Eski SessizBilgi - - - - - Yeni SessizBilgi
Alt Limit:
Kaç tane -->

algi baloncugu


ALGI BALONCUĞU


Castaneda bütün günü Genaro’nun evinde geçirdi. Akşamüstü Don Juan’la beraber yakınlardaki dağ sırasına doğru tırmanmaya başladık. Don Juan tümüyle kayalardan oluşmuş dimdik, koskocaman bir tepenin dibine götürdü. Burasının özellikle de derin kanyonun tam bir erk yeri olduğunu, çeşitli fırsatlar oluşturarak buradan bakmamı sağlamıştı. Bu kanyon daima karanlık ve tehditkârdı.


Şimdi tek başıma gidip tepenin kenarında Paplito’yla buluşacağım. Don Juan sinirsel yorgunluğumu gidermek için erk tırısı yapmamı önerdi.


Çok yorgun ve ayakta zor durmama karşın tırıs gitmeye başladım. Tepeye ulaştığımdaysa bir kayaya sırtımı dayayıp gevşedim. Uzakta bir insan karaltısı gördüm, Paplito’ydu seslendim, duymadı. Kalkıp yanına gittim ama daha oraya yaklaşmadan yabansı bir korku her yanımı sarmıştı. Sağ elimi kaldırıp ona dokunmak üzereyken bedenim olduğu yerde donup kaldı.


Paplito değildi, bu! Gözleri kaplan gibiydi, kaslarım gerildi. Korkum öylesine büyüktü ki, hemen oradan uzaklaşmaya çalıştığım sırada birisi kolumdan tuttu, paniğe kapıldım, çığlık attım.


Paplito’ydu bu; benden çok korkmuştu. Paplito çatırdayan dişlerinin arasından, “nagual”ın kendisini beklediğini ve onu öldürmeğe ramak kaldığını söyleyebildi.


Uzaktan Don Juan’la Don Genaro’nun karaltıları görünür oldu. Dingince yürüyorlardı, tavırlarında yabansı bir şeyler vardı. Don Genaro yere bir yarımay çizdi. Paplito’yla beni dışbükey çemberin içine oturdu. Kendisi ve Don Juan ise yarıçapın dışına iki metre kadar uzağına oturdular.


Önce Don Juan konuştu; bize dostlarını göstereceklerini söylediler. Bize sol taraflarına, kalçalarıyla, kaburga kemiklerinin arasına bakarsak, kemerlerine asılı çaput ya da mendil gibi şey “ göreceğimizi” söyledi.


Don Juan’ın dostları, Don Genaro’nunkilere oranla daha karanlık ve korkutucuydular. İkisi de ellerini kemerlerine attılar ve koyu renkli kumaş parçalarını yerlerinden çıkarırmışçasına devinimlerde bulundular. Bunları sol elleriyle aldılar. Don Juan kendisininkini atıverdi; Don Genaro’ysa yavaşça yere bıraktı. Kumaş parçaları yere yaklaştıkça sertleştiler, demirleştiler ve kütle kazandılar. Önce yuvarlandılar sonra genişlemeye başladılar. Don Juan’ın ki oylumlu bir gölge dönüştü ve beş altı karış ötemize kadar gelip yarımayın tam dibinde durdu. Beni aradığını biliyordum.


Paplito başını göğsüme soktu, onu sarstım, başını kaldırdı ve sesiz bir çığlık koyuverdi. Yabansı bir adam bana bakıyordu. Delice bakışlı gözleri parlıyordu. Uzunca bir süre baktı; bir gedik bulup içeri dalmak ve parçalamak istermiş gibi bir hali vardı. Bu nefret ya da şiddet değildi. Savaş duruşuna geçmek istedim; Paplito dostun Don Genaro’nun çizdiği çizginin ötesine geçemeyeceğini fısıldamasaydı geçecektim de.


Kısa bir sessizlik oldu. Don Juan ve Don Genaro’yu artık göremiyordum. Yarımayın iki noktasında oturmuyorlardı. Birden önümüzde, yırtıcı bir hayvan dev gibi, iğrenç bir kurt ya da çakal duruyordu. Tüm öfkesini, aramızda ki engeli yok etmek amacıyla yoğunlaştırmış gibi bir hali vardı.


