1

Konu: 5. Öfkeli Bir Büyücü Ordusu

Şafakla birlikte kente vardık. Orada direksiyona ben geçtim ve arabayı eve doğru sürdüm. Eve varmamıza birkaç blok kalmıştı ki, la Gorda durmamızı istedi. Arabadan indi ve kaldırımda yürümeye başladı. Diğerleri de birer birer arabadan indiler. La Gorda’nın ardından gittiler. Pablito yanıma gelerek arabayı bir blok ötedeki meydanda park etmem gerektiğini söyledi. Söylediğini yaptım.
La Gorda’yı köşeyi dönerken gördüğüm an, kendisini iyi hissetmediğini anladım. Yüzü olağanüstü solgundu. Bana yaklaşarak kilisedeki sabah ayinine katılacağını söyledi. Lydia da onunla birlikte gitmek istiyordu. İkisi birlikte meydanı geçtiler ve kiliseye gittiler.
Pablito, Nestor ve Benigno daha önce görmediğim ölçüde ciddiydiler. Rosa ürkmüştü, ağzı açılmış, gözlerini kırpmadan sabit bir bir bakışla eve doğru bakıyordu. Yalnızca Josefina gülümsüyordu. Sırtıma dostça vurdu.
“Başardın işte seni hergele!” diye bağırdı. “O namussuzların canına okudun.”
Katıla katıla güldü.
“Doğru yerde miyiz, Josefina?” diye sordum. “Elbette,dedi. “La Gorda hep kiliseye giderdi. O zamanlar hiç aksatmazdı.
“Şuradaki evi anımsıyor musun?” diye sordum.
“Orası Silvio Manuel’in evi,” diye yanıt verdi.
O adı duyar duymaz hepimiz yerimizden sıçradık. Tüylerimin diken diken olduğunu hissettim. Bu adı daha önce kesinlikle duymamıştım, ama işitir işitmez irkildim. Silvio Manuel son derece az rastlanan bir isimdi; tınısı da çok akıcıydı.
Genarolar'da Rosa'da benim kadar sarsılmışlardı. Hissettiklerimi düşününce, benim de yüzüm onlarınki kadar sararmış olmalıydı.
“Silvio Manuel kim?” diye sorabildim en sonunda Josefina’ya.
“Şimdi yakaladın beni işte,” dedi, “bilmiyorum kim olduğunu.”
Aklı bir karış havada birisi olduğunu ve söylediklerinin ciddiye alınmaması gerektiğini yineledi. Nestor, anımsadığı her şeyi bizlere anlatması için ona yalvardı.
Josefina düşünmeye çalıştı, ama o baskı altında kendinden istenenleri yapabilecek biri değildi. Ondan böyle bir şey istenmemiş olsaydı, bunda daha başarılı olabileceğini biliyordum. Bir fırın, ya da yemek yiyebileceğimiz bir yer bulmayı önerdim.
“O evde fazla bir şey yapmama izin vermemişlerdi, anımsadığım tek şey bu,” dedi Josefina birden.
Bir şey arıyormuş ya da alışmaya çalışıyormuş gibi döndü.
“Burada bir şey eksik!” diye bağırdı. “Burası tam olarak böyle değildi.”
Ona yardımcı olacağını düşündüğüm, örneğin bazı evlerin eksik, ya da boyanmış mı olduğu, yeni bazı evlerin mi inşa edildiği gibi bazı sorular sordum. Ancak Josefina, değişikliğin nereden kaynaklandığını anımsıyamıyordu.
Fırına doğru yürüdük ve tatlı çörekler satın aldık. La Gorda’yla Lydia’yı beklemek üzere meydana geri dönüyorduk ki, Josefina aklına bir şey gelmiş gibi eliyle alnına vurdu.
“Neyin eksik olduğunu biliyorum!” diye bağırdı. O sersem sisten duvar! O zaman buradaydı. Şimdi gitmiş.”
Hep bir ağızdan, ona duvar hakkında sorular sorduk, ama Josefina, sanki biz orada yokmuşuz gibi konuşmasını sürdürdü.
“Ta yukarılara, gökyüzüne kadar uzanan sisten bir duvardı,” dedi. “Tam buradaydı. Ne zaman başımı çevirsem, onu görüyordum. Beni delirtmişti. Evet öyle, allahın belası! O duvar beni delirtmeden önce ben böyle terelelli değildim. Gözlerim açıkken de kapalıyken de görüyordum onu. Duvarın peşimden geldiğini sanıyordum.”
Josefina bir an durgunlaştı. Gözlerinde umutsuz bir bakış belirdi. Bu bakışı bunalımdaki insanların yüzlerinde de görmüştüm. Telaşla ona çöreğini yemesini söyledim. Hemen sakinleşti ve çöreğini yemeye başladı.
“Tüm bu olanlar hakkında ne düşünüyorsun, Nestor?” diye sordum.
“Korkuyorum,” dedi sessizce
“Herhangi bir şey anımsıyor musun?” diye sordum. Olumsuz anlamda başını salladı. Aynı soruyu Pablito’yla Benigno’ya da yönelttim. Onlar da hayır dercesine başlarını salladılar.
“Ya sen, Rosa?” diye sordum.
Rosa, ona seslendiğimi duyunca yerinden sıçradı. Dili tutulmuş gibiydi. Gözlerini elinde tuttuğu çöreğe dikmiş, onunla ne yapacağını bilmiyormuş gibi bakıyordu.
“Elbette anımsıyor,” dedi Josefina gülerek, “ama ödü koptu. Görmüyor musun, ödü bokuna karışacak neredeyse” Kendi sözleri Josefina’ya çok komik gelmiş olmalı ki, gülmekten yerlere yattı, bu arada da çöreğini yere düşürdü.
Eğilip aldı, üzerindeki tozları silkeledikten sonra yedi. “Deliler her şeyi yer,” dedi ve sırtıma vurdu.
Nestor’la Benigno, Josefina’nın soytarılıklarından rahatsız olmuş görünüyorlardı. Pablito’nunsa hoşuna gitmişti. Hayran hayran bakıyordu Josefina’ya.
“Haydi eve gidelim,” diye ısrar etti Josefina. “Orada sizlere anlatacağım bir sürü şey olacak.”
La Gorda’yla Lydia’yı beklememiz gerektiğini söyledim; ayrıca, orada oturan o sevimli bayanı rahatsız etmek için de çok erken bir saatti. Pablito, marangozluk yaptığı dönemlerde bu kente gelip gittiğini, yolculara yiyecek veren bir ailenin yaşadığı bir ev bildiğini söyledi. Josefina beklemek istemiyordu. Ona göre, ya eve gitmeliydik, ya da yemek yemeye. Ben kahvaltı etmeyi önerdim ve Rosa’ya kiliseye giderek la Gorda’yla Lydia’yı almasını söyledim, ama Benigno centilmelik ederek onları beklemeye gönüllü olduğunu, onlarla birlikte kahvaltı edilen yere geleceklerini söyledi. Anlaşılan evin yerini o da biliyordu.

