Eski SessizBilgi - - - - - Yeni SessizBilgi
Alt Limit:
Kaç tane -->

buyu gecisleri bolum 11


11 BÖLÜM


Hava kararıyordu ve görevimi bitirmek için gittikçe daha da endişeleniyordum. Clara benden evin arkasındaki açıklıktaki yaprakları tırmıkla süpürmemi ve bir de akarsudan kayalar taşıyarak bunları sebze bahçesinden avlunun arkasına giden yolun iki kenarına dizmemi istemişti. Clara evden çıkıp yaptığım isi kontrol etmeye geldiğinde yaprakları süpürmüştüm ve ırmaktan getirdiğim kayaları yolun kenarına aceleyle diziyordum.

Clara patikaya yola bakarak, “Kayaları gelişigüzel diziyorsun,” dedi. “Ve daha yaprakları da süpürmemişsin. Bütün öğleden sonra ne yapıyordun, yine düş mü kuruyordun?”

Zamansız esen ani bir rüzgâr ben yaprakları bir sepete koymadan önce yaptığım düzgün yığınları dağıtarak cesaretimi kırdı.

“Yol bana gayet iyi görünüyor,” diyerek kendimi savundum. “Yapraklara gelince, eğer rüzgâr onları dağıtırsa elimden ne gelir ki?”

Clara sözümü, “Mükemmel biçimi amaçladığımızda, 'gayet iyi' yeterince iyi değildir,” diyerek kesti. “Şimdiye kadar yaptığımız herhangi bir şeyin dış biçiminin gerçekte bizim içsel durumumuzun bir ifadesi olduğunu anlamış olmalıydın.”

Ona ağır kayaları düzenlemenin nasıl ağır isten başka bir şey olabileceğini anlamadığımı söyledim.

Clara, “Bu sen her şeyi ondan kurtulmak için yaptığından,” dedi. Dizdiğim kayalara doğru yürüdü ve kafasını salladı. “Bu kayalar sanki onları uygunca yerleştirmeyi düşünmeden atmışsın gibi görünüyor.”

“Hava kararıyordu ve zamanım azalıyordu,” diye açıkladım. Estetik ya da kompozisyon üzerine uzun bir konuşma için havamda değildim. Dahası, aldığım sanat derslerinden kompozisyon konusunda Clara'dan daha fazla bilgiye sahip olduğumu düşünüyordum.

Clara, “Kayaları yerleştirmek aynı kung fu çalışmak gibidir,” dedi. “Önemli olan yaptığımız şeyi nasıl yaptığımızdır, ne kadar hızlı ya da ne kadar fazla yaptığımız değil.”

Kramp girmiş olan parmaklarımı gevşetmek için bileklerimi salladım. Şaşırmış olarak, “Kayaları taşımanın savaş sanatı çalışmalarının bir parçası olduğunu mu söylemek istiyorsun?” diye sordum.

Clara, “Kung fu'nun ne olduğunu düşünüyorsun?” diye karşılık verdi.

Bana şaşırtmacalı bir soru sorduğundan kuşkulanıyordum, onun için doğru yanıtı bulmak için bir an düşündüm. Kendime güvenle, “Kung fu bir dizi savaş sanatı dövüş tekniğidir,” dedim.

Clara kafasını olumsuz anlamda salladı. Gülerek, “Pragmatik bir yanıt bulmayı Taisha'ya bırakın,” dedi.

Clara yolu görebileceğimiz bir yer olan avlunun kenarındaki sazdan örülmüş koltuklardan birine oturdu. Onun yanındaki koltuğa yığıldım. Ayaklarımı kocaman bir seramik saksının kenarına dayayıp rahatça oturduğumda, Clara “kung fu” teriminin birisi ‘bir süre zarfında yapılan iş”, diğeriyse “adam” anlamına gelen iki Çince imin bir araya gelmesinden oluştuğunu açıklamaya başladı. Bu iki im birleştiğinde ortaya çıkan terimin, insanın kendisini sürekli çaba yoluyla mükemmelleştirme arayışı anlamını taşıyordu. Clara ister belirlenmiş alıştırmaları çalışalım, ister kayaları düzenleyelim ya da yaprakları süpürelim, edimlerimiz yoluyla her zaman içsel durumumuzu ifade ettiğimizi söyledi.

