Eski SessizBilgi - - - - - Yeni SessizBilgi
Alt Limit:
Kaç tane -->

buyu gecisleri bolum 6


6 BÖLÜM


Listeyi toplamak haftalar süren kafa yorucu bir çalışma gerektirdi. Clara'nın beni bu süreyi senetteki zamanın dışında bırakmaya razı etmesine izin verdiğim için kendimden nefret ediyordum. O uzun günler boyunca, tam bir yalnızlık ve sessizlik içinde çalıştım; Clara'yı yalnızca mutfakta yediğimiz kahvaltıda ve aksam yemeğinde görüyordum; ama hemen hiç konuşmadık. Clara tüm içten konuşma girişimlerimi, listemi yapmayı bitirdiğimde konuşacağımızı söyleyerek reddetti. Listemi tamamladığımda, nakısını bıraktı ve beni derhal mağaraya götürdü. Öğleden sonra saat dörttü ve Clara'ya göre sabahın erken saatleri ve öğleden sonra geç saatler böyle büyük bir ise başlamak için en uygun zamanlardı.

Mağaranın girişinde, bana bazı bilgiler verdi.

Clara, “Listendeki ilk kişiyi al ve belleğini o kişiyle ikinizin karşılaştığı andan son iletişimde bulunduğunuz zamana kadar, yasadığın her şeyi anımsamak için çalıştır,” dedi. “Ya da, eğer istersen, o kişiyle bir isin olduğu son zamandan ilk karşılaşmanıza doğru geriye doğru gidebilirsin.”

Listeyle silahlanmış olarak, her gün mağaraya gittim. Önceleri, özetleme zahmetli bir isti. Konsantre olamıyordum, çünkü geçmişi taramaktan hoşlanmıyordum. Zihnim bir travma tik deneyimden diğerine atlıyordu, ya da sadece hayallere dalıyordum. Ama bir süre sonra, anılarımın aldığı netlikten ve ayrıntılardan heyecan duymaya başladım.

Hatta her zaman bir tabu gözüyle baktığım deneyimler hakkında daha objektif olmaya bile başladım


Şaşırtıcı bir biçimde, daha güçlü ve daha iyimser hissediyordum. Bazen, soluk alıp verirken, sanki enerjinin bedenimin içine geri sızıyor, kaslarımın ısınmasına ve şişmesine yol açıyor gibi oluyordu. Özetleme görevimle o kadar ilgilenmeye başladım ki alıştırmanın değerini kanıtlaması için bir ayın geçmesi gerekmedi. Senette belirtilen başlama zamanından iki hafta sonra, aksam yemeği yerken, Clara'dan beni apartman dairemden taşındırması ve eşyalarımı depoya koydurması için birisini bulmasını istedim. Clara bu seçeneği bana daha önce birkaç kez önermişti, ama her defasında onun önerisini geri çevirmiştim, çünkü kesin karar vermeye hazır değildim. Clara isteğimden sevinmiştim.

“Bunu kuzenlerimden birine yaptıracağım,” dedi. “O her şeyi halleder. Seni konsantre olmaktan alıkoyacak endişelerin olmasını istemiyorum.”

“Şimdi bundan söz etmişken, Clara,” dedim, “beni rahatsız eden başka bir şey daha var.”

Clara konuşmamı bekledi. Ona onu hiç yemek yaparken ya da hazırlarken görmediğim halde, yemeklerimizin her zaman hazır olmasını garip bulduğumu söyledim.

Clara bunun normal olduğunu belirten bir ifadeyle “Bu gündüzleri hiçbir zaman evde olmamandan,” dedi. “Ve geceleri de erken yatıyorsun.”

Zamanımın çoğunu mağarada geçirdiğim doğruydu. Eve geri döndüğümde, bu mutfakta yemek içindi, daha sonra da, odamda kalıyordum çünkü ev beni korkutuyordu. Ev çok büyüktü. Terk edilmiş gibi görünmüyordu, çünkü" ağzına kadar mobilyalar, kitaplar ve seramik, gümüş ya da emayeden yapılmış dekoratif eşyalarla doluydu. Odaların hepsi, sanki bir hizmetçi düzenli olarak gelip temizlik yapıyormuş gibi temiz ve tozsuzdu. Ama ev boş görünüyordu çünkü içinde kimse yoktu, iki kez Clara tartışmayı reddettiği gizemli isler için ortadan kayboldu; o zamanlarda, evdeki benden başka tek canlı Manfred'di. O süre aynı zamanda Manfred'le eve bakan tepelerde yürüyüşe çıktığımız zamanlardı. Kendi bulduğumu düşündüğüm bir gözlem noktasından evin ve bulunduğu arazinin haritasını çıkarttım, O zamanlar, beni oraya Manfred'in götürdüğünü itiraf etmek istemiyordum.