Cvp: 5. Öfkeli Bir Büyücü Ordusu

Pablito bizi doğrudan doğruya o eve götürmedi. Bunun yerine, önerim üzerine kentte uzun bir tur attık. Kentin öteki ucunda incelemek istediğim eski bir köprü vardı. La Gorda’yla birlikte buraya geldiğimiz gün köprüyü arabadan görmüştüm. Sömürge döneminden kalmışa benziyordu. Köprüye gittik ve birdenbire yolun tam ortasında durdum. Orada dikilen bir adama köprünün tarihi olup olmadığını sordum. Bana elli yaşında olduğunu, tüm yaşamı boyunca o köprünün orada bulunduğunu söyledi. Köprünün yalnızca beni büyülemiş olduğunu sanıyordum, ama diğerlerine baktığımda, onların da etkilendiklerini fark ettim. Heyecandan Nestor ve Rosa’nın kalbi güm güm atıyordu. Pablito Josefina’ya tutunuyordu, Josefina da bana.
“Hiçbir şey anımsıyor musun Rosa?” diye sordum.
“O iblis, Silvio Manuel bu köprünün diğer yakasında,” dedi ve aşağı yukarı on metre ötedeki köprünün diğer ucunu gösterdi.
Rosa’nın gözlerinin içine baktım. Olumlarcasına başını salladı ve fısıldayarak bir zamanlar büyük bir korku içinde bu köprüyü geçtiğini, köprünün diğer yakasında bir şeyin onu parçalamak üzere beklediğini söyledi.
İki adamdan hayır yoktu. Şaşkın şaşkın yüzüme baktılar. Her ikisi de, nedensiz bir korkuya kapıldıklarını söylediler. Doğrusu ben de onlar gibi hissediyordum. Dünyanın tüm paralarını bana verecek olsalar bile, köprüyü geçmeye cesaret edemezdim. Neden böyle korktuğumu da bilmiyordum.
“Başka ne anımsıyorsun, Josefina?” diye sordum.
“Şu anda bedenim çok korkmuş durumda,” dedi. “Başka bir şey anımsamıyorum. O iblis Silvio Manuel her zaman karanlığın içindedir. Rosa’ya sor istersen.”
Bir baş hareketiyle Rosa’dan konuşmasını istedim. Başını olumlar gibi üç dört kez salladı ama sesi çıkmıyordu. Yaşadığım gerginlik hiç istemediğim bir duyguydu, ama o ölçüde de gerçekti. Hepimiz köprünün ortasında duruyor, Josefina’nın işaret ettiği yöne doğru bir adım bile atamıyorduk. En sonunda Josefina insiyatifi ele aldı ve geri döndü. Kent merkezine döndük. Daha sonra Pablito bizi büyük bir eve götürdü. La Gorda, Lydia ve Benigno bizden önce gelmişler, yemeğe başlamışlar, bizim için yemek bile ısmarlamışlardı. Ben aç değildim. Pablito, Nestor ve Rosa afallamışlardı; Josefina büyük bir iştahla yedi yemeğini. Masada sıkıcı bir sessizlik hâkimdi. Sohbet etmeye çalıştığımda masadakiler bakışlarını benden kaçırdılar.
Kahvaltıdan sonra eve doğru yürüdük. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Kapıyı çaldım ve kapıyı açan bayana arkadaşlarıma evi göstermek istediğimi anlattım. Bir an duraksadı. La Gorda onu rahatsız ettiğimiz için özür diledi ve biraz para verdi.
Josefina bizi doğruca evin arka tarafına götürdü. Daha önce geldiğimde evin bu bölümünü görmemiştim. Odalarla çevrelenmiş parke taşlı bir avlu vardı. Büyük tarım araçları, üzeri örtülü koridorlarda depolanmışlardı. Ortalığın böyle dağınık olmadığı zamanlarda bu avluyu görmüşüm gibi bir duygu vardı içimde. Her bir yanda ikişer oda olmak üzere avlunun çevresinde toplam sekiz oda bulunuyordu. Nestor, Pablito ve Benigno oracıkta düşüp bayılacaklarmış gibi görünüyorlardı. La Gorda terden sırılsıklam olmuştu. Josefina’yla birlikte duvarların birindeki bir oyuğa oturdu, bu sırada Lydia’yla Rosa, odaların birine girdiler. Birdenbire Nestor sanki bir şey bulmak istermiş gibi başka bir odaya daldı. Ardından da Pablito’yla Benigno.
Bayanla yalnız kalmıştık. Onunla konuşmak, sorular sormak, Silvio Manuel’i tanıyıp tanımadığını öğrenmek istedim, ama kendimde konuşabilecek gücü bulamıyordum. Midem düğümlenmişti. Ellerimden ter boşanıyordu. İçimi daraltan, gizli bir hüzün duygusu, orada bulunmayan, sözlere dökülemeyen bir şeye duyduğum özlemdendi.
Artık dayanamıyordum. Tam bayana veda ederek çekip gidecektim ki, la Gorda içeri girdi ve yanıma geldi. Avlunun dışında bir hole açılan geniş bir odada toplanmamız gerektiğini fısıldadı. Oda, bulunduğumuz yerden görülebiliyordu. Odaya doğru yürüdük ve içeri girdik. Çok geniş, boş bir odaydı, yüksek kirişli bir tavanı vardı, içerisi karanlıktı ama havadardı.
La Gorda herkesi odaya çağırdı. Kadın odaya girmedi, bize bakmakla yetindi. Herkes tam olarak nereye oturacağını biliyordu. Genarolar, kapının sağ tarafına, odanın bir yanına, küçük kız kardeşler de sol tarafa, odanın diğer yanına oturdular. Duvara yakın oturmuşlardı. Bense, la Gorda’nın yanına oturmak istememe rağmen, odanın ortasında bir yere oturdum. Burası benim için ayrılmış gibiydi. Nedenini bilmiyordum ama, sanki gizli bir güç oturacağımız yerleri bizim için önceden belirlemiş gibiydi.
