10 BÖLÜM
Clara avlunun kenarındaki koltuğa oturdu ve parlak siyah saçlarını fırçaladı. Sonra onları hepsi düzelene kadar parmaklarıyla düzeltti. Kendine çeki düzen vermeyi bitirdiğinde, sol avucunu alnına götürdü ve alnına daireler çizecek biçimde vurdu. Sonra elini kafasının üstüne ve boynunun arkasına götürdü, bilekleri ve parmaklarıyla havada fiskeler vurdu. Bu vurma ve fiskeleme serisini birkaç kez daha tekrar etti.
Onun hareketlerini izlemekten hayret içinde kalmıştım. Hareketlerinde dikkatsizce ya da gelişigüzel olan hiçbir şey yoktu. Bunları yoğun bir konsantrasyonla, sanki en önemli görevi yapıyormuş gibi yapıyordu.
Sessizliği bozarak, “Ne yapıyorsun?” diye sordum. “Kendine bir çeşit yüz masajı mı yapıyorsun?”
Clara bana baktı, diğer koltuğa geçti ve hareketlerini taklit etti. “Bu dairesel vuruşlar alında kırışıkların oluşmasını önler,” dedi. “Bu sana yüz masajı gibi görünebilir, ama değil. Bunlar büyücülük geçişleri, özel bir amaç için enerji toplamak için yapılan el hareketleri.”
Bileklerimden onun yaptığı gibi fiskeler vurarak, “Bu nasıl bir özel amaç?” diye sordum.
“Bu büyücülük geçişlerinin amacı kırışıkların oluşmasını önleyerek kişinin genç görünmesini sağlamaktır,” dedi.
“Bu amaca önceden karar verilmiştir, benim ya da senin tarafından değil, ama gücün kendisi tarafından.”
Clara her ne yapmaktaysa bunun ise yaradığını kabul etmek zorundaydım. Clara'nın yeşil gözlerini ve siyah saçlarını belirginleştiren harika bir teni vardı. Hep onun genç görünümünün Kızılderili genlerinin bir sonucu olduğunu düşünmüştüm. Onun bunu özel hareketler yoluyla bilerek yaptığı aklıma hiç gelmemişti.
“Bu büyücülük geçişlerinde olduğu gibi enerji toplandığında, ona güç deriz,” diye sürdürdü. “Bunu anımsa, Taisha, güç enerjinin, kendiliğinden ya da birisinin emriyle, toplanmasıdır. Güç üzerine daha çok şey duyacaksın, yalnızca benden değil diğerlerinden de. Onların her an geri gelmelerini bekliyorum.”
Clara sürekli olarak akrabalarından söz ediyordu ama artık onlarla karşılaşma umudunu yitirmiştim. Onun güçten söz etmesi başka bir şeydi. Güçle ne demek istediğini hiçbir zaman tam olarak anlayamamıştım.
Clara, “Sana su andan itibaren her gün uygulaman gereken büyücülük geçişleri göstereceğim,” dedi.
Şikâyet ifade eden bir biçimde iç çektim. Bana her gün yapmamı söylediği o kadar çok şey vardı ki; solunum, özetleme, kung fu alıştırmaları, uzun yürüyüşler. Eğer bana yapmamı söylediği her şeyi arka arkaya ekleşeydim bir günde bunların yarışını yapmak için bile yeterli zaman olmazdı.
Clara acı dolu ifademi görerek, “Tanrı aslana, dediklerimi o kadar kelimesi kelimesine anlama,” dedi. “Elimden gelen her şeyi senin küçük beynine sokmaya çalışıyorum çünkü tüm bu şeyleri bilmeni istiyorum. Bilgi enerjiyi toplar, onun için bilgi güçtür. Büyücülüğün ise yaraması için, istencimizi sonuca-unutma, amaca değil, büyücülük ediminin sonucuna yönelttiğimizde ne yapıyor olduğumuzu bilmek zorundayız. Eğer istencimizi büyücülük edimlerinin amacına yöneltseydik, büyücülük yapıyor olurduk ve seninle benim o kadar gücümüz yok.”
Koltuğumu ona yaklaştırarak, “Seni anladığımı sanmıyorum, Clara,” dedim. “Ne için yeterli gücümüz yok?”
“İkimiz arasında bile, yeni bir amaç yaratmak için gereken büyük miktarda enerjiyi toplayanlayız demek istiyorum. Ama bireysel olarak, istencimizi bu büyücülük geçişlerinin sonuçlarına yöneltecek enerjiyi kesinlikle toplayabiliriz: bizim için kırışık yok. Bunların amacı-bizi genç ve genç görünümlü tutmak-belirlenmiş olduğu için, bizim tek yapabileceğimiz budur.”
“Bu sonucu daha önceden kadım büyücülerin istenci tarafından belirlenmiş olan özetleme gibi mi?” diye sordum.
