1

Konu: 2 Ufak Tiranlar

Don Juan, farkındalıkta ustalaşma konusunu benimle aylar sonrasına kadar konuşmadı. O sıralar, nagual topluluğunun yaşadığı evdeydik. “Hadi, bi yürüyüş yapalım seninle,” dedi elini omzuma atarak. “Hatta daha iyisi, kentin meydanına bi dolu insanın olduğu yere gidelim ve orada oturup konuşalım.” Benimle konuşmasına şaşırmıştım. Birkaç gündür evde kalıyorduk ve neredeyse bana bir merhaba bile dememişti. Don Juan ve ben evden çıkacağımız sırada la Gorda yolumuzu kesip kendisini de yanımıza almamızı istedi. Hayır, yanıtını kabul etmemeye kararlı görünüyordu. Don Juan çok sert bir sesle benimle özel konuşması gerektiğini söyledi. “Benim hakkımda konuşacaksınız, değil mi?” dedi la Gorda, sesinden ve tavırlarından, kuşkusu ve hışmı fark ediliyordu. “Haklısın,” diye yanıtladı don Juan kuru bir ses tonuyla. Sonra dönüp bakmadan, önünden geçerek yürüdü. Peşi sıra gittim ve konuşmadan, kent meydanına kadar yürüdük. Oturduğumuzda ona, la Gorda’yla ilgili konuşacak ne gibi bir şey olduğunu sordum. Evden çıkarken üzerimize diktiği tehditkâr bakışlar hala canımı sıkıyordu. “La Gorda ya da başkasından söz edecek değiliz,” dedi. “Yalnızca kendisine verdiği devasa önemi kışkırtmak için öyle söyledim. İşe de yaradı. Bize çok sinirlendi. Eğer onu iyi tanımışsam eminim şimdi oturmuş kendisiyle konuşuyor, kırılan özgüvenini onarmaya çalışıyor ve reddedilmenin, aptal yerine konmanın haklı öfkesini dindirmeye çalışıyordun Burada, bu bankta otururken çıkıp gelirse hiç şaşmam.” “Eğer La Gorda’dan söz etmeyeceksek, ne konuşacağız peki?” diye sordum. “Oaxaca’da başladığımız konuşmayı sürdüreceğiz,” dedi. “Farkındalığın açıklamasını anlamak, farkındalık düzeyleri arasında yapacağın gidiş gelişlerde yüksek çaba ve isteklilik göstermeni gerektirecek. Tartışmamız boyunca senden tam yoğunlaşmanı ve sabırlı olmanı istiyorum.” Yakınmayla karışık, geçen iki gün boyunca benimle konuşmak istememesinden ne denli rahatsızlık duyduğumu söyledim. Bana bakıp kaşlarını kaldırdı. Dudaklarında bir an için bir gülümseme belirip kayboldu. Bana, la Gorda’dan daha iyi olmadığımı göstermekte olduğunu ayırt ettim. “Kibrini kışkırtıyordum,” dedi kaşlarını çatarak. “Kendini fazla önemseme en büyük düşmanımız bizim. Bi düşün bakalım bunu -bizi güçsüz düşüren, dostlarımızın yaptıklarına ve yapmadıklarına duyduğumuz gücenme duygusudur. Kibir, zamanımızın çoğunu başkaları tarafından yapılanlara alınarak geçirmemizi sağlar. “Yeni görücüler, kibri savaşçılar olarak yaşamlarımızdan silmemiz için elimizden geleni yapmamızı önerirler. Ben bu öneriyi uyguladım ve bütün çabamla sana en çok kibri yaşamımızdan çıkardığımız an incitilemez hale geleceğimizi göstermeye çalıştım.” Ben onu dinlerken gözleri birden parlayıverdi. Tam onun bir kahkaha koyuvermek üzere olduğunu ve bunun bir sebebi olmadığını düşündüğüm an sağ yanağıma çarpan sert bir tokatla yerimden sıçradım. Ayağa fırladım. La Gorda eli hala havada arkamda duruyordu. Yüzü sinirden kıpkırmızı olmuştu. “Şimdi hakkımda söyleyeceğin ne varsa söyleyebilirsin, daha haklı sebepler bulman kaydıyla tabii “ diye bağırdı. “Bununla beraber söyleyeceklerini yüzüme söyle!” Bu çıkış onu tüketmiş olmalıydı ki, betona oturup ağlamaya başladı. Don Juan yüzünde anlaşılmaz bir neşeyle kılını kıpırdatmadan oturuyordu. Bense, sinirden kaskatı kesilmiştim. La Gorda bana bir baktı ve sonra don Juan’a dönüp zayıf bir sesle onu kınamaya hakkımız olmadığını söyledi. Don Juan öyle bir kahkaha kopardı ki neredeyse yerinden yuvarlanacaktı. Gülmekten konuşamıyordu bile. İki ya da üç kez bana bir şeyler söylemeye çalıştıysa da sonunda kalkıp kahkaha sarsıntıları içinde yürüyerek uzaklaştı. Gözlerimi dikmiş la Gorda’ya bakıyordum -o anda gözümde tüm değerini yitirmişti- don Juan’ın peşinden gitmek üzereydim ki bana olağanüstü bir şey oldu. Don Juan’ı bu denli neşelendiren şeyin ne olduğunu fark ettim. La Gorda ve ben korkunç benzeşiyorduk. Kibrimiz muazzam boyutlardaydı. Yediğim tokadın verdiği şaşkınlık ve öfkeyle, la Gorda’nın kızgınlık ve kuşku duyguları tümüyle aynıydı. Don Juan haklıydı. Kibrin yükü korkunç ağırdı. Bunun üzerine coşkuyla, gözlerimden yaşlar akarak peşinden koştum. Onu yakaladım ve neyin ayırdına vardığımı anlattım. Gözleri muziplik ve neşeyle parlıyordu. “La Gorda konusunda ne yapmalıyım?” diye sordum. “Hiçbi şey,” diye yanıtladı. “Böylesi aymalar her zaman kişiseldir.” Konuyu değiştirdi ve söyleşimizi evinde, geniş bir odada rahat koltuklara oturarak ya da sundurmanın çevrelediği arka avluda sürdürmemize ilişkin yoralar olduğunu söyledi. Açıklamasını ne zaman evde sürdürecek olsa bu iki yerin bizden başka herkese kapalı olacağını ekledi. Eve döndük. Don Juan, la Gorda’nın ne yaptığını herkese anlattı. Görücülerin alay etmekten duyduğu haz, la Gorda’nın durumunu iyice zorlaştırıyordu. “Kibrin üstesinden nezaketle gelinmez,” yorumunu yaptı don Juan, la Gorda’nın haline üzüldüğümü söylememin ardından. Derken, herkesin odayı terk etmesini istedi. Oturduk ve açıklamalarına yeniden başladı. Görücülerin, eski ve yeni olarak iki kategoriye ayrıldığını söyledi. İlk kategori, özdenetim uygulamasına istekli ve etkinliklerini yararlı amaçlara yöneltebilen, böylece diğer görücülere ve genelde insanlığa yararlı olanlardan oluşuyordu.

