Konu: 9- Nagualın Fısıldaması
Okaliptüs ağaçlarına yaklaştığımızda, don Genaro’yu bir ağaç çotuğu üstünde otururken gördüm. Gülerek el salladı. Yanına gittik.
Ağaçları kargalar kaplamıştı. Bir şeyden ürkmüş gibi gaklıyorlardı. Don Genaro, kargalar dinginleşinceye dek devinimsiz ve sessiz kalmamız gerektiğini söyledi.
Don Juan sırtını bir ağaca vererek benim de aynı şeyi, bir metre solundaki bir ağaca dayanarak yapmamı imledi. İkimiz de, üç dört metre önümüzde duran don Genaro’ya bakıyorduk.
Don Juan, gözlerinin belirsiz kımıldanışlarıyla ayaklarımı düzeltmem gerektiğini gösterdi. Ayakları yarı açık biçimde, ağacın gövdesine yalnızca omuz başları ve kafasının en arkasıyla değerek, dimdik duruyordu. Kollarım iki yanma yapıştırmıştı.
Bir saat kadar öylece durduk. İkisini de, özellikle don Juan’ı yakından izliyordum. Bir an geldi, bedeninin aynı noktalarıyla ağaca dokunmayı sürdürerek, yavaşça aşağı kayıp yere oturdu. Kollarını, yukarıda kalan dizlerinin üstüne koydu. Ben de, devinimlerinin tıpkılarını yaptım. Bacaklarım aşırı yorulmuştu, bu konum değişikliği beni rahatlattı.
Kargalar, tek bir ses duyulmayıncaya dek, gaklamalarını aşama aşama azalttılar. Bu sessizlik, kargaların gaklamasından daha da sinir bozucuydu.
Don Juan sessizce konuştu, benimle. Alacakaranlığın, benim en güzel zamanım olduğunu söyledi. Göğe baktı, saat altıyı geçmiş olmalıydı. Bulutlu bir gündü, güneşin konumunu belirleyemiyordum. Kazların, ya da ola ki hindilerin uzaktan gelen bağırtılarını duyuyordum. Ama okaliptüs ağaçlarının olduğu yerde tek bir gürültü duyulmuyordu. Uzun süredir ne kuşlar ötüyor, ne de büyücek böcekler çıtırdıyordu.
Görebildiğim kadarıyla don Juan’la don Genaro’nun bedenleri mükemmel bir devimsizlik içindeydi. Yalnızca dinlenmek amacıyla, bir an için ağırlık merkezlerini değiştirmişlerdi.
Don Juan’la benim oturmak amacıyla yere doğru kaymamızdan sonra don Genaro, apansız bir devinimde bulundu. Ayağını kaldırıp çotuğun üstüne koydu. Sonra, onu sol profilden görebileceğim biçimde kırk beş derece kadar döndü. Bir ipucu yakalamak amacıyla don Juan’a baktım. Çenesini uzattı; bu, don Genaro’ya bakmayı sürdürmemi anlatan bir buyruktu. Dev bir kaygı her yanımı ele geçirmeye başladı. Kendime söz geçirmekten acizimdir. Bağırsaklarımı tutamamaktan korkuyordum. Pablito’nun, don Juan’ın sombrerosunu gördüğünde neler hissettiğini kesinlikle anlıyordum. Yaşadığım bağırsak gevşekliği nedeniyle en yakın çalılığa koşmak zorunda kaldım. Ulumaya dönüşen kahkahalarını işittim.
Yanlarına dönmeyi gözüm yemedi. Duraksadım bir süre; büyünün, benim ani çıkışımla bozulmamış olması gerekliğini düşündüm. Gene de uzun süre kalamazdım, orada; don Juan’la don Genaro bulunduğum yere geldiler. Beni aralarına aldılar, hepimiz başka bir tarlaya doğru yollandık. Tam arkasında durduğumuzda, burasının sabahki tarla olduğunu gördüm.
