Eski SessizBilgi - - - - - Yeni SessizBilgi
Alt Limit:
Kaç tane -->

tonal ve nagual


samire - Posted on 15 Şubat 2010


İnanma Zorunluluğu



Paseo de la Reforma’nın çarşı tarafında yürüyordum.Yorgundum. Yorgunluğuma karşın yürümek istemiştim. Bir Pazar günü öğleden sonraydı. Zocalo’ya geldim, oradan Lagunilla pazarına yöneldim. Hedef belirlemeden yürüdüm, sahafların ve madeni paraların satıldığı tezgahların orada durdum.


“Selam, selam! Bak kim varmış burada” dedi birisi omzuma hafifçe dokunarak. Ses ve dokunuş beni yerimden zıplattı. Sağ yanıma döndüm şaşkınlıkla, benimle konuşan Don Juan’dı.


Tepeden tırnağa titredim ve “ Ne yapıyorsun burada” dedim. Onunla buluşmadan önce kentte birkaç gün konaklamakta olduğumu söyleyince, ben de kente seni bulmaya geldim, dedi.


Gülümseyerek görünüşünü beğenip beğenmediğimi sordu. Takım elbise giymiş olduğunu ancak o an ayrımsayabildim. Dilim tutulmuştu.


“ Tacuchemi nasıl buldun diye sordu. Takım anlamına gelen traje sözcüğü yerine bir argo terimi kullanmıştı.


Şaşkındım, kahkahalarını kendi çevresinde dönerek koyuveriyordu. İnce çizgili açık kahverengi takım, ayağında yine kahve ayakkabılar vardı. Gömleği beyazdı, ya boyunbağına ne demeli? Kısa beyaz saçlarını sağ yandan ayırmış, yaşlı bir Meksikalı beyefendi, kusursuz bir kentli gibiydi.


Kendisini orda bulmamın çok sinir bozucu olduğunu ve oturmam gerektiğini söyledim. Yakınlarda bir parka oturmamızı önerdi. Bir kaç blok yürüyüp Plaza Garibaldi’ye geldik. Burası müzisyen iş bulma bürosu gibiydi. Ondan bu gizemli giysilerin anlamını sordum. O gün öyle giyinmesi gerektiğini bunun nedenini ilerde öğreneceğime dair belirsiz bir yanıt verdi. Alışılmadık bu durumdan doğan heyecandan dikkatim dağınıktı, oysa onu aylardır görmüyordum ve konuşmak istiyordum. Birkaç blok ötedeki La Alameda adlı sakin parka gitmeyi önerdi.


Boş bir sıra bulup oturduk. Uzun ve sinir bozucu bir sessizlik oldu. Onun evinde yaşamış olduğum olayların yaşamımı derinden etkilediğini, bunları konuşmak istediğimi söyleyince geçmişte kalmış olaylardan söz etmenin ilkelerine ters düştüğünü söyledi.


“ Şu anda önemli olan tek şey benim önerilerimi yerine getirmiş olmandır. Günlük yaşamı bir meydan okuma nedeni olarak kabul etmişsin. Yeterince kişisel erk toplayabildiğinin kanıtı ise beni hiç zorluk çekmeden bulman gerek noktada bulabilmendir” dedi.


Buna inanmayı isterdim deyince, “seni bekliyordum, birden ortaya çıktın, ben bunu bilirim, bi savaşçının bilmesi gereken budur.” Dedi.


Şimdi ne olacak dedim.


“ Kişi bilgi yolunda yalnızca bir savaşçı olarak ayakta kalabilir, savaşçı hiçbir şeye yerinmez, yaşamı bi meydan okumadır, meydan okuma iyi ya da kötü olamaz, meydan okuma, meydan okumadır.”Şimdi burada olduğuna göre tüm yapacağımız bir yora beklemek.


