1

Konu: 8 Birleşim Noktasının Konumu

Don Juan farkındalıkta ustalaşma açıklamasını özetlediğinde yine Güney Meksika’daki evindeydik. Bu ev aslında nagual topluluğunun tüm üyelerine aitti, ama Silvio Manuel resmi olarak ev sahibi görevini üstlenmişti ve herkes de buradan açıkça Silvio Manuel’in evi diye söz ederdi; hâlbuki ben açıklanamaz bir nedenle buraya don Juan’ın evi demeye alışmıştım.
Don Juan, Genaro ve ben, dağlara yaptığımız bir geziden eve dönmüştük. O gün, öğle yemeğimizi yedikten sonra yol yorgunluğumuzu atmak için dinlenirken, don Juan’a bu garip yanılsamanın nedenini sordum. Bunun bir yanılsama olmadığını ve oraya Silvio Manuel’in evi demenin nagual grubunun bütün üyelerince herhangi bir ahvalde hatta kendi kişisel düşüncelerinde bile yerine getirilmesi gereken bir iz sürme sanatı alıştırması olduğunu söyledi. Onlardan herhangi biri için o eve ilişkin başka türlü düşünmekte ısrar etmek nagual grubuyla bağlantılarını yadsımakla aynıydı.
Bana bunu daha önce hiç söylemediği için karşı çıktım. Alışkanlıklarımla hiçbir aykırılığa neden olmak istememiştim.
“Dert etme,” dedi bana, gülümseyip sırtımı tıpışlayarak. “Bu evden istediğin gibi söz edebilirsin. Bu nagualın denetiminde. Örneğin, nagual kadın buraya gölgeler evi diyor.”
Sohbetimiz bölündü ve birkaç saat sonra beni arka sundurmaya çağırtana kadar onu görmedim.
O ve Genaro, koridorun ucunda dolanıyorlardı; ellerini oynatarak hararetli bir konuşma yapıyor gibi görünüyorlardı.
Açık, güneşli bir gündü. Öğleden sonra güneşi, koridorun çevresindeki saçaklardan sarkan çiçek saksıları üzerine parlıyor ve gölgelerini sundurmanın kuzey ve doğu duvarlarına yansıtıyordu. Yoğun sarı güneş ışığı, saksıların kapkara gölgesi ve içlerindeki zarif çiçekli bitkilerin güzelim, narin, yalın gölgeleri göz alıcıydı. Gözleri uyum ve düzenden iyi anlayan biri, bitkileri bu nefes kesen etkiyi yaratacak tarzda budamıştı.
“Nagual kadın yaptı bunu,” dedi don Juan sanki aklımı okuyormuşçasına. “Öğleden sonraları gözlerini bu gölgelere diker.”
Onun, öğleden sonra bu gölgelere gözlerini dikmesi düşüncesi bende ani ve mahvedici bir etki yarattı. Bu saatin yoğun sarı ışığı, kasabanın sükuneti ve nagual kadına duyduğum sevgi bir anda bana savaşçının sonu olmayan yolunun tüm yalnızlığını çağrıştırdı.
Don Juan bana bu yolun kapsamını, yeni görücülerin tümüyle özgürlük savaşçısı olduklarını söylediğinde tanımlamıştı; onların tek aradıkları, tam farkındalığa ulaştıklarında gelen en son kurtuluştu. O duvardaki akıldan çıkmayan gölgelere bakarken nagual kadının, tininin gevşemesinin tek yolunun yüksek sesle şiir okumakla olduğunu söylediğinde ne demek istediğini, eksiksiz bir durulukla anladım.
Bir gün önce, orada, sundurmada bana bir şey okuduğunu ama ısrar ve hasretini anlamadığımı anımsadım. Bu Juan Ramon Jimenez’in ‘Hora Inmensa’ adlı şiiriydi ve onun için, savaşçının tümüyle özgürlüğe kaçmak için yaşamasını yalnızlığıyla bireşim haline getiriyordu.
Yalnızca bir kuş ve bir çan yırtar sessizliği...
