Eski SessizBilgi - - - - - Yeni SessizBilgi
Alt Limit:
Kaç tane -->

ikinci bolum 8


Candelaria her Perşembe sabahı, oturma odasındaki ağır eşyaların yerini değiştirirken eve yayılan gürültülü sesleri bekliyordum. Bu kargaşa döneminde uyuyakalmış olabilir miyim düşüncesiyle, sessiz koridor boyunca oturma odasına doğru yürüdüm. Sokağa bakan iki pencereyi örten tahta panjurların yarıklarından güneş huzmeleri süzülüyordu. Altı iskemleli yemek masası, koyu renkli kanepe, içi doldurulmuş koltuklar, cam kahve masası, duvardaki çerçeveli doğa resimleri ve boğa dövüşü sahneleri içeren tablolar Candelaria’nın geçen perşembe günü koymuş olduğu yerlerde aynen duruyorlardı.


Avluya çıktım ve Candelaria’yı bir gülhatmi fidanının ardına yarı-saklanmış halde buldum. Kırmızı boyalı kıvırcık saçları arkaya taranmış, süslü taraklarla tutturulmuştu. Parlak altın halkalar kulak memelerinden sarkıyordu. Dudakları ve tırnakları parlak kırmızı renkleriyle basma elbisesinin canlı rengine uyum sağlıyorlardı. Hiçbir zaman tam olarak açılmayan göz kapaklarının altındaki büyük gözleri, keskin ve sivri hatta kaba denebilecek tarzına ters düşercesine baygın ve rüyalı bakıyorlardı.


“Seni bu kadar erken uyandıran nedir?” diye sordu Candelaria. Ayağa kalktı ve geniş eteği ve geniş göğsünün önemli bir bölümünü açıkta bırakan kısa yeleğini düzeltti. “Eşyaların yerini değiştirmeni duymadım. Dışarı mı çıkıyorsun?” diye sordum.


Yanıt vermeden ve terlikleri topuklarına çarparak, mutfağa doğru koştu. Ayağından çıkmış olan terliği tekrar giymek için bir an durdu ve “Bugün her konuda geri kaldım” dedi. “Eminim yetişeceksin, sana yardım edeceğim” diye yanıtladım.


Ocağın odunlarını ateşledim ve uyumsuz porselenlerle sofrayı kurdum. “Henüz yedibuçuk, sadece yarım saat geciktin” diye belirttim. Programlarla hiç ilgisi olmayan dona Mercedes’in aksine, Candelaria zamanı kesin belli olan görevlerle gününü planlardı. Sofraya yemek için, hiçbir zaman bir arada oturulmamasına rağmen Candelaria kahvaltıyı daima yedide hazırlardı. Sekiz olduğunda yerleri siler ve eşyaların tozlarını alırdı. Boyu uzun olduğundan, yüksek noktalara ulaşması kolaydı ve köşelerdeki örümcek ağlarını alması için kolunu uzatması yetiyordu.


Saat on bir olduğunda gündelik çorba, sobanın üzerine yavaş yavaş kaynamaya konurdu. Bundan hemen sonra çiçekleri ile ilgilenmeye başlardı. Elinde ibriği, önce taraçada sonra avluda yukarı aşağı yürür, bitkileri sevgi ile sulardı. Tam saat ikide, yıkanacak tek bir havlu olsa bile çamaşırı yıkardı. Ütü bittikten sonra resimli aşk romanı okurdu. Akşamları dergilerden resimler keser, fotoğraf albümlerine yapıştırırdı.


Elio’nun vaftiz babası dün gece buradaydı. Dona Mercedes ve ben sabaha kadar onunla konuştuk. Bir gece önceden hazırlanmış mısır unundan hamura uzandı ve sabahları yediğimiz çöreklerin hamurunu yoğurmaya başladı.


“Seksen yaşının üzerinde olması gerek ve hâlâ Elio’nun ölümüne alışmış değil. Lucas Nunez, çocuğun ölümünden kendisini sorumlu tutuyor” dedi.


“Elio kim?” diye sordum.


Hamura yuvarlak çöreklerin şeklini vererek “Dona Mercedes’in oğlu” diye fısıldadı. “Trajik bir şekilde öldüğünde sadece on sekizindeydi. Uzun zaman önceydi” dedi.


Bir saç tutamını kulağının arkasına iterek, “Bir oğlu olduğunu sana söylediğimden dona Mercedes’e bahsetmesen iyi olur” diye ekledi. Ocağın üzerine uzanarak mısır-unu-poğaçalarını yerleştirdi, bana doğru döndü ve dudaklarında şeytani bir gülümsemeyle “Bana inanmıyorsun, değil mi?” diye sordu fakat elini havaya kaldırarak yanıt vermemi engelledi.


“Şimdi kahve ile ilgilenmem gerek. Eğer yeteri kadar sert veya tatlı olmazsa, dona Mercedes’in nasıl da titizlendiğini bilirsin.”


Candelaria’ya şüpheli bir bakış attım. Bana şifacı hakkında en olmadık hikâyeleri anlatmayı âdet edinmişti. Örneğin, şifacı kadının İkinci Dünya Savaşı sırasında bir grup Nazi tarafından tutuklanıp bir deniz altında hapis tutulma hikâyesi gibi…


Dona Mercedes “O bir yalancıdır. Doğruyu bile söylese o derece abartır ki yalana eş değer olur” diye bir zamanlar sır vermişti. Candelaria, benim şüpheli bakışlarıma tümüyle ilgisiz, boğazına bağlı önlüğüne yüzünü sildi ve ters dönüp mutfaktan hızla dışarı çıktı. “Mısır çöreklerini kontrol et. Bugün her konuda geri kaldım,” diye koridordan seslendi.


