Eski SessizBilgi - - - - - Yeni SessizBilgi
Alt Limit:
Kaç tane -->

buyu gecisleri bolum 4


4 BÖLÜM


Mutfağa girdiğimde Clara, “İyi uyudun mu?” diye sordu.

Yemek için masaya oturmak üzereydi. Akşam bana sabah yemeğinin kaçta olduğunu söylememiş olmasına karşın masaya benim için tabak koymuş olduğunu gördüm.

“Ölü gibi uyudum,” dedim.

Kendine katılmamı söyleyip tabağıma dilimlenmiş baharatlı et koydu. Ona, tanımadığım bir yatakta uyanmanın benim için her zaman zor olduğunu söyledim. Babam çok sık iş değiştirmişti ve bu nedenle ailem sürekli nerede is bulunursa oraya taşınmak zorunda kalmıştı. Yeni bir evde uyanıp nerede olduğumu anlayamamanın neden olduğu şaşkınlıktan her zaman çok korkardım. Ama bu korku bu sefer gerçekleşmemişti. Uyandığımda ilk hissettiğim, bu evin ve odanın daima benim yuvam olduğuna yönelik bir duyguydu.

Clara dikkatli bir şekilde dinleyip ardından onaylayıcı bir şekilde başını salladı. “Bunun nedeni bu odanın sahibi olan insanla uyum içinde olmandan kaynaklanıyor,” dedi.

Merakla, “Burası kimin odası?” diye sordum. Tabağımdaki etin yanına bol miktarda pilav koyarken, “Bunu zamanı geldiğinde kendin öğreneceksin,” dedi. Ardından elime bir çatal tutuşturdu. “Hadi bakalım yemeğini ye. Bugün güce ihtiyacın olacak.”

Tabağımdaki her şeyi yiyip bitirinceye kadar konuşmama izin vermedi.

Clara tabakları kaldırırken, “Bugün ne yapacağız?” diye sordum.


“Biz değil,” diyerek beni düzeltti. “Özetleme çalışmana başlamak için mağaraya gideceksin.”

“Benim neyime başlamak için?”

“Dün gece sana burada bulunan herkesin ve her şeyin burada bulunma nedeni olduğunu söylemiştim ve buna sen de dahilsin.”

“Ben niçin buradayım, Clara?”

“Burada bulunma nedenin sana aşamalı olarak açıklanmak zorunda,” dedi. “En basit düzeyde, her ne düşünüyor olursan ol, burada olmaktan hoşlandığın için buradasın. İkinci olarak, daha karmaşık bir nedenle, özetleme olarak adlandırılan olağanüstü çalışmayı öğrenmek ve uygulamak için buradasın.”

“Bu çakışma nedir, neden meydana geliyor peki?”

“Mağaraya vardığımızda sana bunu anlatacağım.”

“Neden şimdi anlatmıyorsun?”

“Biraz sabırlı ol, Taisha. Şu an bütün sorularını yanıtlayamam çünkü henüz bu yanıtları kaldırabilecek kadar enerjin yok. Daha sonradan, bazı şeyleri açıklamanın ne kadar zor olduğunu kendin de göreceksin.

“Yürüyüş botlarını giy de çıkalım.”

Evden ayrılıp, bir gece önce yürüdüğümüz patikadan yandaki alçak tepelere tırmanıp doğuya doğru ilerledik. Kısa bir yürüyüşten sonra yüksekte bulunan ve yeniden gelmeye karar vermiş olduğum o düz ve açık alanı gördüm. Gündüz vakti buradan evi görüp göremeyeceğimi merak ettiğim için Clara’nın yolu göstermesini beklemeden o tarafa yöneldim.

Yeşillikler ve tepeler arasında sıkışmış bir yığına dikkatle baktım ancak hava güneşli ve açık olmasına karşın herhangi bir bina izine rastlayamadım. Bir şeyden kesinlikle emindim; dün akşam gördüğümü sandığımdan daha devasa ağaçlar olmalıydı.

Clara, “Banyoyu görebileceğine eminim,” dedi. “Şurada, ağaçların arasındaki kırmızımsı nokta.” Vadiyi incelemeye o kadar dalmıştım ki Clara’nın arkamdan yaklaştığını duymayıp sıçradım.