Orada oturduğum sırada tuhaf duygular dalga dalga benliğimi kapladı. Edilgin ve gevşemiş bir haldeydim. Kendimi, yabancı hüzün ve özlem duygularının yansıtıldığı bir sinema perdesi gibi hissettim. Ancak, kesin bir anı olarak ayrımına varabildiğim hiçbir şey yoktu. Bir saati aşkın bir süre odada oturduk. Sonuna doğru, beni denetleyemediğim gözyaşlarına boğan o doğaüstü hüznün kaynağını gün ışığına çıkartmak üzereydim. Ancak o anda, tıpkı ilk oturduğumuzda olduğu gibi istençdışı bir hareketle ayağa kalktık ve evden ayrıldık. Bayana teşekkür etmeyi ya da veda etmeyi bile akıl etmemiştik.
Meydanda toplandık. La Gorda sözü alarak biçimsiz olduğu için grubun sorumluluğunun hâlâ onda olduğunu, bu kanıya Silvio Manuel’in evinde ulaştığı sonuçlardan vardığını söyledi. La Gorda bizim yorumlarımızı bekliyordu. Diğerlerinin sessizliğine tahammül edemiyordum. En sonunda bir şeyler söyleme gereğini hissettim.
“Evde vardığın sonuçlar nelerdi la Gorda?” diye sordum.
“Sanırım bu sonuçların neler olduğunu hepimiz biliyoruz,” dedi tepeden bakan bir ses tonuyla.
“Biz bilmiyoruz,” dedim, “henüz hiç kimse bir şey söylemedi.
“Konuşmamız şart değil, biliyoruz,” dedi la Gorda.
Böylesine önemli bir konuyu bu şekilde geçiştiremeyeceğimi söyledim. Neler hissettiğimiz hakkında konuşmamız gerekiyordu. Tüm bu yaşananlardan bana kalan, benliğimi yiyip bitiren bir hüzün ve derin bir acı olmuştu.
“Nagual Juan Matus haklıydı,” dedi la Gorda. “Özgür olabilmek o erk noktasında oturmamız gerekiyordu. Ben artık özgürüm. Nasıl olduğunu bilmiyorum ama, oraya oturduğum an, üzerimden bir yük kalktı.”
Üç kadın ona katıldıklarını belirttiler. Üç adamsa onu onaylamadılar. Nestor, birtakım gerçek yüzleri anımsamanın eşiğine geldiğini, ama, görüsünü netleştirebilmek için ne denli uğraşırsa uğraşsın, bir şeylerin onu engellediğini söyledi. Deneyimlediği tek duyum, kendini hâlâ bu dünyada yaşıyor olarak bulmanın yarattığı derin hüzün ve özlem duygusuydu. Pablito’yla Benigno da aşağı yukarı aynı şeyleri söylediler.
“Ne demek istediğimi anladın mı, Gorda?” diye sordum.

Cvp: 5. Öfkeli Bir Büyücü Ordusu

Canı sıkılmış gibi göründü; daha önce hiç görmediğim kadar kibirliydi. Yoksa daha önce de, bir yerlerde onun bu şekilde davrandığını görmüş müydüm? Gruba bağıra çağıra bir şeyler anlatmaya koyuldu. Ne söylediğine dikkat edemiyordum. Netlik kazanmayan ama çıkartmama ramak kalan bir anıya dalmıştım. Bu anının sürebilmesi için sanki la Gorda’dan sürekli bir akım sağlamam gerekiyordu, sesinin tınısı, öfkesi üzerinde sabitleşmiştim. Sakinleştiğini hissettiğim an, ona bağırarak kaba olduğunu söyledim. Gerçekten sinirlendi. Bir süre onu seyrettim. Başka bir zamanda, başka bir Gorda’yı anımsıyordum; göğsümü yumruklayan, öfkeli, şişman bir Gorda. Onun öfkeli haline güldüğümü, bir çocuk gibi onunla eğlendiğimi anımsıyordum. Bu anı, la Gorda sesini kestiğinde sona erdi. Ne yaptığımın farkına varmış gibiydi.
Hepsine birden seslenerek tehlikeli bir durumda olduğumuzu söyledim—bilinmeyen bir gücün tehditi altındaydık.
“O güç bizi tehdit etmiyor,” dedi la Gorda kuru bir sesle. “Bize çarptı bile. Ve bence onun ne olduğunu biliyorsun.”
“Bilmiyorum ve sanırım bunu diğer erkekler adına da söyleyebilirim,” dedim.
Genarolar başlarını sallayarak beni onayladılar.
“Bu evde sol yanımızı yaşadığımız sırada oturuyorduk,” diye açıkladı la Gorda. “Duvardaki oyuğun içinde oturur ağlardım. Zira ne yapmam gerekiğine karar veremezdim bir türlü. Sanırım bu gün o odada biraz daha kalsaydım, hepsini anımsayabilecektim. Ancak, bir güç beni odadan dışarı itti. Odada başka insanların bulunduğu zamanlarda da orada oturduğumu anımsıyorum. Ancak yüzlerini anımsamıyorum. Yine ile, bugün orada oturduğumda birtakım gerçekler zihnimde netleşti. Ben biçimsizim. İyi ya da kötü, her şey beni buluyor. Örneğin ben, eski küstahlığımı ve düşüncelere dalıp gitme isteğimi yeniden kazandım. Ama, başka şeyler de edindim, iyi şeyler.”
“Ben de öyle,” dedi Lydia ince bir sesle.
“İyi şeyler nedir?” diye sordum.
“Sanırım senden nefret etmekte haksızım,” dedi Lydia.
“Nefretim rahatlamamı engelliyormuş. Bunu bana o odada söylediler, oradaki kadınlar ve adamlar.”
“Hangi kadınlar ve adamlar?” diye sordu Nestor korku dolu bir sesle.
“Onlar oradayken ben de oradaydım, tek bildiğim bu,” dedi Lydia. “Sen de oradaydın. Hepimiz oradaydık.”
“Kimdi o adamlar ve kadınlar, Lydia?” diye sordum.
“Onlar oradayken ben de oradaydım, tek bildiğim bu,” diye tekrar etti Lydia.
“Ya sen, Gorda?” diye sordum.
“Sana söylemiştim, herhangi bir yüz ya da özel bir şey anımsamıyorum,” dedi “Ancak bir şeyi bildiğim kesin. O evde ne yaptıysak, hep sol yanımızda yaşıyorken yaptık. Paralel çizgileri aştık, ya da biri aşmamızı sağladı. Sahip olduğumuz tuhaf anılar o zamandan, o dünyadan geliyor.”
Konuşmaksızın, hep birlikte, meydandan ayrıldık ve köprüye yöneldik. La Gorda’yla Lydia önden koşuyorlardı. Köprüye vardığımızda, onları daha önce durduğumuz yerde bulduk.
