1

Konu: 2 - Tinin Dokunuşu

Soyut

Don Juan’ın evine sabahın erken saatlerinde ulaşabildik. Dağdan aşağı yolculuğumuz, karanlıkta tökezleyip uçuruma düşmekten korktuğum, don Juan da bana gülmekten nefesi kesildiği ve sık sık soluklanmak zorunda kaldığı için epey uzun sürdü.
Ölesiye yorgundum ama bir türlü uyuyamıyordum. Öğleden önce yağmur yağmaya başladı. Çatının kiremitlerine düşen yağmurun tıpırtısı beni mahmurlaştıracağına uykumu hepten kaçırdı.
Kalkıp don Juan’ın yanına gittim. Onu koltukta kestirirken buldum. Yanına geldiğimde tamamen uyanmıştı. “Günaydın,” dedim.
“Uykusuzluk gibi bir sorunun yok anlaşılan,” diye söylendim.
“Korktuğun ya da huzursuzlandığın zamanlar uzanarak uyumaya çalışma,” dedi bana bakmaksızın. “Benim yaptığım gibi, yumuşak bi koltukta oturarak uyu.”
Bir keresinde de, eğer bedenimi dinlendirip zindeliğe kavuşturmak istiyorsam, yüzüm sola dönük, karınüstü yatıp ayaklarımı da yatağın ayakucundan sarkıtmamı öğütlemişti. Üşümemek içinse bir yastığı, ensemi örtmeksizin omuzlarımın üzerine koyarak uzun şekerlemeler yapmalı, bu sırada ya kalın çoraplar giymeli ya da ayakkabımı çıkarmamalıymışım.
Bu öneriyi ilk duyduğumda şaka yaptığını düşünmüştüm, ama sonra fikrim değişti. O şekilde uyumak olağanüstü iyi dinlenmemi sağlıyordu. Bu şaşırtıcı sonuçları ona anlattığımda, önerilerine inansam da inanmasam da, sorgulamadan harfiyen uymamı salık verdi.
Oturur durumda uyumaktan bana neden geçen gece söz etmediğini sordum. Uykusuzluğumun nedeni, aşırı bitkinliğin yanı sıra, büyücülerin mağarasında bana anlattıklarına duyduğum yabansı meraktı.
“Saçmalama,” diye bağırdı. “Uykunu hiç kaçırmayan çok daha rahatsız edici bi yığın şey görüp duymuşsundur. Senin derdin başka.”
Bir an, asıl derdimle ilgili ona dürüst davranmadığımı düşündüm. Açıklamaya başladım ama o beni duymamış gibi konuşmaya devam etti.
“Mağaranın seni rahatsız etmediğini söylüyordun dün akşam,” dedi. “Ama düpedüz etmiş. Dün akşam mağara konusunu pek deşmedim, çünkü senin tepkini görmek istiyordum.”
Don Juan, mağaranın, eski zaman büyücüleri tarafından bir katalizör olarak tasarlandığını açıkladı. Mağara, iki kişiyi, iki erke alanı olarak barındıracak biçimde inşa edilmiş. Büyücüler, kayanın yapısının ve oyuluş biçiminin, iki bedenin, iki parlak topun erkelerinin birleştirmelerine olanak sağlamasını amaçlamışlar.
“O mağaraya seni kasıtlı olarak götürdüm,” diye sürdürdü. “Orayı sevdiğimden değil—sevmem de—çömezin ileri bilincin derinliklerine inmesini sağlayan bi araç olarak yapıldığı için gittik oraya. Ama ne yazık ki, bi yandan yardımcı olurken, bi yandan da sorunların çözülmesini güçleştiriyor. Eskiden büyücüler düşüncelere önem vermezlerdi. Eyleme dayanırlardı.”
“Sen, kendi velinimetinin de öyle olduğunu söylersin hep,” dedim.
“Bu benim abartmam,” diye yanıtladı. “Aynen senin aptal olduğunu söylemem gibi. Benim velinimetim çağdaş bi nagual’dı; kendini özgürlük arayışına adamıştı. Ama düşüncelere pek değer vermez, yapılanların daha önemli olduğunu düşünürdü. Sen de aynı arayışı sürdüren çağdaş bi nagual’sın ama kafayı sapkın fikirlerle bozmuşsun.”
Karşılaştırmasının çok komik olduğunu düşünmüş olmalı ki, boş odada yankılanan bir kahkaha koyverdi.
Mağara konusuna geri döndüğümde beni duymamazlıktan geldi. Bilerek yaptığını, gözlerindeki parıltıdan ve gülüşünden anlıyordum.
“Dün akşam birinci soyut özü sana kasti olarak anlattım,” dedi. “Sana yıllardır yaptığım gibi yani. Bi umut, belki diğer özler hakkında da bi fikir edinirsin, diye anlattım. Benimle çok uzun zamandır birliktesin, bu yüzden beni çok iyi tanıyorsun. Birlikteliğimizin her anında, soyut özler dizgesine uygun düşünmeye ve davranmaya uğraştım.
“Nagual Elias’ın öyküsü farklı bi öyküdür. İnsanlar hakkında bi öyküymüş gibi görünmesine rağmen, aslında niyet hakkındadır. Niyet, içine girmemiz için önümüze görkemli yapılar kurar. Büyücülerin çevrelerinde olup bitenleri anlama yolu budur.”

