Konu: 9 - Yeryüzünün Son Savaşı
Pazartesi, 24 Temmuz 1961
Öğleyi epey geçe, saatlerce çölde dolaştıktan sonra, don Juan dinlenebileceğimiz gölgelik bir yer seçti. Oturur oturmaz da konuşmaya başladı. Avcılığa değin pek çok şey öğrendiğimi, ama onun arzuladığı denli değişmiş olmadığımı söyledi.
“Tuzakların nasıl yapılacağını bilmek, onları kurmak yetmez,” dedi. “Bi avcı, yaşamını gerçek bi yaşam kılmak için tam bi avcı gibi yaşamalıdır. Ne yazık ki, değişimler zordur, çok yavaş gerçekleşir; kimi zaman bi adamın değişmesi gerektiğini kavraması yıllar alır. Benim bunu kavramam yıllar aldı, ama avcılığa yoktu fazla bi eğilimim de ondandı bu. Kanımca bana en zor gelen şey değişmeyi gerçekten istememdi.”
Ne demek istediğini çok iyi anladığımı belirttim. Aslında, bana avcılığı öğretmeye başladığından bu yana ben de eylemlerimi gözden geçirmeye başlamıştım. Keşfettiğim en çarpıcı şey belki de don Juan’ın yöntemlerine ısınmış olmamdı. Don Juan’ı bir insan olarak beğeniyordum. Davranışlarında güçlü bir şeyler vardı; yaptığı şeyler onun ustalığı konusunda herhangi bir kuşku yaratmıyordu, gene de bu üstünlüklerini benden bir şeyler istemek amacıyla kullanmıyordu. Don Juan’ın, benim yaşamımı değiştirme tutkusu, kanımca, onun kişisel çıkarları ötesinde bir şeydi, ya da ola ki benim başarısızlıklarımı görerek kendi yetkesini kullanmak istemesinden kaynaklanıyordu. Don Juan bende, zayıf yanlarıma ilişkin köklü bir bilinçlilik uyandırmıştı, ama onun yöntemlerinin bende bir iyileşmeyi nasıl sağlayacağını anlayamıyordum. İçtenlikle inanıyordum ki, yaşamımdaki amaçlarımın ışığında, onun yöntemleri bana sadece acı ve yoksulluk getirebilirdi. Buydu açmazım. Ne var ki, onun ifadesini şaşmazcasına güzellik ve dakiklikle sergileyen ustalığına saygı duymayı öğrenmiştim.
Don Juan, “Taktik değiştirmeye karar verdim artık,” dedi.
Bu söylediğini açıklamasını istedim; ne demek istediğini anlayamamıştım, üstelik bunun benimle ilgili olduğundan bile emin değildim.
“İyi bi avcı, gerektikçe, değiştirir yöntemlerini,” diye yanıt verdi. “Bunu sen de bilirsin.”
“Neler geçiyor aklından, don Juan? Anlatsana.”
“İyi bi avcı sadece avının alışkanlıklarını değil, bu dünya da insanları da hayvanları da ve her bi şeyi de yöneten güçler olduğunu da bilmelidir.”
Konuşmasını kesti. Biraz bekledim, ama söyleyeceklerini bitirmişe benziyordu.
Uzun bir sessizlikten sonra, “Ne gibi güçler bu sözünü ettiklerin?” diye sordum.
“Bizim yaşamımızı, ölümümüzü yöneten güçler.”
Don Juan konuşmasını kesti, ne söyleyeceğine karar vermekte büyük bir güçlük çekmekteydi sanki. Ellerini ovuşturdu, başını salladı, çenelerini sıktı, iki kez, tam ben onun bu bilmecemsi sözlerini açıklamasını isteyecekken, susmamı imledi.
“Kendini kolay kolay durdurabileceğini sanmıyorum,'” dedi en sonunda. “İnatçı olduğunu biliyorum, ama etmez bi fark. Ne denli inatçı olursan, sonunda kendini değiştirmeyi başardığında o denli iyi olur senin için.”