Tepedeki özel burnumdan, evin yerini bulabilmek için saatler harcadım.

Clara evin ana yönlere baktığına değinmişti. Ama bunu bir pusulayla kontrol ettiğimde, ev biraz farklı hizada gibi görünüyordu. En fazla rahatsızlık verici olan evin etrafındaki araziydi, çünkü herhangi doğru bir harita çıkartmaya çalıştığımda buna izin vermiyordu. Gözlem noktamdan arazinin evin kendisinde ölçülenden daha geniş göründüğünü görebiliyordum. Clara benim evin ön bölümüne-doğusuna-olduğu gibi güneyine de ayak basmamı yasaklamıştı. Ama evin etrafında yürüyerek, iki alanın, benim girebildiğim batı ve güneyde eşit olduğunu hesaplamıştım. Bununla birlikte, bunlar uzaktan göründüğünde, hiç de eşit değildi ve bu karşıtlığı açıklayamıyordum.

Evin ve arazinin ayrıntılı planını çıkartmayı bıraktım ve dikkatimi bir başka gizemli soruna vermeye başladım: Clara'nın akrabaları. Clara onlardan sürekli dolaylı olarak söz etmekle birlikte, onları hiç görememiştim.

Clara'ya doğrudan doğruya “Akrabaların Hindistan'dan ne zaman geri dönüyorlar?” diye sordum.

“Yakında,” diye yanıtladı. Pirinç kâsesini tek eline aldı ve onu Çinlilerin yaptığı gibi tuttu. Onun yemek yeme çubuklarını kullandığını daha önce görmemiştim ve onları inanılmaz bir kesinlikle kullanmasına hayret ettim. “Neden benim akrabalarımla bu kadar ilgileniyorsun?” diye sordu.

“Doğruyu söylemek gerekirse, Clara, neden olduğunu bilmiyorum, ama onları çok merak ediyorum,” dedim. “Bu kocaman evde tedirgin hisler ve düşüncelere kapılıyorum.”

“Evi sevmediğini mi söylemek istiyorsun?”

“Tam tersine, onu seviyorum. Ama öyle büyük ve akıldan çıkmayan bir ev ki.”

Kâsesini koyarak “Ne çeşit düşünceler ve hisler seni tedirgin ediyor?” diye sordu.

“Bazen antrede bililerini gördüğümü, ya da sesler duyduğumu düşünüyorum. Ve sürekli olarak beni birisinin izlediği izlenimine kapılıyorum, ama çevreme baktığımda, orada kimse olmuyor.”

Clara, “Bu evde gözle görülebilenden daha fazlası var,” diye kabul etti, “ama bu korku ya da endişe doğurmamalı. Bu evde, arazide, tüm bu alanın etrafındaki dağlarda büyü var. Burada yaşamayı seçme nedenimiz bu. Aslında, seçiminin nedeninin bu olduğu hakkında en ufak bir fikrin olmadığı halde, senin burada yaşamaya karar vermendeki neden de bu.

Ama böyle olması gerekiyor. Sen bu eve masumiyetini getirdin ve ev içinde barındırdığı tüm istençle onu bilgeliğe dönüştürecek.”

“Bunların hepsi kulağa hoş geliyor, Clara, ama bu tam olarak ne anlama geliyor?”

Clara düş kırıklığıyla “Seninle her zaman beni anlayacağın umuduyla konuşuyorum,” dedi. “Seninle önünde sonunda temasa geçecek olan akrabalarımın hepsi, emin ol ki, seninle aynı biçimde konuşacaktır. Onun için yalnızca bizi anlamadığın için bizim anlamsız şeyler söylediğimizi düşünme.”


“İnan bana, Clara, bunu kesinlikle düşünmüyorum, bana yardım etmeye çalışmana minnettarım.”

