çok daha erkli adamlar kendi dikkatlerinin tüm yönlerini bu nesneler üzerinde toplamışlar. Sense, o cılız kaygılarını notlarının üzerinde henüz toplamaya başladın. Öteki dikkat düzeylerine daha ulaşamadın bile. Bu yolun sonunda kendini sırtında tomar tomar notlar taşıyan bi savaşçı olarak bulursan ne kadar korkunç olur düşünsene. O an geldiğinde, notlar da ayaklanacaktır, özellikle de parmağınla yazmayı öğrendiysen; ki o halde bile kâğıt tomarlarını yığman gerekecek. Böyle bir durumda, birisi dolaşırken ortalıkta senin not yığınlarını bulacak olursa zerre kadar şaşmam.”
“Nagual Juan Matus’un mal mülk sahibi olmamızı istememesinin nedenini anlamak zor değil,” dedi Nestor, ben konuşmamı bitirdikten sonra. “Bizler rüya görücüleriz. Rüya gören bedenlerimizin ikinci dikkatin zayıf yüzü üzerinde odaklanmasını istemiyordu.
“O zamanlar bu zekice manevraların altında yatan nedenleri kavrayamamıştım. Beni sahip olduğum şeylerden ayırmaya zorladığı için ona kızgındım. Adil davranmadığını düşünüyordum. Pablito ve Benito’nun hiçbir şeyi olmadığı için beni kıskanmalarını önlemeye çalıştığını sanıyordum. Onlara oranla daha varsıldım çünkü. O zamanlar onun, rüya gören bedenimi korumaya çalıştığının farkında değildim.”
Don Juan rüya görmeyi çeşitli biçimlerde tanımlamıştı bana. Bunlar arasında anlaşılması en güç olanı, bugün bana bu kavramın en iyi tanımı gibi görünüyor. Rüya görme uykunun yapmamasıdır. Bu durumda rüya görme, uygulayıcıların yaşamlarının bir bölümünü uyku halinde geçirmelerinden oluşur. Öyle ki, rüya görücüler artık uyumuyor gibidirler. Yine de, uykusuzluk onlarda herhangi bir sorun yaratmaz. Rüya görmenin etkisi, sözüm ona ayrı bir bedenin, rüya gören bedenin kullanımı sonucu, uyanık yaşanan zamanın bir uzantısı gibi görünür.
Don Juan bana, rüya gören kişinin kusursuz bir sureti olduğu için rüya gören bedene zaman zaman “çift” ya da “öteki” dendiğini söylemişti. Özünde bu, saydam varlığın enerjisiymiş, beyazımsı, bir hayalete benzeyen bu yayılım, ikinci dikkatin bedenin üç boyutlu imgesi üzerinde sabitleştirilmesi sonucu yansıtılırmış. Don Juan, rüya gören bedenin bir hayalet olmadığını, bu dünyada karşılaştığımız öteki varlıklar kadar gerçek olduğunu anlatmıştı. Söylediğine göre, ikinci dikkat, bir enerji alanı oluşturan tüm varoluşumuz üzerinde kaçınılmaz biçimde yoğunlaşıyor ve bu enerjiyi uygun gördüğü herhangi bir varlığa dönüştürebiliyordu. En kolay dönüşüm ise, elbette ki, gündelik yaşamımızdan ve birinci dikkatimizi kullanmamız sonucunda iyice tanıyabildiğimiz cismani bedenimize ait imgeydi. Varlığımızın bütün erkesini, akla gelebilecek herhangi bir varlığa dönüştürebilmek üzere yönlendiren özelliğe ise istenç adı veriliyordu. Don Juan bu sınırların neler olduğunu belirtmemişti, ama saydam varlıklar düzleminde bu alan öylesine genişmiş ki, herhangi bir sınır çizmeye çalışmak anlamsız olurmuş—bu nedenle, saydam bir varlığın sahip olduğu enerji, istenç yoluyla her şeye dönüştürülebilirmiş.