Bu çılgın hayvana karşı bedensel bir çekilim ve dehşet duyuyordum.


Derken, birdenbire dev boyutlarda bir kedigil belirdi önümüzde. Gözleri ışığı yansıtan iki su dolu havuz gibi sabitti. Öylesine ürkütücüydü ki sınırlarını aşacakmış hissini veriyordu. Güç kazanıyormuş gibiydi. Paplito’da benimle aynı duyguyu paylaşıyor olsa gerek kafamı dümdüz kesip yere uzanmamızı fısıldadı.


Bir saniye sonra hayvan hücum etti. Neredeyse üstümüzdeydi. Ağırlığının beni yere çivilediğini hissettim; göbeğindeki tüyler enseme değdi. Bacakları bir şeye takılmıştı sanki titreyişlerini, çırpınışlarını ve çıkardığı şeytansı sesleri duydum.


Derken bedenimde yabansı bir güç yükseldi; bedenim ölmeyi reddediyor ve tüm gücümü sol kolumda ve elimde topluyordu. Denetlenmez bir şey bedenimi ele geçiriyor ve bizi boğan bu yoğun ve kötü kütleyi üstümüzden atmaya itiyordu. Paplito’da aynı tepkiyi veriyordu. İkimizin oluşturduğu güç öylesine fazlaydı ki, hayvan bir bebek gibi uçup gitti.


Müthiş bir çaba harcamıştık. Sonunda Don Juan ve Don Genaro’nun oturmama yardımcı olduklarını gördüm. Paplito bayılmıştı, bana yardım ettikten sonra Paplito’nun yanına vardılar. Sırtını ve karnını ovup ayağa kaldırdılar.


Don Juan ve Don Genaro yarımayın iki köşesine oturdular ve altlarında ileri geri, sağa sola devimlerini sağlayan raylar varmışçasına devindiler. Sonunda Paplito’nun yanında durup kulaklarına bir şeyler fısıldamaya başladılar. Bir süre sonra üçü birden ayağa kalkıp tepenin kenarına gittiler. Don Genaro, Paplito’yu çocuğu kaldırır gibi kaldırdı. Paplito tahta gibi düz ve sertti, ayak bileklerinden tuttu ve ona ivme ve güç kazandırmak ister gibi kendi çevresinde döndürdü ve sonunda, tepeden aşağı, karanlık çukura doğru savurdu.


Daha sonra yanıma gelip Paplito’ya yaptıklarını bana da uygulamaya başladılar. Hemen sonra havada ilerliyor ve inanılmaz bir hızla çukurun dibine yaklaşıyordum. Dişerken önce giysilerimin parçalandığını, ardından etlerimin döküldüğünü ve sonunda yalnızca başımın kaldığını hissettim. Düşüşüm ivmesini yitirdi. Derken kafam da ağırlığını yitirdi. Sonunda “benden” çakıl taşı büyüklüğünde bir şey kaldı. Derken bu da bin parçaya ayrıldı. Bin parçayı da sezgileyebiliyordum. Ben bilinçliğin ta kendisiydim.


Birden büyüdü, gelişti. Sınırların yeniden ayrımına vardım. Birdenbire tanıdığım “ben” oldum. Ve yaşamımın en büyük gösterisini izlemeye başladım. Dünyanın, insanların nesnelerin binlerce resmine aynı anda bakıyor gibiydim. Sonunda dünyanın oluşumu sonsuz bir zincir gibi gözlerimin önüne serilmişti, sanki.


Birden kendimi Don Juan ve Don Genaro’nun yanında buldum. Hiç kimsenin hakkında konuşamayacağı bilinmezi yaşadığımı fısıldadılar. Bir kez daha savuracaklarını, bu kez “ tonal”dan “ nagual”a geçmek yerine algımın kanatlarını açıp ikisine de aynı anda dokunmam gerektiğini söylediler.