Ne tür bir yora diye sordum. Erkimim kendi ayağı üzerinde durup duramayacağını bilmemiz gerektiğini söyledi. Savaşçıların tüm yapma ve yap-mama durumlarında geçerli olan şey kişisel erktir dedi. Bu takımı senin için giydim dedi gizemli bir sesle. “ Bu giysi benim meydan okumamdır, görüyor musun bununla ne yakışıklıyım”


“Takım elbise giymek benim için bi meydan okumadır, senin için panço ve sandalet giymek ne denli zor ise benim içinde bu, o kadar zor bir meydan okumadır. Sıradan insan her şeyi uğur ya da uğursuzluk, kutsanmışlık ya da lanet olarak alırken gerçek bir savaşçı her şeyi bir meydan okuma olarak görür.”


Görüntüsü sinirlerimi bozmuştu, yerimden kalkıp yürümeye çabaladım ama “işimiz bitene kadar dırdır etmeden otur şurada, bir yora bekliyoruz, o olmadan kaldığımız yerden devam edemeyiz. Beni bulmuş olman yeterli değil” dedi.


Ne demek istediğini anlamadığımı söyledim. Parkın çevresinde dolanan bir şey gördüm dedi. Dost olup olmadığını sordum, hayır değildi, erkinin ne tür bir yora oluşturduğunu beklememiz gerek “ dedi. Sonra Don Genaro’nun bana vermiş olduğu öğütlerin kişisel yaşamıma nasıl yansıdığını uzun uzun anlatmamı istedi. Büyücülük işleri nedeniyle hayatımın rezil olduğunu söyledim. Anlattıklarıma uzun uzun güldü. “ Alışırsın, savaşçı dediğin akışkan olmalı, ister akıl dünyası, ister istenç olsun, çevresindeki dünyayla uyum içinde değişmeyi bilmeli” dedi. “ Bu değişimin en tehlikeli yanı savaşçının çevresindeki dünyanın ne biri ne öbürü olduğunu bulguladığı anlardır. Bu anlarda başarmak için yapılacak tek şeyin savaşçının inandığı gibi hareket etmesi olduğunu öğrendim. Savaşçı inanmadan inanır, onun sırrı budur. Savaşçı inanıyorum deyip sonra da olayları akışına bırakamaz. İnanma durumunda olan bi savaşçı bunu bi seçim gibi en içrek tercihinin dışa vurumu gibi ele alır”.dedi


Yazımı yazarken birkaç saniye bana baktı. Sessiz kaldım, söylediklerini düşünmek istedim. Aklım hiç yerinde değildi. Çevreme bakınmaya başladım. Caddede uzun araç dizisi hiç durmadan kornalarını çalıyordu. Yirmi metre kadar ileride üç polisin dahil olduğu yedi kişilik grup hareketsiz yatan bir adamın başına kümelenmişti. Ya sarhoş ya hastaydı. Don Juan adama bakıyordu. Ona anlattıklarını kafamda tam berraklaştıramadığımı, soru sormak istemediğimi söyledim. Hemen olağanlaş dedi, yapay bir ciddiyetle. İnanmakla inanmak zorunda olmak arasındaki farkı anlayamadığımı söyledim.


Bana kız arkadaşınla kedileri hakkında anlatmış olduğun öyküyü anımsar mısın dedi. Arkadaşım ölmek üzere olan iki yavruyu bulup, beslemiş kediler iki azmana dönüşmüştü. Evini sattığında kedileri verecek birini bulamamıştı ve kedileri uyutmak için hastaneye götürmek zorundaydı. Kediler arabaya binerken kızıl Max ısırıp tırmaladı kızı. Hayvan hastanesine geldiğimizde kara kediyi önce götürdü arkadaşım. Max arka koltukta oturuyordu. Birden koltuğun altına girdi. Koltuğu arkaya kaydırdım, sinir çöküntüsü geçiriyordu. , gözlerimiz çakıştı, bunaltıcı bir duygu sarmıştı beni. Max’a bunun arkadaşımın kararı olduğunu benim sadece buna uyduğumu söyledim. Birden arabanın kapısını açıp kaç Max diye bağırdım kediye. Arabadan dışarı fırladı ve kaçtı. Arkadaşım geri geldiğinde ona kaçtığını söyledim. Arabaya bindi ve tek söz etmeden kullandı. İzleyen aylarda bu olay benim için bir simge olmuş, unutulmaz bir izlenim bırakmıştı. Kendimi Max’ e benzetiyordum, aşırı düşkün pek çok konuda evcilleşmiş biri… Öyküyü Don Juan’ a da anlatmıştım.


