Don Juan’ın bana bir zamanlar ölümün akla gelebilecek herhangi bir şeyin arkasında gizlenebileceğini, hatta bunun, not aldığım defterin üzerindeki bir mürekkep lekesi bile olabileceğini söylediğini anımsadım. Ona, bir gün Los Angeles’de Hollywood Bulvarı’nda yürürken, bir trompetin eski, budala bir ezgiyi çaldığını anımsadığımı söylemiştim. Müzik, yolun karşısındaki bir plakçı dükkânından geliyordu. Daha önce hiç bu kadar güzel bir ses duymamıştım. Ezgi tüm benliğimi kaplamıştı. Kaldırımın kenarına oturmuştum. Trompetin akıcı sesi doğrudan beynime akıyordu. Onu tam sağ şakağımın üzerinde duyabiliyordum. Müziğin sesi beni gevşeterek esrikleştirmişti. Bittiğinde, yaşadığım o deneyimi bir kez daha yaşayamayacağımı hissettim; hemen dükkâna koşarak o plağı ve onu çalabileceğim stereo bir müzik setini satın almayı düşündüysem de bundan vazgeçtim.
Don Juan, bunun insanların yazgılarını denetleyen güçler tarafından bana verilmiş bir işaret olduğunu söylemişti. Bu dünyayı—herhangi bir biçimde—terk etmenin zamanı geldiğinde, o trompetten gelen aynı sesi, aynı budalaca ezgiyi ve aynı eşsiz trompetçiyi duyacakmışım.
Ertesi gün, onlar için koşuşturmayla geçen bir gündü. Yapacak bir sürü işleri vardı. La Gorda, tüm yaptıklarının kişisel işler olduğunu ve kimseden yardım almadan kendileri tarafından yapılmaları gerektiğini söyledi. Tek başıma kalmaya itirazım olmadı. Benim de yapmam gereken bir sürü şey vardı. Zihnimi son derece rahatsız eden yakınlardaki o kente gittim. Doğruca la Gorda’yı ve beni büyüleyen o eve yöneldim; kapıyı çaldım. Bir bayan açtı. Ona çocukluğumda o evde yaşamış olduğuma ilişkin bir masal uydurdum ve evi görmek istediğimi belirttim. Kadın çok cana yakın davrandı ve beni içeri aldı. Ortalığın dağınıklığı için özür diledi, oysa her taraf derli topluydu.
Evin içinde yığınla anı gizliydi. Oradaydılar, onları hissediyordum, ama hiçbir şey anımsayamıyordum.
Ertesi gün, la Gorda şafak sökerken ayrıldı; bütün gün dışarıda olacağını tahmin ediyordum, ancak öğle üzeri geri döndü. Çok sinirli görünüyordu.
“Soledad geri döndü ve seninle görüşmek istiyor,” dedi duygusuz bir sesle.
Herhangi bir açıklamada bulunmadan beni doña Soledad’ın evine götürdü. Doña Soledad, kapının önünde karşıladı beni. Onu son gördüğümden daha genç ve güçlü görünüyordu. Yıllar önce tanımış olduğum kadına benzerliği pek azdı.
La Gorda ağlamamak için kendini zor tutuyor gibiydi. Yaşadığımız gerginlikler, ruh durumunda tümüyle anlayabileceğim bir değişiklik yaratmıştı. Bir şey söylemeden gitti.
Doña Soledad bana konuşmak için çok az vaktinin olduğunu ve bunun her dakikasını kullanmak istediğini söyledi. Tuhaf bir biçimde saygılı davranıyordu. Söylediği her sözde bir nezaket vardı.
Ona bir soru sormak için sözünü kesmek istedim. Onun nerede olduğunu merak ediyordum. Son derece zarif bir biçimde bu isteğimi önledi. Sözlerini büyük bir özenle seçtiğini ve zamanı çok kısıtlı olduğu için ancak söylenmesi gerekenleri söyleyebileceğini belirtti.
