Geri döndük. Diğerleri sağ salim köprüden uzaklaşmış, korkulu gözlerle bize bakıyorlardı. Zamanın durduğunu hissettim. Ortalıkta hiç kimse görünmüyordu. Köprü üzerinde neredeyse beş dakikaya yakın bir süre durmamıza rağmen ne köprüden geçen ne de ortalıkta gezinen tek bir kişi bile görünmemişti. Sonra birdenbire günün yoğun bir saatinde her hangi bir işlek yolda karşılaşabileceğimiz biçimde çevremizi insanlar sardı.
Tek bir kelime konuşmadan, şehir meydanına döndük. Tehlikeli biçimde zayıftık. Kentte biraz daha kalmak konusunda hafif bir istek duyuyordum, ama arabayla doğuya, Atlantik kıyısına doğru yol aldık. Nestor’la ben sırayla direksiyona geçiyorduk. Veracruz’a kadar yolda yalnızca yemek yemek ve benzin almak için durduk. Veracruz, bizler için tarafsız bölgeydi. La Gorda böyle bilmedikleri bir şehrin eski giysilerinden kurtulmak için uygun bir yer olduğunu söyledi. Bir otele yerleştik ve orada eski giysilerini çıkartarak parçaladılar. Yeni bir şehirde bulunmanın verdiği heyecan, moralleri ve kendilerini iyi hissetmeleri açısından çok yararlı oldu.
Bir sonraki durağımız Mexico City oldu. Bir zamanlar don Juan’la birlikte kaldığımız Alameda Parkı yakınlarında bir otele yerleştik. İki gün boyunca tam birer turist gibi yaşadık. Olabildiğince çok sayıda turistik yer gezdik. Kadınlar tek kelimeyle başdöndürücü görünüyorlardı. Benigno bir rehin dükkanından fotoğraf makinesi satın aldı. Makineye film koymadan dört yüz yirmi beş fotoğraf çekti. Bir yerde duvarlardaki mozaikleri hayranlıkla seyrederken, yanıma gelen bir güvenlik görevlisi bana bu harika görünüşlü yabancı bayanların hangi ülkeden geldiklerini sordu. Beni turist rehberi sanmıştı. Sri Lanka’dan geldiklerini söyledim. Söylediğime inandı ve Meksikalılara bu kadar benzemelerine hayret etti.
Ertesi gün saat onda, don Juan’ın beni bir zamanlar içeri ittiği havayolu bürosuna gittik. Beni itişiyle havayolu bürosunun bir kapısından girmiş diğerinden çıkmıştım. Ancak dışarı çıktığımda kendimi, olmam gereken yerde, arka sokakta değil, en az iki kilometre ötede bir pazar meydanında bulmuş, çevremdeki insanları seyre dalmıştım.
La Gorda, havayolu bürosunun da, köprü gibi, bir erk noktası, bir paralel çizgiden diğerine geçilen bir kapı olduğunu düşündüğünü söyledi. Yorumuna göre Nagual beni o açıklıktan içeri itmişti ama ben iki dünya arasında, iki paralel çizgi arasında sıkışıp kalmıştım; bu nedenle de pazar meydanındaki hareketliliği, onun bir parçası olmadan seyretmeye koyulmuştum. Nagual’ın beni iterek öte yakaya geçirmeyi amaçladığını, ama benim istencimin onun bu girişimini engellediğini ve sonuçta benim de geldiğim çizgide, bu dünyada kaldığımı söyledi.
Havayolu bürosundan pazar yerine, oradan da don Juan’la benim bürodaki geçirdiğim deneyimden sonra birlikte oturduğumuz Alameda Parkı’na yürüdük. Don Juan’la birlikte birçok kez o parka gitmiştik. Neler yapmamız gerektiğini tartışabilmemiz için en uygun yerin orası olduğuna inanıyordum.
Bulunduğumuz yerin erkinin bundan sonraki adımımızın ne olması gerektiği konusunda bir karar verebilmesi için yaptıklarımızı gözden geçirmeyi amaçlıyordum. Köprüyü geçmek konusundaki yoğun çabamızdan sonra, yol arkadaşlarımı bir grup halinde bir arada tutabilmenin bir yolunu düşünmeye çalışmış, ama bunda başarılı olamamamıştım. Önümüze çıkan taş basamakların üzerine oturduk ve konuşmama benim için bilgilerin sözcülerle ayrılmaz bir bütünlük oluşturduğuna duyduğum inancı dile getirmekle başladım. Onlara, bir olay ya da deneyimin bir kavram biçiminde sözlere dönüştürülmedikçe, silinip yitmeye mahkûm olduğunu açıkladım; bu nedenle de durumumuz hakkında tek tek bir değerlendirmede bulunmalarını istiyordum.