Dikkatimi yönlendirmeme yardımcı olmak için bana aşağıdaki yeşillikte belli bir bölgeyi işaret etti. Her zaman yaptığım gibi insanlarla karşı düşüncede olmamak için, nezaketten, evi gördüğümü söylemeyi düşündüm ama güne, birilerinin suyuna giderek başlamak istemiyordum. Bu nedenle sessiz kaldım. Bunun yanı sıra, vadinin içine gizlenmiş öylesine muhteşem bir güzellik vardı ki nefesimin kesilmesine neden olmuştu. Kendimi bu güzelliği izlemeye öylesine kaptırdım ki bir süre sonra üzerime uykulu bir hâl çökmeye başladı; iri bir kayaya yaslanıp vadideki bu güzelliğin kaynağı her neyse beni alıp götürmesine izin verdim. Ve beni gerçekten de başka bir yere taşıdı. Büyük bir partinin olduğu bir piknik alanında bulunduğumu hissettim. İnsanların kahkahalarını duydum...

Clara beni koltukaltlarımdan tutup ayağa kaldırdığında hayallerimden sıyrıldım.

“Aman tanrım, Taisha,” dedi. “Sen düşündüğümden de garipsin. Bir süreliğine seni tümüyle kaybettiğimi sandım.”

Ona gördüğüm rüyayı anlatmak istiyordum çünkü kısa bir süreliğine uykuya daldığıma emindim. Ama Clara ilgi göstermeyip hızla yürümeye başladı.

Tam anlamıyla nereye gittiğini bilen bir insanın tavrıyla emin adımlarla hızlı bir şekilde yürüyordu. Bana gelince, tökezleyip düşmemeye dikkat ederek amaçsızca onun arkasından yürümeye çalışıyordum. Mutlak bir sessizlik içinde yürüdük. Yarım saat kadar sonra, daha önceden geçtiğimize emin olduğum belli bir kaya oluşumunun yanından geçiyorduk.

Sessizliği bozarak, “Daha önceden de buradan geçmemiş miydik?” diye sordum.

Başını onaylar şekilde salladı. “Daireler çiziyoruz,” diye itiraf etti. Seni tıpkı bir avmışsın gibi izleyen bir şey var ve eğer yolumuzu kaybettirmezsek mağaraya kadar bizi izleyecek.”

Arkaya dönüp birisinin bizi izleyip izlemediğine baktım; gördüğüm tek şey çalılar ve kıvrılmış ağaç dallarıydı. Clara’ya yetişmek için adımlarımı hızlandırdım ve ayağım yerdeki bir dala takılıp tökezlenmeme neden oldu. Şaşkın halde öne doğru düşerken bir çığlık attım. Clara inanılmaz bir hızla fırlayıp bir eliyle kolumu yakalayıp bir bacağını da önüme uzatarak düşmeme engel oldu.

Soğukkanlı bir şekilde, “Yürüyüşte pekiyi değilsin değil mi?” dedi.

Ona asla bir doğa insanı olmadığımı, çocukken doğa yürüyüşü ve kamp yapma gibi şeylerin eğitimli kentlilere göre olmayan, dağlılar ve ormanlık alanlarda yaşan eğitimsiz insanlar ile ilgili şeyler olduğuna inandığımı söyledim. Dağların eteklerinde yürümek pek keyifli bulduğum bir deneyim değildi. Diğer insanların nefes kesici bulacakları bu manzara beni pek ilgilendirmiyordu.

Clara, “Neyse İti manzarayı izlemek için burada değilsin,” dedi. “Aklını yürüdüğün yola ver ve yılanlara dikkat et.”

Bu bölgede yılanlar olsun ya da olmasın tavsiyesi dikkatimi yere yöneltmeme neden oldu. Yürümeye devam ederken gittikçe soluk soluğa kalmaya başladım. Clara’nın giymem için verdiği botlar ayağıma kurşun gibi gelmeye başlamıştı. İleriye doğru bir adım atmak için ayağımı yerden kaldırmakta zorlanıyordum.


Sonunda dayanamayarak, “Bu doğa yürüyüşü gerçekten gerekli mi?” diye sordum.

Sonunda “Bu doğa yürüyüşü gerçekten gerekli mi?” diye sordum.

Clara durdu ve bana doğru döndü. “Anlamlı bir şeyler üzerine konuşmadan önce, en azından kalabalık arkadaşlarının farkında olmalısın,” dedi. “Sana bunu tam olarak bunu yapmanda yardım etmek için elimden gelenin en iyisini yapıyorum.”

“Neden söz ediyorsun?” diye sordum. “Ne arkadaşları?” Alışılmış karamsarlığım beni yine ele geçirmişti.

“Senin alışkanlık haline getirdiğin duygu ve düşüncelerinden, özgeçmişinden oluşan engelden söz ediyorum,” diye açıkladı. “Sana sen olduğunu, eşsiz ve özel birisi olduğunu düşündüren her şey.”

“Alışkanlık haline getirdiğim duygu ve düşüncelerimin nesi varmış?” diye sordum. Clara'nın anlaşılmaz iddiaları beni kesinlikle sıkıyordu.

“O alışkanlık haline gelmiş duygular ve düşünceler tüm sorunlarımızın kaynağıdır,” dedi.