“Nagual, rüya gören bedenin her şeye karıştığını ve her şeye yapışıp kaldığını söylemişti,” dedi Benigno. “Herhangi bir duyumdan yoksunmuş. Nagual bana erkeklerin kadınlardan daha erksiz olduklarını, çünkü bir erkeğin rüya gören bedeninin daha mülkiyetçi olduğunu belirtmişti.”
Küçük kız kardeşler onaylarcasına aynı anda başlarını salladılar. La Gorda bana bakarak gülümsedi.
“Nagual bana senin mülkiyetçiliğin kralı olduğunu söylemişti,” dedi. “Genaro’nun anlattığına göre sen sifonu çekmeden önce bokunla bile vedalaşırmışsın.”
Küçük kız kardeşler gülmekten yerlere yuvarlandılar. Genarolar kendilerini zor tutuyorlardı. Yanımda oturan Nestor, dizime hafifçe vurdu.
“Nagual ve Genaro senin hakkında enfes öyküler anlatırlardı,” dedi. “Tanıdıkları tuhaf bir adamla ilgili öyküleriyle bizi yıllarca eğlendirdiler. Şimdi o tuhaf adamın sen olduğunu biliyoruz”.
Birdenbire çok utanmıştım. Sanki, don Juan ve don Genaro, çömezlerin önünde benimle alay etmekle, ihanet etmişlerdi bana. Kendime acıma duygusu kapladı benliğimi. Söylenmeye başladım. Bağıra çağıra, tümünün de beni aptal yerine koyduklarını ve bana karşı cephe almış olduklarını söyledim.
“Bu doğru değil,” dedi Benigno. “Bizimle birlikte olmandan hoşnutuz.”
“Öyle miyiz?” diye atıldı Lydia.
Orada bulunan herkes ateşli bir tartışmaya girişti. Kadınlar ve erkekler gruplaşmışlardı. La Gorda’ysa tarafsız kalmaya çabalıyordu. O, yanımda oturuyor, diğerleri ayakta bağrışıyorlardı.
“Zor günler geçiriyoruz,” dedi la Gorda kısık sesle. “Çok rüya gördük, ama bu bizim gereksinmemizi karşılamaya yetmiyor.”
“Nedir gereksinme duyduğunuz?” diye sordum.
“Bilmiyoruz,” dedi. “Bunu senin bize söylemeni umuyorduk.”
Küçük kız kardeşler ve Genarolar, la Gorda’nın bana söylediklerini dinlemek üzere yeniden oturdular.
“Bir lidere gereksinmemiz var,” diye sürdürdü konuşmasını. “Sen Nagual’sın, ama bir lider değilsin.”
“Kusursuz bir Nagual olabilmek zaman alır,” dedi Pablito. “Nagual Juan Matus bana kendisinin de gençliğinde beş para etmez biri olduğunu söylerdi. Ta ki bir olay onu sarsıp vurdumduymazlığından çekip çıkarana dek.”
“İnanmıyorum,” diye bağırdı Lydia. “Bana asla böyle bir şey söylememişti.”
“Uyuzun teki olduğunu söylemişti,” dedi la Gorda fısıldayarak.
“Nagual bana gençliğinde, tıpkı benim gibi meymenetsiz biri olduğunu söylemişti,” dedi Pablito. “Ona da, velinimeti piramitlere adım atmaması gerektiğini söylemiş ve sırf bu yüzden zamanının neredeyse tümünü o piramitlerde geçirir olmuş, ta ki bir hayaletler ordusu tarafından oradan kovuluncaya kadar.”
Anlaşılan, bu öyküyü onun dışındakiler duymamıştı. Bir kıpırdanma oldu.
