Don Juan’la don Genaro yanıma geldiler, çevremi sarıp fısıldamaya başladılar. İkisi de ayrı şeyler söylüyorlardı, ama onların komutlarını izlemede hiç güçlük çekmedim. Daha ilk sözcüklerini söyler söylemez “yarılmış” gibi olmuştum. Pablito’ya yaptıklarını bana da uyguladıklarını anladım. Beni don Genaro çevirdi, bir an için dönüyormuş ya da uçuyormuşum hissine kapıldım. Hemen sonra, havada ilerliyor, inanılmaz bir hızla uçurumun dibine yaklaşıyordum. Düşerken önce giysilerimin parçalandığını, ardından etlerimin döküldüğünü, en sonunda da yalnızca başımın kaldığını hissettim. Bedenimin parçalara ayrılması nedeniyle gereksiz ağırlığımdan kurtulduğumu açık ve seçik biçimde anladım, böylece düşüşüm ivmesini yitirmiş, hızım azalmış oluyordu. Düşüşüm artık başımın dönmesine yol açmıyordu. Bir yaprak gibi ileri geri devinmekteydim. Ardından, başım da ağırlığını yitirmeye başladı da, sonunda “benden”, bir santimetre karelik bir külçe, küçük bir çakıl taşı büyüklüğünde bir posa kaldı. Tüm duygum burada yoğunlaşmıştı; sonra, bu da patlayınca kendimi bin parçaya ayrılmış hissettim. Bin parçanın da aynı anda farkında olduğumu biliyordum, ya da benim dışımda bir yerde bir şey bunu fark ediyordu. Farkındalığın ta kendisi olmuştum ben.
Ardından, farkındalığımın bir bölümü kaynaştı, yükseldi, büyüdü. Bir yere yerleşti, azar azar sınırlarımın mı desem, bilinçliliğimin mi desem, ayırdına yeniden vardım ve birden bildiğim, aşina olduğum “ben” bir volkan gibi patlayarak, düşlenebilecek tüm “güzel” sahnelerden oluşan görkemli bir gösteriyi, dünyanın binlerce insanlarının, nesnelerinin resimlerini aynı anda önümde sergiledi.
Daha sonra görüntüler bulanıklaştı. Gözlerimin önünden hızla geçiyorlardı, artık onları izleyemiyordum. Sonunda, dünyanın oluşumu kesiksiz, bitmeyen bir şerit gibi gözlerimin önüne serilmişti, sanki.
Birden, kendimi don Juan ve don Genaro’yla birlikte uçurumun kıyısında buldum. Beni geri çektiklerini ve hiç kimsenin hakkında konuşamayacağı bilinmezi yaşadığımı fısıldadılar. Beni bir kez daha savuracaklarını, ancak bu kez “tonal”dan “nagual”a geçmek yerine algımın kanatlarını açıp, birinden ötekine gidip geldiğimin farkına varmaksızın, ikisine de aynı anda dokunmam gerektiğini söylediler.
Yine aynı çevrilme, dönme ve büyük bir hızla aşağı fırlatılma duygularını yaşadım. Sonra, patladım. Zerrelere ayrıldım. İçimde bir şey boşandı; bu, tüm yaşamım boyunca kilitli tuttuğum bir şeyi açığa çıkarmıştı. Gizli hazinemin açıldığının ve durdurulamaz biçimde dışarı aktığının kesinlikle ayırdındaydım. “Ben” adını verdiğim o tatlı birlik kalmamıştı, artık. Hiçbir şey yoktu; ne var, bu boşluk dopdoluydu. Aydınlık ya da karanlık, sıcak ya da soğuk, güzel ya da çirkin değildi. Gidiyor, dalgalanıyor ya da duruyor değildim; alışageldiğim gibi, tekil bir birim, bir öz de değildim artık. Hepsi “ben” olan sayısız özdüm, birbiriyle özel bir biçimde bağıntılı bu ayrık birim kolonileri önünde sonunda birlemiyor, kaçınılmaz biçimde tek bir farkındalığa, benim insan farkındalığıma dönüşüyordu. Hiçbir kuşkuya yer bırakmaksızın “biliyordum” ki—zira bilecek olan bir şey de yoktu zaten—-gene de tüm ve tek farkındalığımla “biliyordum” ki, tanıdık dünyamın “ben”i, “kendim” i, hep bir koloni, birbirlerinden ayrı ve bağımsız ve birbirleriyle sarsılmaz bir dayanışma içindeki duyguların sağlam ve sarsılmaz bir topluluğuydu. Sayısız farkındalıklarımın sarsılmaz dayanışması, bu bölümlerin birbiriyle olan bağlantısı benim yaşam gücümdü.
