1

Konu: 8 - Bilişselliğin Ölçüleri

DON JUAN'A GÖRE "bir dönemin sonu", şamanların bildikleri dünya yapısını ortadan kaldırarak bunun yerine çevrelerindeki dünya için yeni bir anlayış yerleştirmek üzere izledikleri işlemin tam bir tanımıydı. İlk karşılaştığımız andan itibaren don Juan bir öğretmen olarak bana eski çağ Meksika'sı şamanlarının bilişsel dünyasını tanıtmaya uğraşmıştı. "Bilişsellik" terimi ilk zamanlar benim için büyük bir anlaşmazlık nedeniydi. Onu çevremizdeki dünyayı tanıma işlemi diye anlıyordum. Bazı şeyler bu işlemin alanına girdikleri için tarafımızdan kolayca tanınıyordu. Bazı şeyler ise bu alana girmiyor, ve bu yüzden birtakım gariplikler, yeterince idrak edemediğimiz şeyler olarak kalıyordu.

İlişkimizin başından beri don Juan'ın savunduğu, eski çağ Meksika'sı şamanlarının dünyasının bizimkinden farklı olduğuydu, yüzeysel bir ayrım değildi bu; bilişsellik işleminin düzenlenmesiyle ilgili bir farklılıktı. Don Juan'a göre bizim bilişsel dünyamızda duyusal verilerin yorumu gerekliydi. Işıltı lifler halinde evrende serbestçe dolaşan sonsuz sayıda enerji alanlarının evreni oluşturduğunu söylüyordu. Bu ışıltı lifler bir organizma olan insan üzerinde eylemde bulunmaktaydılar. Organizma ise bu enerji alanlarını duyusal verilere dönüştürerek karşılık veriyordu. Ardından bu duyusal veriler yorumlanmakta, ve bu yorumlama bizim bilişsel sistemimizi oluşturmaktaydı. Benim bilişsellik kavramım, bunun tıpkı dil gibi evrensel bir işlem olduğuna inanmaya itmişti beni. Her dil için ayrı bir sözdizimi olduğu gibi, dünyadaki her yorumlama sistemi için de birbirinden sadece biraz farklı bir düzenleme olmalıydı.

Ancak don Juan'ın eski çağ Meksika'sı şamanlarına ait farklı bir bilişsel sistemi olduğu iddiası, onlar dille hiç ilgisi olmayan bir yöntemle iletişimde bulunurlardı demeye geliyordu benim için. Don Juan’dan umutsuzca beklediğim, onların değişik bilişsel sisteminin farklı olmakla birlikte gene de sonuçta bir dil sayılabileceğini söylemesiydi. Don Juan için "bir dönemin sonu", yabancı bir bilişselliğe ait birimlerin yönetimi ele almaya başlaması demekti. Normal bilişselliğimin birimleri ise, benim için ne denli hoş ve memnuniyet verici olsalar da silinip yok olmaya başlamışlardı. İnsanın yaşamında çok vahim bir andı bu!

Benim için üniversite eğitimimden daha değerli bir şey olmadığı söylenebilirdi. Ona yapılan bir tehdit doğrudan doğruya öz varlığıma yöneltilmiş demekti, özellikle de saldırı gizlice, fark ettirmeden yapılırsa. Böyle bir olayı kendisine sonsuz güven duyduğum Profesör Lorca ile yaşadım.

Bana onun yaşayan en parlak akademisyenlerden biri olduğu söylendiği için Profesör Lorca'nın bilişsellik dersine yazılmıştım. Profesör Lorca yandan ayırıp düzenli biçimde taradığı sarı saçlarıyla oldukça yakışıklı bir adamdı. Düzgün, hiç kırışıksız alnı ona hayatında hiçbir şey için kaygılanmamış bir insan görünümü veriyordu. Son derece iyi dikilmiş giysiler giyerdi. Kravat kullanmazdı ve bu da ona bir delikanlı havası verirdi. Sadece önemli kişilerle karşılaşacağı zaman kravat takardı.

