1

Konu: 4. Erk Öyküleri'nden Alıntılar

**Savaşçının özgüveni, sıradan insanın özgüvenine benzemez. Sıradan insan, kendisini izleyenlerin gözlerinde kesinlik arar, ve buna özgüven der. Savaşçı ise kendi gözlerinde kusursuzluğu arar ve buna alçakgönüllülük der. Sıradan insan yoldaşlarına bağımlıdır, savaşçı ise yalnızca sonsuzluğa.

**Savaşçı, yıllar öncesinde deneyip de üstesinden gelemediği bir sürü edimi gün gelir başarır. Değişmiş olan o edimler değil, kendisi hakkındaki düşüncesidir.

**Bir savaşçının izleyebileceği tek yol, tutarlı ve ikirciksiz edimlerde bulunmaktan geçer. Belli bir zaman gelir, ve o, savaşçının yoluna ilişkin bilgisi böyle davranmasına yeterli olsa bile, bazen eski alışkanlıklar ve yöntemler onun yolunu kesebilir.

**Savaşçı bir şeyin üstesinden gelecekse başarı yavaşça ve büyük bir çaba harcanarak gelmelidir—ama herhangi bir strese ya da takmağa hacet kalmaksızın.

**Gündelik dünyada insanların yere basmalarını sağlayan şey, içsel söyleşidir. Kendi kendimize dünya şöyledir ya da böyledir diye konuştuğumuz için, sadece bu yüzden, dünya şöyle ya da böyle olur. Şamanların dünyasına giden geçit, savaşçı içsel söyleşiyi durdurmayı öğrendikten sonra açılır.

**Dünya görüşümüzün değiştirilmesi, şamanizmin dönüm noktasıdır. Bunu başarmanın tek yolu da içsel söyleşiyi durdurmaktır.

**Bir savaşçı içsel söyleşiyi durdurmayı öğrendiği an, her şey mümkündür artık; en inanılmaz tasarılar bile erişilebilir hale gelir.

**Bir savaşçı, payına düşen ne olursa olsun, onu alır ve mutlak bir alçakgönüllülükle kabul eder. Olduğu şeyi alçakgönüllülükle kabul eder—hayıflanarak değil de, yaşamsal bir onurlulukla.

**Bir savaşçının alçakgönüllülüğü, bir dilencininkine benzemez. Savaşçı başını kimseye eğmez, ama kimsenin kendisine baş eğmesine de izin vermez. Öte yandan bir dilenci, kendinden üstün saydığı birinin önünde hemen diz çöküp yerleri kazımaya başlar, ancak kendinden aşağı birisinin de kendisi için yerleri kazımasını talep eder.

**Teselli, sığınak, korku; bunların tümü, insanların değerlerini hiç sorgulamadan kabullenmeyi öğrendiği ruhsal durumları yaratan sözcükler.

**Yoldaşlarımız, kara büyücülerdir. Onlarla birlikte olan bir kimse de anında kara büyücü olur. Düşün bir: yoldaşlarının senin için çizmiş olduğu yoldan ayrılabiliyor musun? Onlarla kaldığında da, düşüncelerini ve eylemlerini sonsuza dek onların koşullarına göre ayarlamak durumundasın. Kölelik, bu. Öte yandan bir savaşçı, bütün bunlardan bağımsızdır. Özgürlük pahalıdır, ama bedelini ödemek imkânsız değildir. O halde seni tutsak edenlerden, efendilerinden kork. Zamanını ve erkini, özgürlükten korkarak heba etme.

**Sözcüklerin kusuru, kendimizi her zaman aydınlanmış hissetmemizi sağlamalarındadır, oysa dönüp dünyayla yüzleşmeye kalkıştığımızda bizi daima ortada bırakırlar, ve her zaman olduğu gibi, dünyayla aydınlanmadan yoksun olarak yüzleşmek zorunda kalırız. Bu yüzden, bir savaşçı konuşmak yerine edimde bulunmayı yeğler, ve bu bağlamda yeni bir dünya tanımlamasını benimser—konuşmanın önemini yitirdiği ve yeni edimlerin yeni düşüncelere ulaştırdığı bir yeni tanımlamayı.

