Eski SessizBilgi - - - - - Yeni SessizBilgi
Alt Limit:
Kaç tane -->

ucuncu bolum 12


Akşam üstü adamlar tabutla birlikte mezarlığa gittiklerinde, dona Mercedes ve ben köye gittik. “Köy halkı nerede?” diye sordum. Bir kapı eşiğinde çıplak bir bebeği bacakları arasında, ata biner gibi sıkıştırmış bir genç kız ile evlerin gölgesine uzanmış birkaç sahipsiz köpekten başka kimse görünmüyordu.


Dona Mercedes beni meydandaki kiliseye doğru götürerek “Mezarlıkta” dedi. “Bugün ölüler günüdür. İnsanlar ölmüş akrabalarının mezarlarını yabani otlardan temizliyorlar ve onlara dualar okuyorlar”.


Kilisenin içi serin ve gölgelikti. Kilisenin orta bölümündeki boyalı camlardan içeri süzülen güneşin son ışıkları, azizlerin heykellerini ve duvarlardaki oyukları aydınlatıyordu. İnsan boyundaki bir çarmıha gerili, canlı renklere boyalı heykelin başı yana eğik ve etleri parçalı halde sunağı kaplıyordu. Çarmıhın sağında yıldızlarla süslü mavi kadife bir pelerin giymiş, mutlu yüzlü Coromoto bakiresinin heykeli duruyordu. Solunda şaşı gözlü, omzuna kırmızı renkli, tozlu ve yırtık bir pamuklu pelerin atmış, başında kısa kenarlı havalı şapkasıyla Aziz Yuhanna duruyordu.


Dona Mercedes sunakta yanmakta olan yedi mumu söndürüp onları sepetine yerleştirdi ve yerlerine yeni yedi mum yaktı. Gözlerini kapattı, ellerini bitiştirerek uzun bir dua mırıldandı.


Kiliseden çıktığımızda güneş tepelerin ardında hafif bir pırıltıdan ibaretti. Denize doğru yollanan kırmızı ve turuncu bulutlar ile batmakta olan güneş, akşam üstünü altın yaldız rengine boyuyordu. Mezarlığa ulaştığımızda karanlık olmuştu.


Sanki bütün köy halkı ölüleri ile iletişime geçmek için gelmişlerdi. Yakılmış mumların çevrelediği mezarların kenarına diz çömüş erkek ve kadınlar yumuşak seslerle dua ediyorlardı. Mezarlığı çevreleyen alçak duvar boyunca yürüyüp Lorenzo Paz ve arkadaşlarının dinlendiği sakin bölgeye gittik. Tabutu mezara indirip üstünü toprakla örtmüşlerdi. Çevredeki mumların ışığında soyut maskelere dönüşmüş olan yüzleri, altımızdaki ölülerin hayaletimsi şekilleri olabilirdi.


Mercedes Peralta’yı gördükleri anda ellerindeki eğreti haçı mezarın başına sıkıca saplamaya giriştiler. Sonra da adamlar, karanlık onları yutmuş gibi, aniden ve sessizce ortadan kayboldular.


Dona Mercedes kiliseden aldığı yedi mumu ve eşit sayıda puroyu sepetinden çıkararak “Şimdi Birgit Briceno’nun ruhunu buraya cezbetmemiz gerek,” dedi. Mumları mezarın yumuşak toprağına sapladı ve hepsini yakınca bir puroyu ağzına koydu ve “dikkatle izle” dedi. “Puroyu bitirdiğim anda yeni bir puroyu yakılmış durumda hazır etmelisin.”


Purodan derin nefesler alarak dumanı dört yana doğru üfledi. Ardından mezarın üzerine eğilerek sürekli puro içip, alçak ve çatlak sesiyle ilahiler okudu. Tütünün dumanı artık ağzından değil, sanki doğrudan yerden çıkıyordu. İnce bir sis şeklinde artan duman bizi bir bulut gibi sardı. Büyülenmiş durumda, orada oturup ona ardı ardına puro sundum ve anlaşılmaz fakat ahenkli ilahisini dinledim. Sol kolunu mezarın üzerinde sallamaya başlayınca ona yaklaştım. Eliyle bir çıngırak salladığını sandım ama hiçbir şey göremedim. Elinde hızla birbirine çarpan tohumların veya küçük çakıl taşlarının seslerini duyuyordum sadece. Yumruğunun içinden ateş böceklerine benzer küçük kıvılcımlar fışkırıyordu. Bir süre sonra çıngırak sesinden ayırt edilemez olan tuhaf bir ezgiyi ıslıkla söylemeye başladı.


Birden duman bulutunun arasından uzun boylu, sakallı ve başında öne doğru bükük külahı bulunan bir şekil belirdi. Kıkırdamamı engellemek için elimle ağzımı kapattım. Kanımca ya gündüz içtiğim romun etkisi devam ediyordu ya da tabut örtüsü taşıyanlar, ölüler gününün geleneği olarak, bir çeşit oyun oynuyorlardı.