Cvp: 2 - Tinin Dokunuşu

Don Juan bana her zaman anlattıklarının dayandığı mantığı bulmaya çalıştığımı hatırlatınca, ben de bana öğrettiği her şeyi toplumsal bir soruna dönüştürmeye çalışmamı eleştirdiğini düşündüm. Onun sayesinde artık olaylara farklı baktığımı anlatmaya başladım. Beni susturdu ve gülümsedi.
“Doğrusu pek de sağlıklı düşünemiyorsun,” dedi ve içini çekti. “Sana öğrettiklerimin dayandığı mantığı anlamanı elbette istiyorum. Benim kızdığım, senin bu mantığı yanlış anlaman. Sana göre bunlar gizli saklı işler bütünü. Benim içinse iki anlama geliyorlar. Niyetin, içine girelim diye, göz açıp kapayana dek önümüze diktiği görkemli yapılar ve içeri girdiğimizde kaybolmayalım diye verdiği işaretler.
“Gördüğün gibi, nagual Elias’ın öyküsü peşpeşe anlatılan olaylardan daha fazla bi şey,” diye sürdürdü konuşmasını. “Tüm olanların sebebi, niyetin öyle istemesi. Bu öykü, eski zaman naguallar’ının neye benzediklerini, düşünce ve davranışlarında niyetin kurallarıyla ters düşmemek için neler yaptıklarını kavraman, fikir sahibi olman içindi.”
Uzun bir sessizlik oldu. Söyleyecek bir sözüm yoktu. Böyle susup oturacağımıza, aklıma ilk gelen şeyi söylemeye karar verdim. Nagual Elias hakkında anlatılanların, bende onun hakkında olumlu düşünceler oluşturduğunu söyledim. Nagual Elias’ı sevmiştim ama nedense don Juan’ın nagual Julian hakkında anlattıkları hoşuma gitmemişti.
Sıkıntımı anlattığım gibi, don Juan’ın keyfi yerine geldi. Hatta, gülmekten katılıp kalmamak için oturduğu yerden doğrulmak zorunda kaldı. Elini omzuma koyup, “Kendimize benzeyen insanlardan ya nefret ederiz ya da onları çok severiz,” dedi.
Yine aptalca bir şekilde kendimi tuttum ve ne demek istediğini soramadım. İçinde bulunduğum durumun farkında olan don Juan gülmeyi sürdürüyordu. Sonunda, nagual Julian’ın çocuk ruhlu bir adam olduğunu, serinkanlılığını ve tutarlılığını sonradan edindiğini söyledi. Büyücü çömezi olarak aldığı disiplin olmasa kendini hayatta denetleyemezmiş.
Bilmem neden, kendimi savunmak zorunda hissettim. Don Juan’a eskiden beri disiplinli olduğumu söyledim.
“Tabii ki,” dedi, dalga geçerek. “Tıpatıp onun gibi olamazsın ya,” dedi ve yeniden gülmeye başladı.
Bazen don Juan beni öylesine çileden çıkarıyordu ki, bağırmamak için kendimi zor tutuyordum. Ama bu ruh halim fazla uzun sürmedi ve sabrettim, hemen başka sorular üşüştü kafama. Don Juan’a, ileri bilinçliliğe farkında olmadan girmenin olanaklı olup olmadığını sordum. Ya da, o durumda günlerce kalınabilir miydi?
“Bu aşamada, ileri bilinçliliğe tamamen kendi başına girebilirsin,” dedi. “İleri bilinçlilik mantıksal açıdan gizemlidir yalnızca. Uygulamada ise çok basittir. Her şeyde olduğu gibi, bunu da, olayları, bizi çevreleyen enginliği ussallaştırmaya çalışmakla karmaşık hale getiriyoruz.”
Kendi kişiliğimi boş yere irdeleyeceğime, bana anlattığı soyut öz hakkında düşünmemin çok daha yararlı olacağı uyarısını yaptı.
Ona, tüm sabah bu konuyu düşündüğümü, ve öykünün sembolik bir şekilde tinin belirmesini anlattığını kavradığımı söyledim. Benim anlayamadığım, öyküde bahsedildiğini söylediği soyut özdü. Bu, öyküde doğrudan belirtilmemiş olmalıydı.
“Yineliyorum,” dedi, öğrencilerine alıştırma yaptıran bir öğretmen edasıyla. “Tinin belirmesi, büyücülük öykülerindeki ilk soyut özdür. Ve görüyorum ki, büyücülerin soyut öz adını verdikleri şey yanından geçip gidiyor. Sen, büyücülerin niyetin görkemli yapısı, tinin suskun sesi ya da soyutun gizli düzenlemeleri dedikleri şeyi anlayamadın bi türlü.”
Burada bahsettiği ‘gizli’yi, ‘gizli neden’deki gibi, açıkça belirtilmeyen bir şey olarak anladığımı söyledim. Bunun üzerine, ‘gizli’nin bunun ötesinde bir anlamı olduğunu, sözsüz bilgi anlamına geldiğini ve mevcut bilgilerle—hele benimkilerle— kavramlamayacağını söyledi. Bunu şu anda kavramam olanaklı değilmiş ama bu, konuyu hiç kavrayamayacağım anlamına gelmiyormuş.
“Eğer soyut özler kavranılmaz bir şeyse, ne diye onlar hakkında konuşuyoruz ki?” diye sordum.
“Kural, büyücülük öykülerinin ve soyut özlerin bu aşamada anlatılması gerektiğini söyler de ondan,” diye yanıtladı. “Ve bi gün öykülerde değinilen sözsüz bilgi ya da niyetin görkemli yapısı olan soyutun gizli düzenlemeleri, öykülerin kendisi tarafından sana gösterilecektir.”
Hâlâ anlayamıyordum. “Soyutun gizli düzenlemeleri, soyut özleri sana gösteren tek düzen değildir,” diye açıkladı. “Soyut özlerin ortak noktası ya da aralarındaki bağlantıyı kuran bi ağ da değildir. Daha çok, soyutu, dili işin içine sokmadan dolaysız olarak bilmektir.”
Görmek amacıyla, beni tepeden tırnağa dikkatle süzdü. “Bu, sende henüz ortaya çıkmamış,” dedi sonra da.
Sabırsızlığını, dahası kızgınlığını gösterir bir hareket yaptı. Sanki ağır kalmama bozulmuştu. Bu beni kırdı. Don Juan’ı böyle sinirli görmeye pek alışık değildim.
Bana kızgın olup olmadığını sorduğumda, “Bunun seninle ya da davranışlarınla hiçbi ilgisi yok,” dedi. “Seni gördüğümde kafamdan geçen bi düşünceyle ilgili. Senin parlak varlığının öyle bi özelliği var ki, eski büyücüler ona sahip olmak için her şeylerini verirlerdi.”
“Bunun ne olduğunu söylesene,” diye üsteledim.
“Başka bi zaman söylerim,” dedi. “Bu arada, biz konumuza geri dönelim: soyut. O öyle bi şeydir ki, o olmadan ne savaşçının yolu diye bi şey olur ne de bilgiyi arayan tek bi savaşçı.”