Don Juan benimle konuştu. Akışkan ve sessiz olmam gerektiğini, içsel söyleşimi durdurmamı söyledi. Dikkatle dinledim. Tüm yoğunluğumu don Juan’a verdiğimin kesinkes bilincinde olan don Genaro bunu, sabahleyin yaptıklarını yeniden yapmak için kullandı; o çıldırtan çığlığını koyuverdi. Beni habersiz, ama hazırlıklı yakalamıştı. Nefes alıp vermeyle, dengemi neredeyse aynı anda gene ele almıştım. Geçirdiğim sarsıntı korkunçtu, ne var etkisi uzun soluklu olmadı, gene de don Genaro’nun devinimlerini gözlerimle izlemeyi başardım. Bir ağacın alçak bir dalına zıpladığını gördüm. Yaptıklarını yirmi beş otuz metre uzaktan izlediğim sırada gözlerimle ilgili ilginç bir bozukluk yaşadım. Kaslarının eylemiyle zıplamamıştı da, kısmen o müthiş çığlığıyla kendini iterek, kısmen de ağaçtan gelen belirsiz hatlar tarafından çekilerek havada kaymıştı. Ağaç, telleriyle çekip almıştı sanki onu.
Don Genaro, alçaktaki dalın üstünde bir an kaldı. Sol profilini gene benden yana döndürmüştü. Bir dizi yabansı devinimi uygulamaya girişti. Başını salladı, bedenini titretti. Başını birçok kez dizlerinin arasına sıkıştırdı. Kımıldanıp, titredikçe, gözlerimi üzerinde odaklamak zorlaşıyordu. Çözünüyormuş hissi veriyordu. Umarsızca göz kırparak başımı don Juan’ın bana öğretmiş olduğu gibi sağa sola çevirip bakış hattımı kaydırdım. Sol perspektiften baktığımda, don Genaro’nun gövdesini daha önce hiç görmediğim bir biçimde gördüm. Sanki kılık değiştirmişti. Üstünde kürklü bir takım vardı; saçı Siyam kedisi rengindeydi; açık kahverengi ve bunun yanı sıra sırtta ve bacaklarda koyu çikolata rengi. Takımın bir de uzun kürklü bir kuyruğu vardı. Don Genaro’nun elbisesi onu bir dala oturmuş kürklü, uzun bacaklı kahverengi bir timsaha benzetmişti. Başını ya da yüz hatlarını göremiyordum. Başımı doğal bir konuma getirdim. Don Genaro’nun, sözünü ettiğim görüntüsü değişmedi.
Don Genaro’nun kolları titredi. Dalın üzerinde ayağa kalktı, öne eğilir gibi yaparak yere atladı. Dal beş altı metre kadar yüksekteydi. Atlayışı, giysili, sıradan bir adamın yere değmek üzere olduğunu gördüğüm sırada giysinin kalın kuyruğunun titreyerek onu sessiz bir tepkili motor gibi havalandırdığını ayrımsadım. Ağaçların üstüne gitti, sonra yere doğru kaydı—handıysa. Bu devinimi art arda yineledi. Kimi zaman dallara tutunuyor, ağacın çevresinde dönüyor ya da bir yılan balığı gibi dallar arasında kıvrıla kıvrıla gidiyordu. Ardından, ikimizin arasından geçip çevremizde çemberler çiziyor, ya da karnıyla ağaçların tepe uçlarına değip ellerini çırpıyordu.
Don Genaro’nun oyunları içimi korkuyla doldurdu. Gözlerimle onu izledim, onun bir yerden ötekine kayarken kimi parlak telleri makara ipi gibi kullandığını gördüm. Sonra, yeniden güneydeki ağaçların tepesine çıktı; onların ardında gözden kayboldu. Ortaya çıkacağı yeri belirlemeye çalıştımsa da bir daha görünmedi.
Sonra, perspektif değiştirmeden yerde yatıyor olduğumun ayırdına vardım. Tüm olanlar boyunca, don Genaro’yu ayakta izlediğim düşüncesindeydim.
Don Juan oturmama yardımcı oldu. Sonra, Don Genaro’nun kayıtsız bir havayla çevremizde dolaştığını gördüm. Utangaç utangaç gülümseyerek uçuşunu beğenip beğenmediğimi sordu. Bir şey söylemeyi denedim ama konuşamıyordum.
Birbirlerine yabansı biçimde baktılar, ardından don Genaro yeniden çömelme konumuna girdi. Uzanarak sol kulağıma bir şeyler fısıldamaya başladı. “Hadi gel, benimle uç,” dediğini duydum, sonunda. Bunu beş ya da altı kez yineledi.