İlk söz alan Pablito oldu. Bunu oldukça tuhaf buldum, çünkü şu ana değin olağanüstü sessiz kalmıştı. Özür dileyerek söyleyeceklerinin, herhangi bir anımsamadan ya da bir duygudan kaynaklanmadığını, yalnızca bildiklerinden çıkardığı bir sonuçtan ibaret olduğunu belirtti. Kadınların köprüde olup bitenler hakkında söylediklerinin kendisi için anlaşılmaz bir yanı yokmuş. Pablito’ya göre bu, köprünün sağ yakası olan tonaldan, sol yakası olan naguala doğru olan çekimle ilgiliymiş. Burada herkesi korkutan, bir başkasının denetimi ele geçirmesi ve bu geçiş için onları zorlamasıymış. O sırada Silvio Manuel’e yardım edenin ben olduğunu kabullenmesi de zor değilmiş. Benim daha iki gün önce aynı şeyi yaptığımı, köprüde herkesi iteklediğimi gördüğünü de bunun kanıtı olarak belirtti. Ancak o gün, bana yardım edebilecek hiç kimse, onları köprünün öte yakasına çekmek üzere bir Silvio Manuel yokmuş.
Konuyu değiştirmeye çalıştım ve onlara, bizim deneyimlediğimiz türdeki unutma vakalarına amnezi adı verildiğini anlatmaya koyuldum. Amnezi üzerine bilgilerim, durumumuzu aydınlatacak ölçüde değildi, ama beni sanki bir emir verilmişçesine bir şeyi unutabilmenin olanaklı olmadığına inandırabilecek ölçüde sağlamdı. Onlara birinin, olasılıkla don Juan’ın, bizlerin şu anda anımsama gücümüzle ulaşamadığımız bir şeyler yapmış olması gerektiğini söyledim. Bunun ne olduğunu tam olarak ortaya çıkartmaya çalışıyordum.
Pablito benim, Sivio Manuel’le gizli bir anlaşma içinde bulunan kişinin ben olup olmadığımı çıkartabilmemin çok önemli olduğu konusunda ısrar ediyordu. Bu noktada, Lydia’yla Josefina’nın paralel çizgileri geçmek konusunda onları zorlayarak üstlendiğim rolden kendisine söz ettiklerini belirtti. Bu konuyu tartışmak beni oldukça rahatsız etti. Dona Soledad’la konuştuğum güne değin paralel çizgileri hiç duymadığımı söyledim; ama, bu düşünceyi derhal benimsemek konusunda da herhangi bir tedirginlik hissetmemiştim. Onlara, bir anda zihnimde bir ışığın çaktığını ve birden onun neden söz ettiğini kavrayıverdiğimi söyledim. Onu anımsadığım an, bu paralel çizgileri kendimin de geçtiğim düşüncesine bile inandım. La Gorda dışında hepsi, paralel çizgileri ilk kez ben onlara söz ettiğimde duymuşlardı. La Gorda’ysa paralel çizgileri, benden çok kısa bir süre önce dona Soledad’dan öğrenmiş.
Pablito, Silvio Manuel’le aramdaki ilişkiden söz etmeyi denedi. Onu engelledim. Hepimizin köprüde diğer yakaya geçmek üzere uğraştığımız sırada kendimin—ve olasılıkla da hepimizin—olağan olmayan bir gerçeklik durumuna girdiğimizin ayrımına o anda varamadığımı söyledim. Bu değişimin ayrımına anca köprüde bizden başka kimsenin bulunmadığını fark edince varabilmiştim. Orada yalnızca biz, sekizimiz bulunuyorduk. Güneşli bir gündü, ama birdenbire gökyüzü bulutlanmış, sabahın ortasında parlayan gün ışığı alacakaranlığa dönüşmüştü. Ben kendi korkularım ve kişisel yorumlarıma öylesine gömülmüş olmalıyım ki, bu ürküntü verici değişimi başta fark edememiştim. Geriye döndüğümüzde, diğer insanların etrafta dolaştıklarını gördüm. Peki, biz köprüyü geçmeye çalışırken neredeydi bu insanlar?