“Bu olayı tümüyle unutmuşum,” diye açıkladı Pablito. “Anca şimdi anımsayabildim. Başına gelenler tıpkı la Gorda’nın yaşadıkları gibi olmuş. Nagual’ın biçimsiz bir savaşçı oluşundan sonraki günlerin birinde, piramitlerde rüya görmeleri ve diğer yapmamaları gerçekleştiren savaşçıların kargışlı saplantıları peşini bırakmaz olmuşlar. Onu, tarlada çalışırken bulmuşlar. Söylediğine göre yeni açılmış bir tırmık izinin olduğu yerde toprağın içinden çıkan bir elin paçasına yapışmak üzere ona uzandığını görmüş. Önce bunu kazara toprağa gömülen ırgatlardan birinin eli sanmış, onu çıkartmak için toprağı kazmaya başlamış. Ama sonra bir de bakmış ki toprağın içinde çamurdan bir tabut var. Meğer orada bir adam gömülüymüş. Nagual adamın çok zayıf ve esmer olduğunu ve başında hiç saç bulunmadığını söylemişti. Nagual çılgınlar gibi tabutun üzerini toprakla örtmeye çalışmış. Tarlada çalışan diğer ırgatların bunu görmesini istemediği gibi, adamı kendi arzusunun dışında topraktan çıkartarak ona bir zarar vermeyi de istemiyormuş. Kendini bu işe öylesine kaptırmış ki, diğer ırgatların çevresinde biriktiklerini fark etmemiş bile. Tam o anda çamurdan tabut parçalanmış ve adam öylece toprağın üzerine yayılıvermiş; çıplakmış. Nagual adamı kaldırmaya çalışmış ve oradakilerden kendisine yardım etmelerini istemiş. Adamlar ona gülmüşler. Onun sarhoş olduğunu, kafayı yediğini sanmışlar. Zira tarlada ne adam varmış, ne çamurdan tabut, ne de buna benzer bir şey.
“Nagual, bu olayın onu oldukça sarstığını söylemişti, ama velinimetine konu hakkında hiçbir şey anlatmaya cesaret edememiş. Zaten söylemesine de fırsat kalmamış, bir hayaletler sürüsü daha o gece peşine takılmış bile. Birinin kapısını çaldığını duymuş, gidip kapıyı açar açmaz parlak sarı gözlü bir çıplak adam güruhu dalmış içeri. Onu yere yıkıp üzerine çullanmışlar. Hayaletlerin geldiğini gören velinimeti hızla içeri girip onu ellerinden kurtarmasaymış, bütün kemiklerini kıracaklarmış. Velinimeti daha sonra onu emin bir yere, evinin arkasında daima hazır tuttuğu çukura götürmüş.
“Nagual’ın söylediğine göre, o gece olanlar onu öylesine korkutmuş ki hortlaklar kaybolduktan sonra bile uzun süre her gece kendi isteğiyle gidip çamur tabutun içinde uyumayı yeğlemiş.”
Pablito konuşmasını bitirdi. Herkes gitmeye hazırlanır gibiydi. Oturmaktan sıkıldıklarını göstermek ister gibi huzursuzca kımıldandılar ve oturma biçimlerini değiştirdiler.
Onlara arkadaşımın Tula piramitlerinde geceleri dolaşan Atlantislilerle ilgili anlattıklarını dinlediğimde içimde son derece rahatsız edici bir tepkinin oluştuğunu söyledim. Don Juan ve don Genaro’nun bana anlattıklarını böylesine benimsediğimin o güne kadar farkına varmamıştım. Bu devasa taş figürlerin yürüyebilmelerine pek olasılık vermememe karşın, yine de önceki yargılarımdan kesinlikle uzaklaşmıştım. Gösterdiğim tepki, benim için tam bir sürpriz olmuştu.