Kendimden geçmiş vaziyette, görüntünün duman halkasından çıkarak mezarlığı çevreleyen duvara doğru gittiğini gördüm. Görüntü, yüzünde dalgın bir gülümsemeyle orada oyalandı. Hafif bir gülme sesi duydum. O derece sessiz ve dünya ötesinden gelir gibiydi ki, Mercedes Peralta’nın ilahisinin bir parçası bile olabilirdi. Sesi yükselmeye başladı. Sözler mezarın dört bir yanından yankılanarak ve tekrarlanarak geliyorlardı. Duman dağıldı, palmiye ağaçlarına doğru yükseldi ve gecenin içinde kayboldu.


Yüzü sönmek üzere olan mumların ışığında zorlukla seçilen dona Mercedes uzun bir süre hafifçe mırıldanarak mezarın üzerinde bükülü durumda kaldı. Yüzünde hafif bir gülümsemeyle bana dönerek “Birgit Briceno’nun ruhunu buraya yönlendirdim, kendi mezarına değil” dedi. Koluma tutunarak ayağa kalktı. Ona görüntü hakkında soru sormak istedim ama gözlerindeki boş ifade beni susmaya zorladı.


Lorenzo Paz, mezarlığın dışındaki büyük bir kayaya oturmuş bizi bekliyordu. Tek söz söylemeden kalktı ve sahile giden dar yol boyunca bizi takip etti. Sahildeki uzun kumsal boyunca dağılmış ve dalgaların etkisiyle beyazlaşmış odun parçaları yarım ayın ışığında parlıyorlardı. Dona Mercedes kökünden sökülmüş bir ağaç kütüğü yanında beklememi emretti. O ve Lorenzo Paz sahil şeridi boyunca ilerlediler. Lorenzo Paz elbiselerini çıkardı, denizin içine doğru zorlukla yürüdü ve tepelerinde gümüş renkli köpükleri bulunan fosforlu dalgaların arasında kayboldu.


Uzunca bir süre görünmez olmuştu ki ay ışığı ile parıldayan bir dalga onu kıyıya iade etti. Mercedes Peralta sepetinden bir şişe çıkarıp içindekini kumda yatan perişan adamın üzerine döktü. Yanına çömelerek elini başının üstüne koydu ve bir ilahi mırıldanmaya başladı. Parmaklarını onun bedenine nazikçe dokunarak, zayıf bir hâle belirene kadar ovaladı. Hızla onu bir yandan diğer yana yuvarlarken, havadaki gölgeleri toplayıp bedeni çepeçevre sarmalar gibi yaparak, elleriyle tuhaf daireler çizdi.


Bir süre sonra benim bulunduğum yere geldi ve ağaç kütüğünün üstüne yanıma oturarak “Birgit Briceno’nun ruhu ona ikinci bir deri gibi yapışmıştı” dedi. Kısa süre sonra Lorenzo Paz tam giyinik olarak bize doğru yürüdü. Dona Mercedes bir çene hareketiyle, önünde kumun üzerinde oturması için işaret etti. Ağzını büzerek yüksek sesli şapırtılar çıkardı ve içine çektiği hızlı nefesler hafif bir homurtuya dönüşünce uzun bir dua okudu.


“Birgit Briceno’nun ruhu uzun zaman sonra unutabilecek,” dedi. “Beden toprağın altına girdikten sonra da ölüm olayı devam ediyor. Ölüler belleklerini çok yavaş kaybediyorlar,” diye ekledi. Bana dönerek Lorenzo Paz’ın yanına oturmamı emretti. Elbisesi gülsuyu ve mum isi kokuyordu.


Dona Mercedes ona hitaben “Lorenzo, misuyaya Birgit Briceno’yu nasıl efsunladığını anlatmanı istiyorum” dedi. Lorenzo şaşkın bakışlarla dona Mercedes’e baktı ve arkasını dönüp denizi izledi. Başı hafifçe yana eğik durumda dalgalardan gelen gizli bir mesajı dinler gibiydi. Bana bakmadan “Yaşlı insanlardan mantıksız hikâyeler dinlemeyi neden istesin ki?” diye sordu. “Misuya’nın kendi hikâyeleri vardır. Bundan eminim” diye ekledi.


Dona Mercedes “Diyelim ki anlatmanı ben senden istiyorum. Şans çarkının insan etkisiyle nasıl döndüğünün çeşitli yollarını inceliyor. Senin durumunda, bir nesne çarkı senin için çevirdi, Lorenzo” dedi.


Hasret dolu bir sesle Lorenzo “Şans çarkı,” dedi ve “her şeyi dün olmuş gibi hatırlıyorum” diye ekledi. Şaşırmış bir ifadeyle ayağının ucuyla bir çakıl taşını tekmeledi ve sırtüstü kuma uzandı.