Benim yaşadığım zorlukların onun için yeni bir şey olmadığını söyledi. Kendisi de, soyutun gizli düzenini anlayana dek, şiddetli acılara katlanmış. Ve eğer nagual Elias’ın yardımı olmasaymış, tamamıyla bir eylem adamı olan ve anlayışa çok az yer veren velinimeti gibi yaralanabilirmiş.
“Nagual Elias neye benziyordu?” diye sordum konuyu değiştirmek için.
“Çömezine hiç benzemezdi,” dedi don Juan. “O bi Kızılderiliydi. Çok esmer ve iriydi. Sert yüz hatları vardı. Büyük bi ağzı, iri bi burnu, küçük siyah gözleri ve gür, simsiyah saçları vardı. Nagual Julian’dan daha kısa boyluydu, elleri ve ayakları kocamandı. Çok alçakgönüllü ve çok bilgeydi ama hiç gösterişli değildi. Velinimetimle kıyaslandığında çok sönük kalırdı. Her zaman yalnız başına kafasındaki sorunlarla boğuşur dururdu. Nagual Julian, öğretmeninin kendisine tonla bilgelik gösterdiğini söylerdi şaka yollu. Ona tonton nagual derdi.
“Niye onunla dalga geçtiğini anlayamazdım,” diye sürdürdü konuşmasını. “Nagual Elias, benim için ferahlatıcı taze bi soluk gibiydi. Bana her şeyi sabırla, defalarca açıklardı. Benim olayları sana açıkladığım gibi, belki daha da fazla. Bunu bana acıdığı için yaptığını da sanmıyorum, bence beni önemsiyordu. Savaşçılar acıma duygusundan yoksundurlar; çünkü kendilerine acımaktan vazgeçmiştir onlar. Kendine acımayan bi insan da başkasına hiç acımaz.”
“Bir savaşçının her zaman yalnız başına olduğunu mu söylüyorsun?”
“Bi bakıma evet. Bi savaşçı için her şey kendisiyle başlar ve kendisiyle biter. Bununla birlikte, soyutla ilişkisi onun kibrini siler atar ve o da soyut ve kişiliksiz bi insana dönüşür.
“Nagual Elias, hayatlarımızın ve kişiliklerimizin birbirine benzediğini düşünüyordu,” diye sürdürdü. “Bu nedenle bana yardımcı olmak zorunda hissediyordu kendini. Seninle benim aramda pek bi benzerlik yok, o yüzden de ben sana nagual Julian’ın bana davrandığı gibi davranabilirim.”
Don Juan, çömezliğinin ilk günlerinde, nagual Elias’ın onu kanatlarının altına aldığını ve anlayıp anlamadığına aldırmaksızın eğitimi boyunca neler olup bittiğini açıklamaya başladığını söyledi. Nagual Elias, yardım etme isteğiyle, don Juan’ı yanından hiç ayırmıyormuş. Bu sayede de onu, nagual Julian’ın acımasız saldırılarından koruyormuş.
“Başlangıçta sürekli nagual Elias’ın evinde kalıyordum,” diye sürdürdü. “Ve bu durumdan gayet hoşnuttum. Velinimetimin evindeyse her an tetikteydim, bana bi dahaki sefere ne yapacağını düşünmekten her an diken üstünde gibiydim. Nagual Elias’ın evi bu bakımdan güvenliydi.
“Velinimetim beni acımasızca zorlardı. Bana neden böyle sert davrandığını hiç anlayamazdım. Adamın deli olduğundan hiç şüphem kalmamıştı.”
Oaxaca eyaletinden bir Kızılderili olan nagual Elias, aynı bölgeden Rosendo adlı bir başka nagual tarafından eğitilmiş. Don Juan’ın yalnız kalmayı seven, münzevi bir adam olarak tanımladığı nagual Elias, sadece Oaxaca’da değil, bütün güney Meksika’da tanınan bir büyücü ve şifa dağıtıcısıymış. Ününün dilden dile dolaşmasına rağmen, ülkenin öteki ucunda, kuzey Meksika’da yalıtılmış, tek başına bir hayat sürdürürmüş.
Don Juan sustu ve kaşlarını kaldırıp, sorgulayan bakışlarla gözlerini bana dikti. Bense öyküsünü sürdürmesini istiyordum.
“Ne zaman soru soracağını düşünsem yanılıyorum,” dedi. “Sanırım nagual Elias’ın günlerini güney Meksika’da insanlarla ilgilenerek geçiren bi sağaltıcı olduğunu söylediğimi duydun. Kuzey Meksika’da münzevi hayatı sürdürdüğünü de. Sence bi tuhaflık yok mu bunda?”
Kendimi aptal gibi hissettim. Anlatılanları dinlerken, adamın yollarda canı çıkmıştır herhalde diye düşündüğümü itiraf ettim.
Don Juan güldü. Ben de, dikkatimi çektiği konudaki soru mu, nagual Elias’ın aynı zamanda iki yerde birden bulunmasının nasıl olanaklı olduğunu sordum.
“Rüya görme bi büyücünün uçağıdır,” dedi. “Velinimetimin bi iz sürücü olması gibi, nagual Elias da bi rüya görücüydü. Büyücülerin rüya gören beden ya da ‘diğeri’ olarak adlandırdıkları şeyi yaratıp yönlendirebiliyor ve böylelikle aynı anda iki ayrı yerde bulunabiliyordu. Rüya gören bedeniyle büyücü olarak işini sürdürüyor, kendisi olarak da münzevi bi yaşam sürdürüyordu.”
Nagual Elias’ın üç boyutlu görüntüsünü yönlendirme yetisinde garip hiçbir yan bulmuyor, ama soyut özler hakkındaki açıklamalarını bir türlü anlayamıyordum.
Don Juan, nagual Elias’ın ikili yaşamını, tin, bilinçlilik düzeyimdeki son ayarlamaları yaptığı için rahatça kabullenebildiğimi söyledi. Bu belirsiz açıklama üzerine don Juan’ı soru yağmuruna tuttum.
“Hiç de belirsiz değil,” dedi. “Her şey ortada. Şu an için bu gerçeği anlayamıyor olabilirsin, ama anlayacağın bi an gelecek.”
Ben cevap veremeden, o yine nagual Elias hakkında konuşmaya başladı. Nagual Elias’ın çok meraklı bir insan olduğunu ve ellerini çok iyi kullanabildiğini söyledi. Rüya görücü olarak yaptığı yolculuklarda gördüğü şeylerin, tahtadan ve dökme demirden kopyalarını yaparmış. Don Juan’ın söylediğine göre, bunların bir kısmı çok zarif ve inanılmaz düzeyde güzelmiş.
“Asılları ne türden nesnelerdi?” diye sordum.
“Kim bilir,” dedi don Juan. “Nagual Elias’ın bi Kızılderili olduğunu, rüya görme yolculuklarında, vahşi bi hayvanın avı için sessizce dolandığı gibi dolandığını göz önünde bulundurmalısın. Böyle bi hayvan ortalık hareketliyken kendini asla göstermez. Nagual Elias, kendi başına hareket eden bi rüya görücü olarak, ortalıklarda kimseler yokken sonsuzluğun çöplüğünü eşeler, gördüğü şeylerin suretini çıkarırdı anlıycan. Ama ne işe yaradıklarını ve nereden geldiklerini hiçbi kimse bilmezdi.”