Sanki ikisi, batan güneşle söyleşirler.
Altın renkli sessizlik, billurdan akşamüstü.
Sakin ağaçlar, dolanan saflıkla sallanır,
ve tüm bunların ardında,
incilerin üzerinde yapılan bir yolculuk hayal eder
saydam bir ırmak
kaybedişi aşan
ve akan sonsuzluğa.

Cvp: 8 Birleşim Noktasının Konumu

Don Juan ve Genaro yanıma gelip bana şaşkın nazarlarla baktılar.
“Gerçekten ne yapıyoruz don Juan?” diye sordum. “Yoksa savaşçılar kendilerini yalnızca ölüme mi hazırlıyor?”
“Yok canım,” dedi, yumuşakça sırtımı tıpışlayarak. “Savaşçılar kendilerini farkında olmaya hazırlar ve tam farkındalık artık kendilerine hiç önem vermediklerinde gelir. Ancak, hiçbi şey olduklarında her şey olurlar.”
Bir an sustuk. Sonra, don Juan bana kendime acıma sancılarına mı girdiğimi sordu. Emin olamadığım için cevap veremedim.
“Burada olduğun için pişman değilsin di mi?” diye silik bir gülümsemeyle sordu don Juan.
“Kesinlikle değil,” diye ona güvence verdi Genaro. Sonra, bir an tereddüt edermiş gibi oldu. Başını kaşıdı, bana baktı ve kaşlarım kaldırdı. “Belki öylesin,” dedi. “Öyle misin?”
“Kesinlikle değil,” diye bu sefer don Juan Genaro’ya garanti verdi. Aynı mimikleri tekrarlayıp başını kaşıdı ve kaşını kaldırdı. “Belki öylesin,” dedi. “Öyle misin?”
“Kesinlikle değil!” diye patladı Genaro ve ikisi denetlenmez bir kahkaha tufanına tutuldular.
Yatıştıklarında, don Juan kibrin, bütün melankoli fırtınalarını yüreklendiren kuvvet olduğunu söyledi. Savaşçıların, esaslı mahzunluklara hakları varmış ama bu mahzunluk sadece onları güldürmek için olmalıymış.
“Genaro, sana cesaretini toplayıp bi araya getirebileceğin tüm kendine acımadan çok daha heyecanlı bi şey gösterecek.” diye devam etti don Juan. “Birleşim noktasının konumuyla ilgili bi şey.”
Genaro birden koridorda arkaya kaykılıp uyluklarını bağrına çekerek yürümeye başladı.
“Ona böyle yürümeyi nagual Julian gösterdi,” dedi don Juan fısıltıyla. “Buna erk tırısı denir. Genaro, bikaç çeşit erk tırısı bilir. Gözünü ayırmadan izle.”
Genaro’nun devinimleri gerçekten de büyüleyiciydi. Kendimi onu izler buldum, ilkin gözlerimle ve sonra karşı konulmazcasına ayaklarımla. Tırısını taklit ettim. Bir kere sundurmayı dolanıp, durduk.
Yürürken, her adımın bana sağladığı olağandışı berraklığı fark ettim. Durduğumuzda keskin bir dikkate ulaşmıştım. Her tınıyı duyabiliyor; çevremde ışıkta ya da gölgedeki her değişikliği fark edebiliyordum. Yapılması askıda kalmış bir eylemin aciliyeti hissine kapılmıştım.. Kendimi, olağandışı saldırgan, atletik, cesur duyumsuyordum. O anda, önümde yayılı muazzam geniş bir alan, tam arkamdaysa bir orman gördüm. Koca ağaçlar, duvar gibi dikilmişti. Orman karanlık ve yeşil; düzlükler güneşli ve sarıydı.
Nefes alışım, derinden ve garip bir şekilde hızlanmıştı ama anormal değildi. Ne var ki, beni yerimde koşmaya zorlayan da nefesimin ritmiydi. Koşmayı bırakmak istiyordum daha da doğrusu bedenim istiyordu ama tam ben bırakacakken bir şey beni durdurdu.