Clara sözümü “Sana yardım eden özetleme, ben değilim,” diye düzeltti. “Evle ilgili, bana söylediklerinden başka garip bir şeyler dikkatini çekti mi?”

Ona evle ilgili gözlem noktamdan ve yerden yaptığım görsel değerlendirmelerin karşıtlığını anlattım.

Clara öksürene kadar güldü.

Clara yeniden konuşabildiğinde “Hareketlerimi bu yeni davranışa göre ayarlamalıyım,” dedi.

“Bana yerin neden oransız göründüğünü ve neden burada aşağıda olduğumda yukarıda tepedekinden farklı pusula ölçümleri yaptığımı açıklayabilir misin?” diye sordum.

“Kesinlikle açıklayabilirim; ama bu sana hiçbir anlam ifade etmez. Dahası, korkabilirsin bile.”

“Bunun nedeni pusula mı, Clara. Yoksa ben miyim? Çıldırdım mı ne?”

“Tabii ki, nedeni sensin; o ölçümleri yapan sensin; ama çıldırmadın; bu başka bir şey.”

“Ne bu, Clara? Söyle bana. Tüm bunlar gerçekten de tüylerimi diken diken ediyor. Sanki hiçbir şeyin gerçek olmadığı ve her şeyin olabileceği bir bilim kurgu filmindeymişim gibi. O türden nefret ederim!”

Clara daha fazlasını açıklamayı istiyor gibi görünmüyordu. Bunun yerine, “Beklenmedik olanı sevmiyor musun?” diye sordu.

Ona erkek kardeşlerim olmasının beni isteksiz hale getirecek kadar harap ettiğim ve bir ilke olarak, onların sevdiği her şeyden nefret ettiğimi söyledim. Onlar televizyonda Alacakaranlık Kuşağını izlerlerdi ve buna çıldırırlardı. Benim içinse, bu en dalavereci ve uyduruk programdı.

Clara, “Bakalım bunu nasıl açıklayacağım,” dedi. “Her şeyden önce bu kesinlikle bir bilim kurgu ev değil. Bu daha çok olağanüstü bir istencin evi. Sana evin sırlarını açıklayamama nedenim sana istencin ne olduğunu açıklayamam.”

“Lütfen bilmece gibi konuşma, Clara,” diye yalvardım. “Bu yalnızca korkutucu değil, çıldırtıcı da.”

Clara, “Senin bu ince konuyu anlayabilmen için, dolaylı yoldan konuşmak zorundayım,” dedi. “Onun için bırak sana önce benim burada bu evde olmamdan doğrudan doğruya sorumlu olan ve dolaylı olarak da seninle ilişkimden sorumlu olan adamdan söz edeyim. Adı Julian'dı ve o karşılaşabileceğin en mükemmel insandı. Beni bir gün Arizona’daki o dağlarda yolunu kaybettiğimde buldu ve beni buraya bu eve getirdi.”

Ona “Bir dakika, Clara, ben bu evin nesillerdir ailene ait olduğunu sanıyordum,” diyerek söylediklerini anımsattım.

“Tam olarak beş nesildir,” diye yanıtladı.

“Nasıl oluyor da böyle iki çelişen şeyi böyle kayıtsızlıkla söyleyebiliyorsun?”

“Çelişkili bir şey söylemiyorum. Olanları' uygun bir temel olmadan yorumlayan sensin. Gerçek su ki bu ev nesillerdir benim aileme aittir. Ama ailen soyut bir ailedir. Bu aile aynı bu evin bir ev ve Manfred'in de bir köpek olması gibi bir evdir. Ama Manfred'in gerçek bir köpek olmadığını; ne de bu evin bir başka evin olduğu gibi gerçek olmadığını zaten biliyorsun. Ne demek istediğimi anlıyor musun?”


Clara'nın bilmeceleri için havamda değildim. Bir süre için, onun konuyu değiştireceğini umarak sessizce oturdum. Sonra düşüncelere daldığım ve çabucak kızan birisi olduğum için kendimi suçlu hissettim. Sonunda “Hayır, demek istediğini anlamıyorum,” dedim.