Yine aynı çevrilme, dönme ve hızla aşağı düşme duygularını yaşadım. Derken patladım. Zerrelere ayrıldım. Gizli hazinenin açıldığını ve durdurulamaz biçimde dışarı aktığının kesinlikle ayırtındaydım. “Ben” adını verdiğim o tatlı birlik kalmamıştı, hiçbir şey yoktu; ne var, bu hiçbir şey doluydu. Alıştığım gibi, tekil birimde değildim artık. Hepsi “Ben “ olan binlerce özdüm. Sonra bunlar birleşiyor ve insan bilinçliliğini oluşturuyordu. Tüm tekil bilinçliliklerim, tanıdık dünyamın “ben”inin ,”kendim ”inin birbirlerinden ayrı, bağımsız duyguların sağlam ve sarsılmaz bir dayanışma içinde olan bütünü olduğunu biliyordu artık. Bu dayanışma ve her bölümün birbirleriyle bağlantısı benim yaşam gücümdü artık.


Bu bilinçlilik duygusunu bilinçlilik zerrelerine ayrılmıştı ve her biri kendinin bilincindeydi ve hiç biri daha önemli değildi.”ben” “kendim” olarak dünyasal etkinliğe ait bir sahne izledim. Bu sahne belki de başka dünyalara, salt imgesellik ya da “salt düşünce” dünyasına aitti. Zihinsel dizgelere ya da anlatıma dönüştürülmek için bir araya getirilmiş fikirlere ilişkin görüntüler izledim. Bunlardan birinde, kendimle gönlümce konuştum. Bunların hemen ardından “ben”im zerrelere ayrılıyor ve yeniden birleşiyordu.


Bu görüntülere yaptığım yolculuklardan birinde tepede Don Juan la karşılaştım. Çocuk gibi beni bağrına bastı, karanlıkta gözlerini görebiliyordum, soru sorar gibiydiler. Ne olduğunu biliyordum bu sorunun. Konuşulmaz olan, gerçekten konuşulamazdı.


Bütün değildim. Don Juan’ın beni tutup yere yapıştırması gerekiyordu. Yoksa havada salınıp zerreciklere ayrılacaktım. Beni tutup omuzlarımdan bastırarak, önceden hazırlamış olduğu yumuşak bir toprakla boğazıma kadar her yanımı örttü. Kımıldamamı ve kesinlikle uyumamamı söyledi.


Yaşadıklarım dışında her şeyi konuşabileceğimi söyledi. Paplito’yu sordum Don Juan Don Genaro’nun Paplito’ya onun bana yaptıklarının aynısını yaptığını söyledi. Don Juan Paplito’yla yazgılarımız nasıl da birleştiğinden söz etmeye başladı. Don Genaro’nun onun öğretmeni olduğu dönemde, kendisin de Paplito’nun velinimeti olduğunu ve erkin bizi adım adım çift olmaya yönelttiğini söyledi. Paplito ‘nun dünyasının korku ve baskıyla, benimkinin ise sevecenlik ve özgürlükle yönetilmesi olduğunu bu farkın velinimetlerin kişiliklerinin farlılığından kaynaklandığını, Genaro’nun sevecen, tatlı ve şakacı kendiyse sert, buyurgan ve dolaysızdı.


Güneş doğunca toprağın altından kalkmama yardım etti.


“yarın Paplito ve sen bilinmeze gidiyorsunuz” dedi. Tek başınıza olacağımızı “Geçen gece ilk alıştırma sırasında Don Genaro’nun göstermek istediği şey büyücülerin “nagual”ı nasıl kullandıklara ilişkindi” diye sürdürdü. Kişi kendi isteğiyle “nagual”i kullanmadığı sürece, başka bir deyişle, nagual’ın eylemlerinden bir anlam çıkarmak amacıyla kendi isteğiyle tonal’ını kullanmadığı sürece büyücülerin açıklamasına ulaşamaz.


( kişi nagual’ı büyücüler gibi kullanacaksa tonal’ın görüşü galip gelmelidir)


Son söylediği bir tutarsızlık gördüğümü söyledim. Daha önce benim dünya görüşümü değiştirmek için yaptığı o amaçlı edimleri sayıp dökmüştü; şimdi aynı dünya görüşünün kazanmasını istiyordu.” Birinin, ötesiyle alakası yok” dedi. Algılamamızın düzeni tonal’ımızın biricik erimidir; eylemlerimiz yalnızca oradan bir ardışıklık kazanabilir; bu eylemler yalnızca orada, basamaklarını sayabileceğin bir merdiven gibi dizilebilir.” Nagual”de buna benzer şeyler bulamazsın. Anlayacağın, tonal’in görüşü bi avandanlık gibidir. Yalnızca en iyisi de değil, kullanabileceğin tek avandalıktır bu.