Clara, “Bu nedenle, edimlerimizi mükemmelleştirmek kendimizi mükemmelleştirmektir,” dedi. “Kung fu'nun gerçek anlamı budur.”

“Ama yine de, bahçede çalışmakla kung fu çalışmak arasındaki bağlantıyı hala göremiyorum,” dedim.

Clara sabır taşıyan ses tonuyla, “O zaman sana anlatayım,” dedi. “Senden ırmaktaki kayaları taşımanı istedim ki üzerinde ağırlıkla yokuş yukarı yürümek içsel gücünü geliştirsin.

Biz yalnızca kaslarımızı değil içsel enerjiyi geliştirmekle ilgileniyoruz. Aynı zamanda, şimdiye kadar sana öğrettiğim ve her gün yapman gereken tüm solunum geçişleri, senin içsel gücünü arttırmak için geliştirilmiştir.”

Clara benim suçlu hissetmeme neden olmuştu. Bana solunum alıştırmalarını her gün yapmam gerektiğini söyleyiş biçiminden, onları ciddi olarak yapmadığımı bildiğini anladım.

Clara, “Burada benimle öğrendiğin şeye Çin'de içsel kung fu, ya da mı kung adı verilir,” diye sürdürdü. “İçsel kung fu kontrollü solunum ve enerji dolaşımını bedeni güçlendirmek ve kişinin sağlığını arttırmak için kullanırken, senin Japon hocalarından öğrendiğin karate formları ve sana gösterdiğim bazı formlar gibi dışsal savaş sanatları, kasları geliştirmek ve enerjinin dışarı verildiği ve bizden uzaklaştığı hızlı tepkileri geliştirmek üzerine odaklanır.”

Clara içsel kung fu'nun günümüzden Çoğunlukla kung fu olarak bilinen dışsal ya da sert dövüş stillerinin geliştirilmesinden çok daha önceleri Çin'deki keşişler tarafından çalışıldığını söyledi.


Clara, “Ama sunu anlamalısın,” diye sürdürdü. “İster savaş sanatları ister de sana öğrettiğim sanatı öğreniyor ol, çalışmanın amacı içsel varlığını mükemmelleştirmektir ki o soyut uçuşu başarmak için dışsal biçimini asabilsin.”

Bir can sıkıntısı hissi koyu bir bulut gibi üzerimi kapladı. Eski başarısızlık duygularının beni kontrolü altına aldığını hissettim. Solunum geçişlerini Clara'nın öğütlediği gibi yapmış olmakla birlikte, onun istediğini asla başaramayacağımı hissediyordum. Büyük geçişin pragmatik olasılığını anlamak söyle dursun onun ne anlama geldiğini bile bilmiyordum.

Clara benim cesaretlendirilmeye gereksinimim olduğunu hissetmiş gibi sırtıma hafifçe vurarak, “Tüm bu aylar boyunca çok sabırlıydın,” dedi. “Sürekli olarak sana usule uygun olarak büyücülük disiplinini öğretmekle ilgili söylediğim üstü kapalı sözler için bana asla baskı yapmadın.”

Onun bu sözcüğü ilk kullanışından beri kafamda olan bir soruyu sormak için bunun mükemmel bir fırsat olduğunu düşündüm. “Bu usule uygun disiplinine neden büyücülük diyorsun?” diye sordum.

Clara bana baktı. Yüzündeki ifade son derece ciddiydi. “Bunu anlatması zor. Bundan söz etmekteki isteksizliğim nedeni ona yanlış bir isim vermek ve seni korkutmak istememem,” diye yanıtladı. “Ama şimdi bundan bahsetmenin zamanının geldiğini sanıyorum. Ama önce sana kadım Meksika halkı üzerine bir şeyler söylememe izin ver.”

Clara bana doğru eğildi ve alçak bir sesle İspanyol öncesi dönemdeki Meksika halkının birçok açıdan kadım Çinlilere benzediğini söyledi. Belki de aynı kökenlere sahip olduklarından benzer bir dünya görüşüne sahiplerdi. Bununla birlikte, Meksika'nın kadim Kızılderililerinin küçük bir dezavantajı olduğunu söyledi, çünkü onların yasadıkları dünya bir geçiş içerisindeydi. Bu onların farklı sistem ve kaynaklardan etkilenmelerine ve yaşamın her sureti üzerine çok meraklı olmalarına neden oldu. Evreni, yaşamı, ölümü ve farkındalık ve algılar açısından insan olanaklarının sahasını anlamak istiyorlardı. Bilmeye duydukları büyük istek onların akıl almaz farkındalık düzeylerine ulaşmalarını sağlayan uygulamaları geliştirmelerine neden oldu, çalışmalarının ayrıntılı tanımlarını yaptılar ve bu çalışmaların kapısını açtığı dünyaların haritasını çıkarttılar. Bu geleneği her zaman gizlilik içerisinde, nesilden nesile aktardılar.