Clara sabırlılıkla “Tüm bunları anlayabilmen için, değişmelisin,” dedi. “Ama zaten, burada bulunma nedenin de tam olarak bu: değişmek. Ve değişmek demek soyut uçuşu yapmada başarılı olacaksın demek, o zaman her sev senin için açıldık kazanacak.”

Benim çaresiz zorlamam üzerine, Clara bu aidi almaz uçuşun alnın sağ tarafından soluna hareket etmekle sembolize edildiğini, ama bunun aslında eterik parçamızı, çifti günlük farkındalığımıza dahil etmek anlamına geldiğini açıkladı.

“Sana daha önce de açıkladığım gibi,” diye sürdürdü, “beden- zihin ikiciliği yanlış bir ikiye bölmedir.

Gerçek ayrılık, zihni barındıran fiziksel bedenle, enerjiyi barındıran eterik beden ya da çift arasındadır. Soyut uçuş çiftimizi günlük yaşamımızla ilgili hale getirdiğimizde gerçekleşir. Bir başka deyişle, fiziksel bedenimizin enerjisel eterik tamamlayıcısının tümüyle bilincine vardığı an, soyut, tümüyle farklı bir farkındalık dünyasına geçeriz.”

“Eğer bu önce değişmem gerektiği anlamına geliyorsa, o geçişi yapabileceğimden kesinlikle kuşkuluyum,” dedim. “Her şey içimde öylesine kök salınış görünüyor ki, bunların yaşamını boyunca süreceğini hissediyorum.”

Clara fincanıma biraz su döktü. Seramik sürahiyi yerine koydu ve bana dürüstçe baktı. “Değişmenin bir yolu var,” dedi. “Ve şu anda boğazına kadar onun içindesin; bunun adı özetleme.”


Clara beni derin ve tam bir özetlemenin yaşamlarımızı aldanmalar olmaksızın görmemize izin vererek neyi değiştirmeyi istediğimizin farkına varmamızı sağladığına ikna etti. Özetleme bize alışılmış davranışlarımızı kabul etme ya da bunlar bizi tümüyle tuzağına düşürmeden onları istencimizle uzaklaştırmayı seçebileceğimiz kısa bir ara verir.

“Peki, bir şeyi istencinle nasıl uzaklaştırırsın?” diye sordum. “Sadece 'Defol, Şeytan!' mı dersin?”

Clara güldü ve bir yudum su içti. “Değişmek için üç şartı yerine getirmemiz gerekir,” dedi. “Önce, kararımızı yüksek sesle söyleriz ki istenç bizi duysun. İkincisi, farkındalığımızı uzun bir süre kullanmalıyız: Bir şeye başlayıp sonra onu cesaretimiz kırılır kırılmaz bırakamayız. Üçüncüsü, edimlerimizin sonuçlarını ondan tam bir bağımsızlıkla izlemeliyiz. Bu başarmak ya da başarısız olma düşünceleriyle uğraşanlayız demektir.

Clara beni “Bu üç adımı izleyerek içindeki herhangi bir istenmeyen hissi ya da isteği değiştirebilirsin,” diye temin etti.

Kuşkuyla “Bilmiyorum, Clara,” dedim. “Senin söylediğin biçimiyle öyle basit görünüyor ki.”

Ona inanmayı istemiyor değildim, yalnızca her zaman pratik bir insan olmuştum ve pratik bir bakış açısından, davranışlarımı değiştirme görevi onun üç aşamalı programına rağmen tereddüt vericiydi.

Yemeğimizi tanı bir sessizlik içinde bitirdik. Mutfaktaki tek ses bir kireçtaşı filtreden geçen suyun sürekli olarak damlamasıydı.

Bu bana özetlemenin yol açtığı yavaş yavaş temizlenme işleminin somut bir görüntüsünü anımsatıyordu. Birdenbire, içimden bir iyimserlik tastı. Belki de aynı filtreden geçen su gibi, damla damla, düşünce düşünce, kendini değiştirmek, arınmak olasıydı.

Üstümüzde, parlak ışıklar beyaz masa örtüsünün üstüne korkutucu gölgeler düşürüyordu. Clara yemek yeme çubuklarını bıraktı ve parmaklarını sanki masa örtüsünün üstünde gölgeden resimler yapıyormuş gibi bükmeye başladı. Onun her an bir tavsan ya da kaplumbağa yapmasını bekliyordum.