Ne olmuş kedinin öyküsüne dedim. Benim de Max gibi talihimi denediğime inandığımı söylediğimi hatırlattı. İnandığımı söyledim.


“ Sana bi savaşçı olarak buna inanıp sonra da işi oluruna bırakamazsın demek istemiştim. Max’ın durumunda inanmak zorunda olma, onun kaçışının yararsız bir deneme olduğunu kabul etmen anlamına gelir. Bir savaşçı olarak Max’ın başardığına, yalnızca kaçmadığına bunun yanı sıra erkini de sürdürebildiğine inanmak zorundasın. Bu inanç yoksa senin de hiçbir şeyin yoktur diyelim.


Ayırım çok belirgindi artık. Max’ın yaşam boyu sürdürdüğü kedilikten uzak hayatını bildiğim için başaracağına inanmayı yeğlediğimi anımsadım birden.


“İnsan kolay inanır, inanmak zorunda olmak ise başka bir şey. Bu olayda erk sana şahane bir ders vermiş ama sen bir bölümünü kullanma yolunu seçmişsin. İnanmak zorundaysan tüm olayı kullanmalısın” dedi.


Ne demek istediğini anladığımı söyleyince kusura bakma hala anlamış değilsin dedi. Peki öbür kediye ne oldu diye sordu. Onu unutmuştum, öbür kedinin benim için önemi yoktu.


“Önemi var dedi Juan, inanmak zorunda olmak demek öbür kediyi de hesaba katmak demektir. Kendisini kötü yazgıya taşıyan elleri yalayarak oynaşan kediyi.. Bu hayvan inanarak kedice yargılarıyla dolu olarak ölüme giden kediydi.. Max gibi olduğunu sanıyorsun ve öbür kediyi unutuyorsun, adını bile bilmiyorsun. Kıçını kurtarmak için kaçıp talihini denemek yerine mutlu olarak, yargılarınla dolu biçimde kötü yazgına yürüyor da olabilirsin.”


Öbür kediye benziyor olabileceğim düşüncesi hiç geçmemişti kafamdan. Son kerte rahtsızlık verici bir şeydi bu.


Hafif gürültü ile zihinsel tartışmalarımdan kopuverdim. Polisler yerde yatan adamın çevresindeki insanları dağıtıyordu.


Şu çimenlerin üstünde yatan adama bir bak nesi var sanırsın diye sordu. Ya sarhoş ya hasta dedim. Ölüyor dedi. Buraya ilk oturduğumuzda ölümünü adamın çevresinde dolanırken gördüydüm. Sana kalkma dememin nedeni bu, bu iş bitmeden kalkamazsın, beklediğimiz yora buydu. Güneş şu an batmak üzere, bu senin erk saatin.


Yatan adam gençti, ölüyor mu diye merak ettim. O adam şu an ölmek üzere, inanmıyorsun aslında değil mi diye sordu. İnanmadığımı söyledim.


“Bu bir tezgah değil, bu bir yora, erkin edinimidir bu. Akıl destekli dünya tüm bunları daha önemli işlere koştururken izlediğimiz bi olaya dönüştürür. Belki sarhoştur. İstenç destekli dünya ise bunu görebilmemizi sağlayan bi erk edinimine dönüştürür. Adamın çevresinde dönen kancalarını gittikçe diplere ışıldayan telciklere saplayan ölümü görebiliriz. Biz ışıldayan varlıkların önünde iki olasılık vardır. Sen hala her şeyi akıl başlığı altında toplamaya çabalayıp duruyorsun, erkin sana bi yora getirdiğini nasıl göz ardı edersin. Geldik bu parkta bir yora beklerken bu adamı gördük, her birimiz kendimizce ayrımsadık; sen akılla ben istençle… Bu ölen adam erkin tüm savaşçılara sunduğu bir santimetre küp boyundaki talihtir. Savaşçı akışkanlaşıp bunu özümsemeyi bilir. Ben bunu becerdim, peki ya sen?”


Yanıt veremedim, içimde açılan derin yarığın farkına varıp bir an sözünü ettiği o iki dünyayı bir biçimde algılayabildim.


