1

Konu: 6. İnsan Biçiminin Yitirilmesi

Birkaç ay sonra, grubun diğer üyelerinin Meksika’nın çeşitli bölgelerine yerleşmelerine yardım etmesinin ardından, la Gorda Arizona’ya taşındı. Böylece, çömezlik deneyimimizin en tuhaf ve en sürükleyici kısmının bilinmezliklerini çözmeye başladık. Başlangıçta ilişkilerimiz hayli gergindi. Alameda Parkı’nda birbirimizden ayrılırken ona karşı hissettiğim duygulardan kendimi kurtarabilmek benim için oldukça zordu. Diğerlerindense hiç haberim yoktu. Nerede olduklarını bilmesine rağmen, la Gorda bana hiçbir şey söylemedi. Onların neler yaptıklarını öğrenmemin gereksiz olduğunu düşünüyordu.
Görünürde La Gorda’yla aramızda hiçbir sorun yokmuş gibi görünüyordu. Yine de, bana karşı ötekilerin tarafını tutmuş olmasını kendime bir türlü yediremiyordum. Bu duyguyu asla belli etmemiştim, yine de hissediyordum. Hiçbir şey olmamış gibi ona yardımcı oluyor ve elimden geleni yapıyordum. Fakat kusursuzluk bunu gerektirdiği için böyle davranıyordum. Bu benim görevimdi; yerine getirmek için seve seve ölüme gidebilirdim. Kendimi, modern kent yaşamının karmaşası içinde ona yol göstermeye, onu eğitmeye adadım; İngilizce öğrenmeye bile başlamıştı. İnanılmaz bir ilerleme gösteriyordu.
Üç ay hızla geçti. Ancak, Los Angeles’da bulunduğum bir gün, sabahın erken saatlerinde başımda dayanılmaz bir basınçla uyandım. Bu bir baş ağrısı değildi; daha ziyade kulaklarımda çok yoğun bir ağırlık hissediyordum. Aynı ağırlığı gözkapaklarımda ve damağımda da hissediyordum. Ateşimin yükseldiğinin fark ettim, ama ateş yalnızca kafamın içindeydi. Takatsiz bir biçimde yerimden doğrulmaya çalıştım. Bir kriz geçiriyor olduğumu sandım. Aklıma ilk gelen, yardım istemek oldu, ama her nasılsa kendime gelebildim ve sakinleşmeye çalıştım. Bir süre sonra, başımdaki basınç hafiflemeye başladı, ama bu kez boğazımın üzerinde düğümlenmişti. Nefes alamadığımı hissediyordum, bir süre tıkanır gibi oldum ve öksürdüm; daha sonra basınç yavaş yavaş göğsüme, kasıklarıma, bacaklarıma doğru ilerledi, sonunda bedenimi terk etti.
Bana olanlar her ne ise, yaklaşık iki saat sürmüştü. Bu iki işkence saati boyunca sanki bir şey bedenimin içinde aşağılara doğru ilerliyor, dışarı çıkmaya çalışıyordu. Bu şeyin içimde bir halı gibi yuvarlandığını hissediyordum. O sırada bunu bedenimin boşluğu içinde hareket eden bir kabarcığa da benzetmiştim. Ancak bu imgenin yerine birincisini yeğledim, çünkü katlanarak büyüdüğünü hissediyordum. Tıpkı kıvrılan bir halı gibi giderek ağırlaşıyor, aşağılara doğru indikçe daha acı verici oluyordu. Acının dayanılmaz hale geldiği iki bölge, dizlerim ve ayaklarım, özellikle sağ ayağım oldu. Acı ve basınç bütünüyle kaybolduktan sonra bile otuz beş dakika boyunca sağ ayağım sıcaklığını korudu.
La Gorda, anlattıklarımı dinledikten sonra, insan biçimimi bu kez kesinlikle yitirdiğimi, kalkanlarımın tümünü, hiç değilse büyük bir bölümünü indirdiğimi söyledi. Haklıydı da. Nasıl olduğunu bilmeden, hatta neler olup bittiğinin farkına varmadan, bana son derece yabancı gelen bir konumda bulmuştum kendimi. Yabancılaşmış, ilgisizleşmiştim. La Gorda’nın bana yapmış oldukları artık umurumda değildi. Bana yaptığı saygısızlığı affettiğim için değil; sanki herhangi bir ihanet hiç olmamış gibiydi. İçimde la Gorda’ya ya da herhangi birine yönelik, açık ya da gizli, kin kalmamıştı. Hissettiğim, istençli bir ilgisizlik ya da uyuşukluk değildi; bir yabancılaşma, hatta bir yalnızlık isteği bile değildi. Daha çok, garip bir uzaklaşma duygusu, yaşadığım anın derinliklerine dalabilme ve bunun dışında hiçbir şey düşünmeme yeteneğiydi bu. İnsanların yaptıkları beni etkilemiyordu, çünkü artık hiçbir beklentim kalmamıştı. Tuhaf bir huzur duygusu, yaşamımın başat gücü haline gelmişti. Bir savaşçının yaşamındaki kavramlardan birini — yansızlığı— uyguladığımı hissediyordum. La Gorda, kavramı yalnızca uygulamanın ötesine geçtiğimi söylüyordu; ona göre bu kavramı yaşıyordum.