“Silvio Manuel karanlığın ta kendisi,” diye fısıldadı la Gorda, gözlerini köprünün diğer yakasından ayırmadan.
Lydia titriyordu. O da benimle konuşmaya çalışıyordu ama ağzında gevelediklerini duyamıyordum.
Herkesi köprüden uzaklaştırdım. O köprü hakkında bildiklerimizi bir araya getirebilirsek, içinde bulunduğumuz açmazı belki anlayabiliriz diye düşünüyordum.
Köprüden birkaç metre ötede yere oturduk. Çevrede çok sayıda insan dolaşıyordu, ama kimsenin bize aldırdığı yoktu.
"Silvio Manuel kim, Gorda?" diye sordum.
“Bu adı bugüne kadar hiç duymamıştım,” dedi. “Bu adamı tanımıyorum, ama onu biliyorum. Adını duyduğumda dalga, dalga bir şeyler vuruyor bilincime. Josefina evde olduğumuz sırada onun adını söyledi bana. O andan itibaren, tıpkı Josefina gibi benim de zihnime, dilimin ucuna sözler takılmaya başladı. Günün birinde Josefina’ya benzeyeceğim hiç aklıma gelmezdi.”
“Neden Silvio Manuel’in karanlığın kendisi olduğunu söyledin?” diye sordum.
“Hiçbir fikrim yok,” dedi. “Yine de burada bulunan herkes bunun doğru olduğunu biliyor.”
La Gorda kadınları konuşmaya zorladı. Hiçbiri tek bir söz söylemediler. Ben Rosa’ya döndüm. Üç dört kez bir şey söylemek ister gibi davranmıştı. Onu bizleri bekletip durmakla suçladım. Ufak tefek bedeni kasıldı.
“Köprüyü geçtik ve Silvio Manuel bizi köprünün diğer yakasında bekliyordu,” dedi zor işitilir bir sesle. “Ben en arkadaydım. Diğerlerini parçaladığında onların çığlıklarını duydum. Kaçmak istedim ama iblis Silvio Manuel köprünün iki ucunu da tutmuştu. Kaçacak yer yoktu.”
La Gorda, Lydia ve Josefina, Rosa’nın anlattıklarını onayladılar. Onlara bunun yalnızca kapıldıkları bir duygu mu, yoksa gerçekten yaşadıkları bir olayın anbean anımsanışı mı olduğunu sordum. La Gorda kendi açısından olayın tıpkı Rosa’nın açıkladığı gibi, anbean bir anımsayış biçiminde gerçekleştiğini söyledi. Diğer iki kadın da onunla hemfikirdiler.
Yüksek sesle, köprünün çevresinde yaşayan insanlara neler olabileceğini düşündüm. Eğer kadınlar Rosa’nın belirttiği gibi bağırdılarsa, çevreden gelip geçenlerin mutlaka onları duymuş olmaları gerekirdi; çığlıklar ortalığı birbirine katmış olurdu. Bir an için, tüm kentin gizli bir komplo içinde bulunduğunu hissettim. Tüm bedenim ürperdi. Nestor’a döndüm ve korkumu tüm boyutlarıyla açık açık anlattım ona.
Nestor, Nagual Juan Matus’la Genaro’nun gerçekten üstün birer savaşçı olduklarını ve bundan dolayı da münzevi bir yaşam sürdürdüklerini söyledi. İnsanlarla bire bir ilişki kuruyorlardı. Tüm kentin, hatta köprünün civarında yaşayan insanların onlarla gizli bir anlaşma içinde bulunmaları olanaksızdı. Nestor’un söylediğine göre böyle bir şeyin olabilmesi için, tüm bu insanların birer savaşçı olmaları gerekiyordu ki, bu da çok ufak bir olasılıktı.
Josefina çevremde dolaşmaya, küçümser bir bakışla beni tepeden tırnağa süzmeye başladı.
“Gerçekten çok küstahlık ediyorsun,” dedi. “Bizzat kendin burada olmana rağmen hiçbir şey bilmiyormuş gibi davranıyorsun. Bizi sen getirdin buraya! Bizi zorla bu köprüye sen sürükledin!”
Kadınların bakışlarında tehditkar bir ifade belirdi. Yardım ister gibi Nestor’a baktım.
“Hiçbir şey anımsamıyorum,” dedi. “Burası bana ürküntü veriyor, tek bildiğim bu.”
Nestor’a dönmek, benim oldukça işime gelmişti. Kadınlar bu kez ona yüklendiler.
“Elbette anımsıyorsun” diye bağırdı Josefina. “Hepimiz oradaydık. Ne salak şeysin sen!”
Sorularım için rahat bir ortam gerekiyordu. Onları köprüden uzaklaştırdım. Hareket etmeyi tercih eden kişilerdi, bu nedenle de onların da benim gibi sorunları oturmak yerine gezinerek tartışmayı daha dinlendirici bulacaklarını düşündüm.
Yürümeye başladığımızda kadınların öfkeleri başladığı gibi çabucak kayboldu. Lydia’yla Josefina daha da konuşkan oldular. Defalarca, Silvio Manuel’in insanda korku uyandırdığını belirttiler. Bununla birlikte hiçbiri bedensel bir acı duymuş olduklarını anımsamıyorlardı; tek anımsadıkları korkudan dizlerinin bağının çözüldüğüydü. Rosa tek bir söz söylemiyor, ama jestleriyle diğerlerinin söylediklerini onaylıyordu. Onlara, köprüyü gece mi geçmeye çalıştıklarını sordum. Lydia’yla Josefina gündüz olduğunu söylediler. Rosa boğazını temizledi ve gece olduğunu fısıldadı. La Gorda olayın alacakaranlıkta, güneş doğarken ya da doğmasına yakın bir zamanda yaşandığını belirterek bu tutarsızlığı açıklığa kavuşturdu.
Kısa bir sokağın sonuna ulaştık ve gayri ihtiyari köprü yönüne doğru geri döndük.
“Bu yalınlığın ta kendisi,” dedi birdenbire La Gorda, sanki o anda aklına gelmiş gibi. “Paralel çizgileri aşıyorduk, ya da daha doğrusu, Silvio Manuel bizim paralel çizgileri aşmamızı sağlıyordu. O köprü bir erk noktası, bu dünya üzerinde bir delik, diğerine açılan bir kapıydı. Ve biz bunu geçiyorduk. Bu noktayı geçmek bizlere acı vermiş olmalı, çünkü bedenim korkuyor. Silvio Manuel bizleri köprünün diğer yakasında bekliyordu. Yüzünü hiçbirimiz anımsayamaz, çünkü Silvio Manuel karanlığın kendisidir ve yüzünü asla göstermez. Yalnızca onun gözlerini görebiliriz.”