Don Juan ve Genaro, aniden yanımda bitiverdiler. Sağımda Genaro’yla koridorun sonuna yürüdük. Beni omzuyla dürttü, vücudunun ağırlığını üstümde duydum. Nazikçe beni sola iteledi ve doğrudan sundurmanın doğu duvarına dayandık. Bir an için, duvardan geçecekmişiz gibi bir hisse kapıldım ve hatta kendimi bu etkiye karşı sağlamlaştırdım ama tam duvarın dibinde durduk.
Suratım duvara karşı dururken, ikisi beni dikkatle incelediler. Neye baktıklarını biliyordum; birleşim noktamı kaydırmış olduğumdan emin olmak istiyorlardı. Haleti ruhiyem değiştiğinden bunu yapmış olduğumu biliyordum. Belli ki onlar da biliyordu. Nazikçe kollarımdan tutup, beni sessizce koridorun öbür yanma yürüttüler. O karanlık dar hol, sundurmayı evin kalan diğer yanına bağlayan geçitti. Orada durduk. Don Juan ve Genaro benden birkaç adım uzaklaştılar.
Evin, karanlık gölgeler içindeki yanıyla karşı karşıya bırakıldım. Boş, karanlık bir odaya bakıyordum. Fiziksel bir bezginlik hissediyordum. Yorgunluk ve kayıtsızlık hissediyor fakat aynı zamanda tinsel bir kuvvet deneyimliyordum. İşte o zaman bir şey kaybettiğimi anladım. Bedenimde hiç derman kalmadı. Zorlukla ayakta duruyordum. Sonunda bacaklarım tutmaz oldu, oturdum ve sonra yana yattım. Orada yatarken en muhteşem, tatminkar Tanrı sevgisi ve iyilik İlişleriyle doldum.
Sonra, bir anda bir kilisede mihrabın önünde buldum kendimi. Altın varakla yaldızlanmış kabartmalar binlerce mumun ışığıyla parıldıyordu. Dev bir tahtırevana konmuş, koca bir haç taşıyan erkek ve kadınların koyu karaltılarını gördüm. Yollarından çekilip, kiliseden dışarı çıktım. Bir çok insanın, bir mum deryasının üzerime geldiğini gördüm. Sevinç içindeydim. Onlarla olmak, Tanrı’ya dua etmek istiyordum. İnsan güruhundan birkaç adım ötedeydim ki bir şey sıyırıp götürdü beni.
Bir sonraki an, don Juan ve Genaro’ylaydım. İki yanımı kuşatmış oldukları halde, tembelce sundurmada dolanıyorduk.
Ertesi gün, öğle yemeği yerken, don Juan, Genaro’nun erk tırısıyla birleşim noktamı ittiğini ve bunu ben içsel sessizlik içinde olduğumdan yapabildiğini söyledi. Görücülerin, yaptıkları her şeyin birleştiği noktanın ilk karşılaştığımız günden beri bahsettiği bir şey olduğunu açıkladı: iç söyleşiyi durdurmak. Üstüne basarak defalarca, iç söyleşinin birleşim noktasının yerini sabitleyen şey olduğunu söyledi.
“Bi kere sessizlik sağlanırsa, her şey olasıdır,” dedi. Ona, çoğunlukla kendimle konuşmayı bırakma hususunda bilinçli olduğumu ama bunu nasıl yaptığımı bilmediğimi söyledim. Usulünü açıklamam istense ne diyeceğimi bilemezdim.
“Bunun açıklaması, yalınlığın ta kendisidir,” dedi. “Sen ona istenç duydun ve yeni bi niyet, yeni bi buyruk koydun ortaya. Sonra senin buyruğun, Kartal’ın buyruğu oldu.
“Bu yeni görücülerin bulduğu en sıradışı şeylerden biri: bizim buyruğumuz Kartal’ın buyruğuna dönüşebilir. İç söyleşi başladığı yolla sona erer: bi istenç eylemiyle. Aslında bizi kendimizle konuşmaya başlatan, bize öğretenlerdir. Bize öğretirken, biz de onlar da bilmeden istençlerimizi işin içine katarız. Kendimizle konuşmayı öğrendikçe istençle uğraşmayı öğreniriz. Kendimizin, kendimizle konuşmasına istenç duyarız. Kendimizle konuşmayı durdurmanın yolu tamamıyla aynı yöntemi uygulamaktır: istenç duymalı, niyet etmeliyiz.”