Clara heyecandan ya da belki de şaşırmaktan neredeyse soluksuz kalmış bir halde konuşmasını on kadim Kızılderililerin gerçekte büyücü olduklarını söyleyerek bitirdi. Gözler fal taşı gibi açılmış olarak bana baktı; alacakaranlıkta gözbebekleri çok büyüktü. Beni ilk sırada gelen öğretmeninin, bir Meksika Kızılderilisinin, o kadim çalışmaların tümünün bilgisine sahip olduğuna ve bunları kendisine öğrettiğine temin etti.

Onun gibi heyecan duyarak, “Bana o çalışmaları mı öğretiyorsun, Clara?” diye sordum. “Kristallerin kadim büyücüler tarafından silah olarak kullanıldığını ve büyücülük geçişlerinin onların istençleriyle güç kazandığını ve özetlemenin de kadım zamanlarda bulunduğunu söylemiştin. Bunlar benim büyücülük öğrendiğim anlamına mı geliyor?”

Clara, “Bu kısmen doğru,” dedi. “Ama su anda, bu çalışmaları büyücülük olduğu üzerinde odaklanmamak daha iyi.”

“Neden olmasın?”

“Çünkü biz kadim zamanların büyücülüğünün yanlış, ezoterik ayinlerinin ötesinde bir şeyle ilgileniyoruz. Anlıyor değil mi, onların garip çalışmalarının ve sabit fikir haline gelmiş güç arayışlarının onların benliğinin daha da büyütülmesine yol açtığına inanıyoruz.


Bu bir çıkmaz yol, çünkü asla tam bir özgürlüğe götürmez. Bizse tam özgürlüğün peşindeyiz. Buradaki tehlike kişinin o büyücülerin ruh halleri tarafından kolaylıkla etkilenebilmesindedir.”

“Ben onlardan etkilenmezdim,” dedim.

Clara kızarak, “Sana su anda gerçekten daha fazlasını söyleyemem,” dedi. “Ama ilerledikçe daha fazlasını öğreneceksin.”

Kendimi ihanet edilmiş gibi hissettim ve bunu şiddetle protesto ettim. Onu benim düşünce ve duygularımla bilerek oynamakla, beni merakımı artıran bilgi parçacıklarıyla oynatmakla ve bana her şeyin gelecekteki belli olmayan bir tarihte açığa çıkacağına söz vermekle suçladım.

Clara onu protesto etmemi hiç önemsemedi. Sanki hiç bir şey söylememişim gibiydi. Ayağa kalktı, kaya yığınına yürüdü ve kayalardan birini sanki yapay köpükten yapılmış gibi kaldırdı. Bir an için ne tarafa döneceğini düşündükten sonra, kayayı yolun kenarına yere koydu. Sonra futbol topu büyüklüğünde iki kayayı onun yanına yerleştirdi. Kayaların yerinden tatmin olduğunda, yarattığı etkiyi izlemek için bir adım geri gitti. Bahçe yolunun, Clara'nın yerleştirdiği düz gri kayaların ve bitkilerin sivri uçlu yapraklarının son derece uyumlu bir kompozisyon oluşturduğunu itiraf etmek zorundaydım.

Clara bir başka kayayı alırken, “Önemli olan bir işi yaparkenki zarafettir,” dedi, “içsel durumun hareket edişine, konuşmana, yemek yemene ya da kayaları yerleştirmene yansır. Edimlerinle enerji toplayıp bunu güce dönüştürdüğün sürece ne yaptığın önemli değildir.”

Clara bir süre için, yola sanki ellerinde tuttuğu bir sonraki kayayı nereye koyacağını düşünüyormuş gibi baktı. Uygun bir nokta bulduğunda, kayayı nazikçe yere koydu ve ona sevgi dolu bir biçimde hafifçe vurdu.