Perşembe günlerinin kargaşası, Candelaria’nın telaşından dolayı, her zamankinden fazla olmasına rağmen uyumaya devam edebilen Mercedes Peralta nihayet öğlene doğru uyandı. Mercedes Peralta aydınlığa alışmak için gözlerini kısarak odasının kapısı önünde kararsızca duruyordu. Yanına koştum ve koluna girerek onu mutfağa götürdüm. Gözleri kızarmıştı. Kaşları çatıktı ve yüzünde üzgün bir görüntü vardı. Onun da geceyi uyanık geçirmiş olabileceğinden şüphelendim. Candelaria’nın gerçekten doğruyu söylüyor olması ihtimali de her zaman vardı.


Düşünceli bir bakışla tabak dolusu mısır çöreklerini inceledi ve bir tane almak yerine, kirişlerden birine asılı olan muz hevenginden iki tane muz kopardı. Onları soydu, uzun dilimlere ayırdı ve dilimleri zarif bir şekilde sırayla yedi.


Ağzının kenarlarını nazikçe silerek “Candelaria seni ebeveynleriyle tanıştırmak istiyor. Baraja yakın tepelerde yaşıyorlar” dedi. Çok mutlu olacağımı söylemeye fırsat vermeden Candelaria mutfağa aylak adımlarla girdi.


“Annemi çok seveceksin. Senin gibi zayıf ve çelimsiz ama tüm gün boyunca yer” diye açıkladı. Candelaria’nın bir annesi olabileceğinin, her nedense, hiç aklıma gelmediğini dile getirdim. Ben bu sözlerimle ne demek istediğimi iki kadına anlatırken onlar mest olmuş bir gülümsemeyle beni dikkatle dinlediler. Bazı insanları annesiz olarak sınıflandırmanın yaşla veya görüntü ile ilgili olmadığını, tam olarak tanımlayamayacağım uzak ve anlaşılmaz bir nitelikle ilgili olduğunu anlatmaya çalıştım. Mercedes Peralta’yı en çok keyiflendirmiş olan husus, açıklamalarımda hiçbir anlam bulunmayışı idi. Kahvesini düşünceli bir şekilde yudumladı ve bana göz ucuyla baktı.


Gözlerini kapatıp ağzını meme emer gibi büzerek “Benim de bir anneye sahip olduğum görüşünde misin? Yoksa benim bir yumurtadan çıktığıma mı inanıyorsun?”


Candelaria’ya bakarak ciddi bir tonda “Musiuya tamamen haklı. Demek istediği cadıların ebeveynlerine veya çocuklarına çok az bağlı olduklarıdır. Buna rağmen, karşı karşıya olduklarında var güçleriyle severler, sırtlarını dönene kadar.”


Candelaria’nın benim Elio’yu dile getireceğimden korkmuş olabileceğini düşündüm, zira dona Mercedes’in arkasına geçerek sessiz kalmamı isteyen çılgın hareketler yapıyordu. Dona Mercedes düşüncelerimizi okumaya kararlıymış gibi, sabit kırpışmayan gözlerle önce bana sonra Candelaria’ya baktı. İçini çekti, kahvesinin geri kalanını yudumladı ve sona bana bakarak hafif bir sesle “Annesi, yani kız kardeşim, öldüğünde Elio sadece birkaç günlük idi. O benim mutluluğumdu. Onu kendi çocuğum gibi sevdim” dedi. Hafifçe gülümsedi ve kısa bir aradan sonra Elio hakkında konuşmaya devam etti.


Onun yakışıklı olarak tanımlanamayacağını ifade etti. Geniş ve anlamlı bir ağzı, yassı bir burnu, yaygın burun delikleri ve karışık vahşi saçları vardı. Fakat yaşlı veya genç ayırımı olmadan, Elio’yu herkese dayanılmaz kılan, sağlıkla ve katışıksız bir mutlulukla parlayan büyük ve siyah gözleriydi.


Mercedes, Elio’nun acayipliklerinden uzun uzadıya söz etti. Kendisi gibi bir şifacı olacağı belli olsa da, şifa hakkında düşünmeye pek az zaman ayırırdı. Vaktini en çok, aşık olmak ve aşkı kaybetmek alıyordu. Gündüzleri Mercedes’i ziyarete gelen genç kızlar ve genç hanımlarla saatler boyunca sohbet ederek vaktini geçiriyordu. Akşamları ise, elinde gitarı, fethettiklerine serenatlar çekmeye gidiyordu. Amatör girişimlerinde başarısız olduğu zamanlar hariç, eve nadiren şafaktan önce dönüyordu. Eve erken geldiği durumlarda, maceralarını esprili bir tarzda fakat asla bayağılaşmayan yorumlarla Mercedes’e anlatıp onu eğlendiriyordu.


Marazi bir merakla onun trajik ölümünden söz etmesini bekliyordum. Candelaria’ya göz atıp “Benim hırkamı getir. Ebeveynlerinin yaşadığı o tepeler rüzgârlı oluyor” diye fısıldayınca hayal kırıklığına uğradım. Ayağa kalktı, koluma yaslanarak avluya doğru ayaklarını sürüyerek ilerledi.


“Bugün Candelaria seni şaşırtacak. Onun birçok tuhaf zevki vardır. Eğer onların sadece yarısından haberdar olsaydın, şoktan bayılabilirdin. Dona Mercedes bir sırrı açığa vurmaktan çekinen bir çocuk gibi yumuşak bir şekilde güldü.



Sessizbilgi Listele - - - - - Yeni Siteye Dön