Cvp: 2 Ufak Tiranlar

İkincisini ise, özdenetime veya yararlı amaçlara önem vermeyenler oluşturuyordu. Görücüler, ikinci kategoriye girenlerin kibir sorununu aşamadıkları düşüncesinde birleşiyordu. “Kibir, basit ve masum bi şey değildir,” diye açıkladı. “Bi yandan bizde iyi olan her şeyin özüdür, öte yandan da çürümüş her şeyin özü. Kibrin çürümüş yanından kurtulmak ustalıklı bi taktik gerektirir. Çağlar boyunca görücülerin takdirini en fazla bunu başarabilenler kazanmıştır.” Kibrimi silme düşüncesinin, kimi zamanlar bana hoş gelse de çok anlaşılmaz bir şey olmasından yakındım. Ona, bu konuya ilişkin sözlerini çok belirsiz bulduğum için uygulayamadığımı söyledim. “Kim bilir kaç kez söyledim sana,” dedi, “bilgi yolunu izlemek isteyen kişinin düşlem gücünün yüksek olması gerekir diye. Görüyorsun ya, bilgi yolundaki hiçbi şey bizim istediğimiz kadar anlaşılır değil.” Duyduğum rahatsızlık, kibir konusunda söylediklerinin bana Katolik söylemi çağrıştırdığını söylememe neden oldu. Yaşamım boyunca günahların kötülüğünü dinlemekten gına gelmişti. “Savaşçılar kibirle taktik gereği savaşırlar, ilkeleri yüzünden değil,” diye yanıtladı. “Senin yanlışın, benim söylediklerimi ahlaki yönden almanda.” “Bence oldukça ahlaklı bir insansın sen, don Juan,” diye direttim. “Sen benim kusursuzluğumun ayırdına vardın, hepsi bu,” dedi. “Kusursuzluk da kibirden kurtulma gibi belirsizliği yüzünden benim için değeri olmayan bir kavram” diye ekledim. Don Juan gülmekten kırılırken ondan kusursuzluğu açıklamasını istedim. “Kusursuzluk, erkenin doğru kullanımından başka bi şey değildir,” dedi. “Söylediklerimin ahlakla zerre kadar alakası yok. Ben, beni kusursuz kılan erkeyi biriktirdim. Bunu anlaman için senin de yeterince erke biriktirmen gerekir.” Uzun süre sessiz kaldık. Söylediklerini düşünmek istiyordum. Birdenbire yeniden konuşmaya başladı. “Savaşçılar, taktik listeleri oluştururlar,” dedi. “Yaptıkları her şeyi sıralarlar. Böylelikle rahatlamak ve erkelerini artırmak amacıyla bunlardan hangilerini değiştirebileceklerine karar verirler.” Tuttukları listenin, ne var ne yok her şeyi kapsaması gerekeceğini belirttim. Sabırla, sözünü ettiği taktik listesinin, yaşamak ve esenlik için öz oluşturmayan, davranışsal kalıplardan oluştuğunu anlattı. Hayatta kalma ve esenliğin sonsuz biçimde yorumlanabilecek konular olduğunu, dahası neyin öz, neyin gereksiz olduğuna da karar verilemeyeceğini belirtme fırsatını kaçırmadım. Konuştukça hızımı yitiriyordum. Sonunda söylediklerimin boşunalığının farkına varıp sustum. Bunun arkasından, don Juan savaşçıların taktik listesinde kibri, erkeyi en çok tüketen ve dolayısıyla kökünden yok edilmesi gereken bir eylem olarak andıklarını söyledi. “Savaşçılar için en önemli meselelerden biri, bu erkeyi bilinmeyenle yüzleşmek için serbest bırakmaktır,” diye sürdürdü don Juan. “Bu erkeyi yeniden yönlendirmenin adı da, kusursuzluktur.” Bu konudaki en etkin taktiğin,  iz sürmenin tartışmasız ustaları olan Fetih dönemi görücüleri tarafından geliştirildiğini söyledi. Kendi içlerinde etkileşen altı öğeden oluşuyordu bu taktik. Bunlardan beşine savaşçılığın özellikleri deniyordu; denetim, disiplin, sabır, zamanlama ve istenç. Kibrini kaybetmek için savaşan savaşçının dünyasının parçalarıydı bunlar. Belki de en önemlisi olan altıncı öğe ise, dış dünyaya aitti ve adı ufak tirandı. Sessizce anlayıp anlamadığımı sorarcasına bana baktı. “Kafam gerçekten karıştı,” dedim. “La Gorda’nın benim yaşamımın ufak tiranı olduğunu söyleyip duruyorsun. Nedir bu ufak tiran peki?”