Birkaç dakika suskun kaldık. Ona, kendimizle konuşmayı öğreten öğretmenlerimiz vardı demekle, kimi kastettiğini sordum.
“İnsanlara bebekken olanlardan söz ediyordum,” diye cevap verdi, “çevrelerindeki herkes tarafından kendileri hakkındaki bitmek bilmez bi söyleşi tekrarlanırken öğretilenden. Bu söyleşi içselleştirilir ve sadece bu kuvvet birleşim noktasını sabit tutar. “Yeni görücüler, küçük çocukların, onlara birleşim noktalarını nereye yerleştireceklerini öğreten yüzlerce öğretmeni olduğunu söyler.”
Görücüler, küçük çocukların ilkin sabit birleşim noktaları olmadığını görürlermiş.. Kılıflanmış yayılımları muazzam bir curcuna durumundaymış ve birleşim noktaları insan bandındaki her bir yere kayarmış ki bu da onlara daha sonra tamamıyla göz ardı edilecek yayılımlara yönelik büyük bir odaklama yetisi verirmiş. Onlar büyüdükçe çevrelerindeki daha yaşlı insanlar çocukların üzerindeki dikkate değer erkleri ve giderek karmaşıklaşan bir iç söyleşi yoluyla çocukların birleşim noktalarını daha durağanlaştırılmış. İç söyleşi, birleşim noktasının konumunu devamlı sağlamlaştıran bir işlemmiş ve bu konum rastlantısal olduğu için devamlı desteklenmeye gereksinim duyarmış.
“Aslında gerçek, çocukların çoğunun gördüğüdür,” diye devam etti. “Görenlerin çoğu terelelli sayılır ve onları düzeltmek için her türlü çaba harcanıp, birleşim noktalarının konumu katılaştırılır.”
“Fakat çocukları, birleşim noktalarını daha akışkan bırakmaları için cesaretlendirmeye olanak var mı?” diye sordum.
“Yalnızca, yeni görücülerin arasında yaşarlarsa,” dedi. “Yoksa eski görücüler gibi insanın sessiz yanının anlaşılmazlıklarının tuzağına yakalanırlar. Ve inan bana, bu mantıksallığın kucağına düşmekten çok daha beterdir.”
Don Juan, insanın, Kartal’ın yayılımları karmaşasına kattığı düzene olan esaslı hayranlığını dile getirerek devam etti. Her birimizin kendi çapında ustalıklı bir sihirbaz olduğuna ve sihrimizin birleşim noktamızı değişmezcesine sabit tutmamız olduğuna inanıyordu.
“Dışarıdaki yayılımların kuvveti,” diye devam etti, “ birleşim noktamıza bazı yayılımları seçtirir ve bağlanma ve algı için demetler. Bu Kartal’ın buyruğudur fakat algıladığımızın tümüne yüklediğimiz anlam bizim buyruğumuzdur, bizim sihirli armağanımızdır.”

Cvp: 8 Birleşim Noktasının Konumu

Açıklamalarına göre, önceki gün Genaro’nun bana yaptırdığı alışılmadık karmaşıklıkta ve esasında çok yalınmış. Karmaşıkmış çünkü katılan herkesin fevkalade sıkı bir düzence içinde olması gerekiyormuş; iç söyleşi durdurulmalı, ileri bir farkındalık konumuna ulaşılmalı ve biri, birinin birleşim noktasını alıp gitmeliymiş. Bu karmaşık usulün ardındakiler çok basitmiş; yeni görücüler, birleşim noktasının tam konumu atalarımız tarafından bizim için saptanan rastlantısal bir konum olduğuna göre göreceli az bir çabayla oynatılabilir; bir kere oynadı mı da yeni yayılım bağlantıları yani yeni algılara yol açar, derlermiş.