“ Ne müthiş bir yoradır bu, erk sana ölümün, inanmak zorunda olmanın vazgeçilmek bir parçası olduğunu gösteriyor. Ölüm Bilinci yoksa her şey sıradanlaşır. Çünkü Ölüm pusudadır ve dünya anlaşılmaz bi gizemdir. Erk gösterdi sana bunu. Gördüğün gibi, ölümümüzün varlığının bilinci olmazsa ne erk kalır ne gizem.”


Uzun süre adama baktım. Devinimsizdi. Belki de ölmüştü. Don Juan haklıydı. Dünyanın gizemine ve açıklanamazlığına inanmak zorunda olmak, bir savaşçının en içrek seçiminin dışa vurumuydu. Bu eksikse, başka hiçbir şey de olamazdı.


Tonal Adası


Don Juan ve ben ertesi gün öğleye doğru aynı parkta buluştuk. Yine kahverengi takımını giymişti. Bir sıraya oturduk ceketini çıkarıp, katlayıp sıranın üzerine bıraktı. Son derece çalışılmış, ama tümüyle de doğal bir kayıtsızlıkla yaptı bunu.


“ Yine takım elbisemi giydim, çünkü sana çok önemli bir şey söylemek istiyorum. Dün büyük bir başarı gösterdin, şimdi bir karara varmanın tam zamanı.”


Bir açıklama yapmaya hazırlanıyor gibiydi. Karnımda yabansı bir duygu hissettim.

Hadi karşıki lokantaya gidip bir şeyler yiyelim dedi sonunda. Ceketini düzeltti, tümüyle astarlanmış olduğunu gösterdi bana. Ismarlama yapıldığını söyleyip güldü. Bununla gurur duyarmış, önemliymiş gibi.


“ Takım elbisem ve tüm bu taklavat çok önemli, çünkü yaşamdaki konumumu simgeliyor.

Ya da bütünselliğimin iki bölümünden birinin konumunu. Giysimin sana ipucu vermesini istemiştim, verdi sanırım. Şimdi konuşma zamanı.”


“ Konu ne Don Juan?”


“ Özün bütünselliği” dedi ve büyük otelin lokantasına yöneldi. Salonun dibinde bir köşede yer gösterdi pek de dost davranmayan kadın garson. Kadının bilmeden bize en iyi masayı verdiğini söyledi. Yazı tahtamı çıkarmıştım ki garson tepemizde bitiverdi. Çorbada karar kıldık.


“ Takımımı giydim, çünkü sana bi şey söyleyeceğim” dedi durup dururken. “Şimdi büyücülerin açıklamasını söyleyeceğim sana. Sana Tonal ve Nagual’dan bahsedeceğim” dedi

Bu iki terimi tanıştığımızdan bu yana ilk kez kullanmıştı. Duymuşluğum vardı, Tonal’ın bir koruyucu ruh, genellikle bir hayvan; bir çocuğun doğarken edindiği ve yaşam boyunca sıkı bağlarla bağlandığı bir hayvan olduğu düşünülürdü. Nagual’ın ise büyücülerin kendilerini dönüştürdükleri kabul edilen hayvana ya da bu dönüşümü sağlayan büyücüye verilen isimdi.


“ Bu benim Tonal’ım” dedi eliyle göğsünü göstererek.

“ Takımın mı?”

“ Bunların hepsi benim Tonal’ım”


Her insanın doğumuyla işlev görmeye başlayan iki yanı, iki varlığı, karşılıklı iki parçası olduğunu açıkladı; birinin adı Tonal diğeri ise Nagual’dı.


İnsanbilimcilerin bu iki kavram ile ilgili bildiklerini ona anlattım. Bildiğim her şeyin saçmalık olduğunu, gerçek bilgiler için ya büyücü olmam gerektiğini ya da bir büyücüyle konuşmuş olmam gerektiğini söyledi. Bildiğim her şeyi unutmamı istedi.


“Seni Tonal ve Nagual ile tanıştıracağım, senin konumunda bu; sana öğrettiğim her şeyin üstünü örten kapaktır. Bunları dile getirmek için şu ana dek bekledim”


“ Tonal, insanı koruyan bir hayvan değil, hayvanmış gibi tanıtılan bir koruyucudur, senin sözcüklerinle konuşacağım; Tonal toplumsal kişiliktir.”