Cvp: 8 - Bilişselliğin Ölçüleri

Profesör Lorca'nın hiç unutamadığım ilk dersinde, bana sonsuzluk kadar uzun gelen bir süre boyunca bir aşağı bir yukarı sınıfı arşınlaması beni şaşkına çevirmiş, tedirgin etmişti. Kapalı pencereleriyle son derece havasız olan sınıfta yarattığı gerilimi, aşağı yukarı oynatıp durduğu ince ve sıkılı dudaklarıyla büsbütün arttırıyordu. Yürürken ansızın duruverdi. Odanın ortasında, oturduğum yerden bir metre kadar uzakta durdu, ve özenle rulo yapılmış bir gazeteyi kürsüye vurarak konuştu.

"Asla bilinmeyecek..." diye başladı.
Sınıftaki herkes aynı anda telaşla not tutmaya girişti. "Asla bilinmeyecek," diye tekrarladı, "su birikintisinin dibinde oturup çevresindeki kurbağa dünyasını yorumlayan kurbağanın neler duyumsadığı." Sesinde muazzam bir güç ve katiyet vardı. "Öyleyse bu şey nedir, sizce?" Elindeki gazeteyi başının üzerinde salladı.

Bir biyoloğun çalışmalarının aktarıldığı yazıyı gazeteden sınıfa okumaya başladı. Bilim adamının, kurbağalarının başları üzerinde böcekler yüzerken neler hissettiklerini tanımladığı anlatılıyordu.

"Bu yazı, gazetecinin özensizliğini gösteriyor; besbelli bilim adamını yanlış aktarmış," diye iddia etti, tam bir profesör yetkesiyle. "Bir bilim adamı, çalışmaları ne denli niteliksiz olursa olsun, araştırmasının sonuçlarına asla insani nitelikler yüklemez, şayet bir avanak değilse tabii."

Bu girişten sonra, insanların bilişsel sisteminin ve buna ek olarak tüm organizmaların bilişsel sistemlerinin sadece kendi topluluklarıyla sınırlı olma özelliklerine ilişkin görkemli bir konferans verdi. Bu ilk konferansıyla bana bir yığın yeni fikir vermiş, bunları çok basit ve kullanıma hazır biçimde sunmuştu. Benim için en yeni fikir, bu dünyadaki her türün bireylerinin çevrelerindeki dünyayı yorumlarken özel olarak geliştirilmiş duyuları tarafından aktarılan veriler kullandığı idi. İnsanoğlunun bazı şeyleri hayal bile edemeyeceğini iddia ediyordu; örneğin yarasalarınki gibi yankılanma ile yönetilen bir dünyada yaşamanın nasıl bir şey olacağını anlayabilmemiz mümkün değildi; çünkü sonuç çıkarılabilecek herhangi bir başvuru noktasının insan zihni tarafından tasarlanabilmesi bile olanaksızdı. Bu açıdan bakıldığında, farklı türler arasında birbirine benzeyen iki bilişsel sistemin bulunmasının imkânsızlığı çok açıktı, ona göre.

Bir buçuk saatlik konferansın sonunda sınıftan çıktığımda, Profesör Lorca'nın zekâsının görkeminden çarpılmış durumdaydım. O günden sonra onun sadık bir hayranıydım artık. Konferanslarının son derece teşvik edici, yeni düşüncelere ilham verici olduğunu düşünüyordum. Sabırsızlıkla beklediğim dersler sadece onunkilerdi. Bir hoca olarak mükemmelliği ve psikoloji alanındaki yenilikçi düşüncelerini göz önüne aldığımda tuhaflıkları umurumda bile değildi.

Profesör Lorca’nın sınıfına katıldığımda, don Juan Matus ile çalışmaya başlayalı yaklaşık iki yıl olmuştu. Kalıplaşmış alışkanlıkların insanı olduğumdan, günlük yaşamımda başıma gelenlerin tümünü mutlaka don Juan'a anlatmayı âdet edinmiştim. Bulduğum ilk fırsatta ona Profesör Lorca'dan söz ettim. Profesörü göklere çıkardım ve utanmadan, onun örnek aldığım kişi olduğunu söyledim. Don Juan bu samimi hayranlık gösterimden çok etkilenmiş görünmekle birlikte, garip bir uyarıda bulundu.

"İnsanlara uzaktan hayranlık besleme," dedi. "Bu, efsanevi varlıklar yaratmanın en emin yoludur. Profesörüne yaklaş, konuş onunla, nasıl bi insan olduğunu gör. Onu sına. Eğer davranışları ölümlü bi varlık olduğuna ilişkin samimi bi inancın sonuçlarıysa, o zaman yaptığı her şey, ne kadar garip olursa olsun planlanmış ve nihaidir. Şayet söyledikleri sadece laftan ibaretse beş para etmez."