****====****


Bar sigara dumanıyla doluydu ve tezgâhın ardında sallanan iskemlesine oturmuş olan Lorenzo, bilardo masasına eğilmiş insanları izliyordu. Bakışlarını şömine rafının üzerinde duran cam fanus içindeki saate çevirdi. Neredeyse sabah oluyordu. Ayağa kalkıp adamlara saatin ne kadar geç olduğunu hatırlatacaktı ki Petra’nın evin ardından gelen sürtünmeli ayak seslerini duydu. Hemen geri oturdu ve yüzüne hınzır bir gülümseme yayıldı.


Adamlarla teyzesini yüzleştirecekti. Kasabada hiç kimse onun ihtarlarından kurtulamazdı. Bu ihtarlar ne derece aşırı ve berbat olsalar da onu dinlerlerdi. Odaya girince “Bu lanet bilardo toplarının çarpışma sesi kimseyi uyutmaz” diye boğuk sesiyle şikâyet etti. “Sizleri bekleyen karılarınız yok mu? İyi bir Hıristiyan gibi sabah gideceğiniz işleriniz yok mu?”


Adamlara şaşkınlıklarını atlatmalarına vakit bırakmadan “Sorununuzun ne olduğunu biliyorum. Evlerinize şu pagan Noel ağaçlarını soktuğunuz için ve çocuklarınızın Noel tiyatrosunda yer almalarına izin verdiğiniz için pişmansınız,” dedi ve haç çıkararak adamlardan birine dönerek “sen belediye başkanısın. Böyle şeylere nasıl izin verebilirsin? Hepiniz Protestan mı oldunuz?”


Belediye başkanı haç çıkararak “Tanrı korusun, Petra. Bir köstebek yuvasını dağa çevirme. Bir ağaçla bir oyundan ne zarar gelebilir ki. Çocukların hoşuna gidiyor.”


Petra anlaşılmaz bir şeyler mırıldanarak ayrılmaya niyetlendi fakat aniden durdu ve “don Serapio’ya yazıklar olsun! Kendisi hakiki bir yabancıdan daha yabancı ve onun gerçekten yabancı olan karısına da yazıklar olsun. Onların yüzünden her iyi Hıristiyan çocuğun alması gerektiği gibi, kasabadaki birçok çocuk altı ocak günü Üç Bilge Adam’dan hediyelerini alamayacaklar,” dedi. Tezgâhın üstündeki bir paket sigaraya uzanarak “şimdi hediyelerini Noel günü Noel Baba denen heriften alacaklar. Bu bir yüz karasıdır”.


Ağzında sürekli duran sigara izmaritinin yere düştüğünden habersiz, kapıya yaslandı ve belediye başkanına tehditkâr bakışlar attı. Bilardo masasının yanında duran yarı dolu rom şişesini aldı ve kendi kendine söylenerek odadan çıktı.


Lorenzo tezgâhın ardından sırıtarak, acayip kokan ağaçlarla dolu bir kamyonun kasabaya geldiği günü hatırladı. Eczacı don Serapio onlara Noel ağaçları adını vermişti. Onları Caracas’tan süslemeleri ve Avrupa’nın Noel şarkı-plaklarıyla birlikte ısmarlamıştı.


Dostları da onun örneğini süratle izleyerek, yarışırcasına, oturma odalarında teşhir etmek üzere bu nazik ağaçlara büyük paralar ödediler. O evlerde yaşayan yaşlı kimseler büyük üzüntüyle, geleneksel İsa’nın doğum sahnelerinin yanına, hatta yerine, bu ağaçların konduklarını gördüler. Sokaktan geçenlerin duymaları ve görmeleri için, pencereleri sonuna kadar açık durumda, kadınlar bir yandan ağaçları çelenklerle, cam toplarla, cicili bicili altın ve gümüş şeritlerle ve pamuktan karlarla süslerken, diğer yandan bilinmeyen “Schtiele Nacht” ve “O tannenbaum” şarkılarını çaldılar.


Lorenzo’nun hayalini çekilen halkalı perdenin sesi bozdu. Bardan ayrılmakta olan adamlara el salladı ve şişeleri raflarındaki yerlerine geri koydu. Bakışları raftaki dini semboller olan bakireler, azizler ve acı çeken ucuz İsa heykellerinin ardındaki maskeye takıldı. Heykeller ona içtikleri içkilerin karşılığı olarak, fakir müşterileri tarafından verilmişti. Maskeyi raftan çıkardı. İri koçboynuzları olan bir şeytan maskesiydi. Caracas’tan gelmiş olan bir adam onu bırakmıştı, o da içmiş olduğu bardaklar dolusu romu ödeyememişti.