Clara, “Kesinlikle,” dedi. “Tüm büyücülük edimlerinin istenci önceden belirlenmiştir. Bizim tek yapacağımız farkındalığımızı buna bağlamaktır.”
Koltuğunu benimkine yaklaştırdı öyle ki dizlerimiz neredeyse birbirine değecekti. Sonra iki başparmağını da diğer elinin avucuna güçlüce sürttü ve onları burun kemiğinin üzerine koydu. Parmaklarını hafif, düzenli vuruşlarla kaslarının üzerinden dışarıya sakaklarına doğru hareket ettirdi.
“Bu geçiş kaslarında izlerin oluşmasını önler,” diye açıkladı.
İşaret parmaklarını, ateş yakmak iki çubuğu birbirine sürter gibi hızla sürttükten sonra, parmaklarını burnunun yanlarına getirdi ve birkaç kez yavaşça yanaklarına doğru hareket ettirdi.
Burun deliklerini bilerek tıkayarak, “Bu sinüs kanallarını temizlemek içindir,” dedi. “Burnunu çekmek yerine, bu hareketi yap.”
Benim burnunu çekmemden söz etmesi hoşuma gitmemişti, ama hareketi yaptım ve bu dediği gibi sinüslerimi temizledi.
“Sonraki hareket yanakların sarkmasını önlemek için,” dedi.
Avuçlarını birbirine sertçe sürttü ve ellerini uzun, sert vuruşlarla yanaklarından sakaklarına doğru kaydırdı. Bu hareketi hep yavaş, düzenli, yukarı doğru vuruşlarla altı ya da yedi kez yineledi.
Yüzünün kızarmış olduğunun farkına vardım, ama Clara durmadı. Elinin iç kenarını, başparmakları avucuna bükülmüş olarak, üst dudağının üstüne koydu ve burayı testereye benzeyen sert hareketlerle öne arkaya doğru ovdu.
Clara burunla üst dudağın birleştiği noktanın, sertçe ovulduğunda, enerjinin hafif, düzenli patlamalarla akacağını söyledi. Ama eğer daha büyük enerji patlamalarına gerek duyulursa, bunların üst dış etlerinin merkezindeki, üst dudağın altındaki ve burnun altında kalan noktaya sivri bir nesneyle bastırarak elde edilebileceğini söyledi.
“Eğer mağarada özetleme yaparken uykun gelirse, bu noktayı sertçe ov, bu seni bir süre için uyanık tutar,” dedi.
Üst dudağımı ovdum ve burnumun ve kulaklarımın açıldığını hissettim. Aynı zamanda damağımda hafif bir uyuşma hissi duydum.
Bu birkaç saniye sürdü ama soluğumu kesti. Bu bende sanki gizli bir şeyi açığa çıkarıyormuşum gibi bir his bıraktı.
Sonra, Clara işaret parmağını yeniden hızlı öne arkaya testereye benzer hareketlerle yanlara doğru çenesinin altına götürdü, çenenin altındaki noktayı uyarmanın sakin bir dikkatlilik durumu yarattığını açıkladı. Bu noktayı ayrıca yerde otururken çenemizi alçak bir masanın üzerine koyarak da uyarabileceğimizi ekle.
Onun önerisini dinleyerek, minderimi yere koydum ve üzerine oturdum ve çenemi tam yüzümün hizasındaki tahta sandığın üzerine koydum. Öne doğru eğilerek, Clara'nın gösterdiği çenedeki noktaya baskı uyguladım. Birkaç saniye sonra, bedenimin rahatladığını hissettim; iğne batması gibi bir his sırtımdan yukarı doğru çıkarak kafama ulaştı ve solunumum daha derin ve ritmik hale geldi.
Clara, “çenenin altındaki merkezi uyandırmanın bir başka yolu,” diye sürdürdü, “elleri çenenin altında birbirinin üstüne koyup yumruk yaparak karın üstü yatmaktır.”
Clara alıştırmayı yumruklarla yaparken, çenenin altında baskı yaratmak için onları sıkmayı ve sonra baskıyı azaltmak için gevşetmeyi önerdi. Yumrukları sıkıp gevşetmenin dilin altıyla doğrudan bağlantılı olan yaşamsal bir merkeze küçük enerji patlamaları gönderen ritmik hareketler yarattığını söyledi. Bu alıştırmanın dikkatle yapılması gerektiğini, yoksa kişinin boğazının ağrıyabileceğim söyledi.
Yeniden koltuğa oturmaya gittim.
Clara, “Sana gösterdiğim bu büyücülük geçişleri serisi,” diye sürdürdü, “masaja benzeyen hareketler olmaktan çıkana ve gerçekten olduğu şey haline, büyücülük geçişleri haline gelene kadar her gün yapılmalıdır. Beni izle!”