La Gorda ve ötekiler hiçbir şey fark etmemişlerdi—gerçekte onlara anlatmamdan önce herhangi bir değişikliğin ayrımına varmamışlardı. Hepsi birden huzursuzluk ve korku karışımı bir ifadeyle yüzüme baktılar. Pablito yine atıldı ve beni yapmak istemedikleri bir şey için onları zorlamakla suçladı. Bunun ne olduğunu söylemiyordu, ama sözlerinin altında yatan ima diğerlerinin de onu desteklemeleri için yeterli oldu. Birdenbire önümde öfkeli bir büyücü grubu oluşmuştu. Onlara, köprüde yaşadığımız ve bizi içine alan böylesine tuhaf bir deneyimi her açıdan incelemek zorunda olduğumu açıklayabilmek hayli zamanımı aldı. En sonunda sakinleşebildiler, ama bunun nedeni, anlattıklarıma inanmalarından çok, duygusal açıdan yorulmuş olmalarıydı. La Gorda da dahil olmak üzere tümü de, şidetle Pablito’dan yanaydılar.
Nestor farklı bir açıdan yaklaştı. Benim, olasılıkla kendi eylemlerinin kapsamının tam olarak ayrımında olmayan gönülsüz bir temsilci olduğumu öne sürdü. Diğerleri gibi benim onları yanlış yola sürüklemek üzere görevlendirilmiş olduğuma inanamıyormuş. Onları bilerek yıkıma doğru sürüklediğimin farkında olmadığımı hissediyormuş, ama yaptığım, tam olarak buymuş. Ona göre paralel çizgileri aşmanın iki yolu varmış, bu yollardan biri, kişinin bu çizgileri bir başkasının, diğeriyse, kendi erkiyle aşabilmesiymiş. Silvio Manuel, paralel çizgileri geçmelerini sağlamak için onları öylesine korkutmuş ki, bazıları bunu yaptıklarını bile anımsamıyorlarmış. Onlara düşen görev, kendi güçleriyle köprüyü aşabilmekmiş; benim görevimse, onlara engel olmak.
Daha sonra sözü Benigno alarak, don Juan’ın erkek çömezlerine yaptığı son şeyin, kendimizi bir uçuruma atmamızı sağlayarak paralel çizgileri geçmemize yardımcı olmak olduğunu söyledi. Benigno, köprüyü geçme konusunda daha şimdiden bir hayli bilgiye sahip olduğumuzu, ama bunu bir kez daha başarmak için doğru zamanın henüz gelmediğine inanıyordu. Köprüde ileri doğru bir adım daha atamamışlardı, çünkü henüz bunun zamanı gelmemiş. Bu nedenle de, karşıya geçirmeye zorlamakla onları yok etmeye çalıştığımı düşünmekte haklılarmış. Düşüncesine göre, kesin bir bilinç durumunda çizgileri aşmak, atacakları son adım anlamına gelecekmiş ve böyle bir adım ancak yeryüzünden yok olmaya hazır olduklarında gerçekleşebilecekmiş.
Daha sonra Lydia geldi karşıma. Herhangi bir değerlendirmede bulunmadı ama, efelenerek, onu ilk kez köprüye nasıl sürüklediğimi anımsamamı istedi. Kaba bir biçimde benim Nagual Juan Matus’un değil, Silvio Manuel’in çömezi olduğumu; Silvio Manuel’le benim birbirimizin bedenlerimize girdiğimizi söyledi.
La Gorda’yla köprüde yaşadığıma benzeyen bir öfke krizine daha kapıldım. Kendime tam zamanında hâkim oldum. Sakin olmalıydım. Kendi kendime defalarca beni analizlerin ilgilendirdiğini söyledim.
Lydia’ya, bana bu şekilde sataşmanın yararsız olduğunu belirttim. Susmak bilmiyordu. Silvio Manuel’in benim efendim olduğunu, bu nedenle de benim onların bir parçası olamayacağımı söyledi bağırarak. Rosa ona katılarak, olduğum her şeyi bana Silvio Manuel’in verdiğini söyledi.
Rosa’ya doğru sözcükleri kullandığından emin olup olmadığını sordum. Ona, sahip olduğum her şeyi Silvio Manuel'in verdiğini söylemiş olması gerektiğini söyledim. Kullandığı sözcüklerin doğru olduğunu öne sürdü. Bana olduğum her şeyi Silvio Manuel vermiş. La Gorda bile onu destekleyerek ciddi biçimde hastalandığım, tüm gücümün tükendiği, içimdeki her şeyin eriyip gittiği bir zamanı anımsadığını söyledi; işte o zaman, Silvio Manuel duruma müdahale etmiş ve bedenime yeni bir yaşam pompalamış. La Gorda’ya göre, sonuçlarla uğraşacağıma,gerçek kökenlerimi bilmem daha yerinde olurmuş. Ona göre, bugüne değin bana yardım eden kişinin Nagual Juan Matus olduğu varsayımından yararlanmışım. Nagual üzerinde sabitleşmemin nedeninin onun sözcüklere duyduğu düşkünlükmüş. Öte yandan Silvio Manuel, sessiz karanlıkmış. Onun izinden gitmek için paralel çizgileri aşmam gerekiyormuş. Oysa Nagual Juan Matus'un izinden gidebilmem için yapmam gereken tek şey onun hakkında konuşmakmış.