. “Ufak tiran bi işkencecidir,” diye açıkladı. “Savaşçının ölüm kalım erkini elinde tutan ya da en basiti rahatsız ederek çılgına çeviren birisi.” Don Juan konuşurken muzipçe gülümsedi. Yeni görücülerin kendi ufak tiran sıralamalarını oluşturduklarını söyledi; bu kavram onların en ciddi ve önemli bulgularından biriydi ancak yeni görücüler bunda bile mizahi bir yan bulmayı becermişlerdi. Yaptıkları her sınıflandırmada, biraz kara mizah anlayışı olduğu konusunda beni temin etti, çünkü mizah, insan bilinçliliğinin zoraki listelemeler ve hantal sınıflandırmalar yapmasını engellemenin tek yoluydu. Yeni görücüler, uygulamalarının ışığında evrenin ilk ve tek yöneticisi olan erkenin sınıflandırmasını yaparken, bunun başlıca kaynağına basitçe ‘tiran’ demeyi uygun bulmuşlardı. Despotların ve yetke meraklılarının geri kalanı doğal olarak tiran sınıflandırmasının kesinlikle altında kalıyordu. Her şeyin kaynağıyla karşılaştırıldığında en korkulacak zorba insanların başında soytarılar geliyordu; sonuç olarak bunlar pinches tiranos, ufak tiranlar olarak adlandırıldılar. Önemsiz ufak tiranların iki alt sınıfı olduğunu söyledi. İlk alt sınıf, eziyeti yapan ve yayan ama genelde ölüme neden olmayan ufak tiranlardan oluşuyordu. Bunlara ufacık tirancıklar, pinches tiranitos adı veriliyordu. İkincisi ise sonsuz sıkıntı verenlerden oluşuyordu. Bunlara ise ufak tefek tiranlar, repinches tiranitos ya da mini minnacık tiranlar pinches tiranitos chiquititos adı veriliyordu. Sınıflandırmaların komik olduğunu düşündüm. İspanyolca terimlerle doğaçlama yaptığına emindim. Böyle olup olmadığını sordum. “Hiç de değil,” diye yanıtladı, eğlenirmiş gibi. “Yeni görücüler, sınıflandırma işinde müthiştiler. Genaro ise hiç kuşkusuz en müthişlerinden biri; eğer onu dikkatle izlersen, yeni görücülerin kendi sınıflandırmaları konusunda tam olarak ne hissettiklerini anlarsın. Benimle makara geçip geçmediğini sorarken şaşkınlığıma kükrercesine güldü. “Aklımdan bile geçmez,” dedi gülümseyerek. “Bak, Genaro yapabilir bunu ama ben, sınıflandırmalar konusunda neler hissettiğini bildiğim için yapmam. Yeni görücüler korkunç saygısız insanlardı.” Ufak tiranların da ayrıca dört sınıfa ayrıldıklarını ekledi. Biri tiranlığını sertlik ve şiddetle işkence yaparak gösterirken, bir diğeri ortalığı karıştırıp dayanılmaz sıkıntı yaratarak, bir başkası hüzünle insanüstünde baskı kurarak gösteriyordu. Ve sonuncusu da savaşçıları kızgınlıktan kudurtarak işkence yapıyordu. “La Gorda kendine has bi sınıf,” diye ekledi. “Numaracı, ufacık bi tiran o. Sinirden kızıp kudurmana neden oluyor. Tokatlıyor bile seni yahu! Böylece sana yansızlığı öğretiyor.” “Mümkün değil!” diye karşı çıktım. “Yeni görücülerin taktiğinin tüm parçalarını bi araya getiremedin henüz,” dedi. “Hele bunu bi başar, ufak tiran kullanmanın ne denli etkili ve akıllıca bi şey olduğunu anlarsın. Taktik yalnızca kibirden kurtarmakla kalmaz, savaşçıları bilgi yolunda, önemli olan tek şeyin kusursuzluk olduğu nihai kavrayışına da hazırlar.” Yeni görücülerin akıllarındakinin ölümcül bir manevra olduğunu ve buna göre de ufak tiranı dağın doruğu, savaşçının öznitelikleriniyse o dorukta buluşan dağcılar gibi düşündüklerini söyledi. “Genellikle sadece dört öznitelik oyuna dahil olur,” diye sürdürdü, “Beşinci, istenç, savaşçıların son karşılaşması için, deyim yerindeyse, idam mangasına, karşı saklı tutulur.” “Niye böyle yapılır?” “Çünkü istenç başka bi katmana, bilinmeyene aittir. Öteki dördü, tamamıyla ufak tiranların yerleştiği yere, bilinene aittir. Aslında insanları ufak tiranlara dönüştüren şey de bilinenin takınaklı bir şekilde yönlendirilişidir.” Don Juan, savaşçıların beş özniteliğinin tümünün kendi aralarında ilişkiye yalnızca kusursuz savaşçı olan ve istenç üzerinde ustalaşan görücülerce sokulabileceğini açıkladı. Böyle bir ilişki, günlük yaşam sahnesinde yürütülemeyecek kadar üstün bir manevraydı. “Dört öznitelik, ufak tiranların en kötüsünün üstesinden gelmeye yeter de artar bile,” diye sürdürdü. Tabii yeter ki o ufak tiran bulunabilsin. Dediğim gibi ufak tiran dışsal etkendir, denetleyemediğin tek unsur ve belki de içlerinde en önemlisi. Velinimetim, yoluna ufak tiran çıkan savaşçı talihli savaşçıdır, derdi. Yani karşına bi tane çıkarsa şanslısın, çünkü aksi takdirde gidip senin bulman gerekir.” Fetih dönemi görücülerinin başardıkları en büyük işlerden biri üç aşamalı ilerleme adını verdikleri bir oluşumdu. Ufak tiranlarla karşı karşıya kalan görücüler İnsan doğasını anlamış olduklarından, kendilerine hâkim olmayı becerebildikleri takdirde sarsılmadan, bilinmeyenle