Petra’nın yerleştirdiği tencere tavaların mutfaktan gelen sesini duyunca maskeyi rafa geri koydu. Barı kilitlemek yerine sallanan iskemlesini dışarı, kaldırımın üstüne taşıdı. Solgun göğün önünde, meydandaki eski ağaçların geniş dalları dış hatlarıyla seçiliyorlardı.


Tembelce, kendini ileri geri salladı. Yarı kapalı gözlerinin ardından, daima şafaktan önce kalkan yaşlı adamları izledi. Kapılarının önünde oturup büyük heyecanla, geçmiş günlerinin tüm ayrıntılarını hatırlayarak sohbet ederlerdi.


Sessizliğin içinden bir melodi yükseldi. Birgit Briceno, eczacının karısı, yüzü kıvrılmış kollarına dayalı durumda, yolun karşısındaki açık penceresinden Lorenzo’ya doğru bakıyordu. Radyosu açıktı. Lorenzo, onun da kendisi gibi bütün gece uyumamış olduğunu mu sadece erken kalkmış olduğunu mu merak etti. Yüzü tam bir oval şeklindeydi. Güzel, küçük ve şehvetli ağzının kenarlarında meydan okuyan bir cüret ifadesi belirgindi. Sarı saçları başının etrafında örülü idi ve ona gülümsediğinde soğuk mavi gözleri parlar gibiydiler.


Ona sessiz bir şekilde başıyla selam verdi. Onun karşısında dili tutuluyordu, çünkü ilk gördüğü günden beri kendisi için güzelliğin timsali olmuştu. Kırk yaşıma gelmiş olmama rağmen hiç evlenmemiş olmamın nedeni odur, diye düşündü. Onun için her kadın arzulanır ve dayanılmazdı ama Birgit Briceno dayanılmaz olmaktan öte, cidden ulaşılamazdı.


Sokağın karşı tarafından Birgit Briceno “Bu geceki Noel gösterisini izlemek için gelmek ister misin, Lorenzo? Bu gece Noel gecesi” diye seslendi. Kapılarının önünde uyuklayan yaşlı adamlar birden dikilip başlarını bar sahibine doğru çevirdiler. Merakla sırıtarak onun yanıtını beklediler.


Şimdiye kadar Lorenzo, don Shapiro’nun davetlerini hep geri çevirmişti. Eczacının kendini beğenmişliğine katlanamıyordu. Üstelik her tanıdığına ve dostuna kasabadaki en önemli kişinin kendisi olduğunu söyleyerek ısrarla ikna etmeye çalışmasına ve medeni yaşam örneğini onun vermesi gerektiği görüşünü savunmasına tahammül edemiyordu.


Lorenzo adamı ne derece çekilmez bulsa da karısının davetlerine karşı koyamıyordu. Akşam geleceğine dair Birgit Briceno’ya yüksek sesle söz verdi. Sonra da sallanan iskemlesini içeri alıp, kendinden memnun ve güven içinde evin arka kısmındaki hamağında uyumaya gitti.


****====****


Beyaz keten elbisesini giymiş olan Lorenzo odasında dolaşarak özel deriden yapılmış yeni ayakkabılarını deniyordu. Oda, bir zamanlar babasının bara çevirmiş olduğu oturma odasında duran maun eşyalarla doluydu. Lorenzo yatağa oturdu, ayakkabılarını ve çoraplarını çıkarıp kumaş terliklerini giydi.


Odaya süzülerek giren Petra “O kadar da kibirli olmadığına seviniyorum. Sıkan ayakkabı kadar huzuru kaçırıcı bir şey yoktur. İnsanı kesinlikle güvensiz yapar” dedi. Takım elbiseyi incelerken küçük siyah gözleri onayla parladı. Adamın aynadaki bakışlarını yakalayarak “Birgit Briceno’yu alelade metotlarla asla ayartamayacaksın. Bu yabancı sadece büyüye yanıt verecektir”.


Lorenzo ölçülü bir ilgisizlikle omuzlarını silkti ve “Gerçekten mi?” diye sordu. Petra çöp gibi zayıf kollarını göğsünde kavuşturarak “Bir cadıyı ziyaret etmiş olmanın nedeni bu değil mi? Şu misuya’ya etki edecek bir aşk iksiri almak için değil mi?” diye meydan okudu. Ondan bir yanıt alamayacağını anlayınca “O zaman neden cadının nasihatini dinlemiyorsun?” diye devam etti.


Lorenzo güldü ve teyzesine düşünceli bir şekilde baktı. Düşüncelerini bilmekte teyzesinin esrarengiz bir yeteneği vardı ve tespitleri her zaman doğruydu. Petra babasının ölümü üzerine eve gelmişti. O zamanlar on yaşındaydı. Sadece onunla ilgilenmekle kalmamış, ayrıca kendisi barı idare edecek yaşa gelinceye kadar, barı da idare etmişti.