O daha çok bilmece gibi konuştukça, sinirlerim daha da çok bozuluyordu. O anda, bu kadının kendisiyle biraz zaman geçirme davetine dayanamadığını için kendimi tekmeleyebilirdim. Bu ertelenmiş bir tepkiydi. İçimdeki korkular şimdi tüm gücüyle yüze çıkmıştı. Onun her an bir bıçak çıkartarak beni öldürebilecek bir psikopat olabileceğini hayal ettim. Biraz daha düşününce, açıkça belli olduğu gibi savaş sanatları çalışmış olduğu için, bıçağa ihtiyacı olmayacağını anımsadım. Kaslı bacaklarıyla atacağı bir tekme benim sonum olabilirdi. Onunla boy ölçüşemezdim. Benden daha yaşlıydı, ama benden çok daha güçlüydü. Kendimi sonu bir başka istatistik olan, kendisinden bir daha hiç haber alınamayan kayıp kişilerden birisi olarak gördüm. Aramızdaki mesafeyi arttırmak için hızımı bilerek azalttım.

Clara kesinlikle düşüncelerimi okuyarak “Öyle marazi düşüncelere kapılma,” dedi. “Seni buraya getirmekle tek yapmak istediğim, yaşamla biraz daha zarafetle yüzleşmeye hazırlanmana yardım etmekti. Ama yapmayı başardığım tek şey çirkin kuşku ve korkulara yol açmak gibi görünüyor.”

Aklıma öyle marazi düşünceler gelmiş olduğu için çok utanmış hissettim. Clara'nın benim kuşku ve korkularım hakkında bu kadar kesinlikle haklı olması ve bir anda içimdeki telası yatıştırması şaşırtıcıydı. Ondan özür dilememin ve ona aklımdan neler geçmekte olduğunu açıklamanın mümkün olmasını istedim, ama bunu yapmaya hazır değildim; bu beni daha da dezavantajlı duruma getirecekti.

Onun yerine “İnsanın zihnini yatıştıran garip bir gücün var, Clara,” dedim. “Bunu yapmayı Doğuda mı öğrendin?”

“Bu büyük bir başarı değil,” dedi, “senin zihnin yatıştırması kolay olduğu için değil, hepimiz benzer olduğumuz için. Seni ayrıntılarıyla bilmem için, yapmam gereken tek şey kendimi bilmek. Ve bunu, sana yemin ederim ki, biliyorum.

“Şimdi, yürümeye devam edelim. Sen tümüyle yığılıp kalmadan mağaraya ulaşmak istiyorum.”

Tekrar yürümeye başlamaya isteksiz olarak “Söyle bana, Clara, o mağaranın içinde ne yapacağız?” diye sordum.

“Sana hayal edilemeyecek şeyler öğreteceğim.”

“Nasıl hayal edilemeyecek şeyler?”

Bana kocaman gözlerle bakarak “Yakında öğreneceksin,” dedi.


Daha fazla bilgi almayı çok istiyordum, ama onunla konuşma başlatana kadar, o bir sonraki yokuşun yarışma varmıştı bile. Ayaklarımı sürüyerek onu sonunda bir akarsuyun kenarında oturana • kadar beş yüz metre daha izledim. Orada, ağaçların yaprakları o kadar sıktı ki artık göğü göremiyordum. Botlarımı çıkardım. Topuğumda bir yer su toplamıştı.

Clara yerden sert uçlu bir sopa aldı ve onunla ayağıma, başparmağımla ikinci parmağımın arasına, vurdu. Hafif elektrik akımı gibi bir şey baldırlarımdan yukarı bacaklarımın iç tarafına doğru tırmandı. Sonra beni dört ayaküstünde durdurdu ve her seferinde bir ayağımı alarak, ayak tabanlarımı yukarı doğru çevirdi ve ayak başparmağımın altındaki çıkıntının tam altındaki noktaya vurdu. Ben acıyla bağırdım.

Hasta kişileri tedavi etmeye alışmış birisinin ses tonuyla “Bu o kadar kötü değildi,” dedi. “Klasik Çin doktorları bu tekniği zayıf düşmüş olanları canlandırmak ya da eşsiz bir dikkat durumu yaratmak için uygularlardı. Ama günümüzde bu gibi klasik bilgiler ölüyor.”

“Bu neden böyle, Clara?”

“Çünkü materyalizme verilen önem insanları ezoterik arayışlardan uzaklaşmaya götürdü.”

“Bana çölde geçmişle olan bağın koptuğunu söylediğinde unlatmak istediğin bu muydu?”

“Evet. Büyük bir karışıldık her zaman varlıkların enerji biçimlerinde derin değişikliklere yol açar. Her zaman iyi olmayan değişikliklere.”