Don Juan’la böyle bir şeyi tam olarak gerçekleştirebilme olasılığım üzerine uzun uzun tartışmıştık. Bana yansızlığın bilgelik anlamına gelmediğini söylemişti, ama yine de yansızlık bir avantajmış, çünkü savaşçıya belli durumları yeniden değerlendirebilmesi, konumları yeniden gözden geçirebilmesi için bir anlık da olsa bir duraklama fırsatı veriyormuş. Bununla birlikte, belirttiğine göre, bir savaşçının bu fazladan anı amacına uygun ve doğru biçimde kullanabilmesi için tüm yaşamı boyunca hiçbir şeye boyun eğmeden mücadele etmesi gerekiyormuş.
Böyle bir duyguyu deneyimleyeceğim konusunda umudum yoktu. Anladığım kadarıyla, kendiliğinden gelişen bir duygu değildi bu. Bunun sağlayacağı yararlar üzerine düşünmek, ya da nasıl ortaya çıkabileceğine ilişkin olasılıklar üzerine akıl yürütmek de bir sonuç vermeyecekti. Don Juan’ı tanıdığım yıllar boyunca, dünyayla aramdaki bağlarda sürekli bir azalma hissetmiştim, ama bu süreç entelektüel düzlemde gerçekleşmişti; gündelik yaşamımdaysa, insan biçimimi yitirdiğim ana değin herhangi bir değişim yaşamamıştım.
La Gorda’yla, insan biçiminin yitirilmesi kavramının, bir çömezin eğitim sürecinde belirli bir eşiğe ulaştığında, onu kuşatan bedensel bir duruma bağlı olduğu görüşü üzerinde tartıştık. Böyle de olsa, tuhaftır, la Gorda’yla benim için insan biçiminin yitirilmesinin nihai sonucu, yalnızca peşinden koşulan ve kutsanan yansızlık duyumunun elde edilmesi değil, aynı zamanda o kolay kolay yakalanamayan anımsamanın da gerçekleştirilmesi olmuştu. Ve bu durumda aklın payı çok küçüktü.

Cvp: 6. İnsan Biçiminin Yitirilmesi

Bir gece, la Gorda’yla bir film üzerine konuşuyorduk. Açık saçık bir film izlemişti ve film hakkında ne düşündüğünü merak ediyordum. Filmi hiç beğenmemişti. Bu tür şeylerin kişiyi zayıflattığını, bir savaşçı olmanın, Nagual Juan Matus gibi tam bir cinsel perhiz içinde disiplinli bir yaşam sürdürmeyi gerektirdiğini söyledi.
Ona don Juan’ın kadınlardan hoşlandığını, bakir olmadığını bildiğimi, bunun da güzel bir şey olduğunu söyledim.
“Delisin sen!” diye bağırdı, sesinden eğlendiği anlaşılıyordu. “Nagual kusursuz bir savaşçıydı. O, şehvetin ağlarına hiçbir zaman yakalanmadı.”
Neden don Juan’ın bakir olmadığını düşündüğümü merak etti. Ona, çömezliğimin başlarında Arizona’da yaşadığımız bir olaydan söz ettim. Bir gün, oldukça yorucu bir yürüyüşten sonra don Juan’ın evinde dinleniyordum. Don Juan tuhaf bir biçimde sinirli görünüyordu. Sık sık kapıdan dışarı bakmak üzere yerinden kalkıyordu. Birisini bekliyor gibiydi. Daha sonra aniden bana bir arabanın yoldaki dönemece ulaştığını ve eve doğru geldiğini söyledi. Gelen kişi, bir kız, bir arkadaşıymış ve ona battaniye getirmiş. Don Juan’ın utandığını o güne değin hiç görmemiştim ve onun ne yapacağını bilemez derecede rahatsız görünce son derece üzüldüm. Kızı görmemi istemediğini düşündüm. Ona gizlenebileceğimi söyledim, ama odada gizlenebileceğim bir yer yoktu. Bunun üzerine, yere uzanmamı söyledi ve üzerime bir hasır serdi. Dışarıda bir arabanın durduğunu duydum, hasırın deliklerinden, kapının önünde ayakta duran bir kız görünüyordu. İnce, uzun boylu, çok genç bir kız. Çok güzel olduğunu düşündüm. Don Juan, alçak, sevecen bir sesle ona bir şey söylüyordu. Daha sonra dönerek eliyle beni gösterdi.
“Carlos hasırın altında gizleniyor,” demişti yüksek sesle. “Ona selam ver.”
Kız son derece dostça bir ifade ile bana el sallamış, merhaba demişti. Kendimi budala gibi hissetmiş, beni böylesine utandırıcı bir duruma soktuğu için don Juan’a öfkelenmiştim. Açıkça, böyle davranarak kendi gerginliğini hafifletmeye çalışıyor, ya da daha da kötüsü, benim önümde kıza hava atıyordu.