de yüzleşebilecekleri, hatta bilinemeyenin varlığına bile dayanabilecekleri gibi su götürmez bir sonuca varmışlardı. “Sıradan insan ise bunun tersyüz edilmesi gerektiğini düşünür,” diye devam etti. “Bilinmeyenle yüzleşebilen bi görücü, ufak tiranlarla da kolayca yüzleşebilir. Lâkin bu böyle değil. Eski zamanların o müthiş görücülerinin sonunu getiren de bu sanı oldu zaten. Şimdilerde daha iyi biliyoruz bunu. Savaşçı tinini, erk eylemleri olarak, hiçbi şeyin zor kişilere meydan okumak kadar çelikleştiremeyeceğini biliyoruz. Savaşçılar, bilinemeyenin baskısına dayanacak sağduyu ve dinginliğe yalnızca bu koşullar altında ulaşabilirler.” Şiddetle karşı çıktım ona. Tiranların kurbanlarını umarsızlaştıracaklarını ya da en az kendileri kadar acımasızlaştıracaklarını düşündüğümü söyledim. Bu tür kurbanların uğradıkları bedensel ve tinsel işkencelerin etkileriyle ilgili sayısız çalışmanın yapıldığına dikkatini çektim. “Fark, az önce söylediğin şeyde yatıyor,” diye sertçe karşılık verdi. “Onlar kurban, savaşçı değil. Bi zamanlar ben de senin gibi hissetmiştim. Fikrimi neyin değiştirdiğini söyleyeceğim sana, ama önce Fetih’le ilgili sözlerime dönelim. O zamanın görücüleri daha mükemmel bi ortam bulamazlardı. İspanyollar, görücülerin yeteneklerinin sınırlarını zorlarcasına denemelerini sağlayan ufak tiranlardı; bu fatihlerle kapışan görücüler her şeyle yüzleşebilecek yetiye sahip hale geldiler. Talihliydiler. O zamanlar ülke, ufak tirandan geçilmiyordu. “Böylesi bereketli yılların ardından her şey oldukça değişti. Ufak tiranlar hiçbi zaman o eski çaplarına ulaşamadılar; sınırsız yetkeleri yalnızca o zamana özgüydü. Üstün bi görücünün oluşumundaki en önemli unsur, sınırsız yetkeye sahip bi ufak tirandır.” “Ne yazık ki günümüzde görücülerin değerli bi tiran bulmaları için bayağı uğraşmaları şart. Çoğu zaman ufak tefek bi tiranla idare etmeleri gerekiyor.” “Sen kendine bi ufak tiran bulabildin mi, don Juan?” “Şansım vardı. Kral bi tanesi beni buldu. Aslına bakarsan seninle aynı duygular içindeydim o zamanlar; ne kadar şanslı olduğumun farkında değildim.” Don Juan, kendi çilesinin, velinimetiyle karşılaşmasından birkaç hafta önce başladığını söyledi. Yeni yirmisine erişmiş o zamanlar.  Bir şeker fabrikasında iş bulmuş. Her zaman güçlü olduğu için kolayca kas gücü gerektiren işler bulabilirmiş. Bir gün ağır şeker çuvallarını taşıdığı bir sıra, bir kadın çıkagelmiş. Çok iyi giyimli ve her halinden varsıl olduğu anlaşılan bir kadınmış. Don Juan, onun ellilerinde, oldukça buyurgan görünüşlü bir kadın olduğunu söyledi. Don Juan’a bakmış ve ustabaşıyla konuşup gitmiş. Derken ustabaşı don Juan’ın yanma yaklaşıp bir ücret karşılığında onu patronun evinde çalışması için önerebileceğini söylemiş. Don Juan, adama parasının olmadığını söylemiş. Ustabaşı gülmüş ve kaygılanmamasını, çünkü maaşların ödeneceği gün yeterince parasının olacağını söylemiş. Don Juan’ın sırtını sıvazlayıp patron için çalışmanın büyük bir onur olduğu konusunda kendisine güvence vermiş. Don Juan, kazandığını o gün harcayan, cahil bir Kızılderili olarak kendisine söylenen her şeye inanmakla kalmayıp talihin ona güldüğünü düşündüğünü söyledi. Ustabaşına, ne kadar para isterse kendisine ödeyeceğine söz vermiş. Ustabaşı taksit taksit ödeyeceği yüklü bir tutar istemiş. Bunun hemen ardından da ustabaşının bizzat kendisi, don Juan’ı patronun kasabadan oldukça uzak olan evine götürmüş ve onu irikıyım, esmer, çirkin ve bir yığın soru soran bir başka ustabaşına teslim etmiş. Adam, don Juan’ın ailesiyle ilgili sorular sormuş. Don Juan hiç akrabası olmadığını söylemiş. Bu, adamın öylesine hoşuna gitmiş ki, çürük dişlerini göstere göstere gülmüş bile. Don Juan’a yüklü bir ücret ödeyeceklerine ilişkin söz vermiş hatta para bile biriktirebileceğini, çünkü hiç para harcamasına gerek olmadığını, evde yatıp, evde yiyeceğini söylemiş. Adamın gülüşü ürkünçmüş. Don Juan, oradan hemen kaçması gerektiğini hissetmiş. Kapıya doğru koşmuş lâkin adam elinde bir tabancayla yolunu kesmiş. Tabancayı don Juan’m midesine dayamış. “Geberinceye