Petra “Birgit Briceno sadece büyüye yanıt verecektir” diye ısrarla tekrarladı. Lorenzo kendini aynada izledi. Asaletle bağdaşmayacak kadar kısa ve tıknazdı. Fazla çıkık elmacık kemikleriyle, fazla ince dudaklarıyla, fazla kısa burnuyla yakışıklı denemezdi. Buna rağmen arsızca kadınlardan hoşlanıyordu ve kadınların da onlardan bu şekilde hoşlanan erkeklerden hoşlandıklarını biliyordu. Fakat Birgit Briceno’yu elde etmek için bundan fazlasına ihtiyacı olacağını biliyordu ve onu dünyadaki her şeyden fazla istiyordu.


Büyünün gücünden hiçbir zaman şüphe etmemişti. Fakat cadının yabancı kadını elde etmesi için önerdikleri gereğinden fazla uçuktu. Büyücü “Aşk iksirleri nesnelerin ruhu ile yüzleşme gücüne sahip olmayanlar içindir. Eğer arzunu bir nesnenin ruhuna doğrudan ve tüm gücünle isteyecek kadar kuvvetli isen, herhangi bir nesne bu isteğini yerine getirir. Sende bir şeytan maskesi var. Birgit Briceno’yu ayartmayı maskeden iste” demişti.


Önerinin çok belirsiz olduğuna karar vermişti. Kendisi pratik bir adam olduğundan sadece somut şeylere güvenirdi. Teyzesine doğru dönerek “Birgit Briceno’nun kendisinin beni evine davet ettiğini biliyor muydun?” dedi. Petra alay eden bir tavırla “Herhalde kasabanın yarısını davet etmiştir. Davet edilmeyen diğer yarısı da orada olacaktır” diye yanıtladı.


Ayağa kalktı ve odasına gitmeden önce “Birgit Briceno’yu elde edemezsin demedim. Ama sözlerimi not et, bu alelade çarelerle olmayacaktır” dedi. Cadının önerisini ciddiye almayışının bir nedeni de İsveçli kadını sadece ayartmak istemeyişiydi: Kısa bir an için bile olsa, onu sevmesini de istiyordu. Aşırı duygusal düşündüğünde bir saatten daha kısa bir sürenin kendisini tatmin etmeyeceğini hayal ediyordu.


Briceno’ların ön kapısı ve pencereleri ardına kadar açıktı. Oturma odasındaki yüksek çam ağacı, parıldayan pek çok renkli ışığıyla ve tüm ihtişamıyla, meydandan dahi görülebiliyordu.


Lorenzo eve girdi. İçerisi tren istasyonuna benziyordu. İskemle sıraları verandaya kurulmuş yüksek bir sahneye bakıyordu. Oturma odasının bütün eşyaları dışarıya, söğüt ağacının yanındaki alana taşınmıştı. Kıyafetlerine son düzeltmeyi yapmak için arkalarından koşuşturan anneleri ile birlikte, erkek ve kız çocukları yalın ayak etrafta dolaşıyorlardı.


Her tarafı açık oturma odasında bulunan don Serapio onu gördüğü anda “Lorenzo” diye seslendi. Don Serapio’nun, uzun boylu ve zayıf olmasına rağmen oldukça büyük bir göbeği vardı ve ayakta durduğunda bacaklarını hafifçe aralıyordu.


Don Serapio kemik çerçeveli gözlüğünü düzelterek Lorenzo’nun omzuna dostça vurdu ve “Kahve ikram etmek üzereyiz” diyerek onu kasabanın eşrafının olduğu yere doğru yönlendirdi. Aralarında doktor, belediye başkanı, berber, okul müdürü ve papaz vardı. Hepsinin yüzünde aynı ifade vardı: Lorenzo’yu don Serapio’nun evinde görmekten doğan tam bir şaşkınlık. Eczacı ise ikna edilmesi zor olan bar sahibinin evine misafir olarak gelmiş olmasından dolayı, samimi bir memnuniyet görüntüsü veriyordu.


Lorenzo herkesi selamladıktan sonra kapıya doğru yönelince birden odaya girmekte olan Birgit Briceno ile nerdeyse çarpışacak gibi oldu. Tüm misafirlere hitap eden bir gülümsemeyle “Eveeet... Şimdi çocuklar oyunu başlatmak için hazır ama önce kahve ve çörek için karılarınızın yanına gelin” diye seslendi. Kocasının koluna girerek yemek odasına doğru yolu gösterdi.


Lorenzo gözlerini kadından ayıramıyordu. Uzun boyuna ve güçlü bedenine rağmen ince boynu ile nazik el ve ayaklarının kadına narin ve kırılgan bir hava verdiğini düşündü.