Kız gidince öfke içinde ondan bir açıklama istedim. İçtenlikle, kendini engelleyemediğini, çünkü ayaklarımın göründüğünü ve ne yapacağını bilemediğini söyledi. Bunu duyduğumda, çevirdiği dolabın ne olduğunu tam olarak anlamıştım; genç arkadaşıyla bana hava atıyordu. Ayaklarımın görünmesi olanaksızdı, çünkü dizlerimi kalçamın altında doğru çekmiştim. Biliyormuş gibi gülümsedim ve don Juan bana kadınlardan, özellikle de o kızdan hoşlandığını itiraf etmek zorunda kaldı.
O olay hiç aklımdan çıkmamıştı. Don Juan’sa bu konudan bir daha hiç söz etmedi. Ne zaman konuyu açsam, beni hep susturuyordu. O kızı düşünmek benim için neredeyse bir saplantı halini almıştı. Bir gün, kitaplarımı okuduktan sonra beni arayacağını umuyordum.
La Gorda çok tedirgin oldu. Ben konuşurken odanın içinde aşağı yukarı yürüyordu. Ağlamak üzereydi. Tehlikeli olabileceğini düşündüğüm çeşit çeşit dolambaçlı ilişki ağları geldi aklıma. La Gorda’nın bencil olduğunu ve başka bir kadın tarafından tehdit edilen bir kadın gibi davrandığını düşündüm.
"Kıskandın mı, Gorda?" diye sordum.
“Aptallaşma,” dedi öfkeyle. “Ben biçimsiz bir savaşçıyım. Kıskançlık ya da sahiplenme duyguları kalmadı bende.” Genaroların bana 'la Gorda Nagual’ın kadınıdır' dediklerini söyledim. Güçlükle duyulan bir sesle konuşmaya başladı.
“Sanırım öyleydim,” dedi ve yüzünde anlaşılmaz bir ifadeyle yatağının üzerine oturdu. “Öyle olduğumu sanıyordum. Ancak nasıl olduğunu bilmiyorum. Nagual Juan Matus’un senin için anlamı neyse, benim için de öyleydi. O, bir erkek değildi. O Nagualdı. Cinsellikle ilgilenmezdi.”
Ona don Juan’ın o kızdan hoşlandığını anlattığından emin olması gerektiğini söyledim.
“Onunla yattığını söyledi mi?” diye sordu la Gorda.
“Hayır, söylemedi, ama anlattıklarından böyle olduğu rahatça anlaşılıyordu,” dedim.
“Nagual’ın senin gibi olmasını isterdin, değil mi?” diye sordu küçümser bir ifadeyle. “Nagual kusursuz bir savaşçıydı.”
Haklı olduğumu ve düşüncemi sorgulamaya gerek olmadığını düşünüyordum. Salt la Gorda’yı eğlendirmek için, genç kadının don Juan’ın metresi değil de, çömezi olabileceğini söyledim.
Uzun bir sessizlik oldu. Söylediklerim beni de rahatsız etmişti. O ana değin bu hiç aklıma gelmemişti. Kafamı bir önyargıya takmıştım ve başka bir olasılığı aklıma bile getirmemiştim.
La Gorda genç kadını betimlememi istedi. Bunu yapamadım. Yüzüne dikkatle bakmamıştım. Yüz hatlarına dikkat edemeyecek ölçüde öfkeliydim ve utanmıştım. O da bu uygunsuz durumdan rahatsız olmuş, aceleyle evden çıkmıştı.
La Gorda, nedense genç kadının Nagual’ın yaşamında çok önem taşıyan bir insan olduğunu düşündüğünü söyledi. Önerisi üzerine, don Juan’ın tanıdığımız dostları üzerine konuşmaya başladık. Ona don Juan’ın zaman zaman beni de götürdüğü peyote törenlerini, orada gördüğüm herkesi ayrıntılı olarak betimledim. Hiçbirini tanımıyordu. O zaman, don Juan’la ilişkisi bulunan tanıdığım insanların sayısının onun tanıdıklarından daha çok olabileceğinin farkına vardım. Ancak söylemiş olduğum bir şey onun, genç bir kadının Nagual’la Genaro’nun da bulunduğu küçük beyaz bir arabayı kullanırken gördüğü bir anısını canlandırdı. Genç kadın, iki adamı la Gorda’nın evine bırakmış, gitmeden önce la Gorda’nın yüzüne bakmış. La Gorda genç kadının Nagual’la Genaro’yo arabasına alan herhangi biri olduğunu düşünmüş. La Gorda’nın anlattıklarını dinlerken, don Juan’ın evinde gizlendiğim hasırın altından kalktığımda dışarıda beyaz bir volkswagen’in gözden kaybolduğunu gördüğümü anımsadım.
Ona, don Juan’ın görmüş olduğum bir diğer dostundan daha söz ettim. Bu, kuzey Meksika’da bir kasabanın pazar yerinde bana peyote veren bir adamdı. Bu adam da yıllarca zihnimden çıkmamıştı. Adı Vicente’ydi. Bu adı duyar duymaz la Gorda’nın bedeni sanki bir sinirine dokunmuşum gibi irkildi. Sesi tizleşti. Benden adamın adını bir kez daha söylememi ve onu betimlememi istedi. Bir kez daha, herhangi bir betimlemede bulunamıyordum. Adamı on yılı aşkın bir süre önce yalnızca bir kez, birkaç dakikalığına görebilmiştim.