Cvp: 2 - Tinin Dokunuşu

Yine, söylediği şeylerde anlaşılmaz bir yan bulamıyordum. Bu hiç de inanılmaz bir şey gibi gelmiyordu. Fikrimi belirtmek üzereydim ki, kaşlarının bir hareketiyle susmam gerektiğini belirtti. Sonra da nagual Elias’ı anlatmayı sürdürdü.
“Onu ziyaret etmek benim için büyük bi keyifti,” dedi. “Bi yandan da garip bi suç gibiydi. Onun yanında sıkıntıdan patlayacak gibi oluyordum. Nagual Elias sıkıcı bi insan olduğu için değil, nagual Julian insanı hayatı pahasına aramakta eşsiz olduğu için.”
“Ama nagual Elias’ın yanında güvende ve rahat olduğunu sanıyordum,” dedim.
“Öyleydim ama, bu rahatlık benim hayali sorunumun ve suçluluğumun da kaynağıydı aynı zamanda. Senin gibi, ben de kendime işkence etmekten hoşlanıyordum. En başta sanırım nagual Elias’ın yanında huzur bulmuştum, ama daha sonra nagual Julian’ı daha iyi anladım ve onun yolundan gitmeye başladım.”
Nagual Elias’ın evinin önünde, içinde bir demir potası, marangoz tezgâhı ve aletleri olan bir sundurma varmış. Kiremit çatılı bu ev, aslında karıları olan beş görücü kadınla birlikte yaşadığı toprak zeminli koca bir odadan oluşuyormuş. Ayrıca, nagual’ın evinin dolaylarındaki ufak evlerde yaşayan dört erkek büyücü-görücü varmış. Hepsi de, ülkenin çeşitli bölgelerinden kuzey Meksika’ya göç etmiş Kızılderililermiş.
“Nagual Elias cinsel güce büyük önem verirdi,” dedi don Juan. “Bu gücün bize, rüya görürken kullanalım diye verildiğine inanıyordu. Hassas insanların zaten sallantılı olan akli dengelerini bozabilen rüya görmenin, yanlış kullanılmaya başlandığını düşünüyordu.
“Rüya görmeyi sana aynen onun bana öğrettiği gibi öğrettim,” diye sürdürdü. “Bana, rüya gördüğümüzde birleşim noktamızın ağır ağır ve doğal bir biçimde hareket ettiğini öğretti. Akli dengemiz, birleşim noktamızın alışkın olduğumuz bi yerde durmasından başka bi şey değildir. Eğer rüya görmek, bu noktayı hareket ettiriyorsa ve rüya görme bu doğal hareketi denetlemek için kullanılıyorsa, ve rüya görme için cinsel güce gereksinim duyuluyorsa cinsel gücün rüya görme yerine sevişerek dağıtılması durumunda sonuç felaket olabilir. Rüya görücülerin birleşim noktaları, seks yüzünden düzensiz bir şekilde hareket edip, görücülerin akıllarını yitirmelerine neden olabilir.”
“Ne demeye getiriyorsun?” diye sordum. Çünkü bizim konumuz rüya görme değildi.
“Sen bi rüya görücüsün," dedi. “Eğer cinsel gücüne dikkat etmezsen birleşim noktanın düzensiz değişme düşüncesine alışabilirsin. Daha bi dakka önce tepkilerinden dolayı sersemlemiştin. Senin birleşim noktan da rasgele hareket ediyor, çünkü cinsel gücün dengesiz.”
Yetişkin erkeklerin cinsel yaşamı hakkında aptalca ve hiç yerinde olmayan bir konuşma yaptım.
“Cinsel gücümüz rüya görmemizi yönetir,” dedi. “Bana bunu nagual Elias öğretti, ben de sana öğretiyorum. Cinsel gücünü ya sevişmek için kullanırsın ya da rüya görmek için. Başka yolu yok. Bundan bahsettim, çünkü soyutu kavramak için birleşim noktanı ayarlamakta epey zorluk çekiyorsun.
“Bana da aynı şey olmuştu,” diye sürdürdü don Juan. “Ancak, cinsel gücüm kendini dünyadan kurtarınca yerli yerine oturtabildim her şeyi. Bu rüya görücülerin kuralıdır. İz sürücülerde ise tam tersidir. Sen de fark etmişsindir, benim velinimetim, hem sıradan bir insan olarak hem de nagual olarak çapkın bi adamdı.”
Don Juan velinimetinin marifetlerini anlatmak üzereydi ki düşüncesini birden değiştirdi. Kafasını sallayıp bu konularda hâlâ çok katı olduğumu söyledi. Ben de üstelemedim.
Nagual Elias’ın, rüya görücülerin kendileriyle yaptığı inanılmaz savaşlardan sonra elde ettikleri zindeliğe sahip olduğunu söyledi. Bu zindeliği, don Juan’ın sorularıyla baş edebilmek için kullanırmış.
“Nagual Elias, kendisinin de tini anlamakta güçlük çektiğini söylemişti,” diye sürdürdü. “Tini anlamanın iki yolu olduğuna karar vermiş. Biri tinin ne olduğunu dolaylı yollardan anlamak, biri de doğrudan anlamak.
“Senin sorunun ilki. Tinin ne olduğunu bi anlasan, ikinci sorun da kendi kendine çözülecek. Ya da tam tersi. Eğer tin seninle sessiz sözcüklerini kullanarak konuşacak olsa, tini hemen kavrayacaksın.”
Nagual Elias, zorluğun, bilginin onu açıklayacak sözler olmadan var olabileceğini anlamaya yanaşmamamızdan kaynaklandığına inanıyormuş.
“Ama bunun doğruluğunu kabul ediyorum ben,” dedim.
“Bunu kabul etmek, kabul ettiğini söylemek kadar kolay değil,” dedi don Juan. “Nagual Elias bana, insanlığın, bi zamanlar çok yakın olmasına rağmen soyuttan uzaklaştığını söylerdi. Bu, yaşamımızı sürdürmemizi sağlayan bi güç gibiydi herhalde o zamanlar. Sonra, bi şey olmuş ve bizi soyuttan uzaklaştırmış. Şimdi de ona geri dönemiyoruz. Bi çömezin, soyuta geri dönmesinin yıllar sürdüğünü söylerdi nagual Elias. Bu da dilin ve bilginin birbirlerinden ayrı olarak var olabileceğini anlamakla olabilirmiş ancak.”
Don Juan, soyuta dönmekte zorlanmamızın temel nedeninin, sözcükler, hatta düşünceler olmaksızın bilebileceğimizi anlamak istemememiz olduğunu yineledi.
Saçmaladığını söyleyecektim ki, değindiği noktanın benim için çok önemli olduğunu ve bir şeyleri atlıyor olabileceğimi hissettim güçlü bir biçimde. Bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu; ya benim anlayamadığım ya da bütünüyle anlatılamayacak bir şeyler.
“Bilgi ve dil ayrı şeylerdir,” diye yineledi yumuşak bir ses tonuyla.
“Bunu biliyorum,” diyecektim, sanki gerçekten biliyormuşum gibi, kendimi tuttum.
“Sana tin hakkında konuşmanın olanaklı olmadığını söylemiştim,” diye sürdürdü. “Çünkü tin, yalnızca deneyimlenebilir. Büyücüler bu durumu, tinin, kişinin görüp hissedebileceği bir şey olmadığını söyleyerek açıklamaya çalışırlar. Ama o, her an tepemizde bir gölge gibi dolaşıyordur. Kimi zaman bazılarımızı ziyaret eder. Geneldeyse pek belli etmez kendini.”
Sessizliğimi sürdürdüm. O da açıklamayı sürdürdü. Tinin pek çok yönden vahşi bir hayvana benzediğini söyledi. Bir şeyler onu harekete geçmesi için ayartana dek, bizden uzak dururmuş. Ancak o zamanlar belirirmiş tin.
Tinin, bir varlık, bir canlı ya da bir ruh olmadığına göre, nasıl olup da ayartıldığını sordum.
“Senin sorunun,” dedi. “Soyutu değerlendirirken sadece kendi görüşünü göz önünde bulundurman. Örneğin, bi insanın içsel özü ya da prensipleri soyut şeyler sence. Ya da daha belirsiz şeyler; karakter, irade, cesaret, soyluluk, onur gibi şeyler. Tin bütün bunlarla açıklanabilir. Ama asıl şaşırtıcı olan, onun bu saydıklarımın hepsi olması ve hiçbiri olmamasıdır.”
Benim soyutu, ya uygulanabilir olanların karşıtı ya da belirgin bir yapıya sahip olmadığını düşündüğüm şeyler olarak ele aldığımı da ekledi.
“Oysa bi büyücü için soyut, insanların değerlendirmeleriyle alakası olmayan bi şeydir,” dedi.
“Ama bunlar aynı şeyler,” diye bağırdım. “İkimizin de aynı şeyden bahsettiğini görmüyor musun?”
“Hayır! Aynı şeyler değil!” diye diretti. “Bi büyücü için tin soyuttur, çünkü onu sözcükler hatta düşünceler olmadan bile bilir. Tin soyuttur, çünkü tini tanımlayamaz. Yine de, onu anlama konusunda hiçbi şansı ya da isteği olmadığı halde, tini elinde bulundurur. Onu tanır, onu çağırır, onu kandırır, ona alışır ve onu davranışlarına yansıtır.”
Ümitsizlik içinde kafamı iki yöne doğru salladım. Farkı göremiyordum.
“Senin yanlış anlamanın temel nedeni, tini açıklarken ‘soyut’ sözcüğünü kullanmış olmam,” dedi. “Senin için soyut, sezgisel durumları açıklayan bi sözcük. Örneğin ‘tin’ sözcüğünün, mantıklı ya da fiili bi açıklaması yok. Bu yüzden de, senin için düş gücünü eğlendiren bi şey olmasının dışında bi anlamı yok.”
Don Juan’a öfkelenmiştim. Ona inatçı olduğunu söyledim. Bana güldü. Bilginin dilden bağımsız olduğunu anlamak istiyorsam eğer, kendimi pek zorlamamalıymışım, belki o zaman görebilirmişim ışığı.
“Bi de şöyle düşün,” dedi. “Benimle tanışmak değil senin için önemli olan. Ben seninle tanıştığım gün, sen soyutla tanışmış oldun. Ama onun hakkında hiç konuşulmadığından, sen farkına varamadın bunun. Büyücüler, soyutla, hakkında düşünmeden, görmeden, dokunmadan, ya da varlığını hissetmeden tanışırlar.”
Susuyordum, çünkü onunla tartışmaktan hoşlanmıyordum. Bazen, bilerek anlaşılmaz laflar ettiğini düşünüyordum. Ama don Juan’ın keyfine diyecek yoktu.