Onun bana gösterdiği hareketleri yinelediğini gördüm, ama bu kez parmaklarını ve ellerini dans ettiriyordu. Elleri yüzünün cildinin derinlerine isliyormuş gibi görünüyordu; bazen onları sanla teninin üzerinden kaydırırmış gibi hafifçe geçiriyordu, ellerini o kadar hızlı hareket ettiriyordu ki elleri gözden kaybolurmuş gibi oluyordu. Onun harika hareketlerini hipnotize olmuş gibi izliyordum.
Clara bitirdiği zaman, “Vurmanın bu yolu senin envanter defterinde kesinlikle yoktu,” diye güldü. “Bu büyücülüktür. Bu günlük yaşamın istencinden farklı bir istenci gerektirir.
Yüzümüzde oluşan bütün gerginlikle, eğer kaslarımızı gevşetecek ve oradaki merkezleri güçlendireceksek kesinlikle farklı bir istence gerek vardır.”
Clara tüm duygularımızın bedenimizin herhangi başka bir yerinden daha çok yüzümüzde iz bıraktığını söyledi. Bu nedenle biriken stresi ve bunların altında yatan istenci büyücülük geçişleriyle atmalıydık.
Bana bir an için baktı ve “Yüzündeki gerginlikten özetlemen üzerine düşündüğünü görüyorum. Bu gece yatmadan önce alnındaki o izleri silmek için geçişlerini yapmayı unutma.”
Ona özetlemem üzerine endişe duymakta olduğumu itiraf ettim.
Clara göz kırparak, “Sorun senin mağarada çok fazla zaman geçiriyor olman,” dedi. “Senin bir yarasa kıza dönüşmeni istemiyorum. Şimdiye kadar başka şeyleri öğrenmeye başlayacak kadar enerji biriktirdin.”
Koltuktan sanki bir yaydan boşanmışçasına zıpladı. Böyle güçlü bir kadının o kadar çeviklikle zıplaması birbiriyle öyle bağdaşmaz iki şeydi ki kendimi gülmekten alamadım. Ben ayağa yavaşça, sanki onun iki katıymışım gibi kalktım.
Clara bana • baktı ve başını salladı, “çok sertsin,” dedi. “Yaşamsal merkezlerini açmak için bazı özel fiziksel alıştırmaları yapmaya gereksinimin var.”
Evin arka kapısının dışında paltoların ve botların durduğu rafa gittik. Bana geniş kenarlı bir hasır şapka verdi ve beni ek mutfak binasından kısa bir mesafe uzaktaki bir açıklığa götürdü.
Güneş iyice parlıyordu; alışılmışın dışında sıcak bir gündü. Clara bana şapkayı takmamı söyledi. Bana yerin çizgiler halinde sürülmüş ve bitkilerin paralel olarak dikilmiş olduğu tel örgüyle çevrili bir alanı işaret etti.
Clara'nın orada çalıştığını görmediğim için şaşırarak, “Burayı kim açıp bütün bitkileri dikti?” diye sordum. “Bu büyük bir proje gibi görünüyor. Bunu kendin mi yaptın?”
“Hayır. Bir başkası gelip benim için yaptı.”
“Ama ne zaman? Her gün buradaydım ve kimseyi görmedim.”
Clara, “Bu gizemli bir şey değil,” dedi. “Bu sebze bahçesinde çalışan kişi sen mağaradayken geldi.” dedi.
Açıklaması beni tatmin etmemişti. Bahçe o kadar iyi düzenlenmişti ki bunu yapmak için bir kişiden fazlası gerekmiş gibi görünüyordu.
Ona daha fazla soru sormadan önce, Clara, “Bu günden sonra bu bahçeye sen bakacaksın. Bunu yeni görevin olarak düşün.”
Bana her gün ilgi gerektiren bir başka görev verilmesinden duyduğum düş kırıklığını göstermemeye çalıştım. Clara'nın fiziksel alıştırma derken belki de geniş kılıç ya da uzun sopa gibi klasik Çin silahlarından birisinin kullanıldığı yeni bir savaş sanatı formunu çalışacağımızı düşünmüştüm. Clara benim üzgün durduğumu görerek beni bahçeyle uğraşmanın benim için iyi olacağına temin etti. Bu beni fiziksel etkinlikte bulunduracak ve sağlık ve zindelik için gerek duyduğum -güneşi görmemi sağlayacaktı. Clara ayrıca altı aydır yalnızca yaşamımdaki olaylar üzerine yoğunlaşmakta olduğumu söyledi. Dikkatimi kendimin dışındaki bir şeylere vermek benim daha fazla benmerkezci olmamı önleyecekti. Yarım sene geçtiğinin farkına varmak beni soka uğrattı. Bana sanki Clara'nın evine daha dün gelmişim gibi geliyordu ve yaşamımda öylesine büyük bir değişim olmuştu ki hiçbir şey eskisi gibi değildi.