La Gorda’yla birlikte gergin bir dönem geçiriyorduk. Birbirimize değil, bizi tutsak eden şey ne ise, ona kızıyorduk.
Eksiksiz biçimde anımsamalarımızı hızlandıran son olay, üşütüp ateşlendiğim bir gün ortaya çıktı. Yatağımda yatıyor, arada sırada uykuya dalıyor, yeniden uyanıyordum. Zihnimde çeşitli amaçsız düşünceler geziniyordu. Bütün gün kafama eski bir Meksika şarkısının ezgisi takılmıştı. Bir an, düşümde birinin bu şarkıyı gitarla seslendirdiğini gördüm. Ezginin tekdüzeliğinden şikayet ettim ve protesto ettiğim insan, gitarı karnıma doğru fırlattı. Gitarın bana çarpmasını önlemek için geriye doğru sıçradım, kafam duvara çarptı ve uyandım. Gördüğüm düşü anımsamıyordum ama ezgi aklımdan çıkmıyordu. Gitarın sesini unutamıyordum; beynimin içinde çalıp duruyordu. Yarı uyanık, ezgiyi dinlemeye koyuldum. Bir rüyaya giriyor gibiydim. Gözlerimin önünde eksiksiz ve ayrıntılı bir rüya görüntüsü belirdi. Bu görüntüde yanıma genç bir kadın oturmuştu. Yüz hatlarını tüm ayrıntılarıyla seçebiliyordum. Kim olduğunu bilmiyordum, ama onu görmek beni çok şaşırtmıştı. Bir anda tamamen uyanmıştım. O yüzün bende yarattığı tedirginlik öylesine yoğun olmuştu ki, yerimden kalktım ve odanın içinde bir aşağı bir yukarı yürümeye koyuldum. Bedenimden ter boşanıyordu, odadan dışarı çıkmaya korkuyordum. La Gorda’dan da yardım isteyemezdim çünkü Josefina’yı görmek üzere birkaç günlüğüne Meksika’ya gitmişti. Karın bölgemi güçlendirmek üzere belime bir çarşaf bağladım. Çarşaf, dalgalar halinde bedenimin içinde akıp giden sinirli enerjiyi dindirmeme yardımcı oluyordu.

Cvp: 6. İnsan Biçiminin Yitirilmesi

Odanın içinde aşağı yukarı gezindikçe, zihnimdeki görüntü dağılmaya başladı. Ancak benim arzu ettiğim gibi huzurlu bir unutuşa değil, karmaşık, eksiksiz bir anımsayışa dönüştü. Bir zamanlar, bir tahıl ambarında üst üste yığılmış arpa, buğday çuvallarının üzerinde oturduğumu anımsıyordum. Genç bir kadın, aklıma takılan o Meksika şarkısını söylüyor ve gitar çalıyordu. Gitar çalışıyla dalga geçince gitarın sapıyla kaburgalarımı dürtmüştü. Orada benimle birlikte oturan başkaları da vardı, la Gorda ve iki adam daha. Adamları iyi tanıyordum, ama genç kadını çıkartamamıştım. Anımsamaya çalıştım, ama durum umutsuz görünüyordu..
Her yanımı soğuk ter kaplamış halde yeniden yatağıma uzandım. Sırılsıklam olmuş pijamalarımı çıkartmadan önce kısa bir süre dinlenmek istemiştim. Başımı yüksek bir yastığın üzerine koyduğumda, zihnim biraz daha açıldı ve gitarı çalanın kim olduğunu anımsadım. O, Nagual kadındı; la Gorda ve benim için yeryüzündeki en önemli insan. O, Nagual adamın dişi benzeriydi; onun eşi ya da kadını değil, karşılığıydı. Gerçek bir liderin berraklığına ve yetkesine sahipti. Bir kadın olarak, bizleri besliyordu.
Belleğimi daha fazla zorlamaya cesaret edemedim. Tam anlamıyla anımsamaya dayanamayacağımı seziyordum. Anlaşılmaz duygulara kapıldım. Onun en saf, en yansız ve en derin sevecenliğin kişileşmiş biçimi olduğunu biliyordum. La Gorda’nın ve benim Nagual kadını hayattaki her şeyden daha çok sevdiğimizi söylemek yalan olmazdı. Bize ne olmuştu da onu böyle unutabilmiştik?
O gece yatağımda yatarken öylesine huzursuzlaşmıştım ki yaşamımdan kaygılanmaya başlamıştım. Bir şarkı mırıldandım ve bu şarkı benim için yönlendirici bir güç oldu. Ancak biraz olsun sakinleşebildiğimde kendi kendime defalarca tekrar ettiğim sözcüklerin de o gece zihnimde beliren bir anı olduklarını anımsadım; bu sözler bir formül, biraz önce deneyimlemiş olduğum gibi bir zihin kargaşasından beni çekip çıkartan büyülü sözlerdiler.