“Sana, birleşim noktanı oynatman için erk bitkileri verirdim,” diye devam etti don Juan. “Erk bitkilerinin böyle bir etkisi var; ama açlık, yorgunluk, yüksek ateş ve buna benzer başka şeylerin de benzer etkisi vardır. Sıradan insanın kusuru, bu kayışın sonucunu bütünüyle anlıksal sanmasıdır. Senin de tanık olduğun gibi, öyle değil.”
Birleşim noktamın, geçmişte çok kez aynen bir gün önceki gibi kaydığını ve bir araya topladıklarının çoğunun günlük hayata, günlük hayat aslında hayalet dünyaymışçasına yakın olduğunu açıkladı. Bu tür hayallerin, yeni görücüler tarafından otomatikman yadsındığını vurguladı.
“Böyle hayaller, insanın kayıtlarının ürünüdür,” diye sürdürdü. “Tümüyle özgürlük arayışındaki savaşçılar için yoktur bi değeri, çünkü birleşim noktasının yana kayışıyla oluşurlar.”
Sustu ve bana baktı. ‘Yana kayış’ ile kastettiğinin insanın yayılım bandında derinliğine bir kayış yerine genişliğince bir kayış olduğunu biliyordum. Ona haklı olup olmadığımı sordum.
“Tamamen kastettiğim bu,” dedi. “İnsanın yayılım bandının iki kenarında da tuhaf kalıntı depoları, hesaplanamayacak kertede çok insan çöpü öbekleri vardır. Bu, çok marazi, tekin olmayan bir depodur. Eski görücüler için önemli değerdeydi ama bizim için öyle değil.
“Birinin yapabileceği en basit şey buna kapılmaktır. Dün Genaro ve ben, sana yana kayışın hızlı bi örneğini vermek istedik; o yüzden birleşim noktanı kaydırdık, ama herhangi biri de bu depoya iç söyleşisini durdurarak ulaşabilir. Kayış en azdaysa, sonuçlar zihnin fantezileri olarak açıklanır. Kayış dikkate değerse, sonuçlarına sanrı denir.”
Ondan, birleşim noktasını kaydırma eylemini açıklamasını istedim. Savaşçıların, iç söyleşilerini durdurarak içsel sessizliğe eriştiklerinde, erk tırısının görüntüsünden fazla sesinin birleşim noktasını tuzağa düşürdüğünü söyledi. Boğucu adımların ritmi, anında koza içindeki iç sessizlikle kopmuş yayılımların bağlanış kuvvetini yakalıyormuş.
“Bu kuvvet, birdenbire bandın kenarlarına asılır,” diye devam etti. “Sağ uçta sonu gelmez fiziksel aktivite, şiddet, öldürme, şehvet hayalleri buluruz. Sol uçtaysa tinsellik, din, Tanrı bulunur. Genaro ve ben, birleşim noktanı iki uca da yürüttük ki bu insan çöpü öbeğinin tam bi görüntüsünü verebilelim.”
Don Juan, tereddüt edermiş gibi, görücülerin bilgisinin en gizli taraflarından birinin, iç sessizliğin inanılmaz etkisi olduğunu yeniden belirtti. Bir kez içsel sessizliğe erişildi mi, birleşim noktasını o belirgin yere tutturan bağlar kopmaya başlar, birleşim noktası serbestçe oynarmış.
Devinim, çoğu insanın yönsel tercihi ve doğal tepkisi olarak, alışılmış şartlarda sola doğru olurmuş; ama kimi görücüler devinimi, noktanın olduğu alışılmış yerlerden aşağı noktalara yönlendirebilirmiş. Yeni görücüler bu kaymaya ‘aşağı kayış’ dermiş.
“Görücüler, kazaen aşağı kayıştan da mustariptiler,” diye sürdürdü. “Birleşim noktası şans eseri orada uzun süre kalmaz, çünkü burası iblisin yeridir. Aşağı gitmek, yapılacak en kolay şey olmasına rağmen bizim ilgimize zıttır.”