Benim şaşkınlığımla kahkaha patlattı.


“ Tam anlamıyla Tonal bi koruyucudur, çoğunlukla bekçiye dönüşen bir koruyucu”


Defterimi düşürdüm. Sinirli devinimlerini öykünüp güldü.


“ Tonal dünyanın örgütleyicisidir. Onun görkemli amacını tanımlamak için dünyanın karmaşasını düzene sokma uğraşını sırtlanmış olduğunu söyleyebiliriz belki de.”


“ Şu an ki söyleşimize anlam vermeye çabalayan şey senin tonalındır, o olmadan bir takım yabancı sesler duyar, bi halt anlamazdın. Gerçek varlığımızı esirgeyen bi koruyucudur bu da ona edimlerinde kıskanç ve kurnaz olma niteliği verir. Tonalın koruyuculuktan çıkıp bekçiye dönüşebilme olasılığı öyle anlaşılmaz bişi değil.”


Durdu, anlayıp anlamadığımı sordu.


“Bi koruyucu açık fikirli ve anlayışlıdır. Bi bekçiyse zorba, dar kafalı ve buyurgandır. Yani hepimizde bulunan Tonal buyurgan bi bekçiye dönüşür. Tonal bizi biz yapan her şeydir. İstediğini söyle, adlandırabildiğiniz her şey Tonal’dır. “


“Onu doğumla birlikte büyütmeye başlarız. İçimize havayı ilk çektiğimiz o an Tonal için de erkle nefes almaya başlamış oluruz. Tonal doğumla başlar ve ölümle biter”


Tonal her şeydir anlatımıyla ne söylemek istediğini yine de anlamış değilim Don Juan dedim.


“ Tonaldır dünyayı yapan”


“ Tonal dünyanın yaratıcısı mı?


“ Tonalın dünyayı oluşturması sözün gelişi. Hiçbir şeyi yaratamaz ya da değiştiremez ama yinede de oluşturur dünyayı. Yargılamak, değer biçmek, tanıklık etmektir işlevi çünkü. Tonal hiçbir şey yaratmayan yaratıcıdır. “


Parmaklarıyla iskemlesinin kenarında belli bir tartım tutturarak tanınmış bir havayı mırıldanmaya başladı. Gözleri parlıyordu, başını sallayarak kıkırdadı.

“ Beni pek izlemiyorsun” dedi gülerek.


İzliyorum canım, sorun yok dedim ama sesim inandırıcı değildi.


“ Tonal bir adadır” diye açıkladı. Elini masanın üstünde gezdirdi.


“ Tonal bu masanın üstü gibidir diyelim. Bu adanın üstünde her şeyimiz var. Bu ada da aslında Dünya. Her birimizin bir tonalı var ve bir de, her ana özgü ortak bir Tonalımız var. Buna da zamanların Tonalı diyebiliriz.” Lokantadaki masa kümelerini gösterdi.


“ Bak her masanın biçimi aynı. Kimi eşyalar hepsinin üzerinde bulunmakta. Yine de kişisel açıdan farklılar; Kimi masa daha dağınık, değişik yemekler var. Bu lokantadaki masaların tümünün benzeştiğini söyleyebiliriz, aynı durum Tonal için de geçerli. Nasıl bu masalar benzeşiyorsa bizleri de benzeştiren zamanın tonalıdır. Akılda tutulması gereken en önemli nokta şu; Kendimizle ve dünyayla ilgili bildiğimiz her şey Tonal adası üzerindedir, anlıyor musun?”


“ Kendimizle ilgili her şey Tonalsa Nagual nedir peki?”


“Nagual bizim hiç ilgilenmediğimiz parçamızdır”


“Anlayamadım”


“Nagual bizim betimleyemediğimiz bölümümüzdür – isim yok, söz yok, duygu yok, bilgi yok.”


“ Burada bir çelişki var Don Juan, fikrimce hissedilemez, betimlenemez, ya da adlandırılamazsa varolamaz demektir.”