Yazgımı yöneten güce teslim oldum. Hiçbir şeye yapışıp kalmayacağım, böylece, savunacağım hiçbir şey olmayacak.
Zihnimde hiçbir düşünce olmayacak, böylece görebileceğim. Hiç korkum olmayacak, böylece kendi kendimi anımsayacağım.
Formülün, o zaman ne anlama geldiğini çıkaramadığım bir dizesi daha vardı.
Yansız ve rahat, Bir ok gibi fırlayıp Kartal’ı aşacağım özgür olmak için.
Hasta ve ateşler içinde olmam, bir tampon işlevini görmüş; yapmış olduğum şeyin, ya da hiçbir şey yapmamış olduğuma göre, bana olan şeyin ana etkisini saptırmış olabilirdi.
La Gorda’yla ilgili bulanık anılarım, ya da orta Meksika’daki o evde yaşamış olduğuma ilişkin önsezi bir anlamda hayatımın gidişatını ciddi biçimde değiştirmişti, ama Nagual kadını anımsamanın yanında bunlar hiçbir şey sayılmazdı. Hiçbir şey! Bunun nedeni, anıların geri getirdiği duygular değil, daha çok onu unutmuş olmamdı; ve bu, kişinin bir adı ya da bir ezgiyi unutmak gibi değildi. O açığa çıkma anından önce zihnimde onunla ilgili hiçbir anı bulunmuyordu. Daha sonra, bana bir şey oldu, ya da üzerimden bir şey kalktı ve kendimi, yaşamıma o ana kadar giren en önemli, ama daha önce hiç karşılaşmadığım insanı anımsıyor buldum.
La Gorda’ya anımsayışımı anlatabilmek için, iki gün daha geri dönmesini beklemek zorunda kaldım. Nagual kadını anlatır anlatmaz la Gorda da onu anımsadı; farkındalığı bir şekilde bana bağlıydı.
“Beyaz arabada gördüğüm kız Nagual kadındı!” diye bağırdı la Gorda. “Bana geri dönmüştü ve ben onu anımsayamamıştım.”
Sözlerini duyuyor, ne anlama geldiğini kavrıyordum ama dikkatimi onun sözlerine vermem bir hayli zamanımı aldı. Dikkatim dağılmıştı; sanki gözlerimin önüne bir ışık yerleştirilmiş, daha sonra da giderek kısılmıştı. Bu ışığın kısılmasını engelleyemezsem öleceğimi düşünüyordum. Birdenbire bir kasılma hissettim ve benliğimin birbirinden ayrılan iki bölümünü bir araya getirdiğimi anladım; don Juan’ın evinde gördüğüm genç kadının Nagual kadın olduğunun ayrımına varmıştım.
O anda yaşadığım duygusal çalkantılardan kurtulmama la Gorda yardım edemezdi. Çalkantılı bir ruh hali içindeydi. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Nagual kadını anımsamanın yarattığı duygusal şok onu gerçekten sarsmıştı.
“Onu nasıl unutabildim?” diyerek içini çekti.
Yüzünü bana döndüğünde gözlerinde bir şüphe parıltısı sezdim.
“Onun varlığı hakkında hiçbir fikrin yoktu, değil mi?” diye sordu.
Başka bir durumda, bana sorduğu sorunun küstahça, hakaret yüklü bir soru olduğunu düşünebilirdim, ama ben de aynı şeyleri onun için düşünüyordum. Anlattıklarından fazlasını bildiğini düşünüyordum.
“Hayır, yoktu,” dedim. “Ya senin? Senin haberin var mıydı ondan?”
Yüzüme öyle masum ve şaşırmış bir ifade ile baktı ki, şüphelerim bir anda silindi.
“Hayır,” diye yanıt verdi. “Bugüne değin bilmiyordum. O ve Nagual Juan Matus’la Oaxaca ’daki meydanda, bankta oturduğumuzu şimdi anımsıyorum. Bunu yaptığımı da onun yüzünü de anımsıyordum, ama tüm bunların bir düş olduğunu sanıyordum hep. Her şeyi hem biliyor, hem de bilmiyordum. Peki neden bunun bir düş olduğunu düşündüm?
Bir an paniğe kapılmıştım. Daha sonra kusursuz bir biçimde ayrımına varmaya başladım ki, o konuştukça bilincimde bir yerde bir kanal açılıyordu. Birdenbire, benim de don Juan ve Nagual kadınla birlikte o bankta oturmuş olduğumu anladım. O anda onlarla her birlikte oluşumda deneyimlediğim bir duyguyu anımsadım. Bu, hayal bile edilemeyen bir bedensel hoşnutluk, mutluluk, eksizliklik duyumuydu. Don Juan ve Nagual kadının kusursuz birer varlık olduklarını ve onlarla birlikte olmanın benim için gerçekten büyük bir şans olduğunu düşündüm. O bankta dünyanın en mükemmel varlıklarıyla yan yana oturmakla, belki de insani duygularımın özüne varmıştım. Bir keresinde don Juan’a, yaşadığım bu duyguyu saf, bozulmamış, kesintisiz saklayabilmek için ölmeye hazır olduğumu tüm kalbimle söylemiştim.