“Elimden geleni yapıyorum,” dedim.
“Hayır. Sana katılmıyorum. Elinden daha iyisi gelir, biliyorum. Hoş bi laf etmek için söyledin öyle; zaten yaptığın her bi şeye değin edersin o lafı sen. Yıllar var ki hep elinden geleni yapmakta ama hava almaktasın. Bunu değiştirecek bi şeyler yapman gerek.”
Her zaman olduğu gibi, kendimi savunmadan edemedim. Don Juan gene, en zayıf noktalarımı topa tutmakta gecikmedi. O anda, ne zaman kendimi onun eleştirilerine karşı savunmaya kalksam sonunda kendimi hep bir aptal gibi hisseder durumda bulduğumu hatırlayarak birtakım açıklamalara girişeceğim uzun bir konuşmayı daha ortasında kesiverdim.
Don Juan beni merakla süzdü ve güldü. Sesinde sevecence titremler, daha önce bana hepimizin aptal şeytanlar olduğumuzu zaten açıklamış olduğunu söyledi. Ben de bir istisna değilmişim.
Sen hep, eylemlerini açıklaman gerekirmişçesine davranıyorsun, sanki bu dünyada bir sen varmışsın gibi yanılgı içinde olan,” dedi. “Gene senin o eski kendini beğenmişliğin. Bu duygudan çokça var sende; kişisel geçmişin de aşırı taşırı. Buna karşılık, eylemlerinin sorumluluğunu aldığın da yok; ölümünü bi danışman olarak kullanmıyorsun, hepsinden önemlisi de ulaşılabilirliğin pek fazla. Demem şu ki, senin yaşamın hâlâ, seninle tanıştığım zamaki gibi—bok üstüne bok.”
Gene haklı olduğum inancı tüm benliğimi kapladı; onun hatalı olduğunu yüzüne söylemek isteğini duydum. Don Juan elini devindirerek susmamı imledi. “İnsanın, bu tekinsiz dünyada bulunmanın sorumluluğunu üstlenmesi gerekir,” dedi. “Tekinsiz bi dünyadayız, bu kesin.”
Başımı olurlarcasına öne doğru eğdim.
Don Juan, “Aynı şeylerden söz etmiyoruz biz,” dedi. “Sana göre bu dünyanın tekinsizliği, dünyanın seni sıkmadığı zaman dünyayla çelişmenden kaynaklanıyor. Bana göreyse dünyanın tekinsizliği, onun görkemliliğinden, gizlerle dolu olmasından, varılamaz derinliğinden kaynaklanıyor; ben seni, burada, bu şaşırtıcı dünyada, bu şaşırtıcı çölde, bu şaşırtıcı zamanda bulunmanın sorumluluğunu üstlenmen gerektiğine inandırmak istemişimdir. Her bi eylemini önemsemeyi öğrenmen gerektiğine seni inandırmak istemişimdir, zira sen burada ancak kısa bi süre kalacaksın, gerçekten de bu dünyanın tüm harikalarına tanık olamayacağın denli pek kısa bi süre.”
Ben de direterek, dünyanın sıkıntılı ve iç karartıcı koşullarının insanoğlunun kaderi olduğunu söyledim.
“Değiştir bunu sen, o halde,” dedi don Juan sertçe. “Şayet o koşulları değiştirmeye çabalamazsan, bi ölüden farkın kalmaz.”
Don Juan, yaşamımda benim tüm düşüncelerimi saran bir konuyu söylememi istedi. Ben de sanat, dedim. Oldum bittim, bir sanatçı olmayı düşlemiş, uzun yıllar bu amaca yönelik bir takım çabalar harcamıştım. Başarısızlığımın acısını hâlâ belleğimde taşırım.
Don Juan, suçlarcasına, “Sen bu derinliğine varılamaz dünyada bulunmanın sorumluluğunu hiç üstlenmemişsin ki,” dedi. “Bu yüzden asla bi sanatçı olamadın, bu yüzden belki de asla bir avcı olamayacaksın.”