Bana ayaklarımı akan suyun içine koymamı ve dipteki düz kayaları hissetmemi söyledi.

Su buz gibi soğuktu ve istemeden titrememe neden oldu.


“Ayaklarını ve ayak bileklerini saat yönünde daireler çizecek biçimde hareket ettir,” diye öneride bulundu. “Bırak akan su yorgunluğunu alıp götürsün.”

Ayak bileklerimle daireler çizmeye başladıktan birkaç dakika sonra, tazelenmiş hissettim ama ayaklarım neredeyse donmuştu.

Clara, “Şimdi bütün gerginliğinin ayaklarına aktığını hissetmeye çalış, sonra onu ayak bileklerini yana doğru silkeleyerek dışarı at,” dedi. “Böylece üşümeden de kurtulursun.”

Suya ayaklarımla vurmaya ayaklarım uyuşana kadar devam ettim. Ayaklarımı sudan çıkartarak “Bunun ise yaradığını sanmıyorum, Clara,” dedim.

“Bu gerginliği kendinden uzağa yönlendirmediğin için,” dedi. “Akan su yorgunluğu, üşümeyi, hastalığı ve istenmeyen her şeyi alıp götürür, ama bunun olması için, istencini kullanmalısın. Yoksa suya ayaklarımla vurmaya su akıp kuruyana kadar devam edebilirsin ama bir sonuç alamazsın.”

Clara eğer birisi bu alıştırmayı yatakta yaparsa, bir akarsuyu görselleştirmek için hayal gücünü kullanması gerektiğini ekledi.

Ceketin yakasıyla ayaklarımı kurularken “ 'İstencini kullanmak' ile tam olarak ne demek istedin?” diye sordum. Ayaklarımı güçlüce ovduktan sonra, sonunda ısındılar.

“istenç evreni ayakta tutan güçtür,” dedi. “İstenç her şeye odak veren kuvvettir. İstenç dünyayı yaratır.”

Onun her sözcüğünü dinlediğime inanamıyordum. Alışılmış sıkıntılı umursamazlığımı hiç alışılmamış bir dikkatliliğe dönüştüren kesinlikle büyük bir değişim oluyordu. Bu Clara'nın ne söylediğini anladığımdan değildi, çünkü anlamıyordum. Beni çarpan şey onu sıkılmadan ve dikkatim dağılmadan dinleyebiliyor olmamdı.


“Bu gücü daha açıkça tarif edebilir misin?” diye sordum.

“Onun üzerine konuşmanın metaforlar kullanarak konuşmaktan başka hiçbir yolu yok,” dedi. Ayakkabısının tabanını toprağa sürterek kuru dalları yana doğru süpürdü. “Kuru dalların altında toprak, koca yeryüzü var. İstenç her şeyin altındaki ilkedir.”

Clara birleştirdiği ellerini suya soktu ve yüzüne su çarptı. Yeniden cildinde hiç kırışık olmamasına şaşırdım. Bu sefer onun genç görünümü üzerine konuştum.

Ellerindeki suyu silkeleyerek “Nasıl göründüğüm içsel varlığımı çevreyle dengede tutmamla ilgilidir,” dedi. Yaptığımız her şey o dengeye bağlıdır. Bu akarsu gibi genç ve canlı, ya da Arizona'daki lav dağları gibi eski ve kötü olabiliriz. Bu bize bağlıdır.”

Onun söylediğine inanıyormuşum gibi ona benim o dengeyi kazanmamın bir yolu olup olmadığını sormama şaşırdım.

Kafasını salladı. “Bunu kesinlikle yapabilirsin,” dedi. “Ve sana öğreteceğim benzersiz alıştırmayı, özetlemeyi uygulayarak bunu yapacaksın da.”

Heyecanla “O alıştırmayı yapmak için bekleyemem,” dedim ve botlarımı giydim. Sonra ortada hiçbir anlaşılır neden olmadığı halde, öyle yerimde duramaz hale geldim ki hızla ayağa kalkıp “Yeniden yola çılana zamanı gelmedi mi?” dedim.

Clara, “Vardık bile,” dedi ve bir tepenin yanındaki küçük bir mağarayı işaret etti.

Mağaraya baktığımda heyecanım uçup gitti. O açık delikte uğursuz ve kötü bir şeyler olacağı hissini veren bir şey vardı, ama davet ediciydi de. Onu keşfetmek için kesin bir dürtü duyuyordum, ama aynı zamanda içeride bulacaklarımdan korkuyordum.


Onun evinin yakınında bir yerlerde olduğumuzu tahmin ediyordum, bu düşüncenin rahatlık verdiğini fark ettim. Clara bana bunun bir güç yeri, kadim Çinli yer bulma sanatını, feng-shuİyi uygulayanların, mutlaka bir tapmak yeri olarak seçecekleri bir yer olduğunu söyledi.

