Konu: 6. İnsan Biçiminin Yitirilmesi
Birkaç ay sonra, grubun diğer üyelerinin Meksika’nın çeşitli bölgelerine yerleşmelerine yardım etmesinin ardından, la Gorda Arizona’ya taşındı. Böylece, çömezlik deneyimimizin en tuhaf ve en sürükleyici kısmının bilinmezliklerini çözmeye başladık. Başlangıçta ilişkilerimiz hayli gergindi. Alameda Parkı’nda birbirimizden ayrılırken ona karşı hissettiğim duygulardan kendimi kurtarabilmek benim için oldukça zordu. Diğerlerindense hiç haberim yoktu. Nerede olduklarını bilmesine rağmen, la Gorda bana hiçbir şey söylemedi. Onların neler yaptıklarını öğrenmemin gereksiz olduğunu düşünüyordu.
Görünürde La Gorda’yla aramızda hiçbir sorun yokmuş gibi görünüyordu. Yine de, bana karşı ötekilerin tarafını tutmuş olmasını kendime bir türlü yediremiyordum. Bu duyguyu asla belli etmemiştim, yine de hissediyordum. Hiçbir şey olmamış gibi ona yardımcı oluyor ve elimden geleni yapıyordum. Fakat kusursuzluk bunu gerektirdiği için böyle davranıyordum. Bu benim görevimdi; yerine getirmek için seve seve ölüme gidebilirdim. Kendimi, modern kent yaşamının karmaşası içinde ona yol göstermeye, onu eğitmeye adadım; İngilizce öğrenmeye bile başlamıştı. İnanılmaz bir ilerleme gösteriyordu.
Üç ay hızla geçti. Ancak, Los Angeles’da bulunduğum bir gün, sabahın erken saatlerinde başımda dayanılmaz bir basınçla uyandım. Bu bir baş ağrısı değildi; daha ziyade kulaklarımda çok yoğun bir ağırlık hissediyordum. Aynı ağırlığı gözkapaklarımda ve damağımda da hissediyordum. Ateşimin yükseldiğinin fark ettim, ama ateş yalnızca kafamın içindeydi. Takatsiz bir biçimde yerimden doğrulmaya çalıştım. Bir kriz geçiriyor olduğumu sandım. Aklıma ilk gelen, yardım istemek oldu, ama her nasılsa kendime gelebildim ve sakinleşmeye çalıştım. Bir süre sonra, başımdaki basınç hafiflemeye başladı, ama bu kez boğazımın üzerinde düğümlenmişti. Nefes alamadığımı hissediyordum, bir süre tıkanır gibi oldum ve öksürdüm; daha sonra basınç yavaş yavaş göğsüme, kasıklarıma, bacaklarıma doğru ilerledi, sonunda bedenimi terk etti.
Bana olanlar her ne ise, yaklaşık iki saat sürmüştü. Bu iki işkence saati boyunca sanki bir şey bedenimin içinde aşağılara doğru ilerliyor, dışarı çıkmaya çalışıyordu. Bu şeyin içimde bir halı gibi yuvarlandığını hissediyordum. O sırada bunu bedenimin boşluğu içinde hareket eden bir kabarcığa da benzetmiştim. Ancak bu imgenin yerine birincisini yeğledim, çünkü katlanarak büyüdüğünü hissediyordum. Tıpkı kıvrılan bir halı gibi giderek ağırlaşıyor, aşağılara doğru indikçe daha acı verici oluyordu. Acının dayanılmaz hale geldiği iki bölge, dizlerim ve ayaklarım, özellikle sağ ayağım oldu. Acı ve basınç bütünüyle kaybolduktan sonra bile otuz beş dakika boyunca sağ ayağım sıcaklığını korudu.
La Gorda, anlattıklarımı dinledikten sonra, insan biçimimi bu kez kesinlikle yitirdiğimi, kalkanlarımın tümünü, hiç değilse büyük bir bölümünü indirdiğimi söyledi. Haklıydı da. Nasıl olduğunu bilmeden, hatta neler olup bittiğinin farkına varmadan, bana son derece yabancı gelen bir konumda bulmuştum kendimi. Yabancılaşmış, ilgisizleşmiştim. La Gorda’nın bana yapmış oldukları artık umurumda değildi. Bana yaptığı saygısızlığı affettiğim için değil; sanki herhangi bir ihanet hiç olmamış gibiydi. İçimde la Gorda’ya ya da herhangi birine yönelik, açık ya da gizli, kin kalmamıştı. Hissettiğim, istençli bir ilgisizlik ya da uyuşukluk değildi; bir yabancılaşma, hatta bir yalnızlık isteği bile değildi. Daha çok, garip bir uzaklaşma duygusu, yaşadığım anın derinliklerine dalabilme ve bunun dışında hiçbir şey düşünmeme yeteneğiydi bu. İnsanların yaptıkları beni etkilemiyordu, çünkü artık hiçbir beklentim kalmamıştı. Tuhaf bir huzur duygusu, yaşamımın başat gücü haline gelmişti. Bir savaşçının yaşamındaki kavramlardan birini — yansızlığı— uyguladığımı hissediyordum. La Gorda, kavramı yalnızca uygulamanın ötesine geçtiğimi söylüyordu; ona göre bu kavramı yaşıyordum.
Don Juan’la böyle bir şeyi tam olarak gerçekleştirebilme olasılığım üzerine uzun uzun tartışmıştık. Bana yansızlığın bilgelik anlamına gelmediğini söylemişti, ama yine de yansızlık bir avantajmış, çünkü savaşçıya belli durumları yeniden değerlendirebilmesi, konumları yeniden gözden geçirebilmesi için bir anlık da olsa bir duraklama fırsatı veriyormuş. Bununla birlikte, belirttiğine göre, bir savaşçının bu fazladan anı amacına uygun ve doğru biçimde kullanabilmesi için tüm yaşamı boyunca hiçbir şeye boyun eğmeden mücadele etmesi gerekiyormuş.
Böyle bir duyguyu deneyimleyeceğim konusunda umudum yoktu. Anladığım kadarıyla, kendiliğinden gelişen bir duygu değildi bu. Bunun sağlayacağı yararlar üzerine düşünmek, ya da nasıl ortaya çıkabileceğine ilişkin olasılıklar üzerine akıl yürütmek de bir sonuç vermeyecekti. Don Juan’ı tanıdığım yıllar boyunca, dünyayla aramdaki bağlarda sürekli bir azalma hissetmiştim, ama bu süreç entelektüel düzlemde gerçekleşmişti; gündelik yaşamımdaysa, insan biçimimi yitirdiğim ana değin herhangi bir değişim yaşamamıştım.
La Gorda’yla, insan biçiminin yitirilmesi kavramının, bir çömezin eğitim sürecinde belirli bir eşiğe ulaştığında, onu kuşatan bedensel bir duruma bağlı olduğu görüşü üzerinde tartıştık. Böyle de olsa, tuhaftır, la Gorda’yla benim için insan biçiminin yitirilmesinin nihai sonucu, yalnızca peşinden koşulan ve kutsanan yansızlık duyumunun elde edilmesi değil, aynı zamanda o kolay kolay yakalanamayan anımsamanın da gerçekleştirilmesi olmuştu. Ve bu durumda aklın payı çok küçüktü.