“Bundan iyisini yapamam ki, don Juan.”
“Bırak. Neler yapabileceğini bilmiyorsun daha sen.” “Elimden geleni yapıyorum ben.”
“Gene yanıldın işte. Daha fazlası gelir senin elinden. Senin
tek, basit bi yanılgın var—bol bol zamanın olduğu kanısındasın.”
Don Juan sırıttı; tepkimin ne olacağını beklercesine bana baktı.
“Bol bol zamanın olduğu kanısındasın,” diye yineledi. “Ne yapmak için bol zamanım var, don Juan?”
“Sen, yaşamının sonsuza dek süreceğini sanmaktasın.”
“Hayır. Öyle düşünmüyorum.”
“O halde, yaşamının sonsuza dek süreceğini düşünmüyorsan ne diye bekliyorsun? Değişmek için niçin bu ikirciklenmen?”
“Değişmek istemeyebileceğimi hiç düşündün mü sen, don Juan?”
“Elbet düşündüm. Ben de, tıpkı senin gibi, değişmek istemezdim. Ne var ki, beğenmiyordum yaşamımı; tıpkı senin gibi, bıkmıştım yaşamımdan. Şimdiyse, yetmiyor yaşamım bana.”
Yaşam biçimimi değiştirmek için bunca dayatmasının ürkütücü ve keyfi bir şey olduğunu ateşli bir şekilde savladım. Aslında, belli bir düzeyde, ona katıldığımı, ama sırf onun bu düşüncelerini bana hep buyururcasına benimsetmeye çalışması yüzünden ona karşı öfke duyduğumu söyledim.
Don Juan, sesi katılaşmış, “Bu tutumunu sergilemek için zamanın yok senin,” dedi. “Senin şimdi yaptıkların, her ne menem şeyse, ola ki senin son savaşındır. Bi dakka daha yaşamanı sağlayabilecek bi güç yoktur bu evrende.”
Öfkemi dizginleyerek, “Onu biliyoruz,” dedim.
“Yoo. Bilmiyorsun. Bilseydin eğer, bi avcı olurdun sen!” Burnumun hemen dibindeki ölümün bilincinde olduğumu, ancak bunu düşünmenin ya da söz konusu etmenin bir yararı dokunmayacağını, zira ondan kaçınmak için yapabileceğim bir şey bulunmadığını ileri sürdüm. Don Juan güldü—benim aynı numarayı robot gibi yineleyeduran bir soytarı olduğumu söyledi.
“Şayet bu senin yeryüzündeki son savaşınsa, o takdirde ben senin bi ahmak olduğunu söylerim,” dedi dingince.. “Yeryüzündeki son oyununu, bu aptalca tutumunla heba ediyorsun sen.”
Bir süre sessiz durduk. Düşüncelerim kafamda kaynaşıyordu. Haklıydı, elbet.
‘Hiç zamanın yok senin dostum, hiç. Hiçbirimizin yok zamanı,” dedi.
“Haklısın, don Juan, ama— ”
“Bana hak vermen yetmez,” diye yapıştırdı. “Öyle kolayca hak vereceğine, eyleme geçmelisin. Her şeyi göze al. DeğiŞ-”
“Hemen öyle?..”
Pek tabii. Sözünü ettiğim değişme asla azar azar olmaz; ansızın oluverir. Topyekûn bi değişimi getirecek olan o ani olaya hazırlamıyorsun sen kendini.”
Anlattıklarının çelişkili olduğu kanısındaydım. Kendimi değişime hazırlıyorsam, bunun kuşkusuz azar azar değişmekte olduğum anlamına geldiğini söyledim.
“Sen hiç değişmedin,” dedi don Juan. “O yüzden, azar azar değiştiğini sanıyorsun. Ama bakarsın, bi gün hiçbi uyarı olmaksızın ansızın değişerek şaşırıp kalırsın. Böyle olacağını biliyorum ben, bu yüzden ya seni inandırmak için ara vermeksizin seninle ilgilenmem.”