“Burada, su, ağaç ve hava unsurları mükemmel bir uyum içinde,” dedi. “Burada, enerji bolluk içinde dolaşıyor. Mağaranın içine girdiğinde ne demek istediğimi göreceksin. Bu eşsiz noktanın enerjisini kendini arıtmak için kullanmalısın.”

“Burada kalmam gerektiğini mi söylüyorsun?”

“Kadim Doğu'da, keşişlerin ve bilginlerin mağaralarda inzivaya çekildiklerini bilmiyor muydun?” diye sordu. “Toprak tarafından çevrilmiş olmak onların meditasyon yapmalarına yardım ediyordu.”

Beni emekleyerek mağaranın içme girmeye zorladı. Cesaretle, yarasa ve örümceklerle ilgili tüm düşünceleri bırakarak, içeri girdim, içerisi karanlık ve serindi ve yalnızca bir kişi için yer vardı. Clara bana sırtımı duvara dayayarak bağdaş kurup oturmamı söyledi. Ceketimi kirletmek istemeyerek tereddüt ettim, ama arkama yaslandığımda, dinlenebiliyor olmaktan dolayı rahatladım. Tavan kafama yakın olduğu ve zemin kuyruk sokumuma dayandığı halde, klastrofobik değildi.

Hafif, neredeyse algılanamaz bir hava akımı mağaranın içinde dolaşıyordu. Tam Clara'nın olacağımı söylediği gibi zindeleşmiş hissettim. Ceketimi çıkartıp üzerine oturacaktım ki, mağaranın ağzında çömelmiş olan Clara konuştu.

“Sana öğretmek istediğim özel sanatın doruğuna,” diye başladı, “soyut uçuş denilir ve buna ulaşmanın yoluna da özetleme deriz.” Mağaranın içine uzandı ve alnınım sol ve sağ yanlarına dokundu. “Farkındalık buradan buraya kaymalıdır,” dedi, “çocukken, bunu kolayca yapabiliriz, ama bedenin mührü savurganca aşırılıklarla kırıldığında, yalnızca farkındalığın özel bir biçimde kullanılması, doğru yaşamak ve bekârlık tükenip giden enerjiyi, kaymayı gerçekleştirmek için gereken enerjiyi geri getirebilir.”

Söylediği her şeyi kesinlikle anladım. Hatta o farkındalığı alnın bir tarafından diğerine gidebilecek bir enerji akımı olarak hissettim bile. Ve iki nokta arasındaki açıklığı geniş bir boşluk, geçişi engelleyen bir boşluk olarak görselleştirdim.

Clara konuşmaya devam ettiğinde onu dikkatle dinledim. “Beden çok güçlü olmalıdır,” dedi “ki farkındalık uçurumun bir tarafından diğerine göz açıp kapayıncaya kadar atlayabilmek için keskin ve akışkan olabilsin.”

Clara sözlerini söylediğinde, olağandışı bir şey oldu. Clara'yla Meksika'da kalacağımdan kesinlikle emin oldum. Hissetmek istediğim şey birkaç gün içinde Arizona'ya dönecek olmaktı; ama gerçekte hissettiğim şey geri dönmeyeceğimdi. Aynı zamanda bu farkına varışımın yalnızca Clara'nın başından beri kafamdakilerin kabullenilmesi olmadığını, ama onun isteklerine direnemeyecek kadar güçsüz olmamın nedeninin beni kontrol eden gücün yalnızca onun gücü olmayışı olduğunu da biliyordum.

Sanki onunla kalmak için sözlere dökülmeyen bir anlaşma yaptığımı biliyormuş gibi “Şu andan itibaren, farkındalığın en önemli yere sahip olduğu bir yaşam sürmelisin,” dedi. “Bedenini ve zihnini zayıflatan ve onlara zarar veren her şeyden sakınmalısın. Ayrıca, su an için, dünyayla bütün fiziksel ve duygusal bağlarını koparman da gerekli.”

“Bu neden o kadar önemli?”

“Çünkü her şeyden önce bütünlük kazanmalısın.”


Clara içimizde ikiciliğin (düalizm) olduğuna; zihnin bizim esassız parçamız, bedeninse somut parçamız olduğuna ikna olduğumuzu açıkladı.

Bu ayırım enerjimizi kaotik bir ayrılma durumunda tutuyor ve onun birleşmesini önlüyordu.

“Ayrılmış olan bizim insan durumumuz dur,” dedi. “Ama ayrılmamız zihin ve beden arasında değil, zihni ya da benliği içinde barındıran bedenle, temel enerjimizin kabı olan çiftin arasındadır.”