Clara beni bir dm düşünceden uyandırarak, “çoğu kişi yalnızca kendilerine bakmayı bilir,” dedi. “Gerçi bunda da pekiyi değillerdir ya. Bu güçlü etki nedeniyle, benlik gereğinden fazla istek karşısında çarpıtılmış hale gelir.”
Bahçenin girişi olan tahtadan bir kapıya yürüdük.
Clara, “Bu bahçede çalışmak sana özetlemeden, solunumdan ya da kung fu'dan kazanamayacağın özel bir enerji verecek,” dedi.
“Bu ne tür bir enerji?”
Gözleri bitkiler kadar yeşil olan Clara, “Yeryüzünün enerjisi,” diye yanıtladı. “Bu güneşin enerjisini tamamlar. Belki de toprakla uğraşırken bunun ellerinden girdiğini hissedebilirsin. Ya da bu sen çömelirken bacaklarına akmaya başlayabilir.”
Daha önce hiçbir zaman bir bahçede çalışmamıştım ve ne yapacağımdan emin değildim. Ondan görevlerimi özetlemesini istedim. Bana sanki bu görev için doğru kişiyi seçip seçmediğini düşünüyormuşçasına bir an baktı.
Toprağa dokunmak için eğilerek, “Toprak dünkü yağmurdan hala nemli,” dedi. “Ama kuruduğunda akarsudan kovalarla su taşıman gerekecek. Ya da eğer çok zekiysen, bir sulama sistemi kurabilirsin.”
Kendime güvenle, “Bunu kesinlikle yapabilirim,” dedim. Köydeki evde gördüğüm gibi elektrikli bir su pompası kuracağım ve onu dinamoya bağlayacağım. O zaman yokuş yukarı kovalarla su taşımam gerekmeyecek.”
“Bitkiler sulandığı sürece bunu nasıl yaptığın fark etmez. Ayrıca, bitkilere iki haftada bir bahçenin sonundaki torbadan gübre vermelisin. Ve bütün yabani otları kopartmaksın. Bu otlar burada hızla yayılırlar. Ve kapıyı kapalı tut ki tavşanlar içeri girmesin.”
Ona isteksizce “Sorun değil,” diyerek onu temin ettim.
“Güzel. Şimdi başlayabilirsin.”
Clara bana kovayı gösterdi ve onu gübreyle doldurarak bütün bitkilerin etrafındaki toprakla karıştırmamı söyledi. Geceleri boşaltılan pislik olmadığını umduğum şeyle dolu bir kovayla geri döndüğümde, Clara bana toprağı havalandırmak için kazmada kullanılan bir alet verdi. Bir süre benim çalışmamı izledi, nazik bitkilerin çok yakınını kazmamam için beni uyardı.
İşim üzerine konsantre olduğumda, zindelik hissettim ve garip bir barış hissi beni çevreledi. Parmaklarımdaki toprak yumuşak ve serindi. Clara'nın evine geleli beri ilk kez, gerçekten rahatlamış, güvende ve korunmuş hissettim.
Clara sanki benim havamdaki değişimi fark etmiş gibi, “Toprağın enerjisi insanı besler,” dedi. “Yaptığın özetleme nedeniyle yeterince boşalmış olduğun için enerjinin bir bölümü bedenine isliyor. Rahatlamış hissediyorsun çünkü toprağın her şeyin anası olduğunu biliyorsun.” Clara ellerini bitkilere sürdü. “Her şey topraktan gelir. Toprak bizi hayatta tutar ve besler; biz öldüğümüzde, bedenlerimiz ona geri döner.” Bir an için durakladı sonra, “Tabii ki büyük geçişte başardı olmadığımız sürece,” diye ekledi.
“Ölmemek için bir şansımızın olduğunu mu söylemek istiyorsun?” diye sordum. “Gerçekten, Clara, abartmıyor musun?”
Clara hafif bir sesle, “Hepimizin özgürlük için bir şansı vardır,” dedi, “ama buna sahip çıkıp onu gerçeğe dönüştürmek bizim kendimize kalmış bir şeydir.”
Clara enerjiyi depolayarak, dünya ve bedenle ilgili önyargılarımızı silebileceğimizi, böylece depomuzda başka olasılıklar için yer açabileceğimizi açıkladı. Ölmeme şansı bu olasılıklardan birisiydi. Bu önemli alternatifin en iyi açıklamasının kadim Çin'deki bilgeler tarafından yapıldığını söyledi. Onlar kişinin bireysel farkındalığı ya da te için her şeyi kapsayan farkındalık ya da Tao'yla bilerek bağlantı kurmanın olanaklı olduğunu iddia ediyorlardı.
Sonra ölüm geldiğinde, kişinin bireysel farkındalığı, sıradan bir ölümde olduğu gibi dağılıp gitmez, bunun yerine genişleyerek daha büyük olan bütünle birleşirdi.