Kendimi müthiş aşağılanmış hissettim, don Juan taş yürekli biri olmalıydı. Profesör Lorca için beslediğim duygular yüzünden biraz kıskançlığa kapıldığını düşündüm. Bu fikir aklıma gelir gelmez rahatlayıverdim; anlıyordum her şeyi.

"Söyle bana, don Juan," dedim, konuşmayı farklı bir yöne çevirmek için, "ölümlü bir varlık olmak ne anlama geliyor, gerçekten? Bundan söz ettiğini o kadar çok işittim ki, ama aslında bunu tam anlamıyla tanımlamadın bana."

"İnsanoğulları ölümlü varlıklardır," dedi. "Büyücülerin ısrarla ileri sürdüklerine göre dünyamızı ve onun içinde ne aradığımızı kavrayabilmenin yolu, bizim ölüm yolunda ilerleyen varlıklar olduğumuzu tümüyle kabullenmekten geçer. Bu basit gerçeği kabul etmeden, yaşamlarımız, eylemlerimiz ve içinde yaşadığımız dünya başa çıkılabilecek şeyler değildir."

"Ama yalnızca bunu kabullenmek o kadar ulaşılması güç bir şey mi?" diye sordum, sanki karşı çıkıyormuşum gibi.

"Hem de nasıl!" dedi don Juan, gülümseyerek. "Bununla birlikte, işin püf noktası sadece kabullenmek değil. Bunu somutlaştırmak ve sonuna kadar yaşamak gerekli. Çağlar boyunca büyücüler ölümümüzün görüntüsünün var olan en ayıltıcı görüntü olduğunu söylemişlerdir. Biz insanoğullarının hatası—ki bu ezelden beri süregelen bi hata—hiç dile getirmesek de, bi ölümsüzlük âleminde yaşadığımıza inanmak. Asla ölmeyecekmişiz gibi davranıyoruz; çocuksu bi azamet bizimkisi. Fakat bu ölümsüzlük duygusuyla birlikte gelen ve ondan da zararlı olan bi şey daha var; bu inanılmaz evreni zihinlerimizin içine sığdırabileceğimiz duygusu."

Amansızca iki yana dizilmiş fikirler beni kıskaca almıştı: bir yanda don Juan'ın bilgeliği vardı, öbür yanda Profesör Lorca'nın bilgisi. Her iki taraf da çetin, anlaşılması güç, dört bir yandan kuşatıcı ve son derece çekiciydi. Benim için olayları akışına bırakmak ve götürdükleri yere gitmekten başka yapılabilecek bir şey yoktu.

Don Juan'ın Profesör Lorca’ya yaklaşmam konusunda yaptığı öneriye harfiyen uydum. Bütün bir dönem boyunca onunla yakınlaşmaya, konuşmaya çabaladım. İş saatlerinde düzenli şekilde bürosuna gidiyordum, ama benim için hiç zamanı yokmuş gibiydi. Ancak onunla konuşamasam da önyargısız biçimde hayrandım ona. Hatta onun benimle asla konuşmayacağını kabullenmiştim bile. Dert değildi, benim için önemli olan muhteşem derslerinden edindiğim fikirlerdi.

Tüm zihinsel keşiflerimi don Juan’a aktarıyordum. Bilişsellik hakkında kapsamlı biçimde okumaktaydım. Don Juan zihinsel devrimimin kaynağı ile doğrudan temas kurmam için beni her zamankinden çok zorlamaya başlamıştı.

"Onunla konuşmaya zorunlusun," dedi, ısrarcı bir tavırla. "Büyücüler insanlara boşlukta hayranlık duymazlar. Onlarla konuşur, onları tanırlar. Başvuru noktaları saptarlar. Kıyaslama yaparlar. Senin yaptığın biraz çocukça. Uzaktan hayranlık besliyorsun. Kadınlardan korkan adamın başına gelenlere çok benziyor, bu. En sonunda erbezleri korkusuna üstün gelir ve kendine ilk 'merhaba' diyen kadına tapınmaya başlar."