Clara doğumdan önce, insanın zorlandığı ikiciliğinin var olmadığını, ama doğumdan başlayarak, iki parçanın insanoğlunun istencinin çekmesi tarafından ayrıldığını söyledi. Bir parça dışa doğru döner ve fiziksel beden olur; diğeri, içeri döner ve çift olur. Ölümde ağır olan parça, beden, onun tarafından içine alınmak için toprağa döner ve. Hafif parça, çift, özgür kalır. Ama yazık ki, çift hiçbir zaman mükemmelleş irilmediğinden, özgürlüğü, evrenin içine dağılmadan önce, yalnızca bir an için deneyimler.

Clara, “Eğer yanlış beden ve zihin ikiciliğimizi silmeden ölürsek, alışılmış bir biçimde ölürüz,” dedi.

“Başka nasıl ölebiliriz ki?”

Clara bir kasını kaldırarak bana baktı. Sorumu yanıtlamak yerine, güvenli bir ses tonuyla dönüşüm yasayabileceğimiz olasılığından haberimiz olmadığı için öldüğümüzü açıkladı. Bu dönüşümün bu yaşam süresi içinde başarılması gerektiğini ve bu görevde başarılı olmanın bir insanın sahip olabileceği tek gerçek amaç olduğunu vurguladı. Bütün diğer başarılar geçiciydi, çünkü ölüm hepsini hiçbir şeyliğe dönüştürüyordu.

“Bu dönüşüm neyi gerektiriyor?” diye sordum.

“Tümden bir değişimi gerektiriyor,” dedi. “Ve bu da, özgürlük sanatının temel dayanağı olan özetlemeyle başarılır. Sana öğreteceğim sanata özgürlük sanatı denilir. Bu uygulaması son derece zor olan, ama açıklaması daha da zor bir sanattır.”

Clara bana öğreteceği her işlemin, ya da benden yerine getirmemi isteyeceği her görevin, bana ne kadar sıradan görünürse görünsün, özgürlük sanatının nihai amacını, soyut uçuşu, başarmaya giden bir adım olduğunu söyledi.

“Sana ilk olarak göstereceklerim her gün yapman gereken basit hareketler,” diye devam etti. “Bunlara her zaman yaşamının vazgeçilmez bir parçası olarak bak.

“Önce, sana nesiller boyunca bir sır olan bir soluğu göstereceğim.

Bu soluk yaratılış ve yok edilişin, aydınlık ve karanlığın, varlığın ve var olmamanın çifte gücünü yansıtır.”

Bana mağaradan çıkmamı söyledi, sonra hafif hareketlerle, omurgam öne doğru eğilecek biçimde oturmamı ve dizlerimi göğsüme doğru olabildiğince yükseğe çekmemi sağladı. Ayaklarımı yerde tutarken, kollarımı bacaklarıma sarmalı ve ellerimi dizlerimin önünde sıkıca tutmalıydım ya da, eğer istersem, dirseklerimi tutabilirdim. Clara kafamı çenem göğsüme değene kadar hafifçe eğdi.

Dizlerimin yanlara doğru açılmasını önlemek için kol kaslarımı zorlamam gerekiyordu. Göğsüm sıkışmıştı karnım da öyleydi, çenemi içeri çevirdiğimde boynum kütürdedi.

“Bu güçlü bir soluk,” dedi. “Bu seni yere yıkabilir ya da uyutabilir. Eğer öyle olursa, uyandığında eve dön. Bu arada, mağara evin hemen arkasında. Patikayı izle, iki dakikada orada olursun.”

Clara bana kısa, sığ soluklar almayı öğretti. Ona bu isteğinin gereksiz olduğunu çünkü o pozisyonda yalnızca öyle soluyabileceğimi söyledim. Clara ellerimle kollarımda yarattığım basıncı yalnızca biraz azaltsam bile soluğumun normale döneceğini söyledi. Ama onun istediği bu değildi. Clara benim sığ solunuma en az on dakika devam etmemi istiyordu.

O pozisyonda belki de yarım saat, sürekli olarak bana öğrettiği gibi sığ soluklar alarak kaldım. Karnımda ve bacaklarımdaki başlangıçtaki kramp geçtikten sonra, soluk içimi yumuşatıyormuş ve krampı yok ediyormuş gibi geldi. İşkence gibi gelecek kadar uzun bir zaman geçtikten sonra, Clara beni iterek yere yatacak biçimde yuvarlanmama neden oldu, ama kollarımdaki baskıyı azaltmama izin vermedi. Sırtım yere dokunduğunda bir an için rahatlamış hissettim, ama ancak bana ellerimi açıp bacaklarımı uzatmamı söylediğinde karnımda ve göğsümde tam olarak gevşeme hissettim. Ne hissettiğimi tarif etmenin tek yolu içimdeki bir şeyin o soluk tarafından açıldığı ve çözüldüğü ya da serbest kaldığını söylemekti. Clara'nın tahmin ettiği gibi, öyle uykum geldi ki yeniden sürünerek mağaranın içine girdim ve uyuya kaldım.