Cvp: 2 - Tinin Dokunuşu

NAGUAL JULIAN’IN SON AYARTMASI
Don Juan’ın evinin iç avlusu, bir manastır sükûnetindeydi. Tüm sesleri yalıtan, ısıyı ayarlayan, sık aralıklarla dikilmiş büyük meyve ağaçları vardı. Evine ilk gelişimde, ağaçların gelişigüzel dikilmesini eleştirip durmuştum. Ben olsaydım, onlara daha çok yer verirdim. Don Juan, ağaçların onun malı olmadığını söylemişti. Onlar, onun savaşçı topluluğuna katılan, özgür ve bağımsız ağaçlarmış, ve benim yorumlarım— sıradan ağaçlar için geçerli olabilirmiş ama—bu ağaçlar için geçerli değilmiş.
Yanıtı bana çok simgesel gelmişti. O zamanlar, don Juan’ın her şeyi son derece birebir biçimde anlattığını bilmiyordum.
Don Juan ve ben, yüzümüzü meyve ağaçlarına dönmüş, bambu koltuklarda oturuyorduk. Ağaçların hepsi meyve vermişti. Görüntünün sadece çok güzel değil, aynı zamanda oldukça şaşırtıcı olduğunu söyledim, çünkü meyve mevsimi değildi.
Hak vererek, “Bunun bi öyküsü var,” dedi. “Bildiğin gibi bu ağaçlar benim topluluğumun savaşçıları. Şimdi meyve veriyorlar, çünkü topluluğumun üyeleri, burada, onların önünde, son yolculukları hakkında konuşmuş, neler hissettiklerini söylemişlerdi. O yüzden ağaçlar son yolculuğumuza çıktığımızda bize eşlik edeceklerini biliyorlar.”
Şaşkınlıkla baktım ona.
“Onları bırakıp gidemem, onlar da savaşçı. Onlar da nagual’ın topluluğunun kaderini paylaştılar. Ve onlar hakkında ne hissettiğimi de biliyorlar. Ağaçların birleşim noktası, devasa parlak kabuklarının çok alçak bi yerinde bulunur, bu da duygularımızı anlamalarını sağlar. Şu anda bizim son yolculuğumuz konusunda ikimizin hissettiklerimizi anlamaları gibi.”
Bu konuda konuşmak istemediğim için sustum. Don Juan’ın konuşmayı sürdürmesi beni kendime getirdi.
“Büyücülük öykülerinin ikinci soyut özü ‘tinin çarpması’ olarak bilinir,” dedi. “Birinci öz olan ‘tinin belirmesi’, niyetin inşa edip büyücünün önüne yerleştirdiği, ve onu içine çağırdığı görkemli yapıdır. Bu, niyetin görücü tarafından görülen görkemli yapısıdır. Tinin çarpması ise, içeri çağrılan—dahası zorla içeri alınan—yeni büyücünün gördüğü, aynı görkemli yapıdır.
“Bu ikinci soyut öz, kendi içinde bi öyküdür. Öykü, tinin daha önce sözünü ettiğimiz adama belirip, hiçbi yanıt alamamasından sonra, ona bi tuzak kurmasını anlatır. Bu, son hiledir, ama adam özel bi adam olduğu için değil, tinin algılanamayan olaylar zinciri tin kapıyı çaldığı an karşısına bu adamı çıkardığı için.
“Tin ne şekilde belirirse belirsin, adam tınmamaktadır. Hatta, tinin belirtileri adamın doğru bildiği her şeyin tersi, varlığının değillemesi olur. Tinle alakası olmayan adam, tabii ki, tini anında reddeder. Böyle gülünç saçmalıklara kanacak değildir ya. En iyisini kendisi biliyordur. Sonuçta, iş çıkmaza girer.
“Belki de bu aptalca bi öyküdür,” diye sürdürdü. “Belki de, sana anlattıklarım, soyutun sessizliğinden ürken insanları avutmak içindir.”
Bir an bana bakıp gülümsedi.
“Sözcükleri seviyorsun,” dedi suçlarcasına. “Sessiz bilginin düşüncesi bile seni ürkütüyor. Ama öyküler, ne kadar aptalca olurlarsa olsunlar, seni rahatlatıyor, sana güven veriyor.”
Öyle muzip bir biçimde güldü ki, ben de kendimi tutamayıp güldüm.
Sonra, tinin onun kapısını ilk çalışını daha önce ayrıntısıyla dinlemiş olduğumu söyledi. Bir an neden söz ettiğini anlayamadım.
“Kurşun yarası yüzünden can çekişirken bana takılıp tökezleyen sadece velinimetim değildi,” diye açıkladı. “O gün tin de beni bulup kapımı çalmıştı. Velinimetimi, kendisinin de sonradan anlayacağı gibi, kendi akışı için bir kanal olarak kullanmıştı tin. İşin içinde tin olmasa velinimetimle tanışmamın hiçbi anlamı olmazdı.”
Tin, nagual’ı, kullanmak istediği zamanlarda— hissettirmeden ya da doğrudan emrederek—bir kanal olarak kullanabilirmiş. Bir nagual, çömezlerini kendi iradesiyle ya da yöntemleriyle seçemezmiş. Tin, ne istediğini bildirir, nagual da bu isteği karşılamak için elinden geleni yaparmış.
“Bi ömür boyu süren alıştırmalardan sonra,” diye sürdürdü, “büyücüler, özellikle naguallar, tinin kendilerini önlerinde çalım satarak duran görkemli yapıya çağırıp çağırmadığını bilirler. Onlar, niyet ile olan bağlarını denetlemeyi bilirler. Böylece her zaman önceden uyarılır, tinin kendileri için neler hazırladıklarını bilirler.”
Don Juan, büyücülerin patikasında ilerlemenin bağlantı hattının düzenlenmesi amacını taşıyan zor bir iş olduğunu söyledi. Sıradan insanın niyet ile bağlantı hattı, işgörmez halde olurmuş ve büyücüler işe yararsız bir hatla başlarmış. Hat, onların çağrılarına karşılık vermezmiş.
Hattı canlandırabilmek için büyücülerin sarsılmaz kararlılıkta olup, zihnin sarsılmaz niyet denilen özel bir durumuna gelmeleri gerekiyormuş. Büyücü çömezliğinin en zor yönü, sarsılmaz niyete ulaşabilecek tek varlığın nagual olduğunu kabul etmekmiş.
Bu zorluğu pek anlayamadığımı belirttim.
“Çömez, tin ile bağlantı hattını canlandırmaya ve temizlemeye çalışan kişidir,” diye açıkladı don Juan. “Bi kere canlandırdı mı hattı, artık çömezliği aşmış demektir. Ama o noktaya gelebilmesi için sarsılmaz bir kararlılık gerekir ki bu da onda yoktur. Bireysellikten sıyrılması ve kararlı bir insan olabilmesi için kendini nagual’a bırakmalıdır. İşin en zor gelen kısmı da budur.”
Ardından bana sık sık söylediği bir şeyi hatırlattı: gönüllülerin büyücülerin dünyasına kabul edilmediklerini, çünkü onların kendi amaçları olduğunu ve bunun da onları bireyselliklerinden sıyrılmalarını epey güçleştirdiğini. Büyücüler dünyasının gönüllülerin amaçlarına ters düşen istekleri olurmuş bu kişilerden, ama onlar pek kolay değiştirmezlermiş kendilerini.
“Çömezin hattını canlandırmak bi nagual’ın en zor ve en ustalık gerektiren işidir,” diye sürdürdü. “Ve de en berbat baş ağrısı. Çömezin kişiliğine bağlı olarak, tinin tasarımları ya çok basit ya da karmakarışık bi labirent gibi olabilir.”