İzlendiğinin farkına varan kadın adama doğru baktı ve bir an tereddüt ettikten sonra altın kenarlı iki küçük kahve fincanını kahve ile doldurup Lorenzo’ya getirdi. Masanın uzak ucunda duran şişeye özlemle bakarak “Orada rom da var ama sadece erkekler o şişeden içebiliyor” dedi. Lorenzo “Derhal ilgileneyim” diyerek kahvesini bir yudumda bitirdi. Bardağını şişedeki romla doldurdu ve doğal bir hareketle kadının boş bardağını kendi bardağıyla değiştirdi. Birgit gülümseyerek bir çörek aldı, ucundan ısırdı ve nazikçe bardağındaki romu yudumladı. Gözleri parlayarak ve yanağı kızararak “Beni her zaman bekleyen sürprizler oluyor” dedi. Lorenzo’nun gözü ondan başka bir şey görmüyordu. Don Serapio’nun konuşmakta olduğunun, kadının hafifçe bir can sıkıntısı hareketi yapıp “Çocuklara geri dönsem iyi olur” demesiyle farkına vardı.


Eczacı, sakin ve monoton bir sesle Venezuela geleneğinde Noel geceleri boyunca doğaçlama Noel şarkıları söyleyip davul çalan eğlence düşkünlerini tanıtıyordu. Dediğine göre, sürekli duyulan davul sesleri rahatsız edici olduğu gibi, söyledikleri şarkıların karşılığında aldıkları rom ile sarhoş olmuş gençlerin yollarda sendeleyerek dolaştıklarını görmek, kesinlikle tiksindiriciydi.


Cadıya yaptığı son ziyareti hatırlayan Lorenzo’nun yüzüne yavaşça şeytani bir gülümseme yayıldı. “Bana dediklerine inanmıyorum çünkü bu derece devasa bir isteği bana kimsenin bağışlayabileceğini düşünemiyorum” demişti. Cadı “Bana güven, bu tür istekleri kimin bağışladığını bilmeye imkân yoktur ama gerçekleşirler. Üstelik senin en az beklentide olduğun zaman” demişti. Birgit Briceno’yu efsunlayacak nesnenin kendisinde zaten bulunduğunu, bunun da şeytan maskesi olduğunu ısrarla söylemiş ve “Tek ekleyebileceğim, maskeyi zafer kazanmış gibi takacak olursan, maske isteğini yerine getirecektir” demişti.


Cadı ona maskeyi takacağı zamanın büyük önem taşıdığını, zira maske büyüsünün sadece bir kere etkin olacağını söylemişti. Sabahın erken saatlerinde maskenin dikkatini çekmiş olmasında tesadüften daha fazla bir şeylerin bulunduğundan emin, Lorenzo avluya yürüyüp dışarı çıktı. Kimsenin onu görmediğinden emin olduktan sonra bir yan sokağa sapıp koşarak arka kapıdan evine sızdı. Bara parmak uçlarında yürüyüp bir mum yaktı ve raftaki maskeyi aldı. Parmaklarını tereddütlü hareketlerle maskenin kırmızı ve siyah boyalı yüzünde gezdirdi.


Maskeyi oyan ona şeytani bir şeyler katmış olmalı diye düşündü. Ağaç liflerinden oluşan gür kaşların altında gizlenmiş gibi görünen göz yarıklarının onu ihmalinden dolayı suçluyormuş hissine kapıldı. Kenarlarında bir vahşi hayvanın uzun sivri dişleri bulunan ağzı düşmanca gülümseyerek onu, sanki maskeyi takarak dans etmeye teşvik ediyordu.


Maskeyi yüzüne tuttu. Ağzı burnu ve gözleri maskeye öylesine uymaktaydılar ki, maskenin nerdeyse kendisi için yapılmış olduğuna inanacaktı. Sadece elmacık kemikleri maskenin düzgün iç tahtasına sürtüyorlardı. Ham deriden yapılmış iki kayışı başının arkasında bağladı ve maskenin üst kısmından çıkan ağaç liflerinden oluşmuş, kırmızı, siyah ve yeşil şeritlerle deri kayışları örttü.


Lorenzo odaya süzülerek giren Petra’yı duymamıştı. Petra’nın sözleri onu şaşkınlıkla havaya sıçrattı. Ona bir pantolon ve yamalı bir gömlek uzatarak “Elbiselerini değiştirmen gerekecek. Terliklerini de çıkar, şeytan yalın ayak yürür” diye ikazda bulundu. Birinin duyacağından korkarcasına etrafına bakındı ve “Unutma şeytan tek söz söylemeden emreder” dedi.


Lorenzo geldiği gibi, sessizce arka kapıdan dışarı çıktı.