**Savaşçı kendini zaten ölü saydığı için, onun için yitirilecek bir şey yoktur. En kötüsü başına gelmiştir onun, bu yüzden duru ve dingindir; onu edimlerine ve sözlerine göre yargılayanlar, onun her şeye tanıklık etmiş olduğunu hemen anlarlar.

**Pek acayip bir iştir bilgi denen şey, özellikle de bir savaşçı için. Bilgi, bir savaşçı için, hemen geliveren, onu içine çeken, ve geçip giden bir şeydir.

**Bilgi, savaşçıya havadan süzülerek gelen altın tozu zerreleri gibidir; hani pervanelerin kanatlarını kaplayan o toz gibi. Demek ki, savaşçı için bilgi, duş yapmaya—ya da onun üzerine yoğun altın tozu zerreciklerinin yağmasına benzer.

**İçsel söyleşi durduğunda dünya da durur, ve özümüzün olağandışı yanları sözcüklerimizin bunaltıcı gardiyanlığından kurtulmuşçasına yüzeye çıkıverir.

**Sırrına erişilmez bir dünya bu. Bizler de öyleyiz, bu dünyada yaşayan tüm varlıklar da öyle.

**Savaşçılar kafalarını duvarlara vurarak değil, duvarları aşarak kazanırlar zaferlerini. Savaşçılar duvarların üzerinden atlarlar; onları yıkmazlar.

**Bir savaşçının geliştirmesi gereken şey, yaşamı demek olan bu çılgın yolculuk için gereksindiği her şeyin kendisinde mevcut olduğu duygusudur. Savaşçı için geçerli olan, yaşamını sürdürmektir. Yaşam kendi başına yeterli, kendini-açıklayıcı ve eksiksizdir. Bu yüzden, deneyimler deneyiminin yaşamın sürdürülmesi olduğunu söylemek küstahlık sayılmaz

**Savaşçı olmayı dilemekle savaşçı olunmaz. Bu, daha ziyade, yaşamımızın son anına dek süren sonsuz bir savaşımdır. Hiç kimse bir savaşçı olarak doğmaz, tıpkı kimsenin sıradan bir insan olarak doğmadığı gibi. Biz kendimizi bunlardan birine ya da ötekine dönüştürürüz.

**Savaşçıyı, zorlu bir ölüm bekler. Ölümü onu almak için mücadele etmek zorundadır. Bir savaşçı kendisini ölüme pek öyle kolayca teslim etmez.

**İnsanoğulları nesne değildir; katılık yoktur onlarda. Yuvarlak, ışıltılı varlıklardır; sınırsızdırlar. Nesneler ve katılıklar dünyası, sadece onlara yardım için, yeryüzünden geçişlerini kolaylaştırmak için yaratılmış bir betimlemedir. Onların mantıkları, betimlemenin salt betimleme olduğunu unutturur onlara; ve nasıl olduğunu anlayamadan, özlerinin bütünselliğini, ömürleri boyunca, içinden çok ender çıkabildikleri bir kısırdöngüye kaptırıverirler.

**İnsanlar algılayıcılardır, ama onların algıladığı dünya bir yanılsamadır: doğduğu andan başlayarak ona anlatılan betimlemeden yaratılmış bir yanılsama. Yani aslında, insanoğlunun aklının sürdürmek istediği dünya, bir betimlemenin desteklediği, ve kendi aklının kabullenmeyi ve savunmayı öğrendiği— dogmatik, dokunulamaz kuralların yarattığı bir dünyadır.

**Işıldayan varlıkların görünmeyen üstünlüğü, hiç kullanılmayan bir şeye, niyete sahip olmalarından gelir. Şamanların fendi, sıradan insanın fendiyle aynıdır. Her ikisinin de bir dünya betimlemesi vardır. Sıradan insan onu aklıyla destekler; şaman ise niyetiyle. Her iki betimlemenin de kuralları vardır; ama şamanın üstünlüğü, niyetin daha çok şeyi içermesindedir.

**Bilgi yolunda ilerlemeye ancak bir savaşçı katlanabilir. Bir savaşçı yakınamaz ya da hiçbir şeyden pişmanlık duyamaz. Onun yaşamı sonsuz bir meydan okumadır—meydan okumaların ise iyi ya da kötü olabilmeleri imkânsızdır. Meydan okumalar, meydan okumalardır yalnızca.