Onlara Atlantislilerin geceleri oralarda yürümelerinin ikinci dikkatin yoğunlaştırılmasının açık bir örneği olduğunu uzun uzun anlattım. Bu sonuca, aşağıda belirttiğim varsayımlardan yola çıkarak ulaşmıştım: Birincisi, bizler salt gündelik sağduyumuzun bizi olduğumuza inanmamızı gerektirdiği varlıklar değiliz. Bizler saydam varlıklarız ve saydamlığımızın farkına varabilme yeteneğine sahibiz; bizler kendi farkındalığımızın, ya da don Juan’ın dediği gibi, dikkatimizin farklı yönlerini açığa çıkarma yeteneğine sahibiz. Üçüncü olarak, bu açığa çıkarış, kendi kendimize göstereceğimiz bilinçli çabalarla ya da geçirebileceğimiz bedensel bir sarsıntı sonucu, kazara ortaya çıkabilir. Dördüncü olarak, büyücülerin kendi dikkatlerinin farklı yönlerini kasıtlı bir biçimde maddeler üzerinde yoğunlaştırdıkları zamanlar olmuştur. Beşinci olarak, yaşadıkları ürküntü verici mekânlar göz önüne alındığında, Atlantislilerin, farklı zamanlarda yaşamış büyücüler için sabitlenme nesneleri oldukları sonucu ortaya çıkar. Arkadaşıma bu bilgileri veren bekçinin, kendi dikkatinin bir diğer yönünü ortaya çıkarmış olduğunu söyledim; belki de hiç farkında olmadan bir an için, büyücülerin ikinci dikkatlerinin yansımalarının alıcısı durumuna gelmişti. O zaman, adamın o büyücülerin saplanmalarını yansıtan bir görsüyle karşılaşmış olması bana pek uzak bir olasılık gibi görünmüyordu.
Eğer o büyücüler, don Juan’la don Genaro’nun geleneğinin üyeleri idiyseler, onların kusursuz uygulayıcılar olmaları gerekiyordu ki, bu durumda, ikinci dikkatlerini sabitleştirme yoluyla elde edebilecekleri başarıların da sınırı olmaması gerekirdi. Eğer Atlantislilerin geceleri yürümeleri gerektiğini kafalarına koydularsa, Atlantislileri yürütürlerdi.
Konuşmam boyunca, küçük kız kardeşler bana karşı oldukça öfkeli davrandılar; söylediklerimden rahatsız olmuş görünüyorlardı. Sözlerimi bitirdiğimde, Lydia beni laf kalabalığından başka hiçbir şey yapmamakla suçladı. Ardından da kalktılar ve veda bile etmeden çekip gittiler. Adamlar da küçük kız kardeşlerin peşinden gitti, ama kapıda durup benimle el sıkıştılar. La Gorda ve ben kaldık odada.
“Bu kadınların bir derdi mi var?” dedim.
“Yo hayır, yalnızca konuşmaktan sıkıldılar,” dedi la Gorda. “ Harekete geçmeni bekliyorlar.”
“Nasıl oluyor da Genarolar konuşmaktan sıkılmıyor?” “Onlar kadınlardan daha aptal,” dedi kuru bir sesle.
“Ya sen Gorda?” diye sordum. “Sen de konuşmaktan sıkılıyor musun?”
“Ben ne olduğumu bilmiyorum,” dedi ciddi bir sesle. “Seninle birlikte olduğumda sıkılmıyorum, ama küçük kız kardeşlerle birlikte olduğumda, onlar gibi sıkıntıdan patlıyorum.”
O günü izleyen günler durgun geçti. Onlarla birlikte olduğum bu süre içinde küçük kız kardeşlerin bana düşmanca duygular besledikleri gün gibi ortadaydı. Genarolar bana oldukça kayıtsız davranıyorlardı. Yalnızca Gorda benimle anlaşıyor görünüyordu. Nedenini merak ediyordum. Los Angeles’a gitmek üzere oradan ayrılmadan önce bunu ona sordum.
“Nasıl olduğunu bilmiyorum ama sana alıştım,” diye yanıt verdi. “Sanki sen ve ben birlikteyiz, ama küçük kız kar deşlerle Genarolar bizden farklı bir dünyada yaşıyorlar.”