Cvp: 2 - Tinin Dokunuşu

Ardından, zaman zaman kıllık yapmama rağmen, kendisinin nagual Julian’ı bunalttığı kadar onu bunaltmadığımı belirtti. Kendisinde olmayan, az da olsa işe yarayan bi öz-disiplinim varmış benim. Bu öz-disiplin, kendi velinimetinde kendisininkinden de azmış.
“Tinin belirmeleri arasındaki fark sezinlenebilir,” diye sürdürdü. “Bazı durumlarda, örneğin benimkinde, açıkça ortaya konan komutlar biçiminde olur. Ben vurulmuştum. Göğüs kafesimden oluk oluk kan boşalıyordu. Velinimetim, tıpkı kendi velinimetinin ona yaptığı gibi, seri ve kararlı hareket etmek zorundaydı. Büyücüler bilirler ki, komut ne kadar zorsa, çömez de o denli zorlayıcıdır.”
Don Juan iki nagual ile birlikte olmanın en yararlı yönlerinden birinin, aynı öyküyü iki farklı açıdan dinleyebilmek olduğunu söyledi. Örneğin, nagual Elias ve tinin belirmesi hakkındaki öykü, çömezine göre tinin velinimetinin kapısını zar zor çalabilmesini anlatıyordu.
“Velinimetimle ilgili her şey çok zordu zaten,” dedi ve gülmeye başladı don Juan. “Yirmi dört yaşına geldiğinde tin onun kapısını çalmakla kalmamış, alaşağı etmiş bi de.”
Velinimetinin öyküsü, yıllar önce, velinimetinin yaşamını Mexico City’deki varlıklı bir ailenin yakışıklı oğlu olarak sürdürdüğü zamanlarda başlamış. Varlıklı, eğitimli, tatlı dilli ve çekici bir adammış. Kadınlar ona ilk görüşte âşık oluyorlarmış. Ama o kadar zevk düşkünü ve disiplinsizmiş ki, canının çekmediği hiçbir şeye dönüp bakmazmış bile.
Don Juan, öyle bir karakter ve yetiştirilme tarzıyla—varlıklı bir dul kadının tek oğluymuş ve ona tapan dört kız kardeşi, onun üzerine titriyormuş— akla gelen her uygunsuz işe bulaşmasının çok normal olduğunu düşünüyordu. Kendisi kadar zevk düşkünü olan arkadaşları bile, onu ahlaksız, günahkâr birisi olarak görüyormuş.
Bir zaman sonra, taşkınlıkları onu bedensel olarak güçsüzleştirmiş ve zamanın korkunç hastalığı olan vereme yakalanarak yataklara düşmüş. Ama hastalığı onu engelleyeceğine, kendisini o ana dek olduğundan daha şehvetli hissetmesine yol açmış. Kişisel denetimin zerresine sahip olmadığı için kendini tamamen uçarılığa vermiş ve hastalığı ümitsiz bir hal almış.
‘Tüm aksilikler üst üste gelir,’ sözü, don Juan’ın velinimeti için kesinlikle geçerliymiş. Bir yandan sağlığı giderek bozulurken, onun tek destekçisi olan ve ona sahip çıkan annesi de ölmüş. Annesi ona, yaşamını sürdürmeye yetecek kadar, hatırı sayılır bir miras bırakmış. Ama disiplinsizliği yüzünden miras birkaç ayda suyunu çekmiş. Yaşamını sürdürebileceği bir mesleği ya da ticarete eğilimi olmadığı için, yaşayabilmek için beleşçilik yapmak zorunda kalmış.
Parası kalmayınca, arkadaşı da kalmamış, hatta bir zamanlar peşinde koşan kadınlar bile ona sırt çevirmişler. Yaşamı boyunca ilk kez acımasız gerçeklerle yüz yüze gelmiş. Sağlık durumu da göz önüne alınınca, pek uzun yaşamayacağı görülüyormuş. Ama o kendini toparlamış ve çalışmaya karar vermiş.
Cinsel alışkanlıklarıysa değişmemiş, hatta bu alışkanlığı, rahat edebileceği yerde bir iş bulmasına yol açmış: tiyatro. Hem doğuştan bir oyuncu oluşu, hem de gençliğini, çoğu kadın oyuncularla birlikte geçirmiş olması sayesinde bu işi becermiş. Arkadaş çevresinden ve tanıdıklarından çok uzakta, kent kent gezen bir tiyatro topluluğuna katılmış, dini ve ahlaki oyunlardaki veremli kahraman rolleriyle, başarılı bir oyuncu olmuş.
Don Juan, kaderin, velinimetinin yaşamını belirleyen garip cilvesine değindi. Tam bir serseri olan, rezil yaşamı yüzünden ölümle burun buruna gelen velinimeti, oyunlarda, bir aziz ya da gizemciyi canlandırmış. Hatta, Kutsal Hafta boyunca ‘İhtiras’ adlı oyunda İsa rolünde bile oynamış.
Sağlığı, kuzey eyaletlerine yaptığı bir turne sırasında iflas etmiş. Böylece Durango kentinde iki şey olmuş; yaşamı sona ermiş ve tin kapısını çalmış.
Tinin vuruşuyla, ölümün vuruşu aynı ana denk gelmiş— gün ortasında, çalıların arasında. Ölümü onu genç bir kızı ayartırken yakalamış. Zaten inanılmaz derecede güçsüzmüş, o gün de kendisini fazla zorlamış. Oynak, güçlü ve ateşli olan genç kadın onu kandırıp sevişmek için kuytu bir yere götürmüş. Ama orada, sevişeceklerine saatlerce kavga etmişler. Sonunda kadın durulduğunda, o iyice bitap ve öksürmekten nefes alamaz bir haldeymiş.
Ardı arkası kesilmeyen öksürüklerin sonunda, omuzunda dayanılmaz bir ağrı hissetmiş. Göğüs kafesi yırtılıyormuş sanki, ve gelen öksürük nöbetinin ardından kusmasına engel olamamış. Zevk düşkünlüğü, başlayan kanamaya rağmen ölümünün gelmesine dek sürmüş. O zaman, tin işe karışmış ve gelen bir Kızılderili yoluyla görünerek yardım etmiş. Adam, Kızılderiliyi daha önce de görmüş ama kadınla fingirdeşmeye daldığı için pek üzerinde durmamış.
Kızı sanki rüyadaymışçasına görmüş. Kızda korku ya da şaşkınlık belirtisi yokmuş. Seri ve işbilir bir biçimde giysilerini giymiş ve av köpeğinin kovaladığı bir tavşan hızıyla oradan uzaklaşmış.
Ardından Kızılderilinin yanına koştuğunu, onu oturtmaya çalıştığını görmüş. Aptalca şeyler söylüyormuş Kızılderili. Tine yeminler ediyor, yabancı bir dilde anlaşılmaz sözler mırıldanıyormuş. Sonra da arkasına geçip, olanca gücüyle sırtına bi şaplak indirmiş.
Adam, Kızılderilinin ya pıhtılaşmış kanı boğazından çıkarmaya çalıştığı, ya da kendisini öldürmeye çalıştığı sonucunu çıkarmış bu davranıştan.