Mağaranın içinde en azından birkaç saat boyunca uyumuş olmalıydım ve uyandığımda yatmakta olduğum pozisyona bakılırsa, hiç hareket etmemiştim.

Bunun herhalde mağarada uykumda dönebileceğim kadar yer olmamasından böyle olduğunu sanıyordum, ama bu benim tümüyle gevşemiş olduğum için hareket etmeye gerek duymamamdan da olmuş olabilirdi.

Clara'nın söylediği gibi, eve geri yürüdüm. Clara avludaydı, sazdan yapılma bir koltukta oturuyordu. Orada başka bir kadının onunla oturuyor olduğu, ama benim geldiğimi duyunca, hızla ayağa kalkıp gitmiş olduğu izlenimini edindim.

Clara, “Ah, şimdi çok daha gevşemiş görünüyorsun,” dedi. “O soluk ve duruş bizim için harikalar yaratır.”


Clara eğer bu soluğun, sakin olarak ve üzerinde durarak düzenli olarak yapılırsa, zamanla içsel enerjimizi dengeleyeceğini söyledi.

Ona ne kadar zinde hissettiğimi söylemeden önce, Clara benden oturmamı istedi, çünkü bana yanlış ikiciliğimizi silmek için gereken başka bir beden hareketi gösterecekti. Benden burnumun ucuna bakacağım biçimde sırtım dik ve gözlerim biraz kısık olarak oturmamı istedi.

Söze “Bu soluk elbiseler olmadan yapılmalı,” diye başladı. “Ama seni gündüz gözü avluda çırılçıplak soymak yerine, bir istisna yapacağız. Önce, derin bir soluk al, havayı sanki vajinandan soluyormuşsun gibi çek. Karnını içeri çek ve havayı omurgan boyunca, böbreklerini geçerek kürek kemiklerinin arasındaki bir noktaya kadar çek. Havayı orada bir an için tut, sonra onu daha da yukarı, kafanın arkasına kadar çıkar, sonra da kafanın üstünden kaslarının arasındaki noktaya kadar getir.”

Clara soluğumu orada bir an için tuttuktan sonra, havayı zihnimle bedenimin ön tarafına, önce göbeğimin hemen altına, sonra turun başladığı vajinama yönlendirirken burnumdan soluk vermemi söyledi.

Solunum alıştırmasını yapmaya başladım.

Clara elini omurgamın altına koydu, sonra sırtımdan yukarı giden bir çizgiyi izledi, elini kafamın üstünden geçirdi ve kaslarının arasındaki noktaya hafifçe bastırdı. “Soluğunu buraya getirmeye çalış,” dedi. “Gözlerini yarı kapalı tutmanın nedeni havayı sırtından yukarıya ve kafanın üzerinden bu noktaya dolaştırırken burun direğine konsantre olabilmen ve ayrıca bakışlarını soluğunu bedeninin ön tarafından asam, cinsel organlarına döndürürken yönlendirebilmede kullanmalıdır.”


Clara soluğu bu biçimde dolaştırmanın dışsal yıkıcı etkilerin bedenin enerji alanına girmesini önleyen içine islenemez bir kalkan yarattığını; ayrıca yaşamsal enerjinin dışarıya doğru dağılmaktan alıkoyduğunu söyledi. Clara soluk alma ve soluk vermenin sessiz olması gerektiğini ve solunum alıştırmasının kişi ayakta dururken, otururken ya da yatarken yapılabileceğini, ama başlangıçta bir minderin ya da sandalyenin üstünde otururken yapmanın daha kolay olacağını vurguladı.

Koltuğunu benimkinin yanına çekerek “Şimdi,” dedi, “bu sabah tartışmaya başladığımız şeyden, özetlemeden söz edelim.”

Bedenimi bir ürperti sardı. Ona neden söz ettiği hakkında hiçbir fikrim olmadığı halde, bunun çok büyük bir şey olduğunu bildiğimi ve bunu duymaya hazır olduğumdan emin olmadığımı söyledim. Clara benim bir parçamın onun belki de en önemli kendini yenileme tekniğini açıklamak üzere olduğunu sezdiğinden dolayı sinirli olduğumda ısrar etti. Bana sabırla özetlemenin geçmişteki etkinliklerimizde harcamış olduğumuz enerjiyi geri kazanma eylemi olduğunu açıkladı. Özetleme yapmak-şu andan başlayarak, en erken anılarak kadar geri dönerek-karşılaştığımız tüm insanları, gittiğimiz her yeri ve tüm yaşamımız boyunda duyduğumuz tüm hisleri anımsamamızı, sonra bunları temizleyici solukla, bir bir temizlememizi gerektiriyordu.