Profesör Lorca’ya yanaşma gayretlerimi iki katına çıkardım ama adam fethi imkânsız bir kale gibiydi. Çektiğim zorlukları don Juan’a anlattığımda, büyücülerin insanlarla giriştikleri herhangi bir eylemi, ne denli küçük ya da önemsiz olursa olsun, bir savaş olarak gördüklerini söyledi. O savaş meydanında büyücüler en güçlü sihirlerini, en zorlu çabalarını ortaya koyarlardı. Don Juan’ın dediğine göre böyle durumlarda rahat olabilmenin püf noktası benim hiç de iyi olmadığım bir şeyde, rakiple açıkça yüz yüze gelmekte yatıyordu. Bundan korkup çekindiği için, etkileşimde bulunsa bile aslında ne olup bittiğine göre değil de sadece kendi ruhsal durumlarına göre anlam ve sonuçlar çıkaran ürkek ruhlardan duyduğu tiksintiyi dile getirdi. Bunlar etkileşimin asla parçası olmadan etkileşimde bulunanlardı.

"Seninle halat çekme oyunu oynayan adamı hep izle," diye devam etti. Sadece ipe asılmakla kalma, yukarıya, adamın gözlerinin içine bak. O zaman onun da senin gibi bi insan olduğunu anlarsın. Ne söylerse söylesin, ne yaparsa yapsın, o da tıpkı senin gibi tir tir titriyordur. Böyle bi bakış bi an için bile olsa rakibini âciz bırakır, darbeni o zaman indirirsin."

Şansımın yerinde olduğu bir gün, Profesör Lorca'yı bürosunun açıldığı koridorda kıstırdım.

"Profesör Lorca," dedim, "bana ayırabileceğiniz bir dakikanız var mı?"

"Sen de kim oluyorsun?" dedi çok doğal bir edayla, sanki en yakın dostuymuşum da sadece hatırımı soruyormuş gibi.

Profesör Lorca son derece kabaydı, ama sözleri bende kabalık etkisi bırakmamıştı. Sıkılı dudaklarıyla bana sırıtıyordu, ya anlamlı bir şey söyle, ya da çek git der gibiydi.

"Ben bir antropoloji öğrencisiyim, Profesör Lorca," dedim. "Büyücülerin bilişsel sistemini öğrenme fırsatını bulduğum bir alan çalışması içindeyim."

Profesör Lorca bana kuşku ve sıkıntıyla baktı. Gözleri nefret dolu iki mavi benek gibiydi. Saçlarını yüzüne düşmüşler gibi eliyle arkaya doğru taradı.

"Meksika'da gerçek bir büyücüyle çalışıyorum," diye devam ettim, bir yanıt için onu teşvik etmeye çalışarak. "O gerçek bir büyücü, emin olun. Onu benimle konuşmaya razı edebilmek için bir yıldan fazla uğraştım."

Profesör Lorca'nın suratı gevşedi, ağzını açtı ve sanki bir piza hamuru çevirir gibi döndürdüğü zarif elini burnumun dibinde sallayarak konuştu. Yeşilimsi spor ceketiyle mükemmel bir uyum içindeki mineli altın kol düğmelerine bakmadan edemedim.

"Eee, benden ne istiyorsun?" diye sordu.

"Beni bir dakika dinlemenizi istiyorum," dedim, "belki yaptıklarım ilginizi çekebilir."

Gönülsüzlük ve sabır karışımı bir edayla omuzlarını silkti ve bürosunun kapısını açıp beni içeri aldı. Boşa harcayacak bir anım bile olmadığını biliyordum ve kendisine alan çalışmamın çok direkt bir tanımlamasını yaptım. Bana şamanizm hakkında antropolojik metinlerde bulduklarımla hiç alakası olmayan yöntemler öğretildiğini anlattım.

Cvp: 8 - Bilişselliğin Ölçüleri

Bir süre hiçbir şey söylemeden dudaklarını oynattı. Konuştuğunda, antropologların ortak kusurlarının, üzerinde çalıştıkları insanlara ait belirli bilişsel sistemlerin nüanslarını tümüyle kavrayabilmek için kendi kendilerine asla yeterli zaman ayırmamaları olduğuna işaret etti. "Bilişselliği", gelenek-görenekler yoluyla gelişen ve belirli bir toplumsal çevreyi oluşturan anlam farklılıklarının tümünü bireylerin azami ustalıkla kullanmasını mümkün kılan bir yorumlama sistemi olarak tanımlıyordu.
Profesör Lorca'nın sözleri alan çalışmamın kapsadığı sahanın bütününe ışık tutmuştu. Eski çağ Meksika'sı şamalarının bilişsel sisteminin tüm nüansları üzerinde hâkimiyet kazanmadan o dünya hakkında herhangi bir kuram oluşturmam tam anlamıyla abes olurdu. Eğer Profesör Lorca başkaca tek kelime etmeseydi, bu kadarı da benim için tam anlamıyla yeterliydi. Ama sırada bilişsellik hakkında harika bir nutuk verdı.