Yolun ilerisinde davullarını çalan eğlenceye düşkün gençlerin seslerini duyunca ne tarafa gitmesi gerektiği konusunda tereddüte düştü. Duvar diplerini izleyerek ve gölgelere sığınarak onlara doğru yaklaştı. Onlardan biri Lorenzo’yu görünce “Şeytan” diye bağırdı ve heyecanla ileri geri koşarak, kasabaya şeytanın geldiğini ilan etti. Dört genç gruptan ayrılarak ve zarif şekilde davullarını çalarak Lorenzo’nun etrafını çevirdiler. İçlerinden biri doğaçlama bir şiirsel şarkıyla gece boyunca şeytanın emrinde olduklarını belirtti.


Lorenzo omuriliği boyunca bir ürpertinin yükseldiğini hissetti. Onu kontrol edemediği bir canlılıkla doldurdu. Yavaşça adaleli kollarını kaldırdı ve ayakları davulların ritmine uyarak kendiliklerinden hareket etmeye başladılar, onlar peşlerinden gelen ve gittikçe artan bir kalabalıkla meydana doğru hoplayıp zıplayarak ilerledikçe, evlerin kapı ve pencereleri açılmaya başladı. Sanki şeytan arzu etmiş gibi, meydanın ve etraftaki evlerin ışıkları üç-dört saniye söndü. Müzik durdu ve kısa bir süre için felce uğramış insanlar, şeytanın Briceno’ların evine girişini izledi.


Dışarıda bir havai fişek göğe doğru yükselirken Lorenzo verandadaki sahnenin üzerine sıçradı. Gökte patlayan kırmızı, mavi ve yeşil parıltılar salınarak yere doğru düşerken, sönük altın kıvılcımlara dönüştüler. Evdeki misafirler büyülenmiş gibi, mıhlanmış durumda şeytana ve onun peşinden gelen davulculara baktılar.


Suskun davulcuların oluşturduğu halkanın ortasında ve sessiz bir müziğe uyum sağlar gibi, kırmızı-siyah parlayan, boynuzları göğe dikilen maskesiyle Lorenzo, bedeni hafifçe öne eğik durumda dans etti. Ardından, sessizliği bozan bir gök gürültüsü gibi, evin her köşesine yayılan gümbürtülü davul sesleri yükseldi.


Kapıya yaslanmış olarak duran Birgit Briceno’yu gören şeytan sahneden aşağı sıçradı ve masanın üzerindeki rom şişesini kaptığı gibi ona uzattı. Kadın gülerek başını güvenle geriye itti ve şişeyi başına dikti. Gücünden emin olan şeytan, zarafetle dikilerek ve kalçalarında belli belirsiz hareketlerle kadının etrafında dans etti. Kolları açık ve yüzü mest olmuş durumda, Birgit Briceno, transa girmiş gibi, yüzü mest olmuş durumda davul seslerine uyum sağladı.


Kendisine bir anda çok büyük gibi görünen koltuğunun içinde ve kalın kemik çerçeveli gözlüklerinin ardında, karmakarışık yüzüyle don Serapio büzülmüş oturuyordu. Meydandan içeri girmiş kalabalığa karışan misafirler, kalçalarının hafif hareketleriyle, kendilerini kasıtlı olarak kontrol ederek dans ediyorlardı.


Lorenzo, gittikçe artan sayıda ve onunla dans edip etten kemikten oluştuğuna emin olmak istercesine kendisini elleyen kadınlar tarafından sarıldığından, Birgit Briceno’yu gözden kaybetmişti. Kadınların ateşli ellerinden kurtulup bir kapının ardına saklandı. Takip edilmediğinden emin olduktan sonra evin gerisine doğru yürüdü ve önüne gelen her kapıyı açıp içeriye göz attı.


Neşeli bir kahkaha sesi onu aniden durdurdu. Çamaşırhaneyi arka bahçeden ayıran kemere dayanmış uzun boylu, siyah çizmeli, kırmızı ve beyaz çizgili mantolu, kıvırcık bir peruğun üstüne bağlanmış, kıvrımı öne doğru bükük külahlı iri bir şahıs duruyordu. Lorenzo bu acayip kıyafetli şahsa yaklaştı ve camsız gözlüklerinin altındaki cesur mavi gözlere bakıp “Birgit Briceno” diye nefesinin arasından mırıldandı. Kalın beyaz sakal ve bıyığının altından, geniş bir gülümsemeyle Briceno “Noel Baba” diye düzeltti.


Paketlerle dolu olan yerdeki çuvala ve duvara dayalı olan bastona uzandı. “Sürpriz olsun diye Noel oyununda yer alan çocuklara vereceğim bu hediyeleri yarına kadar bekletecektim ama bu fırsatı kaçıramam” dedi. Komplo kuran muzip bir gülümsemeyle “Benimle birlikte olacaksın, değil mi?” diye sordu ve gözleri hınzırca parlayarak maskenin göz yarıklarına eğilerek baktı.