dek çalışmak için buradasın,” demiş. “Sakın aklından çıkarma bunu.” Demir bir çubukla don Juan’ı dürterek onu evin yan tarafına götürmüş ve gün doğumundan batımına kadar aralıksız çalışan adamlarına bir göz attıktan sonra don Juan’a, kocaman iki ağaç kütüğünü topraktan kazıp çıkarma işini vermiş. Yeniden kaçmaya kalkarsa ya da yetkililere gitmeyi denerse onu vuracağını -ölmez de kurtulursa mahkemede don Juan’ın patronu öldürmek istediğine ilişkin yemin edeceğini söylemiş. “Ölene dek burada çalışacaksın,” demiş. “Sonra bir başka Kızılderili gelip senin işini sürdürecek, şu an senin ölü bir Kızılderililin yerini aldığın gibi.” Don Juan, evin kaleye benzediğini, her yerde pala kuşanmış silahlı insanların dolandığını söyledi. Böylece çalışmaya koyulmuş ve başına gelenleri düşünmemeye çabalamış. Günün sonunda, adam geri gelmiş ve onu mutfağa kadar tekmeleyerek götürmüş, çünkü don Juan’ın gözlerindeki meydan okuyan bakıştan hoşlanmamış. Kendisine boyun eğmezse kollarının kirişlerini ayırmakla tehdit etmiş. Mutfakta yaşlı bir kadın yemek getirmişse de, üzüntüden ve korkudan don Juan’ın boğazından bir lokma bile geçmemiş. Yaşlı kadın ise olabildiğince yemesini salık vermiş. Güçlü olması gerektiğini, çünkü işinin hiçbir zaman bitmeyeceğini söylemiş. Yerini aldığı adamın daha bir gün önce öldüğünü söyleyerek uyarıda bulunmuş. Adam artık çalışamayacak kadar zayıf düştüğünden ikinci kattaki pencerelerin birinden düşüp ölmüş. Don Juan patronun yerinde üç hafta çalıştığını ve ustabaşının günün her anında kendisini tehdit ettiğini söyledi. Onu, bıçağının, tabancasının ve demir çubuğunun tehdidini üstünden eksik etmeden en tehlikeli koşullar altında, düşünülebilecek en zor işlerde çalıştırmış. Onu her gün sinirli damızlık atların barındığı ahırları temizliğe göndermiş. Don Juan, her günün başlangıcında, o günün dünyadaki son günü olduğunu düşünürmüş. Hayatta kalmak da artık onun için yalnızca, ertesi gün de aynı cehennemi yaşamak anlamına geliyormuş. Don Juan’ın biraz izne çıkmak istemesi, sonu yaklaştıran şey olmuş. Şeker fabrikasındaki ustabaşına ödeme yapması gerektiğini öne sürmüş. Diğer ustabaşı bir dakika bile işinin başından ayrılamayacağını, çünkü orada çalışmanın verdiği ayrıcalıkla gırtlağına kadar borç içinde olduğunu söylemiş. Don Juan, suyunun kaynadığının farkına varmış. Adamın çevirdiği dolabı anlamış. O ve öteki ustabaşı işbirliği yaparak aşağı tabakadan

Cvp: 2 Ufak Tiranlar

Kızılderilileri fabrikadan çiftliğe götürüp öldüresiye çalıştırıyor, kazançlarını da aralarında paylaşıyorlarmış. Bunun farkına varmak onu öylesine sinirlendirmiş ki bağıra çağıra mutfaktan çıkıp evin içine dalmış. Ustabaşı ve diğer işçiler şaşkınlık içinde kalakalmışlar. Tam ana kapıya varıp kendisini dışarı atmak üzereymiş ki ustabaşı yetişip onu göğsünden vurmuş. Öldüğünü düşündüğü için de, onu orada bırakıp gitmiş. Don Juan, ölümün yazgısında olmadığını söyledi, onu orada bulan velinimeti iyileşene dek bakmış ona. “Velinimetime öykünün tümünü anlattıktan sonra,” dedi don Juan, “heyecanını zorlukla bastırabildi. ‘O ustabaşı gerçek bir ödül’ dedi. ‘Kaçırılamayacak kadar iyi. Günün birinde o eve geri dönmelisin.” “Milyonda bi bulunacak türden, sınırsız erk sahibi bi ufak tirana rastladığım için ne kadar şanslı olduğumu söyleyip durdu. Yaşlı adamın kaçık olduğunu sandım. Tabii neden söz ettiğini yıllar sonra anladım.” “Bu şimdiye kadar dinlediğim en tüyler ürpertici hikâyelerden birisi,” dedim. “Gerçekten geri döndün mü o eve?” “Tabii ki döndüm, üç yıl sonra. Velinimetim haklıydı. Onun gibi bi ufak tirana ancak milyonda bi rastlanabilirdi ve bu fırsat kaçmazdı.” “Geri dönüşünü nasıl ayarladın?” “Velinimetim, savaşçılığın öğelerinden dördünü: denetim, disiplin, zamanlama ve sabrı kullanarak bi taktik geliştirdi.” Don Juan, velinimetinin kendisine o iblisle görüşmesinin ne gibi yararlar sağlayacağını açıklarken yeni görücülerin bilgi yolundaki dört adımı nasıl ele aldıklarını da anlattığını söyledi. İlk adım, çömez olma kararıydı. Çömezler, kendileri ve dünya hakkındaki görüşlerini