Bana gereğinden fazla uzun gibi gelen bir süre gözlerimin içine baktı. Aynı zaman süresi içinde benimle konuşabilir, bazı sorularıma yanıt verebilirdi. Daha sonra, sessizliğini bozdu ve bana tümüyle anlamsız gelen birtakım sözler söyledi. Paralel çizgileri aştığımız ilk gün, kendisinden bunu istemiş olduğum için bana saldırdığını, bu saldırısının etkili ve amacına uygun olduğunu umduğunu söyledi. İçimden ona bağırmak, ondan böyle bir şeyi asla istememiş olduğumu söylemek geliyordu. Paralel çizgilerin ne olduğunu bilmiyordum, anlattıkları bana tümüyle anlamsız geliyordu. Eliyle dudaklarımı bastırdı. Gayri ihtiyari geri çekildim. Üzülmüş görünüyordu. Birbirimizle konuşabilmemizin olanaksız olduğunu, çünkü o an iki paralel çizgi üzerinde bulunduğumuzu ve bu çizgiyi aşabilmeye ikimizin de gücünün yetmeyeceğini söyledi; o anki ruh durumunu ancak gözleriyle anlatabilecekmiş.
Herhangi bir neden olmamasına rağmen, gevşediğimi hissettim, içim rahat etmişti. Yanaklarımdan aşağı gözyaşları dökülüyordu. Daha sonra, bir an için olağanüstü bir duygu benliğimi ele geçirdi; kısa bir andı bu, ama yine de, bilincimi, ya da kişiliğimi, ben olduğuna inandığım, hissettiğim varlığımı, temelinden sarsmaya yetecek denli uzun sürdü. O kısa zaman süresi içinde, gerek amaç, gerekse mizaç yönünden birbirimize çok yaklaştığımızı fark ettim. Durumlarımız birbirine benziyordu. Bunun çetin bir savaşım olduğunu, ama bu savaşımın henüz bitmediğini bilmesini istiyordum. Savaşım asla bitmeyecekti. O ise, bana veda ediyordu; çünkü, kusursuz bir savaşçı olarak yollarımızın bir daha karşılaşmayacağını biliyordu. Yolun sonuna varmıştık. Yitirilmiş bir bağlılık, bir kan bağı duygusu, benliğimin derinlerinden, karanlık bir köşesinden dalga dalga yayıldı. Bu ani ışık, bedenimden yükselen bir elektrik enerjisi gibiydi. Onu kucakladım; dudaklarım hareket ediyor, benim için anlam taşımayan sözler söylüyordu. Gözleri parladı. O da anlayamadığım bir şeyler mırıldanıyordu. Kesin olarak hissedebildiğim tek duygu, paralel çizgileri aşmış olmamın somut bir anlam taşımadığıydı. İçimde, derinlerden yukarıya doğru yükselen bir acı vardı. Açıklayamadığım bir güç, benliğimi ikiye bölüyordu. Nefes alamadığımı hissettim ve her şey karardı.
Birinin beni hareket ettirdiğini, hafifçe sarstığını hissettim. La Gorda’nın yüzü belirginleşti. Doña Soledad’ın yatağına uzanmıştım ve la Gorda başucumda oturuyordu. Yalnızdık.
“Nerede o?” diye sordum.
“Gitti,” diye yanıt verdi la Gorda.
La Gorda’ya her şeyi anlatmak istedim. Beni susturdu.
Kapıyı açtı. Tüm çömezler dışarıda, beni bekliyorlardı. En parlak giysilerini giymişlerdi. La Gorda, sahip oldukları her şeyi parçalayıp attıklarını söyledi. Vakit akşamüstüydü. Saatlerdir uyumuştum. Hiç konuşmadan, arabamı önünde park ettiğim la Gorda’nın evine doğru yürüdük. Pazar gezintisine çıkan çocuklar gibi, arabanın içine doluştular.
Arabaya binmeden önce, ayakta vadiye uzun uzun baktım. Bedenim yavaşça döndü ve kendi istenci, amacı doğrultusunda tam bir daire çizdi. Bulunduğumuz yerin ruhunu yakaladığımı hissettim. Bu duyguyu içimde tutmak istiyordum, çünkü hayatım boyunca buraları bir daha göremeyeceğimden emindim.
Ötekiler bu deneyimi daha önceden yaşamış olmalıydılar. Hüzünlü değildiler, birbirleriyle konuşuyor, şakalaşıyorlardı.
Arabayı çalıştırdım ve yola koyulduk. Yol üzerindeki son dönemece ulaştığımızda, güneş batıyordu. La Gorda durmam için bana seslendi. Arabadan indi ve yol kenarında uzanan küçük bir tepeye doğru koştu. Kollarını tepeye doğru uzatarak derin bir soluk aldı.
Dağlardan aşağı yolculuk tuhaf bir biçimde kısa ve tümüyle olaysız geçti. Herkes sessizdi. La Gorda’yı konuşturmaya çalıştım ama konuşmamakta kararlıydı. Dağların tahakküm edici olduğunu, kendilerini sahiplendiğini, enerjilerini harcayacak olurlarsa, dağların onları asla bırakmayacağını söyledi.