“Tek bir göz,” dedi Rosa sessizce ve uzaklara baktı.
“Burada bulunan herkes, sen de dahil olmak üzere,” dedi La Gorda bana bakarak, “Silvio Manuel’in yüzünün karanlıkta olduğunu biliyor. Kişi ancak onun sesini işitebilir, yumuşak, öksürük gibi bir ses.”
La Gorda konuşmasını kesti ve beni dikkatle incelemeye başladı. Bakışları rahatsız etti beni. Gözlerinde ihtiyatlı bir ifade vardı. Bildiği bir şeyi gizlediği duygusuna kapıldım. Ona bunu sordum. Beni yalanladı, ama nedensiz birtakım duygulara kapıldığını kabul etti. Israr ettim ve kadınlardan köprünün öte yakasında olup bitenleri anımsamalarını istedim. Kadınların tek anımsadıkları, diğerlerinin çığlıklarını duyduklarıydı.
Genarolar tartışmalara katılmadılar. Nestor’a olup bitenler hakkında herhangi bir bilgisinin bulunup bulunmadığını sordum. Ciddi bir sesle tüm bu olanların onun kavrayış yeteneğinin ötesinde olduğunu söyledi.
Onları köprüye geri gitmeye ve toplu halde köprüyü geçmeye zorladım. Adamlar bu öneriyi hemen kabul ettiler, ama kadınlar karşı çıktılar. Aklıma gelen tüm gerekçeleri sayıp döktükten sonra, en sonunda Lydia, Rosa ve Josefina’yı ite kaka yürümeye razı ettim. La Gorda isteksizdi ama köprüyü geçme düşüncesi yine de onu cezbediyordu. Kadınlarla birlikte, bana herhangi bir yardımda bulunmadan yürümeye başladı, Genarolar da onunla birlikte; küçük kız kardeşleri zorla yürütme çabalarıma sinirli sinirli gülüyorlardı, ama bana yardımcı olmak için parmaklarını dahi kıpırdatmadılar. Daha önce durduğumuz yere kadar yürüdük. Birdenbire kendimi üç kadını bir arada tutamayacak kadar güçsüz hissettim. Yardım etmesi için la Gorda’ya seslendim. İsteksiz bir biçimde Lydia’yı tutmaya çalıştığı sırada grup dağıldı ve la Gorda dışında hepsi oradan uzaklaşarak koca adımlarla, nefes nefese kendilerini sokağa attılar. La Gorda ve ben, köprüye yapışmış gibi kıpırdamadan olduğumuz yerde kalakaldık, ileriye gidemiyor, geri çekilmek zorunda kaldığımız için de kendi kendimize öfkeleniyorduk.
La Gorda kulağıma eğilerek korkmamam gerektiğini, çünkü gerçekte köprünün diğer yakasında onları bekleyenin ben olduğumu fısıldadı. Benim Silvio Manuel’in yardımcısı olduğumu bildiğini, ama bunu onlara açıklamaya cesaret edemediğimi de ekledi.
O anda bir öfke dalgası bedenimi sarstı. La Gorda’nın bu tür yorumlarda bulunmaya, böyle duygulara kapılmaya hiç hakkının olmadığını düşündüm. Onu saçlarından yakaladım ve bedenini büktüm. Öfkeden çıldırmak üzereyken kendime gelebildim ve durdum. Özür dileyerek onu kucakladım. Sakin olmam gerektiğini düşündüm. Ona, lider konumunda bulunmamın sinirlerimi bozmaya başladığını söyledim; ilerledikçe gerginliğim giderek daha da yoğunlaşıyordu. Bana katılmadığını söyledi. Israrla, Silvio Manuel’le benim birbirimize son derece yakın olduğumuzu, ve efendim bana hatırlatılınca, buna öfkeli bir tepki gösterdiğimi belirtti. Benim gözetimim altına verilmiş olduğu için şanslı olduğunu; yoksa, onu köprüden aşağı atabileceğimi söyledi.

Cvp: 5. Öfkeli Bir Büyücü Ordusu

Geri döndük. Diğerleri sağ salim köprüden uzaklaşmış, korkulu gözlerle bize bakıyorlardı. Zamanın durduğunu hissettim. Ortalıkta hiç kimse görünmüyordu. Köprü üzerinde neredeyse beş dakikaya yakın bir süre durmamıza rağmen ne köprüden geçen ne de ortalıkta gezinen tek bir kişi bile görünmemişti. Sonra birdenbire günün yoğun bir saatinde her hangi bir işlek yolda karşılaşabileceğimiz biçimde çevremizi insanlar sardı.
Tek bir kelime konuşmadan, şehir meydanına döndük. Tehlikeli biçimde zayıftık. Kentte biraz daha kalmak konusunda hafif bir istek duyuyordum, ama arabayla doğuya, Atlantik kıyısına doğru yol aldık. Nestor’la ben sırayla direksiyona geçiyorduk. Veracruz’a kadar yolda yalnızca yemek yemek ve benzin almak için durduk. Veracruz, bizler için tarafsız bölgeydi. La Gorda böyle bilmedikleri bir şehrin eski giysilerinden kurtulmak için uygun bir yer olduğunu söyledi. Bir otele yerleştik ve orada eski giysilerini çıkartarak parçaladılar. Yeni bir şehirde bulunmanın verdiği heyecan, moralleri ve kendilerini iyi hissetmeleri açısından çok yararlı oldu.
Bir sonraki durağımız Mexico City oldu. Bir zamanlar don Juan’la birlikte kaldığımız Alameda Parkı yakınlarında bir otele yerleştik. İki gün boyunca tam birer turist gibi yaşadık. Olabildiğince çok sayıda turistik yer gezdik. Kadınlar tek kelimeyle başdöndürücü görünüyorlardı. Benigno bir rehin dükkanından fotoğraf makinesi satın aldı. Makineye film koymadan dört yüz yirmi beş fotoğraf çekti. Bir yerde duvarlardaki mozaikleri hayranlıkla seyrederken, yanıma gelen bir güvenlik görevlisi bana bu harika görünüşlü yabancı bayanların hangi ülkeden geldiklerini sordu. Beni turist rehberi sanmıştı. Sri Lanka’dan geldiklerini söyledim. Söylediğime inandı ve Meksikalılara bu kadar benzemelerine hayret etti.
Ertesi gün saat onda, don Juan’ın beni bir zamanlar içeri ittiği havayolu bürosuna gittik. Beni itişiyle havayolu bürosunun bir kapısından girmiş diğerinden çıkmıştım. Ancak dışarı çıktığımda kendimi, olmam gereken yerde, arka sokakta değil, en az iki kilometre ötede bir pazar meydanında bulmuş, çevremdeki insanları seyre dalmıştım.