Bu birleşmiştik duygusunu betimlemenin bir başka yolu da, bu farkındalık kütlelerinin saçılmış olduğunu söylemekti; her biri kendisinin ayırdındaydı ve hiçbiri ötekinden daha önemli değildi. Ardından bir şey bunları bir karıştırıyor ve her birinin bir kümede toplaştığı bir alana, bildiğim “ben’e dönüşüyordu. Bu durumda “ben”, ya da “kendim” olarak dünyasal etkinliğe özgü bir sahne izledim, ya da ola ki bu sahne başka dünyalara, salt imgeselliğe, yani “salt düşünce” dünyasına aitti. Entelektüel dizgelere ya da sözelleştirmeler olarak birbirine dizilmiş düşüncelere ilişkin görüntülerle karşılaştım. Kimi sahnelerde ağzım kuruyana dek konuştum da konuştum. Bu tutarlı görüntülerin her birinden sonra “ben" çözülüp gidiyor, bir hiçe dönüşüyordu.
Bu tutarlı görüntülere yaptığım yolculuklardan birinde, kendimi uçurumun kıyısında don Juan’la birlikte buldum. Bir anda, tanıdığım “ben”e dönüştüğümün ayırdına vardım. Bedenselliğimi gerçekmişçesine algıladım. Görüntülerden birinde değil de dünyadaydım.
Don Juan, beni bir çocuk gibi bağrına bastı. Bana baktı. Yüzü bana çok yakındı. Karanlıkta gözlerini görebiliyordum. Çok sevecendiler. Bir soru sorar gibiydiler. Ne olduğunu biliyordum bu sorunun. Konuşulamaz olan, gerçekten konuşulamazdı.
“Eee?” diye sordu sevecence, sanki onayımı beklemeye ihtiyacı varmış gibi.
Dilim tutulmuştu. “Aptallaşmış”, “şaşırmış”, “kafası karışmış” gibi sözcükler o anda hissettiklerimi dile getirmeye yetmezdi. Bir balon gibiydim. Don Juan’ın beni tutup yere doğru bastırması gerektiğini biliyordum, yoksa havada salınıp yeniden yok olacaktım. Yitmekten korkmuyordum. Farkındalığının birleşik olmadığı o “bilinmezi” özlemiştim.
Don Juan beni omuzlarımdan bastıra bastını yavaşça yürüterek don Genaro’nun evinin yakınında bir yere götürdü; orada beni yatırıp, önceden hazırlamış olduğu yumuşak bir toprakla tüm bedenimi boğazıma kadar örttü. Yapraklardan yaptığı bir yastığa başımı yaslayarak, kesinlikle kımıldamamı ya da uyumamamı tembihledi. Orada oturacağını, toprak bedenimi pekiştirene dek bana yoldaşlık edeceğini söyledi.
Kendimi çok iyi hissettim, uyumak isteğime karşı koyamıyordum, ama don Juan buna izin vermiyordu. Az önce yaşadıklarımın dışında istediğim her şey hakkında konuşabileceğimi söyledi. Önce konuşacak bir şey bulamadım; sonra, don Genaro’yu sordum. Don Juan, don Genaro’nun Pablito’yu alıp oralarda bir yere götürdüğünü, o anda onun bana yaptıklarının aynısını Pablito’ya uygulamakta olduğunu söyledi.