La Gorda’ya bu anımı anlattım. Bana ne demek istediğimi anladığını söyledi. Bir an için sessiz kaldık ve daha sonra, anımsayışımızın yarattığı duygusal yoğunluk bizi tehlikeli bir hüzün, hatta umarsızlığa itti. Ağlamamak için duygularımı güçlükle denetleyebildim. La Gorda, yüzünü koluyla örtmüş, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.
Bir süre sonra sakinleştik. La Gorda gözlerimin içine bakıyordu. Ne düşündüğünü biliyordum. Gözlerinden sorununu okuyabiliyordum. Bunlar, günlerdir benim de zihnime takılan sorulardı. Nagual kadın kimdi? Onunla nerede karşılaşmıştık? Nereden geliyordu? Diğerleri de onu tanıyorlar mıydı?
Tam bunları sormak üzereydim ki, la Gorda bana engel oldu.
“Gerçekten bilmiyorum,” dedi ve bu soruyu bana yöneltti. “Bunun yanıtını senden bekliyordum. Nedenini bilmiyorum, ama neyin ne olduğunu senin anlatabileceğini düşünüyorum.”
O yanıtı benden bekliyordu, bense ondan. Durumumuzun tersliğine güldük. Ondan Nagual kadın hakkında tüm bildiklerini anlatmasını istedim. La Gorda iki üç kez birşeyler söyleme girişiminde bulundu, ama düşüncelerini bir türlü toparlayamıyordu.
“Nereden başlayacağımı gerçekten bilmiyorum,” dedi. “Tek bildiğim şey, onu sevmiş olduğum.”
Ona, benim de aynı duyguları paylaştığımı söyledim. Nagual kadını her anımsadığımda, ilahi bir hüzün beni pençesine alıyordu. Konuşurken, bedenim sarsılmaya başlamıştı.
“Sen ve ben onu seviyorduk,” dedi la Gorda. “Bunu neden söylediğimi bilmiyorum, ama onun bize sahip olduğunu biliyorum.”
Bu sözlerini bana açıklaması için onu zorladım. Bunu neden söylediğini bilemiyordu. Sinirli bir tonda konuşuyor, duygularını değerlendiriyordu. Karın boşluğumda bir çarpıntı hissettim. La Gorda’yı konuşması, söyleyeceği bir şey yoksa daha önce söylediklerini tekrar etmesi, susmaması için zorladım. O konuştukça sesi, farklı bir zaman boyutuna geçebilmem için bir kanal işlevini görüyordu. Sanki kanım damarlarımda olağanüstü bir basınçla, süratle akıyordu. Her yanım karıncalanmaya başlamıştı ve o anda çok net bir anı canlandı. Bedenimde, Nagual kadının, Nagual’ı tamamlayan varlık olduğunu hissettim. O, Nagual’a huzur, mükemmellik, güven, kurtuluş duygusu sağlıyordu.
La Gorda’ya Nagual kadının don Juan’ın ortağı olduğunu sezdiğimi söyledim. La Gorda şaşkınlıkla yüzüme baktı. Hayır der gibi yavaşça başını salladı.
“Onun Nagual Matus’la hiçbir ilgisi yoktu, seni şaşkın,” dedi sert bir ifadeyle. “O senin içindi. Bu yüzden sen ve ben ona aittik.”
La Gorda’yla bakıştık. Kendisine de mantıksız gelen düşünceleri istemeden dile getirdiğinden emindim.
“O senin içindi de ne demek la Gorda?” diye sordum uzun bir sessizlikten sonra.
“O, senin ortağındı,” dedi. “Siz ikiniz bir ekiptiniz. Ben onun himayesi altındaydım. Ve o, bir gün geri vermem koşuluyla seni bana emanet etti.”
La Gorda’ya tüm bildiklerini bana anlatması için yalvardım, ama başka hiçbir şey bilmiyordu sanırım. Gücümün tükendiğini hissettim.
“Nereye gitmiş olabilir?” dedi la Gorda birdenbire. “Bunu tahmin edemiyorum. Nagual’la değil, seninle birlikteydi. Şu anda burada, aramızda olabilir.”

Cvp: 6. İnsan Biçiminin Yitirilmesi

Bir kez daha bir şüphe ve korku krizine girdi. Beni, Nagual kadını Los Angeles’da gizliyor olmakla suçladı. Korkularını biraz olsun hafifletmeye çalıştım. Şaşkınlıkla, la Gorda’yla karşımda bir çocuk varmış gibi konuşmaya başladığımı fark ettim. Beni dikkatle dinliyor gibi görünüyordu; oysa boş boş bakıyordu ve bana aldırmıyordu. Sanırım la Gorda, benim gibi sesimi bir kanal olarak kullanıyordu. Bunun farkında olduğunu da biliyordum. Konumuzun sınırları içinde diyebileceklerim tükeninceye kadar konuştum. Bu arada başka bir şey oldu ve kendimi, yarı yarıya kendi anlattıklarımı dinler buldum. La Gorda’yla istencimin dışında konuşuyordum. İçimde o ana değin biriken sözcükler, şimdi özgürlüklerine kavuşmuşlar, anlaşılamaz derecede saçmalaşmışlardı. Bir şey beni durduruncaya değin konuştum, konuştum. Don Juan’ın, Oaxaca’daki o bankta Nagual kadına ve bana, varlığı onun için, bir insanın dostluğundan umut edeceği ya da bekleyebileceği her şeyin toplandığı özel bir insandan söz ettiğini anımsadım. Bu kişi, bir kadındı ve Nagual kadın benim için ne anlama geliyorsa, onun için de bu kişi aynı anlama geliyordu. Nasıl Nagual kadın beni terk ettiyse, o da don Juan’ı aynı şekilde terk etmişti. Don Juan’ın kadına olan duyguları değişmemişti ve bazı şiirlerin onda uyandırdığı hüzün, bu duyguları içimde yeniden alevlendiriyordu.