Dağları aşıp düzlüklere ulaştığımızda canlandılar, özellikle de la Gorda. Tüm benliğini bir enerji kaplamıştı. Ondan herhangi bir istekte bulunmamama rağmen, bilgi vermek konusunda gönüllü bile davrandı. Açıklamalarından birine göre, ki bunu Soleded da onaylıyordu, Nagual Juan Matus ona, benliğimizin bir başka yüzünün daha olduğunu söylemişti. Bu sözleri duyar duymaz, diğerleri de sorularıyla ve yorumlarıyla lafa karıştılar. Mantıksal yönden gerçek olması olanaksız birtakım olaylara ilişkin karmakarışık anılarından söz ettiler. Bazıları beni ancak birkaç ay önce tanımış olduklarına göre, geçmişin derinliklerinde olup biten olaylarla ilgili anılarında beni anımsıyor olmaları, onların kavrama sınırlarının ötesinde bir olguydu.
Onlara, bunun üzerine, dona Soledad’la karşılaşmamı anlattım. Onu yıllardan beri çok yakından tanıyor olduğum duygusuna nasıl kapıldığımı ve paralel çizgiler adını verdiği sınırları aştığımdan neredeyse emin olduğumu söyledim. Açıklamalarıma tepkileri karışık oldu; anlaşılan bu terimi daha önce duymuşlardı, ama ne anlama geldiğini kavrayabildiklerini sanmıyordum. Benim için terim, yalnızca bir mecazdı. Ancak, onlar için de aynı anlama geldiğinden emin değildim.
Oaxaca şehrine yaklaştığımızda, la Gorda’nın don Juan’la don Genaro’nun kaybolduklarını söylediği yeri görmek istediler. Arabayı hemen o bölgeye doğru sürdüm. Geldiğimizde, arabadan fırladılar ve etrafı araştırmaya koyuldular; büyük bir dikkatle ipucu arıyorlardı. La Gorda, don Juan’la don Genaro’nun gittiklerine inandığı yönü onlara gösterdi.
“Korkunç bir hata yaptın, Gorda,” diye bağırdı Nestor. “Orası doğu değil, kuzey.”
La Gorda karşı çıktı ve düşüncesini savundu. Kadınlar ona arka çıktılar, Pablito da onlara katıldı. Benigno, tarafsız görünüyordu; yanıtı benden beklermiş gibi ısrarla yüzüme baktı, ben de beklediği yanıtı verdim. Arabada bulunan Oaxaca şehir haritasını alarak onlara gösterdim. La Gorda’nın gösterdiği yön, gerçekten de kuzeydi.
Nestor yorumda bulunarak en baştan beri, yaşadıkları şehirden ayrılmalarının vaktinden önce ya da zoraki gerçekleştiği kanısında olmadığını söyledi; zamanlama doğruydu. Diğerleriyse böyle hissetmiyorlardı ve bu kararsızlıklarının altında la Gorda’nın hatalı değerlendirmesi yatıyordu. La Gorda gibi onlar da Nagual’ın yaşadıkları kenti gösterdiğine; yani bulundukları yerde kalmalarını söylediğine inanmışlardı. Olanları kısaca düşündükten sonra onlara, son tahlilde hatanın bende olduğunu söyledim. Suçlanması gereken biri varsa o da bendim, çünkü harita bende olmasına rağmen, zamanında onu kullanmayı akıl edememiştim.
Daha sonra onlara, adamlardan birinin, yani bir an don Genaro olduğunu sandığım kişinin, bize başıyla bir işaret yaptığını söylemeyi unuttuğumu anlattım. La Gorda’nın gözleri gerçek bir şaşkınlık, hatta telaş içinde iri iri açıldı. Kendisinin böyle bir işaretin ayrımına varmadığını söyledi. İşaret yalnızca banaydı.
"Tamam işte!” diye bağırdı Nestor. “Yazgılarımız mühürlendi!”
Konuşmak için diğerlerine döndü. Herkes bir ağızdan konuşuyordu. Onları sakinleştirmek için elleriyle birtakım hareketler yaptı.
“Umarım yola çıkmadan önce hepiniz de hiç geri dönmeyecekmiş gibi yapmanız gereken her şeyi yapmışınızdır,” dedi. “Zira asla geri dönmeyeceğiz.”