Clara kozaya benzer bir mağarada yaptığım özetlemenin benim daha fazla enerji toplamama ve depolamama izin verdiğini ekledi. Şimdi o enerjiyi ruh denilen soyut kuvvetle olan bağımı güçlendirmede kullanmam gerekiyordu.
Clara, “Bahçeyle uğraşmanın ve onun enerjisini ve ayrıca güneşin enerjisini bunun için akmak zorundasın,” dedi. “Güneş enerjisini yeryüzüne bağışlar ve her şeyin büyümesine neden olur. Eğer güneşin ışığının bedenine girmesine izin verirsen, senin enerjin de gelişir.”
Clara bana ellerimi bir kovadaki suyun içinde yıkamamı ve çitle çevrili bahçenin dışındaki bir açıldıktaki bir kütüğün üzerine oturmamı söyledi, çünkü bana dikkatimi güneşe nasıl yöneltmeye başlayacağımı gösterecekti. Bana kafamı ve yüzümü korumam için her zaman geniş kenarlı bir şapka takmam gerektiğini söyledi. Ayrıca bana göstereceği solunum geçişlerinin herhangi birisini bir defasında asla bir kaç dakikadan fazla yapmamam gerektiğini söyleyerek uyardı.
“Bunlara neden solunum geçişleri deniliyor?” diye sordum.
“Çünkü bu geçişlerin önceden belirlenmiş amacı soluktaki enerjiyi dikkatimizi yönlendirdiğimiz bölgeye geçirmektir. Bu bedenimizdeki bir organ ya da enerji kanalı, hatta özetlemede olduğu gibi bir düşünce ya da anı bile olabilir. Önemli olan şey enerjinin iletilmesi, böylelikle daha önceden belirlenmiş amacı yerine getirmesidir; sonuç büyüdür, çünkü bu sanki yoktan var olmuş gibi görünür. Bu hareket ve solunumlara bundan dolayı büyücülük geçişleri diyoruz.”
Clara gözlerim kapalı olarak yüzümü güneşe dönmemi, sonra ağzımdan derin bir soluk alarak güneşin sıcaklığını ve ışığını karnıma çekmemi söyledi. Bunu orada elimden geldiği kadar uzun bir süre için tutmalı, sonra yutkunmak ve sonunda kalan havayı dışarı vermeliydim.
Clara, “Bir ay çiçeğiymiş sin gibi yap,” diye şaka yaptı. “Her zaman solurken yüzünü güneşe doğru tut. Güneşin ışığı soluğu güçle doldurur. Onun için ciğerlerini doldurmak için büyük miktarda hava almaya dikkat et. Bunu üç kez yap.”
Clara bu alıştırmada, güneşin enerjisinin otomatik olarak tüm bedene yayıldığını açıkladı. Ama güneşin sağaltıcı ısınlarını bilerek enerjinin gitmesini istediğimiz yere dokunarak, ya da sadece zihnimizi enerjiyi oraya yönlendirmek için kullanarak herhangi bk bölgeye gönderebilirdik.
Clara, “Aslında, bu soluğu yeterince uzun süre çalıştığında, ellerini kullanmana gerek kalmaz,” diye sürdürdü. “Yalnızca güneş ısınlarının doğrudan doğruya bedeninin belirli bir bölgesine sızdığını görselleş tire bilirsin. ’ ’
Clara aynı soluğu üç kez daha yapmamı, ama bu kez burnumdan solumamı ve ışığın sırtıma doğru aktığını, böylece sırtımdaki kanalları enerjiyle doldurduğunu görselleştirmemi önerdi. Bu yolla, güneş ısınları tüm bedenimi dolduracaktı.
Clara, “Eğer burundan ya da ağızdan yapılan solunumu geçmek istersen,” dedi, “doğrudan doğruya karnınla, göğsünle, ya da sırtınla soluyabilirsin. Enerjiyi ayak tabanlarından yukarıya bile getirebilirsin,”
Clara bana alt karnıma, göbeğimin hemen altındaki noktaya konsantre olmamı ve bedenimle güneş arasında bir bağ oluştuğunu hissedene kadar gevşemiş bir biçimde solumamı söyledi.
Onun öğrettiği biçimde soluk alırken, karnımın içinin daha sıcaklaştığını ve ışıkla dolduğunu hissedebiliyordum. Bir süre sonra, Clara bana başka bölgelerle solunum çalışmamı söyledi. Alnımda gözlerimin arasındaki noktaya dokundu. Dikkatimi orada yoğunlaştırdığımda, kafam sarı bir parlaklıkla doldu. Clara soluğumu tutarak güneşin yaşamsallığının olabildiğince fazlasını içime çekmemi, sonra soluk vermeden önce gözlerimi saat yönünde döndürmemi önerdi. Bunu yaptığımda sarı parlaklık yoğunlaştı.