Lorenzo eğilerek onay verdi, çuvalı alıp omzuna attı ve izlenmesini isteyen bir işaret yaptı. Evin dışına çıkıp ara bir yoldan meydana doğru yöneldi. Meydanda birkaç kadın ve küçük çocukları, Briceno’ların evini izlemek için yolun karşısında toplanmışlardı.


Bir kız çocuğu Lorenzo’yu göstererek “Şeytan burada” dedi ve uzun boylu sahsa dönerek “Ya sen kimsin? Neden böyle giyindin?” diye sordu. Birgit Briceno çuvaldan bir paket çıkararak “Ben Noel Babayım, hediyeler getirdim” dedi ve paketi çocuğa gülümseyerek verdi. Diğer çocuklar etrafında dans ederek “Bize de hediyen var mı?” diye sordular.


Birgit Briceno gülerek onların istekli ellerine hediye paketlerini yerleştirdi. Şaşkına dönmüş küçük bir kız çocuğu hediye kutusunu göğsüne sıkıca bastırarak “Noel Baba ile şeytan birlikte dans edecekler” diye heyecanla bağırdı. Çocukların çığlıkları kısa sürede insanları meydana çekti. Aralarında bazı çalgıcılar aletlerini çaldı ve davullarını dövdü. Lorenzo “Dans ederek bu kalabalıktan uzaklaşalım. Bir ara sokağa geldiğimizde ortadan kayboluruz” diye Birgit Briceno’nun kulağına fısıldadı.


Lorenzo, Birgit Briceno’nun beline büyük bir yemeni sarıp uçlarını sıkıca tuttu. Bedenleri ritmik ve ateşli bir kavuşmayla bükülüp titredi. Kavradığı yemeninin uçlarını elinden kaçırmak korkusuyla, diğer kadınların dans tekliflerini duymazdan geldi. İzleyenlerin gözünde o, dansıyla kendinden geçmiş durumdaydı ama yolun ucundan yeni bir mızıkacı grubunun geldiğini görünce, şaşkın Birgit Briceno’nun elini kavrayıp kalabalığın içinden çekip götürdü. Ne olduğunu anlamaya kimsenin fırsatı kalmadan şeytanla Noel Baba ortalıktan kaybolmuşlardı.


Nefesleri kesilene kadar koştular. Köşeden dönmekte olan kalabalığın gülen gürültülü sesini duyduğunda, Lorenzo, Birgit Briceno’yu kucaklayarak, aynı zamanda müşterisi olan arkadaşının evinin kapısından içeri taşıyarak girdi.


Lorenzo arkadaşını birkaç kişinin ortasında dururken gördü. Bir aile toplantısını rahatsız edebileceği aklından bile geçmedi. Tek düşüncesi arkadaşını ona arabasını ödünç vermesi için nasıl ikna edeceğiydi.


****====****


Birgit Briceno büytük bir gülümsemeyle “Ne gece ama. Kalabalık nerdeyse bizi ezecekti” diyerek içini çekti. Peruğunu, sakalını ve bıyığını çıkararak camdan dışarı attı. Kıyafetinin içine bağlamış olduğu yastıkları çözerek arka koltuğa attı. Dışarıdaki karanlığı araştırarak “Nereye gidiyoruz?” diye sordu. Lorenzo maskesinin ardından güldü ve kıyıda sahip olduğu küçük eve doğru arabayı sürmeye devam etti.


Birgit Briceno kıkırdadı ve koltuğunda gevşedi. Derin bir nefes alarak “Denizden gelen rüzgârı kokluyorum” diye mırıldandı. “İsveç’in bir sahil balıkçı köyünde doğdum. Halkım daima denizde veya denize yakın yerlerde gömülmüştür. Hayattaki tek üzüntüm benim bundan mahrum kalacak olmam. Zira Serapio kasabanın mezarlığında bir mezar yeri satın aldı bile” dedi.


Lorenzo bu tuhaf endişeden etkilenerek arabayı durdurdu. Birgit Briceno “Acaba şeytan maskesi denize yakın gömülme arzumu yerine getirebilir mi?” diye öylesine kararlı bir ifadeyle sordu ki Lorenzo sadece başıyla onay vermek durumunda kaldı. Briceno “Böyle bir vaat kutsaldır” dedi. Gözlerindeki bakış aralarındaki anlaşmanın kendisi için kesinlik kazanmış olduğunu belli ediyordu.


Koltuğuna geri yaslandı ve tuhaf hatta afacan bir gülümsemeyle “Buna karşılık, ben, bu vaadi yerine getirecek olan maskeyi takan kişi ile sabaha kadar sevişeceğime söz veriyorum” diye fısıldadı. Lorenzo bir anlık sevişmeye razı iken, an ile karşılaştırıldığında tüm bir gecenin süresi sonsuzluk anlamını taşıyordu.



Sessizbilgi Listele - - - - - Yeni Siteye Dön