“ Çelişki senin fikrinde var. Seni uyarmıştım, anlamaya çalışırken kendini nakavt etme”


“ Nagual zihindir diyebilir misin?”


“ Hayır zihin masanın üstünde, zihin acılı bir sostur diyelim” Bir sos şişesi alıp önüme bıraktı.


“ Nagual tin midir?”


“Küllük de tin olsun.”


“İnsan düşüncesi midir peki?”


“ Düşünceler gümüş takımlar gibidir”


“Göklerin inayeti mi?”


“O da değil, o da peçete olsun”


Sözünü ettiği şeyi betimleyebilmek için olası her yolu denemeye giriştim, saf bilinç, insan ruhu, yaşam gücü, ölümsüzlük. Sözünü ettiğim her şey için bir nesneyi masada benim tarafıma koydu. Çok eğleniyormuş gibiydi.


“ Nagual Ulu varlık, Kadir-i Mutlak, ya da Tanrı mı” diye sordum.


“ Hayır, masa örtüsü de Tanrı’dır diyelim”


Örtüyü kaldırıp içindeki tüm nesnelerle birlikte çıkın yaparmış gibi gülünç bir öykünmede bulundu.


“ Ama sen Tanrı yok mu demek istiyorsun?”


“Hayır ben bunu demedim. Tüm söylemek istediğim Nagualın Tanrı olmadığıdır, çünkü Tanrı Kişisel Tonal’ımızın ve zamanların bir nesnesidir. Tonal ise daha önce söylediğim gibi dünyayı oluşturduğunu sandığımız her şeydir, tabii Tanrı da dahildir buna. Tanrının zamanımızın tonalının bir parçası olmaktan başka bir önemi yoktur.”


“ Don Juan benim anlayışıma göre Tanrı her şeydir. Aynı şeyden söz etmiyor muyuz?”


“ Hayır Tanrı düşünebildiğin her şeydir yalnızca. Tanrıyı her istediğinde yaşayamazsın. Onun hakkında konuşabilirsin yalnızca. Öte yandan Nagual savaşçının hizmetindedir. YAŞANABİLİR AMA HAKKINDA KONUŞULAMAZ”


“ Nagual söylediğim hiçbir şeyin kapsamına girmiyorsa, bana yerini söyleyebilir misin, nerede bu?”


Don Juan eliyle her tarafı süpürürmüş gibi yapıp masanın sınırları ötesindeki bölgeyi gösterdi.


“ Nagual orda, adayı çevreliyor. Nagual erkin olduğu yerdir.”


“ Daha doğduğumuz anda aslında iki parça olduğumuzu hissederiz. Doğum anında ve sonraki kısa sürede tümüyle nagualızdır. Sonra işlev görmek amacıyla sahip olduğumuz parçanın bir karşı parçası olması gerektiğini hissederiz. Aranan Tonaldır ve bu en başından beri bir eksiklik yaratır. Derken Tonal gelişmeye başlar ve önem kazanır, nagualın parıltısı körelir, onu tümüyle kaplar. Artık tümüyle Tonal olduğumuz anda ise doğumdan başlayarak bize eşlik eden ve bizi bütünleyen bir parça olduğunu sürekli anımsatan o eski yetersizlik duygusunun arttığını seyretmekten başka bir şey yapamayız. Tümüyle Tonal olduğumuz andan başlayarak eşler oluşturmaya koyuluruz. İki yanımız olduğunu hep duyumsarız ama bunu tonalın nesneleriyle dile getiririz. Bir yanımız ruh diğeri beden, zihin ve özdek, iyi ya da kötü, Tanrı ve şeytan gibi… Aslında adanın üstündeki şeyleri eşleştirdiğimizin ayırtına varamayız. Diyorum sana bizi alıp götürmüşler ama hala çılgınlar gibi anlamlı şeyler yaptığımıza inanıyoruz.”


İşaret parmağını bana doğrulttu ve başını titretti


“ İnsan iyi ile kötü arasında değil artı kavramı ile eksi kavramı arasında gidip gelir, gerçek devinimi artı ile eksi arasındadır”


“ Doğru soruyu soramadım galiba, adanın ötesindeki yerin neresi olduğunu anlamak amacıyla doğru soruyu sorabilseydim eğer daha iyi bir anlayış yakalayabilirdik belki”


“ Bunu yanıtlamanın bir yolu yok, Bunu hiçlik diye yanıtlasaydım yine tonalın bir parçası durumuna sokmuş olacaktım.”