“Bize doğruyu söylüyorsun değil mi?” diye sordu bana Lydia, öfkeli bir bakışla. Diğerleri de yanıt bekliyormuşcasına gözlerini bana diktiler.
Böyle bir şeyi uydurmam için bir nedenim olmadığını söyledim. O adamın bana başıyla işaret vermesi benim için önemli değildi. Kaldı ki, o iki adamın don Juan’la don Genaro olduklarına ikna olmuş bile değildim.
“Çok kurnazsın,” dedi Lydia. “Tüm bunları kuzu gibi peşinden gitmemizi sağlamak için söylüyor da olabilirsin.”
“Dur bir dakika,” dedi la Gorda. “Bu Nagual, dediğin gibi, kurnaz olabilir ama böyle bir şeyi asla yapmaz.”
Yeniden hep bir ağızdan konuşmaya başladılar. Araya girmek ve gördüğüm şeyin benim için fark etmediğini haykırmaya çalıştım.
Nestor çok kibar bir biçimde, Genaro’nun vadiden ayrılmanın zamanı geldiğinde bunu bir şekilde onlara başının bir devinimiyle belirteceğini söylemiş olduğunu açıkladı. Sözü alıp, eğer bu olaydan dolayı yazgıları mühürlendiyse, benim yazgımın da onlarınkiyle birlikte mühürlendiğini söylediğimde sakinleştiler; hep birlikte kuzeye gidecektik.
Daha sonra Nestor bizi kalabileceğimiz bir yere, şehirde işi olduğu zamanlar kalmış olduğu bir pansiyona, götürdü. Keyifleri yerine gelmişti, öyle ki, rahatımı kaçıracak ölçüde neşeliydiler, Lydia bile bana sarılarak beni böylesine zor durumlarda bıraktığı için özür diledi. La Gorda’ya inandığını, bu nedenle de bağlarını etkin bir biçimde kopartmadığını söyledi. Josefina’yla Rosa’nın içi içine sığmıyordu ve defalarca sırtımı okşadılar. La Gorda’yla konuşmak, onunla neler yapmamız gerektiğini tartışmak istiyordum. Ancak o gece onunla yalnız kalabilmemize olanak yoktu.
Nestor, Pablito ve Benigno sabah erkenden işlerini yapmak üzere ayrıldılar. Lydia, Rosa ve Josefina da alışverişe çıktılar. La Gorda, yeni giysiler alacağını, ona yardımcı olmamı istediğini söyledi. Kendisini akışkan bir savaşçı gibi hissedebilmesi için ona tam bir özgüven sağlayabilecek bir giysi arıyordu ve giysilerini benim seçmemi istiyordu. Ona yalnızca elbise bulmakla kalmadım, ayakkabılar, naylon çoraplar ve iç çamaşırları da dahil olmak üzere, tüm kıyafetlerini baştan aşağı yeniledim.
Birlikte yürüyüşe çıktık. İki turist gibi şehir merkezinde dolandık, yerel giysileri içindeki Kızılderilileri seyrettik. Biçimsiz bir savaşçı olarak, zarif giysileri içinde son derece rahat görünüyordu. Çok alımlıydı. Sanki hep bu şekilde giyiniyormuş gibiydi. Ama ben onu bu halde görmeye alışamamıştım.
La Gorda’ya sormak istediğim tüm soruların zihnimden dökülüp boşalması gerekiyordu, oysa bu soruları sözlere dönüştürmek o anda bana olanaksız gibi geliyordu. Ne soracağımı bilemiyordum. Son derece ciddi bir sesle yeni görünümünün hoşuma gittiğini söyledim. Tam bir ağırbaşlılıkla, bende bu sevecence duyguyu uyandıranın, sınırları aşmışlık olduğunu söyledi.
“Dün gece bazı sınırları aştık,” dedi. “Soledad bana ne beklemem gerektiğini söylemişti, bu nedenle ben hazırlıklıydım. Oysa sen değildin.”
Yavaş ve yumuşak bir sesle bir gece önce sevecenliğin sınırlarını aştığımızı anlattı. Bir çocukla, ya da bir yabancıyla konuşuyormuşçasına, hecelerin üstüne basa basa konuşuyordu. Ancak, kendimi anlattıklarına veremiyordum. Kaldığımız pansiyona geri döndük. Dinlenmek istiyordum ama yeniden dışarı çıkmak zorunda kaldım. Bir şey bulamayan Lydia, Rosa ve Josefina benden la Gorda’nın giysilerine benzer bir şeyler bulmamı istiyorlardı.