**Sıradan bir insanla bir savaşçı arasındaki temel ayrım, bir savaşçının her şeyi bir meydan okuma diye almasına karşın, sıradan bir insanın her şeyi lütuf ya da lanet olarak görmesidir.

**Savaşçı, inanmadan inanır; onun kozu budur. Ama bir savaşçı sadece inandığını söyleyip de işi akışına bırakamaz, kuşkusuz. Bu fazla kolay olurdu. Hiç çaba harcamaksızın, yalnızca inanıyor olması, onu durumunu irdelemekten kurtarmış olurdu. İnanmak durumunda kaldığında, bir savaşçı, bunu bir seçimi olarak yapar. Bir savaşçı inanmaz; bir savaşçı inanmaya mecburdur.

**Ölüm, inanmak zorunda olmanın vazgeçilmez bir parçasıdır. Ölümün farkındalığı olmadan, her şey sıradanlaşır, önemsizleşir. Bir savaşçı, ölümü onun izini sürdüğünden dolayıdır ki, dünyanın, derinliklerine ulaşılamayan bir bilinmeyen olduğuna inanmak zorundadır. Bu şekilde inanmak zorunda olması, savaşçının en içten tercihinin ifadesidir.

**Erk, savaşçıya bir santimetre küplük bir fırsat sunar, daima. Savaşçının sanatı, o fırsatı yakalayabilmek amacıyla artsız arasız seyyal olmaktır.

**Sıradan insan, her şeyin farkında, salt bunun gerektiğini düşündüğü zaman, olur; oysa, bir savaşçının konumu her an her şeyin farkında olmayı gerektirir.

**Özümüzün bütünselliği son derece akıl almaz bir iştir. Yaşamımızdaki en karmaşık işlerin üstesinden gelebilmek için onun yalnızca çok küçük bir parçası bize yeter. Oysa, öldüğümüzde, özümüzün bütünselliğiyle ölürüz.

**Savaşçının temel kurallarından biri, kararlarını, olası sonuçlarının, bırakın erkini yitirmesine neden olmayı, kendisini şaşırtamayacak biçimde dikkatle almasıdır.

**Bir savaşçı eyleme geçme kararını verince, ölmeye hazır durumda olmalıdır. Eğer ölmeye hazır olursa, o takdirde tuzaklar, gafil avlanmalar, gereksiz edimler olmaz. O hiçbir şey beklemediği için, her şey yavaşça yerli yerine oturur.

**Bir öğretmen olarak savaşçı, her şeyden önce, inanmaksızın, ödül beklemeksizin—yani, sırf yapmış olmak için—-edimde bulunmanın olasılığını öğretmelidir. Onun bir öğretmen olarak başarısı, bu belli konuda öğrencilerine ne denli iyi ve uyumlu bir kılavuzluk ettiğine bağlıdır.

**Bir öğretmen olarak savaşçı, öğrencisinin kişisel tarihini silmesine yardımcı olmak amacıyla üç teknik öğretir: kendini önemsemeyi bırakma, edimleri için sorumluluk alma, ve ölümü bir danışman olarak kullanma. Bu üç tekniğin yararlı etkileri olmaksızın kişisel tarihin silinmesine çalışmak, insanın hilekâr, kaçamaklı, kişiliği ve eylemleri hakkında gereksizcesine kararsız biri olmasına yol açar.

**Kendine-acımaktan tümüyle kurtulmanın bir yolu yoktur; onun yaşamımızda belirli bir yeri ve niteliği, kendini hemen belli eden bir görüntüsü vardır. Bu yüzden, bir fırsat çıkar çıkmaz kendine-acıma görüntüsü harekete geçer. Bunun bir geçmişi vardır. Ama kişi o görüntüyü değiştirirse, onun önem sırasını da değiştirmiş olur.