"Senin sorunun," dedi Profesör Lorca, "Nerdeyse doğduğumuz günden beri tümüyle aşina olduğumuz günlük dünyamızın bilişsel sisteminin, büyücülerin dünyasına ait bilişsel sistemle aynı olmaması."

Bu sözler içimde sevinçli bir heyecan yarattı. Profesör Lorca'ya hararetle teşekkür ettim ve benim durumumda izlenecek tek bir yol bulunduğuna dair güvence verdim ona: ne olursa olsun onun fikirlerini takip edecektim.

"Sana anlattıklarım aslında genel bilgi, elbette," dedi, beni bürosundan yolcu ederken. "Okuyan herkes sana anlattıklarımı bilir."

Nerdeyse iki dost gibi ayrıldık. Profesör Lorca'ya yanaşmayı başardığımı don Juan'a anlattığımda garip bir tepkiyle karşılaştım. Don Juan hem memnun, hem de kaygılı görünüyordu.

"Senin profesörünün pek iddia ettiği gibi bi adam olmadığını düşünüyorum," dedi. "Tabii bu bi büyücünün bakış açısı. Belki de şimdi vazgeçmek akıllıca olurdu, her şey çok çetrefil ve etkileyici bi hal almadan önce. Büyücülerin yüksek sanatlarından biri ne zaman durulacağını bilmektir. Profesöründen alabileceğinin tümünü aldın gibi geliyor bana."

İlk tepki olarak, hemen Profesör Lorca'yı ateşli bir şekilde savunmaya giriştim. Don Juan beni yatıştırdı. Kimseyi eleştirmek ya da yargılamak niyetinde olmadığını, ama bildiği bir şey varsa, o da çok az sayıda insanın ne zaman vazgeçileceğini bildiğini, bildiğinden gerçek anlamda yararlanmayı beceren insan sayısının ise bundan da az olduğunu söyledi.

Don Juan'ın uyarılarına karşın vazgeçmedim; aksine hocamın sadık öğrencisi, takipçisi, hayranı haline geldim. Profesör Lorca, büyücülerin dünyasına ait bilişsel sistem hakkında açık seçik kavramlar oluşturmaktaki gönülsüzlüğüm ve yeteneksizliğimden çok fazla düş kırıklığına uğramakla birlikte, çalışmamla gerçekten ilgilenir görünüyordu.

Bir gün Profesör Lorca benim için şu kavramı ortaya attı: başka bir bilişsellik dünyasındaki bilim adamı-ziyaretçi. Bir sosyal bilimci sıfatıyla, açık fikirli davranarak farklı bir bilişsel sistem düşüncesini hayalinde evirip çevirmeye gönüllü olduğunu teslim ediyordu. Saptanmış davranış biçimlerinin bir araya toplanıp inceleneceği gerçek bir araştırma planlıyordu. Bilişsellik sorunları tasarlanıp tanıdığım şamanlara verilecek, ve bilişselliklerini örneğin iki farklı davranış biçimi üzerinde odaklama kapasiteleri ölçülecekti.

Deneyin basit bir örnekle başlamasını düşünüyordu; poker oynarken bir yandan da yazılı bir metni anlayıp akıllarında tutmaya çalışacaklardı. Daha ileri aşamalarda, örneğin uyurlarken kendilerine söylenen karmaşık şeyler üzerinde odaklanma kapasitelerini ölçmek gibi şeyler vardı. Profesör Lorca şamanların sözleri üzerinde dilbilimsel bir inceleme yapılmasını istiyordu. Tepkilerinin sürat, kesinlik, ve proje ilerledikçe ortaya çıkacak değişken nicelikler açısından gerçek ölçümlerini istiyordu.