değiştirdikten sonra ikinci adımı atıyor, kendi üzerlerinde mutlak denetim ve disiplin sağlayarak savaşçı oluyorlardı. Sabır ve zamanlamanın özümsenmesinin ardından sıra üçüncü adıma, bilgi adamı olmaya geliyordu. Bilgi adamları, görmeyi öğrenerek dördüncü adımı attıklarında artık görücü oluyorlardı. Velinimeti, don Juan’ın bilgi yolundaki ilk iki öğeyi; denetim ve disiplini çok az da olsa edinecek derecede ilerlediğini vurgulamış. Don Juan, bu iki öğenin içsel bir duruma özgü olduğunu açıkladı. Bir savaşçı özüne yönelirmiş, ne var ki bencilce olmazmış bu, özün sürekli biçimde ve tümüyle incelenmesiyle ilgiliymiş. “O zamanlar öteki iki öğenin esamesi okunmuyordu bende,” diye sürdürdü don Juan. “Sabır ve zamanlama öyle tam anlamıyla içsel bi durum değil. Bilgi adamının alanına girer bunlar. Velinimetim, taktiği bağlamında bunları da gösterdi bana.” “Bu, ufak tiranın karşısına tek başına çıkamazdın, anlamına mı geliyor?” diye sordum. “Tek başıma üstesinden gelebilecek olduğuma emindim de bunu ustalıkla ve zevkle başarabileceğimden kuşku duymuşumdur hep. Velinimetim bu karşılaşmayı sırf yönetmekle müthiş keyifleniyordu. Bi ufak tiranı dize getirme düşüncesi yalnızca savaşçının tinini pekiştirmekle kalmaz, aynı zamanda haz ve mutluluk verir bu.” “Anlattığın türde bi canavardan kim keyif alabilir ki?” “Yeni görücülerin, Fetih sırasında karşılaştıkları hakiki canavarların yanında bi hiçti o. Görünen o ki, görücüler tiranlarının keyfini sonuna kadar çıkarmışlar. Onlar kişinin bi savaşçı olması koşuluyla en berbat tiranla uğraşmanın bile zevk vereceğini kanıtladılar.” Don Juan, sıradan insanların tiranlarla savaşımı sırasında düştüğü en büyük hatanın, mücadelesini dayandıracak bir taktik kurmamak olduğunu söyledi; sıradan insanların kendilerini aşırı ciddiye almaları ölümcül bir kusurmuş; hem kendi eylem ve duyguları, hem de tiranınkiler her şeyden önemliymiş onlar için. Savaşçılarınsa hem çok iyi düşünülmüş taktikleri varmış, hem de kibirden kurtulmuşlar. Gerçekliğin, yaptığımız yorumdan başka bir şey olmadığını anlamak onları bundan kurtarmış. Yeni görücülerin, sığ düşünceli İspanyollara karşı olan üstünlüğü de bu bilgiymiş. Don Juan, ufak tiranlar kendilerini ölesiye ciddiye alırken, savaşçıların bunun kıyısından bile geçmemelerinin farkına varmakla bile, ustabaşım dize getirebileceğine inandığını söyledi. Velinimetinin taktiğini uygulayan don Juan, aynı şeker fabrikasında yeniden işe girmiş. Geçmişte orada çalıştığını kimsecikler anımsamamış; o fabrikaya gündelikçi işçiler gelir ve hiç iz bırakmadan giderlermiş. Don Juan, velinimetinin taktiği uyarınca her kim olursa olsun, bir başka kurban aramaya gelenlerin önünde istekli görünmeliymiş. Sonunda, aynı kadın yıllar önce yaptığı gibi gelip onu işaret etmiş. Don Juan, bedensel açıdan bu kez eskisinden de güçlüymüş. Aynı şeyler yinelenmiş. Ne var ki bu kez taktiğe göre, birinci ustabaşına ödeme yapmayı reddetmiş. Buna alışık olmayan adam gafil avlanmış. Don Juan’ı işten çıkarmakla tehdit etmiş. Don Juan da doğrudan hanımefendinin evine gidip onunla konuşacağını söyleyerek korkutmuş onu. Don Juan, fabrikanın sahibinin eşinden başkası olmayan kadının, bu iki ustabaşnın çevirdikleri dolabın farkında olmadığını biliyormuş. Ustabaşına, kadının nerede oturduğunu bildiğini, çünkü bir zamanlar onun evine yakın tarlalarda şekerkamışı kesimi işinde çalıştığını söylemiş. Ustabaşı, pazarlık etmeye koyulmuş ama don Juan hanımefendinin evine gitmeyi kabul etmeden önce adamdan para talep etmiş. Ustabaşı teslim olmuş ve ona bir miktar para vermiş. Don Juan, bu teslim oluşun kendisini eve yönlendirmek için düşünülmüş bir kurnazlık olduğunun tümüyle ayırdındaymış. “Yine kendisi götürdü beni eve,” dedi don Juan. “Şeker fabrikasının sahiplerine ait eski bi konaktı. Bu varsıl insanlar, ya olup bitenleri biliyor ve buna önem vermiyor ya da farkına varamayacak kadar kayıtsız davranıyorlardı. “Gider gitmez kadını bulmak için eve koştum. Onu buldum ve dizüstü çöküp, ellerini öptüm ve teşekkür ettim. İki ustabaşı mosmor olmuştu.” “Evdeki