La Gorda, havayolu bürosunun da, köprü gibi, bir erk noktası, bir paralel çizgiden diğerine geçilen bir kapı olduğunu düşündüğünü söyledi. Yorumuna göre Nagual beni o açıklıktan içeri itmişti ama ben iki dünya arasında, iki paralel çizgi arasında sıkışıp kalmıştım; bu nedenle de pazar meydanındaki hareketliliği, onun bir parçası olmadan seyretmeye koyulmuştum. Nagual’ın beni iterek öte yakaya geçirmeyi amaçladığını, ama benim istencimin onun bu girişimini engellediğini ve sonuçta benim de geldiğim çizgide, bu dünyada kaldığımı söyledi.
Havayolu bürosundan pazar yerine, oradan da don Juan’la benim bürodaki geçirdiğim deneyimden sonra birlikte oturduğumuz Alameda Parkı’na yürüdük. Don Juan’la birlikte birçok kez o parka gitmiştik. Neler yapmamız gerektiğini tartışabilmemiz için en uygun yerin orası olduğuna inanıyordum.
Bulunduğumuz yerin erkinin bundan sonraki adımımızın ne olması gerektiği konusunda bir karar verebilmesi için yaptıklarımızı gözden geçirmeyi amaçlıyordum. Köprüyü geçmek konusundaki yoğun çabamızdan sonra, yol arkadaşlarımı bir grup halinde bir arada tutabilmenin bir yolunu düşünmeye çalışmış, ama bunda başarılı olamamamıştım. Önümüze çıkan taş basamakların üzerine oturduk ve konuşmama benim için bilgilerin sözcülerle ayrılmaz bir bütünlük oluşturduğuna duyduğum inancı dile getirmekle başladım. Onlara, bir olay ya da deneyimin bir kavram biçiminde sözlere dönüştürülmedikçe, silinip yitmeye mahkûm olduğunu açıkladım; bu nedenle de durumumuz hakkında tek tek bir değerlendirmede bulunmalarını istiyordum.
İlk söz alan Pablito oldu. Bunu oldukça tuhaf buldum, çünkü şu ana değin olağanüstü sessiz kalmıştı. Özür dileyerek söyleyeceklerinin, herhangi bir anımsamadan ya da bir duygudan kaynaklanmadığını, yalnızca bildiklerinden çıkardığı bir sonuçtan ibaret olduğunu belirtti. Kadınların köprüde olup bitenler hakkında söylediklerinin kendisi için anlaşılmaz bir yanı yokmuş. Pablito’ya göre bu, köprünün sağ yakası olan tonaldan, sol yakası olan naguala doğru olan çekimle ilgiliymiş. Burada herkesi korkutan, bir başkasının denetimi ele geçirmesi ve bu geçiş için onları zorlamasıymış. O sırada Silvio Manuel’e yardım edenin ben olduğunu kabullenmesi de zor değilmiş. Benim daha iki gün önce aynı şeyi yaptığımı, köprüde herkesi iteklediğimi gördüğünü de bunun kanıtı olarak belirtti. Ancak o gün, bana yardım edebilecek hiç kimse, onları köprünün öte yakasına çekmek üzere bir Silvio Manuel yokmuş.
Konuyu değiştirmeye çalıştım ve onlara, bizim deneyimlediğimiz türdeki unutma vakalarına amnezi adı verildiğini anlatmaya koyuldum. Amnezi üzerine bilgilerim, durumumuzu aydınlatacak ölçüde değildi, ama beni sanki bir emir verilmişçesine bir şeyi unutabilmenin olanaklı olmadığına inandırabilecek ölçüde sağlamdı. Onlara birinin, olasılıkla don Juan’ın, bizlerin şu anda anımsama gücümüzle ulaşamadığımız bir şeyler yapmış olması gerektiğini söyledim. Bunun ne olduğunu tam olarak ortaya çıkartmaya çalışıyordum.
Pablito benim, Sivio Manuel’le gizli bir anlaşma içinde bulunan kişinin ben olup olmadığımı çıkartabilmemin çok önemli olduğu konusunda ısrar ediyordu. Bu noktada, Lydia’yla Josefina’nın paralel çizgileri geçmek konusunda onları zorlayarak üstlendiğim rolden kendisine söz ettiklerini belirtti. Bu konuyu tartışmak beni oldukça rahatsız etti. Dona Soledad’la konuştuğum güne değin paralel çizgileri hiç duymadığımı söyledim; ama, bu düşünceyi derhal benimsemek konusunda da herhangi bir tedirginlik hissetmemiştim. Onlara, bir anda zihnimde bir ışığın çaktığını ve birden onun neden söz ettiğini kavrayıverdiğimi söyledim. Onu anımsadığım an, bu paralel çizgileri kendimin de geçtiğim düşüncesine bile inandım. La Gorda dışında hepsi, paralel çizgileri ilk kez ben onlara söz ettiğimde duymuşlardı. La Gorda’ysa paralel çizgileri, benden çok kısa bir süre önce dona Soledad’dan öğrenmiş.
Pablito, Silvio Manuel’le aramdaki ilişkiden söz etmeyi denedi. Onu engelledim. Hepimizin köprüde diğer yakaya geçmek üzere uğraştığımız sırada kendimin—ve olasılıkla da hepimizin—olağan olmayan bir gerçeklik durumuna girdiğimizin ayrımına o anda varamadığımı söyledim. Bu değişimin ayrımına anca köprüde bizden başka kimsenin bulunmadığını fark edince varabilmiştim. Orada yalnızca biz, sekizimiz bulunuyorduk. Güneşli bir gündü, ama birdenbire gökyüzü bulutlanmış, sabahın ortasında parlayan gün ışığı alacakaranlığa dönüşmüştü. Ben kendi korkularım ve kişisel yorumlarıma öylesine gömülmüş olmalıyım ki, bu ürküntü verici değişimi başta fark edememiştim. Geriye döndüğümüzde, diğer insanların etrafta dolaştıklarını gördüm. Peki, biz köprüyü geçmeye çalışırken neredeydi bu insanlar?