Profesör Lorca'nın şamanların bilişselliğine ilişkin ölçüm taleplerini kendisine anlattığımda, don Juan gülmekten katıldı. "Bak, senin profesörün gerçekten hoşuma gidiyor," dedi, "ama bu bilişselliğimizi ölçme fikrinde ciddi olamazsın. Bizim tepkilerimizi ölçmekten senin profesörünün eline ne geçecek ki? Bi sürü dangalak olduğumuzu düşünecek, çünkü zaten öyleyiz. Sıradan insandan daha zeki, daha hızlı olmamız mümkün değil ki. Ama dünyalar arası bilişsellik ölçümleri yapılabileceğine inanması onun hatası değil. Bu senin hatan. Büyücülerin, eski çağ Meksika'sı şamanlarına ait bilişsel dünyadan konuştuklarında, günlük yaşamın dünyasında eşdeğer hiçbi karşılığı olmayan şeylerden söz ettiklerini profesörüne anlatamamışsın.

"Örneğin enerjiyi doğrudan evrendeki akışı içinde algılamak, şamanların içinde yaşadıkları bi bilişsellik birimi. Enerjinin nasıl aktığını görür ve akışını takip ederler. Eğer akımın yolu tıkanırsa, tümüyle farklı bi şey yapmak üzere uzaklaşırlar. Şamanlar evrende çizgiler görürler. Sanatları, ya da işleri, onları algısal açıdan adı konmamış bölgelere götürecek çizgiyi seçmektir. Şamanların evrenin çizgilerine anında tepki verdiğini söyleyebilirsin. Onlar insanoğullarını ışıltılı küreler biçiminde görürler ve onların içindeki enerji akışlarını araştırırlar. Doğal olarak bu görüntüye anında tepki verirler. Bu, bilişselliklerinin bi parçasıdır."

Profesör Lorca'ya bunları anlatmamın mümkün olmadığını, zira betimlediği şeylerin hiçbirini yapmamış olduğumu söyledim don Juan'a. Benim bilişselliğim değişmemişti.

"Ah!" diye bağırdı. "Henüz şamanların dünyasına ait bilişsellik birimlerini cisimlendirecek zamanın olmadı, hepsi bu."

Don Juan'ın evinden çıktığımda kafam her zamankinden fazla karışmıştı. Profesör Lorca ile ilgili tüm girişimlerimi durdurmamı buyuran bir ses vardı içimde. Bir zamanlar, don Juan bana bilim adamlarının giderek daha karmaşıklaşan makineler yapmakla ilgilendiklerini söylemişti; onun ne denli haklı olduğunu anlıyordum. Bu uğraşlar bireylerin yaşam seyrini kökten değiştirecek türden değildi. Evrenin enginliğine kişisel, deneysel bir olgu olarak ulaşmaya yönelik şekilde donatılmamışlardı. Var olan ya da yapılmakta olan muazzam makineler medeniyete ait olgulardı, edinilmelerinden duyulan mutluluk hep başkaları adına idi, bizzat makinelerin yaratıcıları için bile bu böyleydi. Onlar için tek ödül parasaldı.

Bütün bunları bana gösteren don Juan bende daha sorgulayıcı bir zihin yapısı oluşturmayı başarmıştı. Daha önceleri asla yapmadığım bir şeye, profesör Lorca'nın fikirlerini sorgulamaya başladım. Bu arada Profesör Lorca bilişsellik hakkında hayret verici gerçekler saçmaya devam ediyordu. Her açıklaması bir öncekinden daha sert, dolayısıyla daha özlüydü.

Profesör Lorca ile ikinci sömestr sonunda tam bir çıkmaza girdim. Don Juan'a ve Profesör Lorca'ya ait iki düşünce hattı arasında bir köprü kurabilmem tümüyle imkânsızdı. Birbirine koşut yollar izliyorlardı. Profesör Lorca'nın bilişsellik çalışmasını nitelik ve nicelik açısından ele almak istemesini anlıyordum. O günlerde sibernetik devri kapıdaydı; ve bilişsellik çalışmalarının uygulamalı yanı bir gerçeklikti. Ama don Juan'ın dünyası da öyleydi, ve onu bilişselliğin standart araçlarıyla ölçmeye olanak yoktu. Don Juan'ın eylemlerinde buna tanık olma ayrıcalığına erişmiştim, ama bizzat yaşamış değildim. İki dünyanın arasına köprü kurmamı engelleyenin bu gerçek olduğunu hissediyordum.