Sözleri benim için saçmalıktan öte hiçbir anlam ifade etmiyordu. Konuya denk düştüğüne inandığım bir yorumda bulunmaya hazırlanıyordum ki, birdenbire kafam karmakarışık oldu. Belirtmek istediğim konunun ne olduğunu çıkartamıyordum, oysa iki saniye önce tüm açıklığıyla zihnimde duruyordu. Bunun yerine, tuhaf bir anı zihnime musallat oldu. Bu, herhangi bir konuya ilişkin bir duygu değil, gerçekten yaşanmış bir olayla ilgili yoğun bir anıydı. Bir zamanlar don Juan ve yüzünü şu an çıkartamadığım bir adamla birlikte olduğumu anımsıyordum. Üçümüz birlikte, sanırım hayata ilişkin bir konu üzerinde konuşuyorduk. Sağda, üç dört metre ilerde akılalmaz bir biçimde, sarımsı bir sis duvarı uzanıyor, anlayabildiğim kadarıyla, dünyayı ikiye bölüyordu. Yerden başlıyarak gökyüzüne, sonsuzluğa doğru yükseliyordu. Nirengi noktalarının yardımıyla yönümü belirlediğimi ve sisten duvarın ekseninin doğudan batıya doğru uzandığını fark ettiğimi anımsadım. O çizginin kuzeyine doğru uzanan her şey, bildiğim dünyaya aitti. Don Juan’a çizginin güneyindeki dünyada ne olduğunu sordum. Don Juan beni birkaç derece döndürdü ve başımı çevirdikçe sisten duvarın da benimle birlikte hareket ettiğini gördüm. Dünya, benim zihnimin kavrayamayacağı bir düzeyde ikiye bölünmüştü. Bölünme gerçek görünüyordu, ama sınır, somut bir düzlemde yer almıyordu; demek ki sınır içimdeydi. Ya da öyle miydi gerçekten?
Bu anının bir boyutu daha bulunuyordu. Öteki adam, dünyayı ikiye bölmenin büyük bir başarı olduğunu söylemişti, ama bir savaşçının bu duvarın dönüşünü durdurabilecek zihin berraklığı ve denetim gücüne sahip olması daha da büyük bir başarıymış. Duvarın içimizde olmadığını söylemişti; hiç şüphesiz bu ayrım dış dünyadaymış, dünyayı ikiye bölüyormuş ve başımızı hareket ettirdiğimizde, sağ şakağımıza yapışmış gibi bizimle birlikte dönüyormuş. Duvarın dönmesini önleyebilmek büyük bir başarıymış ve böyle bir başarıyı elde etmek savaşçıya istediği an duvarı aşabilme gücünü sağlıyormuş.
Çömezlere biraz önce anımsadığım olayı anlattığımda, kadınlar öteki adamın Silvio Manuel olduğundan kesinlikle emin olduklarını söylediler. Sisten duvar konusunda bir uzman olan Josefina, Eligio’nun diğerlerine karşı üstünlüğünün duvarı hareket etmeden durmasını sağlayabilme, böylelikle istediği an duvarın içinde geçebilme yeteneği olduğunu söyledi. Rüya sırasında sisten duvarı delip geçmenin daha kolay olduğunu, çünkü böyle bir durumda duvarın hareket etmediğini de ekledi.
La Gorda, belki de kendisine acı veren bir dizi anıdan etkilenmiş gibi görünüyordu. Düşündüklerini söze dökebilene kadar kıvrandı durdu. Sonra da benim Silvio Manuel’in yardımcısı olduğumdan artık hiç şüphesinin olmadığını belirtti. Bizzat Nagual, dikkatli olmadığı takdirde onu esir alacağım konusunda uyarmış. Soledad bile onu uyarmış, bana dikkat etmesini, çünkü ruhumun insanları esir aldığımı ve onları emrimde uşak olarak kullandığımı söylemiş—ki bu, ancak Silvio Manuel’in yapabileceği bir şeymiş. Silvio Manuel beni esir almış ve buna karşılık ben de, yakınıma gelen herkesi esir alıyormuşum. Kendisinin de, Silvio Manuel'in evindeki o odada oturduğu ana değin büyümün etkisi altında yaşadığını, ama o an, birdenbire omuzları üzerinden bir yükün kalktığını hissettiğini söyledi.