**Görüntüleri değiştirmek için, onu oluşturan öğelerin yerlerini değiştirmek gerekir. Kendine-acıma onu kullananın işine gelir, zira insanın kendini önemli hissetmesini, daha iyi koşullara ve davranışlara layık olduğunu düşünmesine yarar, ya da kendine-acımayı doğuran koşullara yol açan edimlerinin sorumluluğunu üstlenme eğiliminde olmaz.

**Kendine-acıma görüntüsünü değiştirmek, kişinin geçmişteki bu önemli bir öğeye ikincil bir yer vermesi anlamına gelir, sadece. Kendine-acıma hâlâ önemli bir niteliktir, ancak şimdi konumu daha geri plandadır; tıpkı kişinin bir savaşçı olduğu ana dek hiç kullanılmadan duran bütün o düşüncelerin—örneğin, hemen yanıbaşımızda dikilmiş duran ölüm, bir savaşçının alçakgönüllülüğü, ya da kendi edimlerinin sorumluluğunu yüklenme düşüncelerinin—bir zamanlar arka planda olması gibi.

**Bir savaşçı acısını kabullenir ama ona düşkünlük göstermez. Bilinmeyene giren savaşçının ruhu endişeyle değil, tam tersine sevinçle doludur; zira görkemli talihi önünde başı eğik, ruhunun kusursuzluğundan emin, ve hepsinden önemlisi, yeterliliğinin tümüyle farkındadır. Savaşçının sevinci, yazgısını kabul etmiş, ve geleceği gerçek anlamda değerlendirmiş olmasından kaynaklanır.

Cvp: 4. Erk Öyküleri'nden Alıntılar

Açımlama

Erk Öyküleri, benim nihai çöküşümün öyküsü. Bu kitapta anlatılan olaylar sırasında, derin bir coşkusal kargaşa içinde acı çekiyor, bir savaşçının buhranını yaşıyordum. Don Juan bu dünyayı terk etti, ve dört öğrencisini burada bıraktı. Don Juan bu öğrencilerinin hepsiyle görüşmüş, her birine bir görev vermişti. Bu görev, benim kaybım karşısında hiçbir anlam taşımayan, yalancı bir ilaç gibi geliyordu bana.

Don Juan’ı bir daha görememek, sözde görevlerle yatıştırılabilecek bir şey değildi. Daha önce ona yalvarmış, doğaldır ki, onunla gitmek istediğimi söylemiştim. O zaman aramızda şöyle bir konuşma geçti:

“Daha hazır değilsin,” dedi, don Juan. “Gerçekçi olalım.”

“Ama göz açıp kapayana dek kendimi hazır kılabilirim,” diye güvence verdim ona.

“Bundan kuşkum yok. Hazır olursun, ama benim için değil. Ben mükemmel yeterlilik beklerim. Kusursuz bi niyet, kusursuz bi disiplin beklerim. Bunlar sende yok henüz. Olacak, oraya doğru yol alıyorsun, ama henüz orda değilsin.”

“Beni alacak erkin var, don Juan. Her ne kadar ham ve kusurlu isem de.”

“Sanırım vardır o kadar erkim, ama bunu yapmam; çünkü bu senin için utanç verici bi kayıp olur. Her şeyini yitiriverirsin, sözüme inan. Üsteleme. Savaşçıların dünyasında ısrar yoktur.”

Bu beni durdurmaya yetmişti. Ama içten içe, onunla gitmeye, normal ve gerçek diye bildiğim her şeyin sınırlarından ötede bir maceraya atılmaya can atıyordum.

Bu dünyayı gerçekten terk etme anı geldiğinde, don Juan renkli, buğulu bir ışıltıya dönüştü. Evrende özgürce akan saf enerji haline gelmişti. Onu yitirmek öyle dayanılmaz bir duyguydu ki, o anda ölmek istedim. Don Juan’ın söylemiş olduğu her şeyi göz ardı edip, hiç duraksamadan, kendimi yamaçtan aşağı atmaya hazırlandım. Eğer bunu yaparsam, ölümümde beni yanına almak zorunda kalır, ve içimde ne kadar farkındalık kırıntısı kalmışsa kurtarır diye düşünüyordum.