Söyleşmeyi sürdürmek istedim, ama içinde bir tamamlanmamışlık duygusu vardı; alışılmadık bir kayıtsızlık, sıkıntıya benzer bir yorgunluk içindeydim. Don Juan ne hissettiğimi anlıyor gibiydi. Pablito’dan, onunla yazgılarımızın nasıl birleştiğinden söz etmeye başladı. Don Genaro, onun öğretmeni olduğu zaman, kendisinin aynı zamanda Pablito’nun velinimeti olduğunu, erkin adım adım Pablito’yla beni bir araya getirdiğini anlattı. Pablito’yla aramdaki tek fark, onun bir savaşçı olarak dünyasına korku ve baskının, benimkine ise sevecenlik ve özgürlüğün hâkim olmasıymış. Don Juan böyle bir farkın, velinimetlerin özlerindeki kişilik farklılığından kaynaklandığını açıkladı. Don Genaro, tatlı, sevecen ve şakacı, kendisiyse sert, buyurgan ve dolaysızdı. Benim kişiliğimin zorlu bir öğretmeni, ama şefkatli bir velinimeti gereksindiğini, Pablito’nunsa bunun tam tersi olduğunu söyledi—yani müşfik bir öğretmenle haşin bir velinimetti onun gereksinmesi.
Bir süre daha konuştuk, sabah olmuştu. Güneş doğu ufkundaki dağların üzerinden görününce, toprağın altından çıkmama yardım etti.
Öğleden sonra uyandığım zaman, don Juan’la ben don Genaro’nun evinin kapısının önüne oturduk. Don Juan, don Genaro’nun hâlâ Pablito’yla birlikte olduğunu, onu son karşılaşmaya hazırladığını söyledi.
“Yarın Pablito’yla sen bilinmeze gidiyorsunuz,” dedi. “Şimdi benim de seni hazırlamam gerek. Oraya tek başınıza gireceksiniz. Dün gece atılıp çekilen yoyolara benziyordunuz; yarın kendi başınızın çaresine bakacaksınız.”
Birden meraklandım, aklıma bir gece önceki deneyimlerime ilişkin sorular üşüşüverdi. Ama bu hücumum onu hiç mi hiç tındırmadı.
“Bugün bi dönüm noktası teşkil edecek bi manevranın üstesinden gelmeliyim,” dedi. “Sana son bi numara daha çekmem gerek; senin de bu numarayı yutman.”
“Gülerek kalçalarını tokatladı.
“Geçen gece ilk alıştırma sırasında don Genaro sana büyücülerin nagualı nasıl kullandıklarını göstermek istemişti,” diye sürdürdü. “Kişi kendi isteğiyle nagualı kullanmadığı sürece, daha doğrusu, nagualdaki eylemlerinden bi anlam çıkarmak amacıyla kendi isteğiyle tonalını kullanmadığı sürece büyücülerin açıklamasına ulaşamaz. Tüm bunları açığa kavuşturmak amacıyla şöyle de diyebiliriz: kişi, nagualı büyücüler gibi kullanacaksa, tonalın görüşü etkili olmalıdır.”
Son söylediği şeyde bariz bir çelişki gördüğümü söyledim don Juan’a. Daha iki gün önce benimle yaptığı o inanılmaz özet konuşmasında, yıllar boyunca benim dünya görüşümü değiştirmek için yaptığı o amaçlı edimleri sayıp dökmüştü; şimdi de kalkmış, aynı dünya görüşünün etkili olmasını istiyordu.
“Birinin ötekiyle hiçbi alakası yok,” dedi don Juan. “Algılamamızın düzeni yalnızca tonalın alanına girer; eylemlerimiz yalnızca orada bi ardışıklık kazanabilir; bu eylemler yalnızca orada, basamaklarını sayabileceğin bi merdiven gibi dizilebilir.
Nagualda buna benzer bi şey bulamazsın. Anlayacağın, tonalın görüşü bi araçtır, bu bağlamda yalnızca en iyi araç değil, sahip olduğumuz tek araçtır da.
“Dün gece senin algı baloncuğun açıldı, kanatları da açılmış oldu. Hepsi bu kadar işte. Başına neler geldiğini açıklayabilmem olanaksız, bunu denemeyeceğim bile, ama sen de kalkışma böyle bi şeye. Algının kanatlarının, senin bütünlüğüne dokunması amacıyla yapıldığını söylemek yeterli. Dün gece sen nagualdan tonala sayısız kez gidip geldin. Seni iki kez savurduk, böylece hata olasılığını önledik. İkinci kezinde bilinmeyene yolculuğu olanca çarpıcılığıyla yaşadın. Algın, senin içindeki bi şey senin gerçek doğanı kavradığı an, kanatlarını açıverdi. Sen bi salkımsın.