ustabaşı yine aynı yolu izledi. Fakat bu defa mı un la baş etmek için gereken donanıma, yani denetim, disiplin, sabır ve zamanlamaya sahiptim. Olaylar velinimetimin öngördüğü gibi gerçekleşti. Denetimim, adamın en eşekçe işlemlerini bile yerine getirmeme yardımcı oldu. Bu türden bi olayda bizi en çok yoran şey kibrimizin yaralanması ve zarar görmesidir. İnsanlardaki en ufak gurur parçası bile böyle davranışlar sonunda kişinin kendini değersiz hissedip yıkılmasına neden olur.” “Benden istediği her şeyi memnuniyetle yerine getirdim. Neşeli ve güçlüydüm. Gururum ya da korkum umurumda değildi. Kusursuz bi savaşçı olarak bulunuyordum orada. Adamın teki seni ayaklarının altında çiğnemeye hazırlanırken tinine ince ayar çekmenin adı, denetimdir.” Don Juan, velinimetinin taktiğinin eskisi gibi başına gelenlere üzülmek yerine ivedilikle adamın güçlü noktalarını, zayıflıklarını, davranış aksaklıklarını saptamayı gerektirdiğini açıkladı. Adamın en güçlü noktalarının, vahşi doğası ve cesareti olduğunu görmüş. Don Juan’ı gün ortasında herkesin gözü önünde vurmuştu. En büyük zayıflığı ise işini sevmesi ve bunu tehlikeye atmak istememesiymiş. Bu yüzden ne olursa olsun, don Juan’ı evin arazi sınırları içinde gündüz vakti vuramazmış. Aile babası olması ise onun diğer zayıf yanıymış. Evin yakınlarında bir barakada yaşayan bir eşi ve çocukları varmış. “Bi araba kötek yerken tüm bu verileri bi araya getirmenin adına da disiplin derler,” dedi don Juan. “Tam bi zebaniydi. Aman vermezdi. Yeni görücülere göre, mükemmel bi ufak tiranda acıma duygusu bulunmaz.” Don Juan, savaşçılığın kendisinde henüz bulunmayan öteki iki öğesinin; sabır ve zamanlamanın, velinimetinin taktiğinde kendiliğinden yerini almış olduğunu söyledi. Sabır, dinginlikle -acele etmeden, kaygı duymadan- beklemek, olacakları yalınlık ve neşeyle ertelemekti. “Her gün yerlerde süründüm,” diye sürdürdü don Juan, “kimi zaman kamçı altında inledim. Yine de mutluydum. Bu adamın davranışlarından nefret etmeden günden güne yaşamamı sağlayan şey velinimetimin taktiğiydi. Bi savaşçıydım ben. Beklediğimi biliyordum, ne beklediğimi de. Savaşçılığın büyük zevki işte buradadır.” “Velinimetimin taktiğinin, üst düzey insanların koruması altında, adamı dizgeli bir biçimde daha yüksek bir gücün ardına saklanıp rahatsız kılmayı amaçladığım ekledi, tıpkı yeni nesil görücülerin Fetih sırasında kendilerini Katolik Kilisesi’nin ardına gizlemeleri gibi. Aşağı kademeden bir rahip, kimi zaman bir soyluya oranla daha fazla erk sahibi olabilirmiş.” Don Juan’ın kalkanı, kendisini işe aldığı için her gördüğünde önünde diz çöktüğü hanımmış. O’nu her gördüğünde önünde diz çöker ve kendisinin bir azize olduğunu söylermiş. Kadına aziz patronun bir resmini kendisine vermesi için yalvarıp, böylece onun sağlık ve esenliği için dua edebileceğini bile söylemiş. “Verdi de,” diye devam etti don Juan. “Bu, ustabaşım hiddetten kudurttu. Geceleyin uşaklarla birlikte dua ettiğimizi görünce hele, neredeyse kalp krizi geçirecekti. Beni öldürmeye ondan sonra karar verdi sanırım. Yaptıklarımı sürdürmeme izin veremezdi.” “Karşı önlem alarak, evin tüm hizmetlileriyle birlikte, şöyle tespihli mehpihli bi dua töreni düzenledim. Hanımefendi tam bi dindar olduğuma emindi artık.” “Tabii bundan sonra bırak rahat uyumayı yerimde yatamaz oldum. Her gece çatıya tırmanıyordum. Oradan iki kez katil bakışlı ustabaşının beni aradığını gördüm.” “Gündüzleri belki ezilerek ölürüm umuduyla beni aygırların ahırlarına gönderdi. Fakat kalın tahtadan yapılmış bi pano vardı elimde ve bunu köşelerden birine dayayıp ardında korunabiliyordum. Adam bunu hiçbi zaman bilemedi çünkü ahır onun midesini bulandırıyordu -bu, ustabaşının zayıf noktalarından biriydi, olayların göstereceği gibi en ölümcülü belki de.” Don Juan, zamanlamanın gemlenen her şeyi koyvermeyi yöneten nitelik olduğunu söyledi. Denetim, disiplin ve sabır ardında her şeyin biriktiği bir baraja benzermiş. Zamanlama da bu barajın kapağıymış. Adamın tek bildiği, zorbalıkla korku salmakmış. Şiddeti dindirilse, çaresiz kalacakmış. Don