La Gorda ve ötekiler hiçbir şey fark etmemişlerdi—gerçekte onlara anlatmamdan önce herhangi bir değişikliğin ayrımına varmamışlardı. Hepsi birden huzursuzluk ve korku karışımı bir ifadeyle yüzüme baktılar. Pablito yine atıldı ve beni yapmak istemedikleri bir şey için onları zorlamakla suçladı. Bunun ne olduğunu söylemiyordu, ama sözlerinin altında yatan ima diğerlerinin de onu desteklemeleri için yeterli oldu. Birdenbire önümde öfkeli bir büyücü grubu oluşmuştu. Onlara, köprüde yaşadığımız ve bizi içine alan böylesine tuhaf bir deneyimi her açıdan incelemek zorunda olduğumu açıklayabilmek hayli zamanımı aldı. En sonunda sakinleşebildiler, ama bunun nedeni, anlattıklarıma inanmalarından çok, duygusal açıdan yorulmuş olmalarıydı. La Gorda da dahil olmak üzere tümü de, şidetle Pablito’dan yanaydılar.
Nestor farklı bir açıdan yaklaştı. Benim, olasılıkla kendi eylemlerinin kapsamının tam olarak ayrımında olmayan gönülsüz bir temsilci olduğumu öne sürdü. Diğerleri gibi benim onları yanlış yola sürüklemek üzere görevlendirilmiş olduğuma inanamıyormuş. Onları bilerek yıkıma doğru sürüklediğimin farkında olmadığımı hissediyormuş, ama yaptığım, tam olarak buymuş. Ona göre paralel çizgileri aşmanın iki yolu varmış, bu yollardan biri, kişinin bu çizgileri bir başkasının, diğeriyse, kendi erkiyle aşabilmesiymiş. Silvio Manuel, paralel çizgileri geçmelerini sağlamak için onları öylesine korkutmuş ki, bazıları bunu yaptıklarını bile anımsamıyorlarmış. Onlara düşen görev, kendi güçleriyle köprüyü aşabilmekmiş; benim görevimse, onlara engel olmak.
Daha sonra sözü Benigno alarak, don Juan’ın erkek çömezlerine yaptığı son şeyin, kendimizi bir uçuruma atmamızı sağlayarak paralel çizgileri geçmemize yardımcı olmak olduğunu söyledi. Benigno, köprüyü geçme konusunda daha şimdiden bir hayli bilgiye sahip olduğumuzu, ama bunu bir kez daha başarmak için doğru zamanın henüz gelmediğine inanıyordu. Köprüde ileri doğru bir adım daha atamamışlardı, çünkü henüz bunun zamanı gelmemiş. Bu nedenle de, karşıya geçirmeye zorlamakla onları yok etmeye çalıştığımı düşünmekte haklılarmış. Düşüncesine göre, kesin bir bilinç durumunda çizgileri aşmak, atacakları son adım anlamına gelecekmiş ve böyle bir adım ancak yeryüzünden yok olmaya hazır olduklarında gerçekleşebilecekmiş.
Daha sonra Lydia geldi karşıma. Herhangi bir değerlendirmede bulunmadı ama, efelenerek, onu ilk kez köprüye nasıl sürüklediğimi anımsamamı istedi. Kaba bir biçimde benim Nagual Juan Matus’un değil, Silvio Manuel’in çömezi olduğumu; Silvio Manuel’le benim birbirimizin bedenlerimize girdiğimizi söyledi.
La Gorda’yla köprüde yaşadığıma benzeyen bir öfke krizine daha kapıldım. Kendime tam zamanında hâkim oldum. Sakin olmalıydım. Kendi kendime defalarca beni analizlerin ilgilendirdiğini söyledim.
Lydia’ya, bana bu şekilde sataşmanın yararsız olduğunu belirttim. Susmak bilmiyordu. Silvio Manuel’in benim efendim olduğunu, bu nedenle de benim onların bir parçası olamayacağımı söyledi bağırarak. Rosa ona katılarak, olduğum her şeyi bana Silvio Manuel’in verdiğini söyledi.
Rosa’ya doğru sözcükleri kullandığından emin olup olmadığını sordum. Ona, sahip olduğum her şeyi Silvio Manuel'in verdiğini söylemiş olması gerektiğini söyledim. Kullandığı sözcüklerin doğru olduğunu öne sürdü. Bana olduğum her şeyi Silvio Manuel vermiş. La Gorda bile onu destekleyerek ciddi biçimde hastalandığım, tüm gücümün tükendiği, içimdeki her şeyin eriyip gittiği bir zamanı anımsadığını söyledi; işte o zaman, Silvio Manuel duruma müdahale etmiş ve bedenime yeni bir yaşam pompalamış. La Gorda’ya göre, sonuçlarla uğraşacağıma,gerçek kökenlerimi bilmem daha yerinde olurmuş. Ona göre, bugüne değin bana yardım eden kişinin Nagual Juan Matus olduğu varsayımından yararlanmışım. Nagual üzerinde sabitleşmemin nedeninin onun sözcüklere duyduğu düşkünlükmüş. Öte yandan Silvio Manuel, sessiz karanlıkmış. Onun izinden gitmek için paralel çizgileri aşmam gerekiyormuş. Oysa Nagual Juan Matus'un izinden gidebilmem için yapmam gereken tek şey onun hakkında konuşmakmış.
Sözleri benim için saçmalıktan öte hiçbir anlam ifade etmiyordu. Konuya denk düştüğüne inandığım bir yorumda bulunmaya hazırlanıyordum ki, birdenbire kafam karmakarışık oldu. Belirtmek istediğim konunun ne olduğunu çıkartamıyordum, oysa iki saniye önce tüm açıklığıyla zihnimde duruyordu. Bunun yerine, tuhaf bir anı zihnime musallat oldu. Bu, herhangi bir konuya ilişkin bir duygu değil, gerçekten yaşanmış bir olayla ilgili yoğun bir anıydı. Bir zamanlar don Juan ve yüzünü şu an çıkartamadığım bir adamla birlikte olduğumu anımsıyordum. Üçümüz birlikte, sanırım hayata ilişkin bir konu üzerinde konuşuyorduk. Sağda, üç dört metre ilerde akılalmaz bir biçimde, sarımsı bir sis duvarı uzanıyor, anlayabildiğim kadarıyla, dünyayı ikiye bölüyordu. Yerden başlıyarak gökyüzüne, sonsuzluğa doğru yükseliyordu. Nirengi noktalarının yardımıyla yönümü belirlediğimi ve sisten duvarın ekseninin doğudan batıya doğru uzandığını fark ettiğimi anımsadım. O çizginin kuzeyine doğru uzanan her şey, bildiğim dünyaya aitti. Don Juan’a çizginin güneyindeki dünyada ne olduğunu sordum. Don Juan beni birkaç derece döndürdü ve başımı çevirdikçe sisten duvarın da benimle birlikte hareket ettiğini gördüm. Dünya, benim zihnimin kavrayamayacağı bir düzeyde ikiye bölünmüştü. Bölünme gerçek görünüyordu, ama sınır, somut bir düzlemde yer almıyordu; demek ki sınır içimdeydi. Ya da öyle miydi gerçekten?