Bana şiir kitaplarını getiren kişinin de Nagual kadın olduğunu anımsadım. Arabasının bagajında ciltler dolusu şiir kitabı bulunurdu. Don Juan’a şiir okumam için beni teşvik eden o olmuştu. Birdenbire, Nagual kadınla birlikte o bankta oturuşumuza ilişkin anı öylesine yoğunlaştı ki, gayri ihtiyari derin bir soluk aldım, göğsüm şişti. Şimdiye değin duymuş olduğum duygulardan daha güçlü, boğucu bir yitiriş duygusu benliğimi kapladı. Sağ omuzumun üzerinde duyduğum şiddetli bir acının etkisiyle öne doğru eğildim. Bildiğimi hissettiğim, benliğimin bir bölümünün serbest bırakmak istemediği bir anı daha vardı.
Zihnimi rahatlatmanın tek yolu olarak mantıksal kalkanımdan geride kalanlarla ilgilenmeye başladım. Kendi kendime defalarca, la Gorda’yla benim birbirinden kesinlikle farklı iki ayrı düzlemde yol aldığımızı söyledim. Anımsadıkları, benim anımsadıklarımdan çok daha fazlaydı, ama araştırma yetisinden yoksundu. Diğerleri, ya da kendisi hakkında araştırmalarda bulunacak biçimde eğitilmemişti. Ancak, aslında benim de ondan daha iyi olmadığım düşüncesi kafama takıldı. Ben de hâlâ, don Juan’ın bir zamanlar olduğumu söylediği kadar beceriksizdim. Don Juan’a şiir okuduğumu hiç unutmamıştım ama İspanyol şiiriyle ilgili bir kitabımın olmadığı, ya da böyle bir kitabı hiçbir zaman arabamda bulundurmadığım gerçeğini incelemeyi akıl edememiştim.
Daldığım düşüncelerden beni la Gorda çekip çıkarttı. Kendinden geçmek üzereydi. Bağırarak, Nagual kadının çok yakınımızda bir yerlerde bulunduğunu hissettiğini söylüyordu. Birbirimizi bulmak üzere biz nasıl terk edildiysek, Nagual kadın da bizi bulmak üzere terk edilmiş. Uslamlamasının gücü karşısında neredeyse ikna olmuştum. Ne var ki, içimde bir ses, bunun böyle olmadığını söylüyordu. Bu ses, bilinç düzlemine çıkartmaya cesaret edemediğim, içimde yatan o anıydı.
La Gorda’yla tartışmak istedim ama bunun için bir neden yoktu, mantıksal kalkanım ve kullanacağım sözcükler, Nagual kadını anımsayışımın etkisini azaltmakta yetersiz kalacaklardı. Bu anının bende yarattığı etki, ölüm korkusundan bile daha sarsıcı olmuştu.
“Nagual kadının gemisi bir yerlerde battı,” dedi la Gorda zayıf bir sesle. “Sanırım ıssız bir yerde yapayalnız bir halde ve ona yardım etmek için hiçbir şey yapmıyoruz.
“Hayır! Hayır!” diye bağırdım. “O artık burada değil.”
Bunu neden söylediğimi tam olarak bilmiyordum, ama, doğru olduğunu biliyordum. Bir an, akıl almaz bir hüznün derinliklerine gömüldük. İlk kez, benliğimin tanıdığım bölümünde var olan anıları içinde gerçek, sınırsız bir üzünç, ürküntü verici bir eksiklik hissettim. İçimde bir yerlerde kabuk bağlayan bir yara yeniden açılmıştı. Geçmişte olduğu gibi bilmenin ve gizemin oluşturduğu bir örtünün arkasına sığınamazdım. Bilmemek, benim için bir mutluluktu. Bir an için, tehlikeli bir biçimde umutsuzluğa doğru sürüklendiğimi hissettim. La Gorda engelledi bunu.
“Savaşçı, özgürlüğü arayan insandır,” diye fısıldadı kulağıma. “Hüzün özgürlük değildir. Bundan kendimizi kurtarmalıyız.”
Yansızlık duygusuna sahip olmak, don Juan’ın da belirttiği gibi, yaşanılan durumları yeniden değerlendirebilmek için bir anlığına ara vermeyi içerir. Üzüntümün derinliliklerinde onun ne demek istediğini anlamıştım. Yansızlığa sahiptim; bu zamanı doğru biçimde kullanabilmek için uğraş vermek bana kalmıştı.