“ Peki ona Nagual dediğinde tonalın bir parçası durumuna getirmiş olmuyor musun?”


“ Hayır böyle bir şey olduğunun bilincine varasın diye söyledim adını onun”


“ Peki ama nagualın bilincine varmak onu yine tonalın bir parçası konumuna getirmiyor mu?”


“ Yazık anlamıyorsun, Tonal ve Nagual ı gerçek bi eş çifti olarak dile getirmiştim, tüm yaptığım buydu”


Çocukların anne ile baba arasındaki farkı anlamın üstesinden gelene kadar anlayamadıkları ve aradaki biçimsel farkları algıladıkça kavrayabildikleri konusundaki tartışmamızı hatırlattı bana.


“ İki parçamızı betimleyebilmek için bizler de kesinlikle aynı şeyi yaparız. Bi başka yanımız daha olduğunu duyumsarız. Ama ne zaman bir diğer yanımızı saptamak istesek Tonal sopasını gösterir. Kıskanç ve sıradan bi yöneticidir o. Kurnazca yanıltır bizi, gerçek çiftin öteki tekinden nagualdan geldiğine inandığı en ufak imgeyi bile ezip geçmeye zorlar bizi.”



Metinde beni çeken bir şeyler oldu. Daha çok şey bilmek istiyor, ama bilemeyeceğimi de anlamış bulunuyorum. İyi, bu bana uyar. :D



Ayin karanlik yuzune Hosgeldin Nibelunga seni burada gormek ne guzel.



Merhaba Stalker :) Seni görmek de çok güzel. Sen fosforlu da olduğuna göre epey bilgilisin. Tanıdık, bilgili birini görmek iyi oldu. Konulara yabancıyım, bana herhangi bir tavsiyen var mı?



Konuları sadece okuma nibelunga, onlara dokun. Ancak o zaman yabancılığın, yabansılığa dönüşecektir.



Ilk is tum CC serisinin iyice okunmasidir .(okumamis oldugunu saniyorum)

Eger buradaki uslup sana sevimli geldiyse kitaplarla da barisik olacagini tahmin ediyorum.

Ilk kitap bir miktar bayar , 3.kitaba kadar olan kisim en cok okunanlar olup cogu kisi olayi duman mantar vs olarak burada noktalar .

4.den 11. ye kadar ayni donemin gittikce derinlesen bilinc seviyelerinde anlatimi vardir. Roman degildir ama biraz bilinc akimi romanlari hatirlatir.

Bunlar sihirli kitaplardir insani degistirir , bunu farkedip okumayi durduran bir arkadasim oldu "benim colugum cocugum var ,giremem bu riske" diye kestirip atmisti.

Ben nispeten oportinist bir ruha sahibim galiba , yagmasan da gurle falan diyerekten 3-4 tur okudum .Bunlarla ilgili kafamda biriken bircok soruyu emekli olunca cozmek niyetindeyim :)



@stalker, Sonsuzluğun Etkin Yanı'ndan baska, arkonlardan (camur golgeler) bahseden CC kitabi var mi? Ayrica turkce ceviriler hakkinda ne dusunuyorsun?



http://www.budur.com/forum/topic.asp?TOPIC_ID=1957&whichpage=2 arkonlarla ilgili kısa kısa yazılar var expores bi bak istersen.



hayir exores sadece orada bahsediyor .


Turkce ceviriler gayet iyi bence ,yani Erk oykulerinin bir baska yaynevince cevrilen "Guc Oykuleri" disinda hepsinden memnunum .



Teşekkürler stalker. ixtlan yolculuğu'nu okuyorum. enteresan bir havası var, öyle bir çırpıda anlaşılacak gibi değil. sıkışırsam sorularıma hazır ol. :)



Ben de 3 gündür rüyacıyı okuyorum, çevirisiiyi olmuş.



Sessizbilgi Listele - - - - - Yeni Siteye Dön