Juan, adamın kendisini evin görüş alanında öldürme gözüpekliğini gösteremeyeceğinin farkındaymış. Böylece, bir gün diğer işçilerin gözü önünde, hanımın da görebileceği bir yerde, adama hakaret etmiş. Patronun eşinden ölesiye çekinen ustabaşına korkak demiş. Velinimetinin taktiği, böyle bir anı kollayarak ufak tiranı hazırlıksız yakalamayı gerektiriyormuş. Beklenmedik şeyler hep böyle gelişirmiş. En sefil köle, birden tiranla dalga geçer, onu kızdırır, önemli tanıklar önünde onu küçük düşürür ve tirana kendini toplama fırsatı bile vermeden kaçıp gidermiş. “Bi an sonra, adam öfkeden deliye döndüğü sırada ben hanımın önünde saygıyla diz çöküyordum,” diye sürdürdü. Don Juan, kadın içeriye girince adamın ve arkadaşlarının onu yapılması gereken işleri bahane ederek evin arkasına çağırdıklarını söyledi. Adamın öfkeden beti benzi atmış. Don Juan, sesinin tınısından ustabaşının aklından geçenleri okumuş. Buyruğa boyun eğmiş gibi görünüp bir anda ahırlara doğru koşmaya başlamış. Atların yapacağı gürültü patırtıya sahiplerinin gelip neler olduğuna bakacağını umuyormuş. Adamın, ona ateş etmeye çekineceğini biliyormuş. Bu, çok gürültü koparırmış ve adamın işinden olma endişesi çok güçlüymüş. Don Juan, ayrıca ustabaşının sabrı taşmadıkça atların bulunduğu yere gitmek istemeyeceğini de biliyormuş. “En vahşi aygırın bağlı olduğu bölüme attım kendimi,” dedi don Juan, “ve öfkeden gözü kararan ufak tiran da bıçağını çekip peşim sıra atladı. Doğruca, beni koruyan tahtanın ardına vardım. At adama bi tek çifte vurdu ve her şey bitti.” “O evde altı ayım geçti ve bu süre boyunca savaşçılığın dört öğesini uyguladım. Bunlar sayesinde başardım. Ne kendim için üzüldüm, ne de çaresizlik nedeniyle tek bi damla yaş döktüm. Neşeli ve huzurluydum. Denetim ve disiplinim en keskin halini almıştı, sabır ve zamanlamanın kusursuz savaşçılara neler sağlayabileceğini yakından görmüştüm. Bi kez bile olsun adamın ölmesini de istememiştim.” “Velinimetim, çok ilginç bi şeyi açıkladı bana. Sabır, savaşçının yapmaya hakkı olduğunu bildiği bi şeye tüm tiniyle gem vurmasıdır. Tabii bu savaşçının gidip herhangi birisine düzen hazırlaması ya da eski hesapların peşine düşmesi anlamına gelmez. Sabır bağımsızdır. Savaşçı, denetim, disiplin ve zamanlamaya ulaşmışsa, sabır kim neyi hak ediyorsa onu bulmasını sağlar.” “Ufak tiranların kazandıkları, kendileriyle mücadele eden savaşçıları yok ettikleri olur mu?” diye sordum. “Elbette. Fetih’in ilk yıllarında savaşçılar sinek gibi öldü. Bi çoğu katledildi. Ufak tiranlar, salt canları istediği için binlerini öldürürlerdi. Görücüler ulviyete bu tarz bi baskı altında ulaştılar.” Don Juan, hayatta kalan görücülerin işte o dönemde yeni yöntemler aramak için sınırlarını zorlamaya başladıklarını söyledi. “Yeni görücüler, ufak tiranla,” dedi don Juan, gözünü benden ayırmadan bakarak, “yalnızca kibirden kurtulmak için değil, bu dünyadan çıkmak gibi çok karmaşık bi manevrayı başarmak için de kullandılar. Farkındalıkta ustalaşma konusunu konuştukça bu uygulamayı daha iyi anlayacaksın.” Don Juan’a, ufacık denilen ufak tiranların günümüzde, bizim zamanımızda savaşçıları yenip yenemeyeceklerini merak ettiğimi söyledim. “Her zaman,” diye yanıtladı. “Sonuçları uzak geçmişteki denli korkutucu olmasa da. Bugün, savaşçıların kendilerini toparlayıp geri dönme gibi bi şansları var. Ama bu sorunun bi de öteki yüzü var. Ufak tefek tiran tarafından yenilmek ölümcül değil ama ezicidir. Bunun mecazi olarak taşıdığı ölümcüllük derecesi, gerçekten ölmekle neredeyse eşittir. Yani, ufak tefek bi tirana rastlayan savaşçılar kendi başarısızlık ve değersizlik duygularına yenik düşerler. Bu da yeterince ölümcül geliyor bana.” “Yenilgi anlayışın ne?” “Ufak tiranla aynı duruma düştün mü yenilmişsindir. Öfkeyle, denetimsiz ve disiplinsiz, sabrını koruyamadan davranmak yenilmektir.” “Peki, savaşçılar yenildikten sonra ne olur?” “Ya kendilerini yeniden toplarlar ya da bilginin peşinden gitmeyi bırakıp yaşamlarının sonuna kadar ufak tiran saflarındaki yerlerini alırlar.”

Cvp: 2 Ufak Tiranlar

.