Sessizliği bozarak, “Ne yapıyorsun?” diye sordum. .

“Bu bir iletişim biçimidir,” diye açıkladı, “ama insanlarla değil, istenç dediğimiz güçle.”

Clara serçe parmaklarını ve işaret parmaklarını uzattı, sonra başparmağını kalan iki parmağının ucuna değdirerek bir çember yaptı. Bana bunun o gücün dikkatini çekmek ve onu parmak uçlarında biten ya da başlayan enerji hatları yoluyla bedene girmesini sağlamak için yapılan bir işaret olduğunu söyledi.

Bana hareketi yeniden göstererek “Eğer onları bir anten gibi uzatırsan enerji işaret parmağı ve serçe parmağı yoluyla gelir,” diye açıkladı. “Sonra enerji diğer üç parmakla yapılan çember tarafından hapsedilir ve içeride tutulur.”

Bunun özel bir el pozisyonu olduğunu, bununla bedenimize onu sağaltmak ya da güçlendirmek, ya da hislerimizi ve alışkanlıklarımızı değiştirmek için yeterli kadar enerjiyi çekebileceğimizi söyledi.

Clara, “Haydi daha rahat edeceğin oturma odasına gidelim,” dedi. “Seni bilmem ama bu bank benim popomu acıtmaya başlıyor.”

Clara ayağa kalktı ve karanlık avlu boyunca yürüyerek evin arka kapısından ve ana bölümünün koridorundan, oturma odasına yürüdük. Şaşırtıcı bir biçimde, gaz lambası yakılmış ve Manfred bir koltuğun yanına kıvrılıp uyumuştu. Clara, hep onun en sevdiği yer olduğunu düşündüğüm o koltuğa rahatça oturdu. Üzerinde çalışmakta olduğu bir nakısı aldı ve iğneyi kumaştan geçirerek ve onu elinin zarif bir hareketiyle çekerek dikkatle birkaç dikiş daha ekledi. Gözleri yaptığı ise dikkatle sabitlenmişti.

Bu güçlü kadının iğne isi yapmasını görmek o kadar olağandışıydı ki, onun el sanatını görebilir miyim diye merakla baktım.

Clara ilgimi fark etti ve kasnağı benim görebilmem için kaldırdı. Bu üzerinde rengârenk çiçeklerin üzerine konmuş kelebekler olan bir yastık kılıfıydı. Benim zevkime göre fazla süslüydü.

Clara sanki onun çalışması üzerine eleştirili görüşümü hissetmiş gibi gülümsedi.

Bir dikiş daha atarak “Bana bu çalışmanın, çok güzel olduğunu ya da zamanımı boşa geçirdiğimi söyleyebilirsin,” dedi, “ama bu benim içsel sakinliğimi etkilemez. Bu tavra 'kendi değerini bilmek' denir.” Clara kendisinin yanıtladığı güzel sözlerden oluşan bir soru sordu. “Peki, benim değerimin ne olduğunu düşünüyorsun? Kesinlikle sıfır.”

Ona benim görüşüme göre onun görkemli, gerçekten de çok ilham verici bir kişi olduğunu söyledim. Hiçbir değeri olmadığını nasıl söyleyebilirdi?

“Bunların hepsi çok basit,” diye açıkladı. “Pozitif ve negatif güçler dengede olduğu sürece, bunlar birbirlerini götürür ve bu da benim değerimin sıfır olduğu anlamına gelir. Bu aynı zamanda birisi beni eleştirdiğinde asla kızamayacağım, ne de birisi beni övdüğünde bundan hoşnut olmayacağım anlamına gelir.”


Clara bir iğneyi tuttu ve loş ışığa rağmen, ona çabucak ipliği geçirdi, ipliğin uçlarını birleştirerek “Kadim zamanların Çinli bilgeleri kendi değerini bilmek için, ejderhanın gözünden geçmen gerektiğini söylerlerdi,” dedi.