Clara, “Şimdi ayağa kalk ve sırtınla solumayı dene,” dedi ve ceketimi çıkartmama yardım etti.
Sırtımı güneşe döndüm ve dikkatimi bana dokunarak gösterdiği çeşitli merkezler üzerinde yoğunlaştırmaya çalıştım. Birisi kürek kemiklerimin arasındaydı, bir başkası ensemdeydi. Sırtımdaki güneşi görselleştirerek soludukça, bir sıcaklığın sırtımda aşağı ve yukarı hareket ettiğini, sonra kafanla dolduğunu hissettim. Başım öyle döndü ki neredeyse dengemi kaybediyordum.
Clara bana ceketimi vererek, “Bugünlük bu kadarı yeter,” dedi.
Başım döndüğünden, sanki mutlu bir sarhoşluk içerisindeymişim gibi yere oturdum.
Clara, “Güneş ışığın saf güçtür,” dedi. “Ne de olsa, güneş var olan en yoğun enerji.”
Clara bana doğrudan kafanın üstünden görünmeyen bir enerji hattının dışarı, yukarıya doğru, var olmamanın dünyasına uzandığını söyledi. Ya da bu var olmamanın dünyasından kafamızın tam merkezindeki bir açıklıktan bizim içimize akabilirdi.
Clara, “Eğer istersen, buna bizi daha büyük farkındalığa bağlayan yaşam hattı da diyebilirsin,” dedi. “Güneş, eğer doğru olarak kullanılırsa, bu hattı şarj eder ve onun harekete geçmesine neden olur. Bunun için kafanın üstü her zaman korunmalıdır.”
Clara eve dönmeden önce bana başka bir güçlü büyücülük geçişini, bir seri beden hareketiyle yapılan bir geçişi göstereceğini söyledi. Bunun bir tek harekette, güç, kesinlik ve zarafetle, ama kendini sıkmadan yapılması gerektiğini söyledi.
“Seni gösterdiğim bütün geçişleri yapmaya zorlayamam,” dedi. “Bunlar özetlemenin vazgeçilmez tamamlayıcılarıdır. Bu benim için harikalar yarattı. Beni dikkatle izle. Bakalım çiftimi görebilecek misin?”
Paniğe kapılarak, “Neyini?” dedim. Önemli bir şeyi kaçıracağımdan, ya da onu görsem bile onunla ne yapacağımı bilememekten korkuyordum.
Clara sözcükleri dikkatle telaffuz ederek, “çiftimi izle,” diye tekrar etti. “Bu bir çifte baskı gibidir. İstencini benimle birlikte bu büyücülük geçişinin sonuçları için kullanabilecek kadar fazla enerjin var.”
“Bir daha söyle, Clara, sonuç ne?”
“Çift. Eterik beden. Fiziksel bedenin esi, artık bunun zihnin bir yansıtması olmadığını anlamış olman, ya da en azından tahmin ediyor olman gerekiyor.”
Yerin düz olduğu bir yere gitti ve ayaklarını birleştirip kolları yanlarında olarak durdu.
“Clara, bekle. Eminim ki söz ettiğin şeyi görebilecek kadar enerjim yoktur, çünkü bunu kavram olarak bile anlayamıyorum.”
“Bunu kavram olarak anlayamaman bir şey fark etmez. Yalnızca dikkatle izle, belki benim istencimi çiftim için her ikimiz için de kullanabileceğim yeterli gücüm vardır.”
Onun yaptığını gördüğüm en çevik hareketle, avuçlarını dua edermiş gibi birbirine değdirerek kollarını kafasının üstüne götürdü.
Sonra kollarını arkasına doğru, neredeyse yere değecek kadar, uzatarak zarif bir yay oluşturacak biçimde arkaya eğildi. Bedenini yana doğru sola çevirdi öyle ki bir anda neredeyse yere dokunacak kadar öne doğru eğilmiş hale geldi. Ve ben şaşkınlıktan ağzımı açmadan önce, bedenini arkaya çevirerek zarafetle geriye eğildi.
Clara sanki bana onun akıl alma derecede hızlı ve zarif hareketlerini ya da çiftini görme şansı vermek istercesine, bedenini ileri geri birkaç defa daha çevirdi. Hareketinin bir noktasında, sanki o gerçek boyutta çifte baskı yapılmış bir fotoğrafmış gibi, onu sisli bir biçim olarak gördüm. Birkaç salise için, biri diğerinden bir milisaniye sonra hareket eden iki Clara vardı.
Kafam gördüğüm şeyden dolayı iyice karışmıştı, bunun üzerine düşündüğümde olanları onun hızından kaynaklanan bir görsel yanılma olarak açıklayabiliyordum. Ama bedensel düzeyde, gözlerimin akıl almaz bir şey gördüğünü biliyordum; sağduyumun beklentilerini askıya alabilecek ve başka bir olasılığın içen girmesine izin verebilecek kadar enerjim vardı.