Don Juan, eski görücülerin işlediği bir çok yargı hatasının arasında en elem vericilerden birinin birleşim noktasını aşağıdaki ölçülemez alana oynatarak hayvan biçimlerine girmede uzman olmaları olduğunu da söyledi. Değişik hayvanları baz alarak o hayvanı nagualları olarak adlandırmışlar. Birleşim noktalarını belirli yerlere oynatarak, seçtikleri hayvanın niteliklerini; kuvvetini, bilgeliğini, kurnazlık, çeviklik ya da zalimliğini kazanacaklarına inanmışlar.
Don Juan, böyle tüyler ürpertici birçok uygulamanın bu günün görücüleri arasında dahi süregeldiğini söyledi. Birleşim noktasının daha aşağı herhangi bir yere oynamasındaki göreceli kolaylık, özellikle o uca hevesli görücülere büyük bir teşvik oluşturuyormuş. O yüzden, savaşçıyı sınamak nagualın göreviymiş.
Sonra bana, birleşim noktamı bir erk bitkisi etkisi altındayken aşağıya bir konuma oynatarak beni sınadığını söyledi. Ardından birleşim noktama, karganın yayılım bantlarını yalıtmamı sağlamak üzere kılavuzluk etmiş, kargaya dönüşmeme yol açmıştı.
Don Juan’a, ona düzinelerle kez sorduğum soruyu tekrar sordum. Ben fiziksel olarak bir kargaya dönüşmüş müydüm, yoksa aslında sadece öyle düşünüp, öyle mi hissetmiştim. Birleşim noktasının aşağıya kayışının her zaman tam bir dönüşümle sonuçlanacağını açıkladı. Birleşim noktası, hayati bir eşikten geçtiğinde dünyanın yok olduğunu, bizim için insan seviyesinde olduğu gibi olmaktan çıktığını ekledi.
Dönüşümümün, her ihtimalde dehşetengiz olduğunu söyledi. Bu deneyime tepkim, ona bu tarafa doğru hiç eğilimim olmadığını kanıtlamıştı. Böyle olmasaydı, bazı görücülerin çok rahat bulduğu bu aşağıdaki alanda kalmaya duyduğum yatkınlıkla savaşmak için muzzam erke kullanmam gerekecekmiş.
Ayrıca, habersiz bir aşağı kayışın her görücünün zaman zaman yaşadığını ama bu aşağı kayışın, birleşim noktası sola oynadıkça, gittikçe daha az sıklıkta tekrarlandığını söyledi. Lâkin, her olduğunda bunu atlatan görücünün erki önemli derecede azalırmış. Bu, düzeltilmesi zaman alan ve büyük zahmet gerektiren bir sakıncaymış.
“Bu zaman aralıkları, görücüleri aşırı somurtkan ve dar kafalı yapar,” diye devam etti “ve bazı durumlarda da aşırı mantıksal.”
“Görücüler bu aşağı kayışları nasıl önler?” diye sordum.
“Her şey savaşçıya bağlıdır,” dedi. “Örneğin senin gibi olan bazıları doğal olarak kendi tuhaflıklarına kapılmaya meyillidir. Bunlar, fena çarpılır. Senin gibiler için, her yaptıkları şey için yirmi dört saat uyanık kalıp nöbet tutmalarını tavsiye ederim. Düzenceli adam ve kadınlar, böylesi kayışlara daha az eğilimlidir; onlar için yirmi üç saatlik bi nöbet tavsiye edebilirim.”
Parıltılar saçan gözleriyle bana bakıp güldü.
“Dişi görücülerin erkeklere nazaran daha sık aşağı kayışları olur,” dedi. “Ama erkekler tehlike içinde o konumda oyalanırken, kadınlar oradan hızla çıkma yetisine de sahiptirler.”