Bu anının bir boyutu daha bulunuyordu. Öteki adam, dünyayı ikiye bölmenin büyük bir başarı olduğunu söylemişti, ama bir savaşçının bu duvarın dönüşünü durdurabilecek zihin berraklığı ve denetim gücüne sahip olması daha da büyük bir başarıymış. Duvarın içimizde olmadığını söylemişti; hiç şüphesiz bu ayrım dış dünyadaymış, dünyayı ikiye bölüyormuş ve başımızı hareket ettirdiğimizde, sağ şakağımıza yapışmış gibi bizimle birlikte dönüyormuş. Duvarın dönmesini önleyebilmek büyük bir başarıymış ve böyle bir başarıyı elde etmek savaşçıya istediği an duvarı aşabilme gücünü sağlıyormuş.
Çömezlere biraz önce anımsadığım olayı anlattığımda, kadınlar öteki adamın Silvio Manuel olduğundan kesinlikle emin olduklarını söylediler. Sisten duvar konusunda bir uzman olan Josefina, Eligio’nun diğerlerine karşı üstünlüğünün duvarı hareket etmeden durmasını sağlayabilme, böylelikle istediği an duvarın içinde geçebilme yeteneği olduğunu söyledi. Rüya sırasında sisten duvarı delip geçmenin daha kolay olduğunu, çünkü böyle bir durumda duvarın hareket etmediğini de ekledi.
La Gorda, belki de kendisine acı veren bir dizi anıdan etkilenmiş gibi görünüyordu. Düşündüklerini söze dökebilene kadar kıvrandı durdu. Sonra da benim Silvio Manuel’in yardımcısı olduğumdan artık hiç şüphesinin olmadığını belirtti. Bizzat Nagual, dikkatli olmadığı takdirde onu esir alacağım konusunda uyarmış. Soledad bile onu uyarmış, bana dikkat etmesini, çünkü ruhumun insanları esir aldığımı ve onları emrimde uşak olarak kullandığımı söylemiş—ki bu, ancak Silvio Manuel’in yapabileceği bir şeymiş. Silvio Manuel beni esir almış ve buna karşılık ben de, yakınıma gelen herkesi esir alıyormuşum. Kendisinin de, Silvio Manuel'in evindeki o odada oturduğu ana değin büyümün etkisi altında yaşadığını, ama o an, birdenbire omuzları üzerinden bir yükün kalktığını hissettiğini söyledi.
La Gorda’nın sözlerinin etkisiyle ayağa kalktım ve sendeledim. Midemde bir boşluk hissediyordum. Hangi durumda olursa olsun, bana destek olacağı konusunda ona güvenebileceğimden emindim. İhanete uğradığımı hissettim. Onlara gerçekte ne hissettiklerimi anlatmanın uygun olacağını düşündüm, ama birdenbire kendime geldim. Bunun yerine onlara, bir savaşçı olarak tam bir tarafsızlık içinde bir sonuca vardığımı, don Juan’ın yaşamımın akışını değiştirmesinin altında yatan nedenin, bana daha iyi bir yaşam sağlayabilmek olduğunu söyledim. Bana yaptıklarını defalarca değerlendirmiştim ve hepsinde vardığım sonuç aynıydı. O, bana özgürlüğümü sağlamıştı, benim de bildiğim tek şey, yakınımdakilere sağlayabileceğim tek şey, ancak özgürlük olabilirdi.
Nestor, beni desteklediğini belirten bir hareket yaptı ve bana karşı duydukları düşmanlığa bir son vermeleri için kadınları uyardı. Bana baktığında gözlerinde, anlamaya çalışan ama anlayamayan birinin ifadesi okunuyordu. Bana, onlara ait, gerçekten garip bir kuşa benzediğimi söyledi. Sevecenliğin ve tekdüzeliğin sınırlarını aşabilmek için bir an benim varlığıma gereksinim duymuşlardı. Şimdiyse özgürdüler ve onlara engel olacak hiçbir şey yoktu. Benimle birlikte kalmaları hiç şüphe yok ki hoşmuş, ama bu, onlar için ölümcül olacakmış.
Çok duygulanmışa benziyordu. Yanıma geldi ve elini omuzuma koydu. Bu dünya üzerinde bir daha hiç karşılaşmayacağımızı hissettiğini; küçük insanlar gibi tartışarak, şikayet ederek, birbirimizi suçlarak ayrılmamızdan üzüntü duyduğunu söyledi. Benimle, kendi adına değil, diğerlerinin adına konuştuğunu belirten Nestor, aralarından ayrılmam gerektiğini, çünkü artık bir arada bulunmamızın olanak dışı olduğunu düşünüyordu. La Gorda’nın birlikte oluşturduğumuz yılan betimlemesi en başta kendisine gülünç gelmiş. Şimdiyse fikrini değiştirmiş, bu düşünce artık ona gülünç gelmiyormuş. Bir grup olarak başarılı olabilmemiz için son şansımızmış bu.
Don Juan bana yazgımı alçak gönüllülük içinde kabul etmeyi öğretmişti.
“Bi savaşçının yazgısının akışı değişmez,” demişti bana bir seferinde. “Çetin olan, onun bu katı sınırlar içinde nereye varabileceği, kusursuzluğunu ne ölçüde koruyabileceğidir. Eğer yolunun üzerinde engellerle karşılaşırsa, savaşçı kendi kusursuzluğu içinde bu engelleri yenmek üzere onlarla savaşır. Eğer yolunun üzerine dayanılmaz güçlükler ve acılar çıkarsa, yazgısının çizdiği yolu saçının bir teli kadar bile değiştiremez.
Atacağımız bir sonraki adımın bize bulunduğumuz yerin erkinin işaret etmesine ilişkin olarak en başta vermiş olduğum kararın doğru olduğunu düşündüm. Ayağa kalktım. Ötekiler başlarını çevirdiler. La Gorda yanıma geldi ve hiçbir şey olmamış gibi oradan ayrılmam gerektiğini, kendisinin de daha sonra bana yetişeceğini ve eşlik edeceğini söyledi. Öfkelenmiştim. Bana katılması için hiçbir neden bulunmadığını söylemek istedim. O da diğerlerine katılmayı seçmişti. İhanete uğradığımı hissettim. Neler hissettiğimi anlamış gibiydi. Sakin bir sesle bana, küçük insanlar olarak değil, birer savaşçı olarak yazgılarımızın emirlerini birlikte yerine getirmemiz gerektiğini söyledi.

Cvp: 5. Öfkeli Bir Büyücü Ordusu

.