Clara yaptığı mükemmel akrobatik hareketleri bıraktı ve yanımda durdu, soluğu bile kesilmemiş ti. Bu büyücülük geçişinin bedenin, girişi kafanın üstünde ve biraz arkasına doğru duran var olmama dünyasında, çiftiyle birleşmesini sağladığını açıkladı.
Clara, “Kollar uzatılmış olarak arkaya eğilmekle, bir köprü oluştururuz,” dedi. “Ve bedenle çift bir gökkuşağının iki ucu gibi olduğundan, istencimizle onları birleştirebiliriz.”
“Bu geçişi yapmam gereken özel bir zaman var mı?” diye sordum.
“Bu bir alacakaranlık büyücülük geçişidir,” dedi. “Ama bunu yapabilmek için çok fazla enerjin olmalı ve çok ela sakin olmalısın. Alacakaranlık sana sakin olmanda yardımcı olur ve enerjini arttırır. Akşamüstünün çalışma yapmak için en iyi zaman olmasının nedeni budur.”
“Bunu şimdi deneyebilir miyim?” diye sordum. Bana kuşkuyla baktığında, ona çocukken jimnastik yaptığımı ve bunu denemeyi çok istediğimi söyledim.
Clara beni, “Sorun senin çocukken jimnastik yapıp yapmaman değil, su anda ne kadar sakin olduğun,” diye yanıtladı.
Ona olabileceğim kadar sakın olduğumu söyledim. Clara bana inanmamış gibi güldü, ama hareketi denememi söyledi.
Bedenimi fazla güçlü bükerek bir yerlerimi kırmamamdan emin olmak için beni izleyeceğini söyledi.
Ayaklarımı yere sağlamca bastım, dizlerimi büktüm ve yapabildiğim en iyi biçimde arkaya eğilmeye başladım. Ama belirli bir noktayı geçtiğimde, yerçekimi kontrolü eline geçirdi ve ben sakarca yere düştüm.
Clara ayağa kalkmama yardım ederken tatlılıkla, “Sakin olmaktan bundan daha uzak olamazsın.” dedi. “Neyin var, Taisha?”
Kafamdakini Clara'ya açmak yerine, ona hareketi yeniden deneyip deneyemeyeceğimi sordum. Ama ikinci defasında ilkinden daha da zorluk çektim. Zihinsel ve duygusal endişelerimin bana dengemi kaybettirdiğinden emindim. Benliğin isteklerinin, Clara'nın söylemiş olduğu gibi, gerçekten de gereğinden fazla olduğunu biliyordum; bu istekler tüm dikkatimi kendilerine çekiyordu. Kafamdakileri Clara'ya anlatmaktan başka bir çözüm bulamıyordum. Ona beni en çok düşündüren şeyin özetleme çalışmamda ilerleyemediğim bir noktaya gelmesi olduğunu söyledim.
Clara, “Buna ne neden oluyor?” diye sordu.
Ona bunun ailemle ilgili olduğunu söyledim. Üzgünce, “Artık onların beni sevmediklerini hiç kuşkusuz biliyorum.” dedim. “Bundan hep kuşkulanıyordum, çünkü bundan büyük bir öfke duyuyordum. Ama şimdi geçmişimi gözden geçirdikten sonra, eskiden olduğum gibi kızgınlık duyamam. Onun için ne yapacağımı bilmiyorum.”
Clara kafasını geriye çekerek bana dikkatlice baktı. “Yapılacak ne var?” diye sordu, “çalışmayı yaptın ve seni sevmediklerini buldun. Bu iyi bir şey! Sorunun nerede olduğunu anlayamıyorum.”
Clara'nın önemsemez tavrı canımı sıktı. Şefkat değilse bile, en azından anlayış ve akıllıca bir yorum bekliyordum.
Neredeyse ağlayacak halde, üzerine basarak, “Sorun,” dedim, “benim takılıp kalmış olmamda. Yaptığımdan daha derine gitmem gerektiğini biliyorum, ama bunu yapamıyorum. Tek düşünebildiğim şey onların beni sevmedikleri, benimse onları seviyor olmam.”
“Bekle, bekle. Bana onlardan nefret ettiğini söylemedin mi, çok iyi anımsıyorum ki...”
“Evet, öyle dedim, ama o zaman ne dediğimi bilmiyordum. Onları gerçekten seviyordum, ağabeylerimi de. Daha sonra onları küçümsemeyi öğrendim, ama bu çok daha sonraydı. Bir çocuk olarak değildi. Bir çocuk olarak onların bana ilgi göstermelerini ve benimle oynamalarını istiyordum.”