“Budur büyücülerin açıklaması. Nagual konuşulmaz olandır. Tüm olası duygular, varlıklar, özler onun içinde salapuryalar gibi barışçıl, değişimsiz, sonsuza dek salınıp dururlar. Sonra, yaşam tutkalı birkaçını birbirine yapıştırıverir. Sen kendin bulguladın bunu dün gece, Pablito hakeza, tıpkı Genaro’yla benim, bi zamanlar bilinmeze yaptığımız yolculuklarda anlamış olduğumuz gibi. Yaşam tutkalı bu duyguların kimilerini yapıştırınca ortaya bi varlık çıkar; tonalın bölgesine doluşan tüm öbür varlıklarla birlikte o yerin şaşaası ve görkemi karşısında körleşip gerçek doğasını unutan bi varlık. Tonal, birleşik örgütlenmelerin yaşadığı yerdir. Yaşam gücü, tüm gerekli duyguları bi araya getirir getirmez, bi varlık, tonalda beliriverir. Sana bi keresinde, tonalın doğumda başlayıp, ölümde bittiğini anlattıydım; bunu dedim, zira yaşam gücü bedeni bırakır bırakmaz tüm o tekil farkındalıkların çözüşüp gelmiş oldukları yere, naguala döndüklerini biliyorum da ondan. Savaşçının bilinmeyene yaptığı yolculuklar, tıpkı ölmek gibidir, elbet onun salkımındaki tekil duygular ayrışmayıp, kendi birlikteliklerini yitirmeksizin bi parça genişler yalnızca. Oysa ölümdeyse, bunlar çok diplere batarlar ve daha önce hiç birim olmamışlarcasına bağımsızca devinirler.”
Ona, anlattıklarının, yaşadıklarımla inanılmaz derece örtüştüğünü söylemek istedim. Ama beni konuşturmadı.
“Bilinmezden söz edebilmenin yoktur bi yolu,” dedi. “Yalnızca tanık olabilirsin ona. Büyücülerin açıklaması der ki, her birimizin naguala tanık olabileceğimiz bi merkezimiz vardır: istenç. Böylece bi savaşçı nagualın içine dalıverir de, salkımının kendisini sonsuz olasılıklar içinde istediğince düzenlemesine izin verir. Sana, nagualın ifade edilme biçiminin kişisel bi mesele olduğunu anlattıydım. Bununla, savaşçının, salkımını istediği gibi düzenlemesinin tümüyle kendisinin bileceği bi iş olduğunu anlatmak istemiştim. İnsan biçimi ya da insan duyguları hepsi arasında özgün olanıdır, ola ki tüm biçimler arasında bize en tatlı gelenidir; ne var ki, salkımın benimseyebileceği sayısız başka biçimler vardır. Bi büyücünün istediği bi biçimi benimseyebileceğim anlattıydım sana. Doğrudur bu. Özünün bütünlüğüne sahip bi büyücü, salkımının kimi bölümlerini akla gelebilecek her bi şekilde birleşmeye yöneltebilir Tüm bu karışımları olası kılan şey, yaşam gücüdür. Yaşam gücü tükenince salkımı yeniden bi araya getiremezsin, artık.
“Ben bu salkıma, algı baloncuğu adını koymuştum. Onun mühürlenmiş ve sıkıca kapatılmış olduğunu, ölüm anımıza dek asla açılmadığını söylemiştim. Ne var, açılabilir de. Büyücüler aşikâr bu gizi öğrenmişlerdir, her ne kadar hepsi de özlerinin bütünlüğüne ulaşamazlarsa da, bunun mümkün olduğunu bilirler. Baloncuğun, yalnızca kişinin naguala fırlatılması durumunda açıladığını bilirler. Dün sana, senin bu noktaya ulaşmak amacıyla izlediğin tüm aşamaların bi özetini vermiştim.”