Kızılderili durmaksızın sırtına vurmayı sürdürünce de, adam, Kızılderilinin ya kadının sevgilisi ya da kocası olduğuna kanaat getirmiş. Ama Kızılderilinin çakmak çakmak gözlerini görünce düşüncesi değişmiş. Bu sefer Kızılderilinin kadınla bir ilişkisinin olmadığını, deli olduğunu düşünmüş. Kalan gücünü ve bilincini Kızılderilinin mırıldandıklarını anlamaya odaklamış. Kızılderili, insanın ölçülemez bir gücü olduğunu ve ölümün biz doğduğumuz andan itibaren onu niyet ettiğimiz için var olduğunu, böylelikle ölüm niyetini birleşim noktasının konumunu değiştirerek engelleyebileceğimizi söylüyormuş.
Bunun üzerine Kızılderilinin zırdeli olduğundan emin olmuş. Çok dramatik bir durumdaymış— saçma sapan sözler mırıldanan deli bir Kızılderilinin ellerinde ölüyormuş—yolun sonuna gelmiş bir oyuncu olarak, ölürse eğer, bunun kanamadan ya da aldığı darbelerden değil, gülmekten olmasına kendi kendine söz vermiş.
Don Juan, velinimetinin Kızılderiliyi ciddiye almamasının çok doğal olduğunu belirtti. Kimse böyle bir şeyi ciddiye almazmış. Hele hele büyücülüğe gönlü olmayan müstakbel bir çömez adayı hiç almazmış.
Don Juan büyücülük görevinin birçok parçasını bana ilettiğini söyledi. Tinin bakış açısından bu görevi, tinle olan bağlantı hattını temizlemekten ibaret olduğunu söylemenin de haddini bilmezlik olarak değerlendirilmeyeceğini de ekledi. Niyetin bizi etkilemek için önümüze çıkardığı görkemli yapı, sessiz bilgi temizlenmesinin yapılmasına olanak tanıyan, içinde pek de çok olmayan kurallar bulacağımız bir temizlenme evidir. Sessiz bilgi olmaksınızın hiçbir şey yapılamaz ve sahip olduğumuz tek duygu kimseye gereksinme duymamaktır.
Sessiz bilginin bir sonucu olarak, akışına bırakılan olaylar hem çok basit hem de soyut oldukları için, büyücüler bunlardan simgesel deyimler halinde söz etmeye karar vermişler uzun zaman önce. Tinin vuruşu ve belirmesi buna örnekmiş.
Don Juan’ın söylediğine göre, büyücülerin bakış açısından, nagual ve aday çömezin ilk buluşması sırasında yaşananlar, kesinlikle açıklanamaz bir özellikteymiş. Bizim, nagual’ın bir ömürlük deneyimlerinin erdemiyle yoğunlaştığı bir şeyi açıklamaya çalışmamız aptallık olurmuş sadece: bu ikinci dikkatin—büyücülük eğitimi yoluyla artırılan farkındalığın—soyutla olan görünmez bağlantısı ile ilgiliymiş. O bunu bir başkasının açıklanamaz soyutla olan görünmez bağını belirtmek için yapıyordu.
Her birimizin, kendimize özel yollarla oluşturduğumuz doğal engeller yüzünden sessiz bilgiden uzaklaştırılmış olduğumuzu belirtti. Benim aşılmaz engelim de kayıtsızlığımı bağımsızlık olarak algılamayı sürdürmemmiş ona göre.
Karşı çıkarak daha somut bir örnek vermesini istedim. Bana, somut örneklerle beslenmemiş bir eleştirinin gereksiz tartışmalar doğuracağını söylediğini hatırlattım.
Baktı ve mutlulukla gülümsedi.
“Eskiden sana erk bitkileri verirdim,” dedi. “Önceleri deneyimlediğin şeylerin sanrılar olduğuna kendini inandırabilmek için uç noktalara gidiyordun. Sonra onların özel sanrılar olmasını istedin. Onlara ısrarla ‘öğretici sanrılandıcı deneyimler’ demen pek komiğime giderdi.”
Benim hayali özgürlüğümü kanıtlama gereksinimimin, o olanları anlattığında, sessiz bilgi yoluyla bilmeme rağmen, kendimi, söylediklerini kabul edemeyeceğim bir noktaya kadar zorlamama neden olduğunu belirtti. Erk bitkilerini benim birleşim noktamı olağan yerinden uzaklaştırarak ileri bilinçlilik durumuna sokmak için kullandığını biliyormuşum.
“Sen, sana ait özgürlük engelini bu tıkanmayı aşmak için kullandın,” diye devam etti. “Aynı engel bugüne kadar hep iş başındaymış, bu yüzden hâlâ o tanımlanamaz ve dile getirmediğin keder duygusunu yaşıyorsun. Şimdi sorum şu: çıkarımlarını nasıl düzenliyorsun da geçerli deneyimlerini kayıtsızlık dizgesine uydurabiliyorsun?”
Bağımsızlığımı sürdürebilmemin tek yolunun deneyimlediklerim üzerine düşünmemek olduğunu itiraf ettim.
Don Juan gülmekten neredeyse oturduğu hasır koltuktan düşecekti. Soluklanmak için ayağa kalkıp biraz dolandı. Sakinleşince yeniden oturdu. Koltuğunu geriye çekip ayak ayak üstüne attı.
“Biz, sıradan insanlar olarak, yazgıya karşı kayıtsız dalgınlığımızı bize veren şeyin— niyet ile olan bağlantı hattımızın—oldukça gerçek ve işlevsel olduğunu bilmiyoruz, belki de hiç bilemeyeceğiz,” dedi. “Gündelik işlerin geçici huzuru bizleri uyuşturur, bu yüzden hareketli yaşamlarımız boyunca bu dalgınlık düzeyinin ötesine geçme olanağı bulamayız,” diye sürdürdü. Yaşamımız sona ermek üzereyken yazgı ile kalıtımsal dalgınlığımız değişik bir yapı kazanır. Günlük işlerimizin sis perdesi arkasından görmemizi sağlamaya başlar. Ne yazık ki bu uyanış her zaman dalgınlığımızı işlevselliğe ve olumlu bir buluşa dönüştürecek gücümüz kalmadığında, yaşlanmadan doğan güç kaybı ile beraber gelir. Bu noktada elimizde kalan, şekilsiz acı bir kederdir, açıklanamayan bir şeye duyulan özlem ve bunu kaçırmış olmanın basit öfkesi.
“Pek çok nedenden dolayı şiirleri severim,” dedi. “Bi nedeni, savaşçıların ruh halini yakalayabilmeleri ve güçlükle açıklanabilecek şeyleri açıklamalarıdır.”
Şairlerin, yoğun bir şekilde tinle bağlantı hattımızın farkında olduklarını, ama bunun büyücülerin işlevsel ve tasarlanmış yöntemleri yoluyla değil, sezgi yoluyla gerçekleştiğini vurguladı.
“Şairlerin tin hakkında doğrudan bi bilgileri yoktur,” diye sürdürdü. “Bu nedenle şiirleri tinin gerçek hareketlerini hedeften vuramaz. Ama epey yaklaşırlar.”
Yanındaki sandalyeden benim şiir kitaplarımdan birini aldı. Juan Ramón Jiménez’in toplu şiirleriydi. İşaretlediği bir sayfayı açtı, bana verdi ve okumamı istedi.