Clara başını sallayarak, “Sanırım ne demek istediğini anlıyorum,” dedi. “Haydi, oturup bunu tartışalım.”
Yine kütüğün üstüne oturduk.
Clara dürüstçe gözlerime bakarak, “Bana öyle geliyor ki, senin sorunun çocukken verdiğin bir sözden kaynaklanıyor, çocukken bir söz verdin, değil mi, Taisha?” diye sordu.
Samimi olarak, “Bir söz verdiğimi anımsamıyorum,” dedim.
Clara arkadaşça bir ses tonuyla, bu sözü verdiğimde belki de çok küçük olduğumu ve bu nedenle anımsamıyor olabileceğimi ya da bunun sözcüklerle verilen bir sözden çok duydular olabileceğini söyledi, çocukken sık sık bir şeylere yemin ettiğimizi ve sonra da onları artık unutmuş olsak bile bu yeminler tarafından bağlandığımızı açıkladı.
Clara, “Böyle itkisel sözler bize özgürlüğümüze mal olabilir,” dedi. “Bazen bu mantıksız çocukça ölmeyen, sonsuz aşk bağlılıkları ya da sözleri yüzünden bağlanırız.”
Clara herkesin yaşamında, özellikle küçük çocuklukta, bir şeyi aşırı derecede istediğimiz ve bir kez sabitlendiğinde biz isteğimize kavuşana kadar orada kalan tüm istencimizi ona otomatik olarak sabitlemiş olduğumuz anların olduğunu söyledi. Yeminlerin, bedduaların ve sözlerin istencimizi bağladığını, öyle ki ondan sonra, biz bunları düşündüğünüzü anımsasak da anımsamasak da, edimlerimizin, duygu ve düşüncelerimizin düzenli olarak o isteği yerine getirmeye ya da sağlamaya yöneltildiğini açıkladı.
Bana özetleme sırasında, ömrüm boyu verdiğim tüm sözleri, özellikle de aceleyle, cehaletle, ya da yanlış değerlendirme sonucu vermiş olduğum sözleri gözden geçirmemi önerdi, çünkü istencimi onlardan bilerek geri çekmediğim sürece, istencimi asla o anda özgürce kullanamayacaktım.
Clara'nın söylediğini düşünmeye çalıştım, ama zihnim karışıklık içindeydi. Birdenbire çok küçüklüğümdeki bir olayı anımsadım. Altı yasında olmalıydım. Annemin beni kucaklamasını istemiştim ama o beni itti ve benim kucağa alınmak için fazla büyük olduğumu söyledi ve benden odama gidip orayı temizlememi istedi. Hâlbuki benden dört yas büyük olan annemin en sevdiği çocuğu küçük ağabeyimi her zaman kucağına alıyordu. O zaman bir daha onları asla sevmeyeceğime ve onların yanma gitmeyeceğime yemin etti. Ve o günden sonra, onlardan hep ayrı kalarak yeminimi yerine getirmiş gibi görünüyordum.
Clara, “Eğer seni sevmedikleri doğruysa,” dedi, “ailen tarafından sevilmemek senin kaderindi.
Bunu kabul et! Dahası, artık seni sevip sevmedikleri neyi değiştirir ki?”
Bu hala bir şeyleri değiştiriyordu, ama bunu Clara'ya söylemedim.
Clara, “Benim de seninkine çok benzeyen bir sorunum vardı,” diye sürdürdü. “Her zaman arkadaşsız, şişman, dertli bir kız olduğumun farkındaydım, ama özetleme yoluyla annemin beni doğduğum günden beri bilerek şişmanlattığını anladım. Şişman, gösterişsiz bir kızın evi hiç terk etmeyeceğini düşünmüştü ve orada ömür boyu onun hizmetçisi olarak kalmamı istiyordu.”
Dehşete düşmüştüm. Clara'nın ilk kez olarak bana geçmişiyle ilgili bir şeyi açıklıyordu.
“Bana bu sorunumla ilgili bir öneride bulunması için, kesinlikle birisinin sahip olabileceği en büyük öğretmen olan öğretmenime gittim,” diye sürdürdü. “Ve o bana, 'Clara, senin için üzgünüm, ama zamanını boşa harcıyorsun, çünkü o zaman o zamandı: su ansa su an. Ve su anda yalnızca özgürlüğe yer var.'
“Görüyor musun, gerçekten annemin benim yaşamımı mahvettiğini hissettim; şişmandım ve durmadan yemek yiyordum. 'O zaman o zamandı: su ansa su an. Ve su anda yalnızca özgürlüğe yer var.' sözlerinin anlamını anlamak uzun zamanımı aldı.”
Clara sanki sözlerinin etkisinin içime işlemesi için bir an için sessiz kaldı.
Beni dirseğiyle dürterek, “Yalnızca özgürlük için savaşmaya zamanın vardır, Taisha,” dedi. “Su an su andır.”