Onu merakla dinledim, ama kendimi onun söylediklerinin benim için anlamsızdan da öte olduğunu hissetmekten alamıyordum. Herhangi bir yorumda bulunmadan önce, çenemi elleriyle güçlüce tuttu ve kafamı sola döndürürken bana burnumdan soluk almamı ve sonra kafamı sağa çevirirken soluk vermemi söyledi. Sonra, kafamı soluk almadan soldan sağa doğru tek bir harekette döndürmem gerekiyordu. Clara bunun gizemli bir solunum biçimi ve özetlemenin anahtarı olduğunu, çünkü soluk almanın yitirdiğimiz enerjiyi geri çekmemizi sağlarken, soluk vermenin insanlarla etkileşim yoluyla biriktirmiş olduğumuz yabancı, istenmeyen enerjiyi dışarı atmamıza izin verdiğini söyledi.

Clara, “Yaşamak ve etkileşimde bulunmak için enerjiye gerek duyarız,” diye sürdürdü. “Normal olarak, yasarken harcanan enerji bizden sonsuza kadar çıkıp gitmiştir. Eğer özetleme olmasaydı, asla kendimizi yenileme şansımız olmayacaktı. Yaşamlarımızı özetlemek ve geçmişimizi temizleyici solukla temizlemek birlikte olarak çalışır.”

Ömrümde tanıştığım herkesi ve yaşamımda hissettiğim her şeyi anımsamak bana anlamsız ve olanaksız bir is gibi görünüyordu. Bu pratik sözün Clara'nın mantıksız düşüncelerini durdurabileceğini umarak “Bu sonsuza kadar sürebilir,” dedim.

Bana “Kesinlikle öyle,” diyerek katıldı. “Ama emin ol ki, Taisha, bunu yapmakla kazanacak çok şeyin var ve yitirecek hiçbir şeyin yok.”

Onu yatıştırmak ve ona dikkat ettiğimi göstermek için, onun bana gösterdiği hareketi taklit ederek, kafamı soldan sağa hareket ettirip birkaç derin soluk aldım.

Acı bir gülümsemeyle, özetlemenin keyfi ya da kaprisli bir alıştırma olmadığını söyleyerek beni uyardı. “Özetleme yaparken, bedeninin orta bölümünden dışarı uzanan uzun esnek telleri hissetmeye çalış,” diye açıkladı. “Sonra kafanın dönme hareketini bu anlaması zor tellerin hareketiyle aynı hizaya getir. Teller geride bıraktığın enerjiyi geri getirecek olan kanallardır. Gücümüzü ve bütünlüğümüzü geri kazanmak için, dünyada hapsolmuş enerjimizi serbest bırakmalı ve onu kendimize geri çekmeliyiz.”

Clara biz özetleme yaparken, o esnek enerji tellerini zaman ve mekân içerisinde incelemekte olduğumuz insanlara, yerlere ve olaylara uzattığımızı söyledi. Bunun sonucu yaşamımızın her anına geri dönebileceğimiz ve sanki gerçekten oradaymış gibi davranabileceğimizdi.

Bu olasılık benim ürpermeme yol açtı. Entelektüel açıdan Clara'nın söylediklerine meraklanmış olmakla birlikte, hoş olmayan geçmişime dönmeye, bu yalnızca zihnimde olsa bile, hiç niyetim yoktu. Her şeyden önce, dayanılamaz bir yaşam durumundan kaçmış olmaktan gurur duyuyordum. Unutmak için o kadar uğraştığım tüm o anları zihinsel olarak geçmişe dönerek yeniden yaşamayacaktım. Ama Clara bana özetleme tekniğini açıklarken o kadar ciddi ve samimi görünüyordu ki, bir an için, itirazlarımı bir kenara koydum ve onun söylediklerine konsantre oldum.

Ona geçmiş olayları yeniden toplama sırasını sordum. Clara önemli olan noktanın olayları ve duyguları olabildiğince ayrıntılı olarak yeniden deneyimlemek ve onlara temizleyici solukla dokunmak, böylelikle hapsolmuş enerjiyi serbest bırakmak olduğunu söyledi.

“Bu alıştırma Budist geleneğinin bir parçası mı?” diye sordum.

Clara ciddiyetle “Hayır, değil,” diye yanıt verdi. “Bu başka bir geleneğin parçası. Yakında bir gün, bunun ne geleneği olduğunu bulacaksın.”



Sessizbilgi Listele - - - - - Yeni Siteye Dön