O bilgelerin uçsuz bucaksız bilinmezin pulları göz kamaştırıcı bir ışıkla parıldayan dev bir ejderha tarafından korunduğuna inanırlardı. Ejderhaya yaklaşmaya cesaret eden cesur arayıcıların onun gözleri kör edici parıltısından, en ufak bir hareketiyle yoluna çıkan her şeyi un ufak eden kuyruğundan ve ulaştığı yerlerdeki her şeyi yakıp küle çeviren soluğundan dehşete düştüklerine inanırlardı. Ama onlar aynı zamanda bu yaklaşılamaz ejderhayı geçmenin bir yolu olduğuna da inanırlardı. Clara onların, kişinin görünmez olabileceğinden ve ejderhanın gözünden geçebileceğinden emin olduklarını söyledi.

“Bu ne anlama geliyor, Clara?” diye sordum.

“Bu özetleme yoluyla, düşünce ve isteklerden arınabiliriz ki bu o kadim görücüler için ejderhanın istenciyle birleşmek ve böylelikle görünmez olmak anlamına geliyordu.”

Clara'nın islerinden bir başka örnek olan nakısla islenmiş bir yastığı aldım ve onu sırtıma koydum. Zihnimi temizlemek için birkaç derin soluk aldım.

Clara'nın söylediklerini anlamak istiyordum. Ama onun Çin metaforlarını kullanmadaki ısrarı tüm bunları benim için iyiden iyiye kafa karıştırıcı hale getiriyordu. Ama söylediği her şeyde öyle bir ısrar vardı ki, en azından onu anlamaya çalışmazsam bunun benim için bir kayıp olacağını hissediyordum.

Clara'nın nakıs yapmasını izlerken, birden annemi anımsadım. Belki de bu anı bende büyük bir üzüntü, adı olmayan bir istek uyandırdı; ya da belki de bu Clara'nın söylediklerini dinlemekten; ya da onun boş, korkunç güzel evinde, gaz lambasının o ürpertici ışığının altında olmaktandı. Gözlerimden yaslar boşandı ve ağlamaya başladım.

Clara koltuğundan zıpladı ve yanımda durdu. Kulağıma öyle yüksek sesle fısıldadı ki bana bir bağırma gibi geldi, “Bu evde kendine acımaya cüret etme. Eğer bunu yaparsan, bu eve seni reddeder; seni aynı bir zeytin çekirdeğini tükürür gibi dışarı tükürür.”

Clara'nın öğüdü bende uygun etkiyi yaptı. Üzüntüm derhal uçup gitti. Gözlerimi kuruladım ve Clara sanki hiçbir şey olmamış gibi konuşmayı sürdürdü.

Yeniden yerine oturarak, “Boşluk sanatı ejderhanın gözünden geçmek isteyen Çinli bilgeler tarafından uygulanan teknikti,” dedi. “Bugün, biz buna özgürlük sanatı diyoruz. Bunun daha iyi bir terim olduğunu düşünüyoruz çünkü o sanat gerçekten de insanlığın bir anlam taşımadığı soyut bir dünyaya götürüyor.”

“Bunun insani olmayan bir dünya olduğunu mu söylemek istiyorsun, Clara?”

Clara kasnağını kucağına koydu ve bana baktı. “Demeye çalıştığım şey, bu dünyayı arayan bilgeler ve görücülerden onun hakkında duyduğumuz hemen her şey, bizim insani isteklerimize gönderme yapıyor. Ama biz, özgürlük sanatını uygulayanlar, ilk elden deneyimle bunun yanlış bir tanımlama olduğunu bulduk Bizim deneyimlerimize göre, insani olan her şey o dünya da o kadar önemsizdir ki boşlukta kaybolup gider.”

“Bir dakika, Clara. Çinli ölümsüzler denilen bir grup efsanevi kişilere ne diyorsun? Onlar senin söylediğin biçimiyle özgürlüğe kavuşmadılar mı?”

Clara, “Bizim söylediğimiz biçimiyle değil,” dedi. “Özgürlük bizim için insanilikten bağımsız olmaktır. Çinli ölümsüzler kendi ölümsüzlük efsanelerinde, bilge olmada, kendilerini bağımsızlaştırmış olmada, diğerlerine yol göstermek için dünyaya geri gelmede hapsolmuşlardı.

Onlar bilginler, müzisyenler, doğaüstü güçlere sahip kişilerdi. Aynı klasik Yunan tanrıları gibi erdemli ve gariplerdi. Nirvana bile, etten bağımsız olmanın neşe olduğu insani bir durumdur.”