Bütün bunları ziyaretlerimden birinde don Juan'a anlattım. Köprüyü engelleyen etmen konusunda düşündüklerimin tam olarak doğru olmadığını söyledi. Ona göre kusur, kişinin bireysel koşullarından çok daha kapsamlı bir şeye aitti.

"Sıradan insanlar olarak sahip olduğumuz en büyük kusurlardan biri hakkında sana söylediklerimi belki hatırlarsın," dedi.

Böyle bir şey anımsayamadım. Biz sıradan insanların başına bela olan öyle çok kusurdan söz etmişti ki kafam karışıyordu.

"Özel bir şey istiyorsun," dedim, "ama aklıma gelmiyor."

"Bahsettiğim büyük kusur," dedi, "varlığının her anında aklından hiç çıkarmaman gereken bi şey. Bana göre sorunların en büyüğü bu, ve bunu kulaklarından dışarı fışkırana dek tekrar tekrar anlatacağım sana."

Uzun bir andan sonra, çabalamaktan vazgeçip pes ettim. "Bizler ölüm yolundaki varlıklarız," dedi. "Ölümsüz değiliz, ama öyleymişiz gibi davranırız. Bizi bireyler olarak alaşağı etmekte olan, ve bi gün de tür olarak alaşağı edecek olan kusur budur."

Don Juan, çevrelerindeki sıradan insanlara kıyasla büyücülerin üstünlüğünün, ölüm yolundaki varlıklar olduklarını bilmeleri ve bu bilgiden hiç sapmamaları olduğunu söyledi. Bu bilgiyi elde etmek ve onu mutlak bir gerçek olarak korumanın muazzam bir çaba gerektirdiğini vurguladı.

"Bu kadar doğru bir şeyi kabullenmemiz niye böylesine zor oluyor?" diye sordum, iç çelişkimizin büyüklüğüne şaşarak.

"Aslında bu tam olarak insanın suçu değil," dedi, gönül alıcı bir tavırla. "İnsanı bi ahmak gibi davranmaya iten güçleri bi gün sana daha ayrıntılı anlatırım."

Söylenecek başka bir şey yoktu. Uğursuz bir sessizlik çökmüştü ortalığa. Don Juan'ın sözünü ettiği güçlerin ne olduğunu öğrenmek bile istemiyordum.

"Senin profesörünü uzaktan değerlendirmek büyük marifet değil benim için," diye devam etti don Juan. "Ölümsüz bi bilim adamı, o. Asla ölmeyecek. Ve ölümle ilgili kaygılara gelince, eminim onların icabına çoktan bakmıştır. Gömüleceği mezarı almıştır, ailesine bakacak sıkı bi hayat sigortası da yaptırmıştır. Bu iki işi hallettiğine göre, ölüm hakkında düşünmez artık. Sadece işini düşünür.

"Profesör Lorca anlamlı konuşuyor, çünkü hatasız sözcüklerle konuşmaya hazırlıklı. Ama ciddi biçimde kendini ölüm yolundaki bi insan olarak düşünmeye hazırlıklı değil. Ölümsüz olduğu için, bunu nasıl yapacağını bilemez. Bilim adamları ne denli karmaşık makineler yaparsa yapsın, hiç fark etmez. Makineler insanların kaçınılmaz randevusunu; sonsuzluk ile buluşmasını hiçbi şekilde önleyemezler.

"Nagual Julian," diye devam etti, "bana eski Romanın muzaffer kumandanlarını anlatırdı. Eve zaferle döndüklerinde, onları onurlandırmak için muhteşem törenler düzenlenirmiş. Kazandıkları ganimetleri, aldıkları esirleri sergileyerek savaş arabalarının içinde geçit yaparlarmış. Yanlarındaysa her zaman bi köle bulunurmuş; onun görevi bütün bu ün ve ihtişamın geçici olduğunu kulaklarına fısıldamakmış.

"Biz bi zafer kazandığımızda," dedi don Juan, "zaferlerimizin gelip geçici olduğunu kulağımıza fısıldayacak kimsemiz yok. Büyücülerin ise üstünlüğü şurda; ölüm yolundaki varlıklar olarak onların kulaklarına her şeyin kısa ömürlü olduğunu fısıldayacak birisi var. Bu fısıldayan, ölüm; şaşmaz akıl hocası, sana asla yalan söylemeyecek tek varlık."

Cvp: 8 - Bilişselliğin Ölçüleri

.