La Gorda’nın sözlerinin etkisiyle ayağa kalktım ve sendeledim. Midemde bir boşluk hissediyordum. Hangi durumda olursa olsun, bana destek olacağı konusunda ona güvenebileceğimden emindim. İhanete uğradığımı hissettim. Onlara gerçekte ne hissettiklerimi anlatmanın uygun olacağını düşündüm, ama birdenbire kendime geldim. Bunun yerine onlara, bir savaşçı olarak tam bir tarafsızlık içinde bir sonuca vardığımı, don Juan’ın yaşamımın akışını değiştirmesinin altında yatan nedenin, bana daha iyi bir yaşam sağlayabilmek olduğunu söyledim. Bana yaptıklarını defalarca değerlendirmiştim ve hepsinde vardığım sonuç aynıydı. O, bana özgürlüğümü sağlamıştı, benim de bildiğim tek şey, yakınımdakilere sağlayabileceğim tek şey, ancak özgürlük olabilirdi.
Nestor, beni desteklediğini belirten bir hareket yaptı ve bana karşı duydukları düşmanlığa bir son vermeleri için kadınları uyardı. Bana baktığında gözlerinde, anlamaya çalışan ama anlayamayan birinin ifadesi okunuyordu. Bana, onlara ait, gerçekten garip bir kuşa benzediğimi söyledi. Sevecenliğin ve tekdüzeliğin sınırlarını aşabilmek için bir an benim varlığıma gereksinim duymuşlardı. Şimdiyse özgürdüler ve onlara engel olacak hiçbir şey yoktu. Benimle birlikte kalmaları hiç şüphe yok ki hoşmuş, ama bu, onlar için ölümcül olacakmış.
Çok duygulanmışa benziyordu. Yanıma geldi ve elini omuzuma koydu. Bu dünya üzerinde bir daha hiç karşılaşmayacağımızı hissettiğini; küçük insanlar gibi tartışarak, şikayet ederek, birbirimizi suçlarak ayrılmamızdan üzüntü duyduğunu söyledi. Benimle, kendi adına değil, diğerlerinin adına konuştuğunu belirten Nestor, aralarından ayrılmam gerektiğini, çünkü artık bir arada bulunmamızın olanak dışı olduğunu düşünüyordu. La Gorda’nın birlikte oluşturduğumuz yılan betimlemesi en başta kendisine gülünç gelmiş. Şimdiyse fikrini değiştirmiş, bu düşünce artık ona gülünç gelmiyormuş. Bir grup olarak başarılı olabilmemiz için son şansımızmış bu.
Don Juan bana yazgımı alçak gönüllülük içinde kabul etmeyi öğretmişti.
“Bi savaşçının yazgısının akışı değişmez,” demişti bana bir seferinde. “Çetin olan, onun bu katı sınırlar içinde nereye varabileceği, kusursuzluğunu ne ölçüde koruyabileceğidir. Eğer yolunun üzerinde engellerle karşılaşırsa, savaşçı kendi kusursuzluğu içinde bu engelleri yenmek üzere onlarla savaşır. Eğer yolunun üzerine dayanılmaz güçlükler ve acılar çıkarsa, yazgısının çizdiği yolu saçının bir teli kadar bile değiştiremez.
Atacağımız bir sonraki adımın bize bulunduğumuz yerin erkinin işaret etmesine ilişkin olarak en başta vermiş olduğum kararın doğru olduğunu düşündüm. Ayağa kalktım. Ötekiler başlarını çevirdiler. La Gorda yanıma geldi ve hiçbir şey olmamış gibi oradan ayrılmam gerektiğini, kendisinin de daha sonra bana yetişeceğini ve eşlik edeceğini söyledi. Öfkelenmiştim. Bana katılması için hiçbir neden bulunmadığını söylemek istedim. O da diğerlerine katılmayı seçmişti. İhanete uğradığımı hissettim. Neler hissettiğimi anlamış gibiydi. Sakin bir sesle bana, küçük insanlar olarak değil, birer savaşçı olarak yazgılarımızın emirlerini birlikte yerine getirmemiz gerektiğini söyledi.