Dün gece algı baloncunun açıldı, sen de algının kanatlarını dürülü kalmaktan kurtarıp açtın. Algının kanatlarının, bütünselliğe değdiğini söylemek yeterli. Seni dün gece iki kez savurduk sayısız defa tonal’dan naguale gidip geldin. İkinci de bilinmeyene tam bir yolculuk yaptın. Algının, içinde ki bi şey senin gerçek doğanı anladığı an kanatlarını açıverdi. Sen bi salkımsın.


Nagual konuşulamaz olandır. Tüm duygular, kişilikler, varlıklar bunun içinde dingince değişmeden, sonsuza dek salınıp dururlar. Derken, yaşam tutkalı bir kaçını bir araya getiriverir. Yaşam tutkalı bu duygulardan birkaçını yapıştırdığında ortaya bir varlık çıkar; gerçek doğasını unutan bi varlık ve bu varlık, varlıkların birlikte dolaştığı bölgenin parlaklığı ve görkemi nedeniyle körleşiverir; bu bölge tonal’dir. Tonal birleşmiş oluşumların yaşadığı yerdir. Yaşam gücü tam duyguları bi demet haline getirdiği anda varlık, tonal’da beliriverir.


Tonal doğumla başlar ölümle biter demiştim, çünkü yaşam gücü bedeni bırakır bırakmaz tüm o tekil bilinçliliklerin zerreciklere ayrıştığını ve geldikleri yere nagual’a döndüklerini biliyorum da ondan. Savaşçı bilinmeyene yaptığı yolculuklarda ki edinimlere ölüme benzer.


“Bilinmezden konuşmanın yolu yok” dedi. Yaşayabilirsin ancak. Büyücülerin açıklamasına göre kişi nagual’ı izleyebileceği bir merkeze bir istence sahiptir. Sana bir büyücünün istediği biçime bürünebileceğini söylemiştim. Özünün bütünselliğine sahip bir büyücü, istediği biçimi almak amacıyla salkımını düşünebileceği her türlü düzene sokabilir. Bu yer değiştirmelerinin olası gücü yaşamdır. Yaşam gücü tükenince salkımı bir araya getiremezsin artık.


Bu salkıma adı algı baloncuğu adını koymuştum. Sıkıca kapandığını ve ölüme dek asla açılmadığını söylemiştim. Ne var ki büyücüler bu gizi öğrenmiş ve tüm özlerinin bütünlüğüne ulaşmamış olsalar da bunun mümkün olduğunu bilirler.


Bir soru beklermiş gibi beni süzdü.


İçsel söyleşimi bir an kesebilirsem söz konusu soruyu bulabileceğimi söyledi. Ne demek istediğini anladım.


“Başımdan tüm bunlar geçerken bedenim neredeydi, diye sorduğum an gülmekten iki büklüm oldu.


“İşte bu büyücülerin kandırmacalarının en sonuncusudur” dedi. Aklın dünyanın, göze görünenden betimlemesinin çizdiğinden farklı olduğunu kabul etmeye istekli. Aklın algının ya da içinde ki bir şeyin veya senin tümünü tepeden sıçrayıp, gidip aşağıda neler olduğuna tonal’ın gözleriyle baktığına, sanki bir halat ya da merdivenle inmişçesine gittiğine inanmaya neredeyse istekli ve hazır. Başarılıydın her şeyi gördün bilinmeze fırlatılmaya hazır olduğunu anladık. O anda çift hakkında, öteki hakkında her şeyi görmekle kalmamış anlamıştın da”


Don Juan’ı durdurup anlamadığım bir şey hakkında onurlandırdığını söyledim. Bu izlenimlerin oturması için zamana gereksinim duyduğumu ve geçmişte sorular nasıl seller gibi geldiyse yanıtlarında aynı biçimde döküleceğini söyledi.


“Çiftin gizi sezgi baloncuğunun içinde saklıdır,” Dedi. Başka bir deyişle kişi burasını ve orasını aynı anda algılayabilir. Anlayamamıştım, “şapkanı düşün” dedi. Genaro’nun şapkanla ne yaptığını düşün.