İstencimin bunda herhangi bir rol oynayıp oynamadığından emin değildim, ama birdenbire duyduğum o derin üzüntü dağılıverdi. Ruh durumumun böylesine süratli ve kesin bir biçimde değişimi beni telaşlandırmıştı.
“İşte şimdi benim bulunduğum yere geldin!” diye atıldı la Gorda ona olanları anlattığımda. “Aradan geçen tüm bu yıllara rağmen, biçimsizliği nasıl kullanacağımı hâlâ öğrenemedim. Bir anda bir duygudan diğerine umutsuzca sürüklenip durdum. Biçimsiz olduğumdan için, küçük kız kardeşlere yardım edebiliyordum,"ama aynı zamanda da, onların insafına kalmıştım. Onlar, beni bir aşırılıktan diğerine sürükleyebilecek güce sahiptiler.
“Sorun benim insan biçimimi senden önce yitirmemden kaynaklanıyor. Sen ve ben biçimlerimizi aynı anda yitirmiş olsaydık, birbirimize yardımcı olabilirdik; böyle olduğu için ruh durumum, anımsayabildiğimden daha süratli bir biçimde inişler çıkışlar yaşıyordu.”
Biçimsiz olması konusunda öne sürdüğü savların bana hep düzmece göründüğünü itiraf etmek zorundayım. Benim anlayışıma göre insan biçiminin yitirilmesi zorunlu olarak eşsüremli bir süreci, kişilikte bir tutarlılığı da kapsaması gerekirdi, oysa bu manik depresif duygusal yapısının ışığında, onun böyle bir konuma ulaşabilmesi olanak dışı görünüyordu. Bu açıdan, ona oldukça kaba davranmış ve haksızlık etmiştim. İnsan biçimini yitirmiş birisi olarak bulunduğum konumda biçimsiz olmanın en azından ılımlı ve dengeli bir kişilik yapısına zarar verdiğini düşünüyordum. Burada otomatik duygusal bir güç sözkonusu değildi. Yansızlığın bir özelliği olan kişinin kendi uğraşının içine gömülebilme kapasitesi, doğal olarak, onun yaptığı her şeyi kapsar. Biçimsiz olmanın sağladığı yarar, verilen kısa bir aradır, ama bunun için gerekli olan özdisipline ve cesarete sahip olunması koşuluyla.
En sonunda la Gorda’nın geçmişteki davranışları bana anlaşılır görünmeye başlamıştı. O, yıllardır biçimsizdi ama gerekli özdisipline sahip olamamıştı. Bu yüzden de ruh durumundaki ani değişikliklerin ve eylemleriyle amaçları arasında var olan inanılmaz derecedeki tutarsızlıkların esiri oluyordu.
Nagual kadını ilk anımsayışımızdan sonra la Gorda’yla ben, tüm gücümüzü topladık ve daha fazla anımsayabilmek için günlerce uğraştık, ama anılar tükenmiş gibiydi. Şahsen ben, anımsamaya başlamadan önceki durumuma geri dönmüştüm. İçimde yığınla anının daha gömülü olduğunu sezmekteydim, ama bunlara ulaşamıyordum. Zihnim bomboştu ve diğer herhangi bir anıya ilişkin en ufak bir çağrışıma bile ulaşamıyordum.
La Gorda’yla birlikte karışıklık ve şüphelerle dolu korkunç bir döneme girmiştik. Bizim durumumuzda biçimsizlik, akla gelebilecek en kötü güvensizlik duyguları tarafından kemirilmek anlamına geliyordu. Kendimizi don Juan’ın ellerinde birer kobay gibi hissediyorduk. Bizim için o, tanımadığımızı sandığımız, oysa gerçekte hakkında hiçbir şey bilmediğimiz bir insandı. Şüphelerimiz ve korkularımızla birbirimizi dolduruyorduk. Elbette, tartışmalarımızın başlıca konusunu Nagual kadın oluşturuyordu. Dikkatimizi onun üzerinde odakladığımızda, anılarımız öylesine keskinleşiyordu ki, nasıl olup da onu unutmuş olduğumuzu bir türlü açıklayamıyorduk. Bu durum da, don Juan’ın gerçekte bize ne yapmış olabileceği konusunda sonu gelmeyen kurgulamalara yol açıyordu. Bu varsayımlar sonuçta kullanılmış olduğumuz duygusuna kolayca kapılmamıza neden oluyordu.
Don Juan’ın bizi kendi amaçları için kullanmış olduğunu, bizleri umutsuz, kendi kendimizi tanıyamaz bir hale getirdiğini düşündükçe büyük bir öfkeye kapılıyorduk. Öfkemiz dindiğinde, üzerimize bir korku sindi—çünkü don Juan’ın bize daha da kötü şeyler yapmış olabileceği düşüncesinin yarattığı dehşet duygusuyla yüzyüze gelmiştik.

Cvp: 6. İnsan Biçiminin Yitirilmesi

.