Clara beni tümüyle ümitsiz hissettirmeyi başarmıştı. Ona tüm yaşamım- boyunca insan sıcaklığı ve anlayışından yoksun olmakla suçlandığımı söyledim. Aslında, bana herhangi birisinin karşısına çıkabilecek en soğuk yaratık olduğum söylenmişti. Şimdiyse Clara özgürlüğün insan şefkatinden özgür olmak olduğunu söylüyordu. Bense buna sahip olmadığım için her zaman önemli bir şeyimin eksik olduğunu hissetmiştim.

Yine kendime acıyarak ağlamak üzereydim, ama Clara yine yardımıma yetişti. “İnsanlıktan bağımsız olmak sıcaklık ya da şefkate sahip olmamak gibi aptalca bir şey demek değildir,” dedi.

“Öyle olsa da senin tanımladığın anlamıyla özgürlük benim anlayamayacağım bir şey, Clara,” diye direttim. “Bunu istediğimden emin değilim!”

Clara “Ve ben onu istediğimden eminim,” diye karşılık verdi. "Bu benim aklım da almamakla birlikte, inan bana, bu var! Ve İnan bana bir gün şimdi sana onun hakkında söylediklerimi bir başkasına söyleyeceksin. Belki de aynı sözcükleri kullanacaksın.” Sanki bunun olacağından eminmiş gibi bana göz kırptı.

Clara, “Sen özetlemeyi yapmaya devam ettikçe, insanlığın bir ihtişamı taşımadığı dünyanın girişi sana görünecek,” diye sürdürdü.

Bu senin ejderhanın gözünden geçmen için bir davet olacak. Bu bizim soyut uçuş dediğimiz şey. Bu aslında geniş bir kanyondan, insan onun ölçüsü olmadığı için tanımlanamayan bir dünyaya geçişi gerektirir.”


Korkudan donmuştum. Clara'yı hafife almaya cesaret edemiyordum, çünkü her zaman söylediklerinde ciddiydi. İnsanlığımı olduğu gibi yitirme ve bir kanyona atlama düşüncesi çok korkunçtu. Ona girişin benim için ne zaman görüneceğini sormak üzereydim, ama o açıklamasını sürdürdü.

Clara, “İsin doğrusu girişin her zaman bizim önümüzde olduğudur,” dedi, “ama yalnızca zihinleri sakin ve kalpleri rahat olanlar onun varlığını görebilir ya da hissedebilir.”

Clara ona giriş demenin metaforik olmadığını çünkü onun bazen düz bir kapı, siyah bir mağara, göz kamaştırıcı bir ışık ya da aklına gelebilecek herhangi bir şey olarak göründüğünü, hatta bir ejderha gözü bile olabileceğini söyledi. Bu anlamda, eski Çinli bilgelerin metaforlarının hiç de abartılı olmadığını söyledi.

Clara, “Kadim Çinli arayıcıların inandıkları bir başka şey de görünmezliğin sakın bir umursamazlığa ulaşmanın doğal bir sonucu olduğuydu.” dedi.

“Sakin bir umursamazlık nedir, Clara?”

Bana doğrudan yanıt vermek yerine, hiç dövüşen horozların gözlerini görüp görmediğimi sordu.

Ona “Ömrümde hiç dövüşen horoz görmedim,” dedim.

Clara dövüşen bir horozun gözlerindeki bakışın sıradan insanların ya da hayvanların gözlerinde bulunan bir bakış olmadığını, çünkü o gözlerin sıcaklık, şefkat, öfke, korku yansıttığını açıkladı.

Clara bana “Dövüşen bir horozun gözlerinde bunlardan hiçbiri yoktur,” dedi. “Bunun yerine, tarif edilemez bir umursamazlığı, büyük geçişi yapmış olanların gözlerinde de bulunan bir şeyi yansıtır, çünkü dışarıdaki dünyaya bakmaktansa, onlar henüz olmayana bakmak için içe dönmüşlerdir.


Clara, “İçe doğru bakan göz hareket ettirilemez,” diye sürdürdü. “O insan isteklerini ya da korkularını değil, enginliği yansıtır. Sınırsız olana bakmış olan bilgeler sınırsız olanın onlara soğuk, boyun eğmez bir umursamazlıkla baktığını söylemişlerdir.”



Sessizbilgi Listele - - - - - Yeni Siteye Dön