Don Genaro’nun şapkamı çıkarmamı istediğini hatırladım. Şapkamı çıkarmayı istememiştim. Çıplaklığım beni yeterince salaklaştırmıştı. Kendim değildim derken Don Genaro şapkasını benimkiyle değiştirmek istemiş ama onun ki başıma çok küçük geliyordu.


Don Juan’a iki “sözde” atlama arasında bu bölümü unuttuğumu söyledim. Bu “atlamaların” belleğimde o ana kadar bıraktığı iz, kesilmemiş bir bütünlük olarak kalmıştı. “kesilmemiş bir bütünlük olduğu kesin” dedi. Genaro’nun şapkanla oynaması da kesin olduğu gibi.


Bu atlamalar işin başlangıcıydı yalnızca diye sürdürdü. Dün gece konuşulamaz olanı nagual’ı yaşadın. Aklın, bu aşamada istenç dediğimiz ve nagual’ın olağanüstü etkilerinin bunun sayesinde tartıldığı ve kullanıldığı başka bir birleştirme merkezinin varlığını bile kabul edebilir.


“Ne var, şimdi senin sorunun zamanı “ bütün bunlar olurken ben neredeydim? Bedenin nerdeydi? Gerçek bir son olduğu inancı, sahip olduğun her şeyi aklının çevresinde toplama olgusuna dayanır. Yaşadıkları nedeniyle de kabul etmek güvencelidir. Aklının ayağı güvenceli toprağa basar, tonal’in tüm nesneleri kendi yanındadır.


Don Juan durdu ve hadi Don Genaro’nun en sevdiği yere gidelim dedi. Gene aynı noktalarımıza oturup sırtımızı kayalara verdik.


“Aklı güvencede hissettirmek, öğretmenin görevi olmuştur, daima” dedi. “Seni tonal’ın sorumlu olduğuna ve eylemlerinin önceden tahmin edilebileceğine inandırarak, aklını tuzağa düşürdüm. Tuzağın işlediğinin kanıtı, şu an, yaşadığın her şeye karşın hala sana kalan bir şeyin, aklının var olduğuna inanmandır. Dün gece yalnızca betimlenemez nagual’ı değil, betimlenemez tonal’ı yaşadın sen.


Büyücülerin açıklamasının son parçası, aklın bi tek dış düzeni yansıttığını ve bu düzen konusunda hiçbir şey bilmediğini söyler. Bunu açıklayamaz, tıpkı nagual’ı açıklayamadığı gibi. Akıl anca, tonal’ın etkilerine tanıklık edebilir, ama onu anlaması açığa çıkarması mümkün değil. Konuştuğumuz ve düşündüğümüz olgusu bize izlediğimiz bir düzen olduğunu göstermektedir.


Ona batılı insanların beynin nasıl çalıştığına dair yaptıkları araştırmalardan bahsettim. Tüm bu araştırmaların bir şeylerin olageldiğini kanıtlamaktan öte gitmediğin altını çizdi.


“Büyücüler aynı şeyi istençli yapar” dedi. Dün gece algının kanatlarında uçtun. Yalnızca insansal algı tarafında dolaştın. Büyücüler ise o kanatların başka duyarlıklara değmek için de kullanabilir; bir karganın bir çakalınkine ya da uzayın sonsuz uzayın başka dünyaların düzenine.


“ Öteki gezegenleri mi kastediyorsun”


“ tabii ki. Algının kanatları bizi, nagual’ın en gizli sınırlarına ya da tonal’ın en bilinmez dünyalarına taşıyabilir.


“Evet, geldik büyücülerin son bölümüne” dedi. Dün gece, Genaro ve ben insanın bütünselliğini sağlayan son iki nokta da gösterdik; nagual ve tonal sana bir keresinde bu iki noktanın insanın dışında yer aldığını, hem de öyle olmadığını söylemiştim. Işıltılı varlıkların ikilemidir, bu. Her birimizin tonal’ı, o düzenle dolu, betimleyemez bilinmeyenin bir yansımasından başka bir şey değildir.


Her birimizin nagual’ı, her şeyi içeren o anlatılmaz hiçliğin yansımasından başka bir şey değildir.



Sessizbilgi Listele - - - - - Yeni Siteye Dön