Ama gerek normal bilişselliğimin önermeleri açısından, gerekse şamanların dünyasının bilişselliği açısından baktığımda açıklanması olanaksız nedenlerden ötürü, ölmedim. Gündelik yaşamın dünyasında yapayalnız kalmıştım; yoldaşlarımın üçü de dünyanın çeşitli yerlerine dağılmışlardı. Kendimi tanıyamıyordum, bu da yalnızlığımı her zamankinden daha yakıcı hale getiriyordu.

Kendimi don Juan’ın birtakım karanlık nedenlerden ötürü geride bıraktığı bir tahrikçi ajan, bir tür casus gibi görüyordum. Erk Öykülerinden derlenen alıntılar, dünyanın bilinmeyen yanını gösteriyor; ama şamanların dünyasının değil, gündelik yaşamın dünyasının— don Juan’a göre son derece giz dolu ve zengin olan—bilinmeyen yanını. Gündelik yaşamın bu dünyasına ait harikaları yakalayabilmemiz için tüm gereksindiğimiz yeterince yansız olmak. Ama yansızlıktan da fazla, yeterince sevmeye ve kendimizi bırakmaya ihtiyacımız var.

“Bi savaşçı bu dünyayı sevmeli,” diye uyarmıştı beni don Juan, “öylesine sıradan görünen bu dünyanın açılması ve harikalarını göstermesi için.”

Bunu söylediğinde, Sonora çölündeydik.

“Yüce bi duygu bu,” dedi, “bu harikulade çölde olmak, çok eskiden kaybolup gitmiş volkanların lavlarından oluşmuş dağ doruklarına benzeyen o çıkıntılı tepeleri seyretmek. O doğal cam denilen lav taşı külçelerinin bazıları öyle yüksek ısılarda yaratılmışlar ki, oluştukları anın izini hâlâ taşıyorlar üzerlerinde, insanı görkemli duyumsamalarla dolduran. Erk yüklü hepsi de. O delik deşik tepelerde amaçsızca dolaşırken radyo dalgalarını alan bi kuvars parçası bulmak olağanüstü bi şey. Bu harikulade tablo herkese açık değil ne yazık ki: bu dünyanın harikalarına, ya da başka bi dünyanın harikalarına ulaşmak için insanın bi savaşçı olması—dingin, kendine hakim, soğukkanlı, bilinmeyenin saldırılarına karşı deneyimli olması gerekli. Sen o kadar deneyimli değilsin henüz. Bu yüzden, sonsuzluğun içine dalmaktan söz edebilmen için önce bunları elde etmeye çalışmalısın, yapman gereken, bu.”

Yaşamımın otuz beş yılını bir savaşçının olgunluğunu elde etmek için çalışarak geçirdim. Bilinmeyenin saldırılarına karşı deneyim kazanmanın peşinde, her türlü tanımın ötesindeki yerlere gittim. Göze çarpmadan, habersizce gidip, aynı biçimde geri döndüm. Savaşçılar sessizlik içinde ve tek başlarına çalışırlar; gittikleri ya da geri döndüklerinde bunu öyle dikkat çekmeyecek şekilde yaparlar ki, kimse fark etmez. Savaşçının olgunluğuna bundan farklı bir yöntemde ulaşmaya çalışmak, gösteriş yapmaktır; onun için kabul edilemez.

Erk Öyküleri'nden alıntılar, eski çağlarda Meksika’da yaşamış olan şamanların niyetinin hâlâ kusursuz şekilde işbaşında olduğunu bana en etkileyici biçimde hatırlattı. Zamanın çarkı çevremde amansızca dönüyor, ve kişinin, tutarlı konuşamayacağı denli görkemli manzaraları gözlerimin önüne seriyor.

“Şu kadarını söylemek yeterli,” demişti don Juan bir keresinde, “ister şamanların, ister sıradan insanların dünyası olsun, bu dünya öylesine açık öyle net ki, bunu fark etmekten bizi ancak bi sapınç alıkoyabilir. Sapınçlı insanlara zamanın çarkının içinde kaybolmanın neye benzediğini anlatmaya çalışmak, bi savaşçının yüklenebileceği en anlamsız iştir. Onun için, yolculuklarının yalnızca savaşçı konumunun bi özelliği olarak kalmasını sağlar o.”

Cvp: 4. Erk Öyküleri'nden Alıntılar

.