Gecede yürüyen
ben miyim odamda yoksa dilenci mi gizli gizli gezinen bahçemde akşamın karanlığında?
Etrafıma bakındım
ve anladım ki her şey
eskisi gibi ya da değil eskiden olduğu gibi... Pencerem açık mıydı?
Çoktan uykuya dalmamış mıydım?
Bahçe solgun yeşil değil miydi?... Gökyüzü açık ve mavi...
Ve orada bulutlar var
ve hava rüzgârlı
ve bahçe, karanlık ve sıkıntılı. Saçlarım siyahtı sanırım...
Gri giyinmiştim...
Ve şimdi saçım gri
ve siyah giyinmişim...
Bu benim yürüyüşüm mü?
Bu ses, içimde şimdi çınlayan, eski sesimin ritminde mi? Kendim miyim yoksa dilenci mi gizli gizli gezinen bahçemde akşamın karanlığında?
Etrafa bakındım...
Bulutlar var ve hava rüzgârlı... Bahçe, karanlık ve sıkıntılı...
Gelirim ve giderim... Gerçek değil mi çoktan uykuya dalmış olduğum?
Saçım gri... Ve her şey
eskisi gibi ya da değil eskiden olduğu gibi...

Şiiri yeniden okudum, ve şairin güçsüzlüğünü ile şaşkınlığını yakaladım. Don Juan’a kendisinin de böyle hissedip hissetmediğini sordum.
“Sanırım şair yaşlanmanın baskısını ve bunun neden olduğu endişeyi duyumsuyor,” dedi. “Ama bu işin sadece bir yönü. Beni ilgilendiren diğer yönü; şair birleşim noktasını hiç hareket ettirmemesine rağmen, sıradışı bir şeyin şansa bağlı olduğunu seziyor. Büyük bir güvenle, basitliğinden dolayı korkunç ve adlandırılmamış, yazgımızı belirleyen bir etkenin var olduğunu seziyor.”

Cvp: 2 - Tinin Dokunuşu

.