Kadın görücülerin, birleşim noktalarını aşağıdaki alanda herhangi bir konumda tutturma yetisine de sahip olduklarını söyledi. Erkekler bunu yapamıyormuş. Erkeklerin sağduyu ve amaçları varmış, ama yetenekleri azmış; bu sebeple bir nagualın grubunda sekiz kadın görücü olması gerekirmiş. Kadınlar, bilinmeyenin ölçülmez enginliğinin geçilmesine sevk ederlermiş. Bu doğal kapasiteyle ya da onun sonucu olarak, kadınlar en şiddetli yoğunluğa sahipmiş. O sebeple, onlar bir hayvanın şekline hararet, kolaylık ve karşılaştırılamaz bir vahşilikle girebilirmiş.
“Korkutucu şeyler düşündüğünde,” diye devam etti, “isimsiz, karanlıkta kol gezen bi tehlike, bilmeden düşündüğün aşağıdaki ölçülemez alanda konumlanmış bi kadın görücüdür. Gerçek dehşet işte tam oradadır. Eğer sapkın bi kadın görücüye olur ya rastlarsan, arkana bakmadan dağlara kaç!”
Ona diğer organizmaların birleşim noktalarını kaydırıp kaydıramadıklarını sordum.
“Onların noktası kayabilir,” dedi, “ama onların kayışı isteyerek olmaz.”
“Organizmaların birleşim noktası da olduğu yerde görünmek için mi eğitilmiştir?” diye sordum.
“Her yeni doğan organizma şu veya bu şekilde eğitilmiştir,” diye cevapladı. “Biz belki nasıl eğitildiklerini anlamıyoruz -biz zaten bizim bile nasıl eğitildiğimizi anlamıyoruz daha- ama görücüler onların kendi türlerindekilerin yaptığını yapmaya şartlandırıldığım görürler. Bu tamamen insan yavrularına olanla aynıdır: görücüler onların birleşim noktalarının her bi yana gittiğini görürler ve sonra erişkinlerin olmasının o noktayı belirli bi yere nasıl bağladığını görürler. Aynısı tüm diğer organizmalara da olur.”
Don Juan, bir an için ifadesizleşti, sonra insanın birleşim noktasının tamamıyla kendine has bir etkisi olduğunu ekledi. Dışarıdaki bir ağacı imledi.
“Biz, ciddi, erişkin insanlar olarak bi ağaca baktığımızda,” dedi, “birleşim noktamız sınırsız sayıda yayılımı birleştirir ve bi tansık gerçekleşir. Birleşim noktamız, bizim ağaç diye adlandırdığımız bi yayılım demeti algılar.”
Birleşim noktası, algı için gerekli bağlanışı etkilemekle kalmaz aynı zamanda belirli başka yayılımları benzersiz insani hilelerle algının daha fazla arıtılması, süzülmesi için silip yok edermiş.
Yeni görücüler, salt insanların, yayılım demetlerini daha fazla demetleyebilmek yetisinde olduklarını gözlemiş. Süzmenin, İspanyolca karşılığı, desnate yi bir kap kaynamış sütün soğuduktan sonra üstünden en leziz yeri olan kaymağını toplamak eylemini betimlemek için kullandı. Aynı şekilde, algısına göre, insanın birleşim noktası yayılımların bağlanış için önceden seçtiği bazı parçaları alır ve onlarla daha lezzetli bir yapı elde edermiş.
“İnsanın süzmeleri,” diye devam etti don Juan, “diğer yaratıkların algıladıklarından daha gerçek. İşte bizim düştüğümüz tuzak bu. O kadar gerçekler ki, biz birleşim noktalarımıza verdiğimiz buyruk yüzünden onların bize böyle göründüğünü unutuyoruz. Onları gerçek olarak algılamak için verdiğimiz buyruk sayesinde bize gerçek gibi geldiğini unutuyoruz. Bağlanışların kaymağını süzme erkine sahibiz de, kendimizi, verdiğimiz buyruktan koruma erkine sahip değiliz. Bunu öğrenmek gerekiyor. Süzmelerimize, bizim yaptığımız gibi yardım eli uzatmak, eski görücülerin kendilerininkiler için ödedikleri ceza gibi, ödediğimiz çok yüklü bi yargı hatası.”

Cvp: 8 Birleşim Noktasının Konumu

.