“Bir sanatçı olarak kayaların senin için atması en kolay olan yere değil, denge içerisinde olacakları yere koyulması gerektiğini biliyor olmalıydın. Tabii ki, eğer güçle dolmuş olsaydın, onları gelişigüzel atabilirdin ve sonuç güzelliğin ta kendisi olurdu. Kayaları yerleştirme alıştırmasının gerçek amacı bunu anlamaktır.”

Sesinin tonundan ve benim kayaları çirkin, düzensiz bir biçimde yerleştirmemden, görevimde yine başarısız olduğumu anladım. Şiddetli bir keder duydum.

“Clara, ben bir sanatçı değilim,” diye itiraf ettim. “Ben yalnızca bir öğrenciyim. Aslında, eski bir öğrenciyim. Sanat okulundan bir yıl önce atıldım.

Bir sanatçı olduğuma inanmak hoşuma gidiyor, ama hepsi bu. Ben aslında hiçbir şeyim.”

Clara, “Hepimiz hiçbir şeyiz,” diye anımsattı.

“Biliyorum, ama sen gizemli, güçlü bir hiçbir şeyken, ben yetersiz, aptal, önemsiz bir hiçbir şeyim. Birkaç tane budala kayayı bile yerleştiremiyorum. Benim...”

Clara elini ağzımın üzerine koydu. Beni, “Bir sözcük daha söyleme,” diye uyardı. “Sana tekrar söylüyorum. Bu evde yüksek sesle söylediklerine dikkat et. Özellikle de alacakaranlıkta!”

Hava neredeyse kararmıştı ve her şey korkutucu olma noktasına kadar hareketsizdi. Kuşlar sessizdi. Her şey susmuştu; daha önce ben yaprakları süpürürken canımı o kadar sıkan rüzgâr bile durmuştu.


Clara, “Bu gölgelerin olmadığı zaman,” diye fısıldadı. “Bu ağacın altında karanlıkta oturalım ve senin gölgelerin dünyasını çağırıp çağıramayacağını görelim.”

Neredeyse ince bir çığlığa benzeyen bir sesle, “Bir dakika, Clara,” diye yüksek sesle fısıldadım. “Bana ne yapacaksın?” Sinirlilik dalgaları midemde kasılmalara neden oluyordu ve soğuğa rağmen, alnını terliyordu.

Clara birden bana öğrettiği solunumları ve büyücülük geçişlerini çalışıp çalışmadığımı sordu. Ona bunları çalıştığımı söylemeyi her şeyden çok istiyordum, ama bu bir yalan olurdu. Gerçekte, onları çok az, yalnızca unutmayacağım kadar çalışıyordum, çünkü özetleme olan enerjimin hepsini alıyor ve bana başka bir şey için zaman bırakmıyordu. Geceleyin bir şey yapmak için fazla yorgun oluyordum, onun için erken yatıyordum.

Clara bana doğru eğilerek, “Onları düzenli olarak yapmıyorsun, yoksa şimdi bu üzgün durumda olmazdın,” dedi. “Bir yaprak gibi titriyorsun. Sana öğrettiğim solunum ve büyücülük geçişlerinin onları çok değerli kılan bir sırrı vardır.”

“Nedir o?” diye kekeledim.

Clara kafama hafifçe vurdu. “Bunlar her gün çalışılmalıdır yoksa bir değerleri yoktur. Yemek yemeden ya da su içmeden yasayabileceğini düşünmezdin değil mi? Sana öğrettiğim alıştırmalar yiyecek ve sudan bile daha önemlidir.”

Clara ne demek istediğini anlatmıştı. Sessizce her gece yatmadan önce ve sabahları uyandığımda mağaraya gitmeden önce onları yapacağıma yemin ettim.

Clara, “İnsan bedeni biz stres altındayken devreye giren fazladan bir enerji sistemine sahiptir,” diye açıkladı. Ve stres herhangi bir şeyi her aşırı derecede yaptığımızda ortaya çıkar.


Şimdi olduğun gibi, kendim ve performansını fazla önemsemek gibi. Bunun için özgürlük sanatının temel ilkelerinden biri aşırılıklardan uzak durmaktır.”

Clara bana öğrettiği hareketlerin, onlara ister solunum desin ister büyücülük geçişleri desin, önemli olduğunu çünkü bunların doğrudan doğruya yedek sistem üzerinde çalıştığını ve bunlara zorunlu geçişler denilmesinin nedeninin bunların eklenmiş enerjinin bizim yedek yollarımıza ve bu yolların içinde akmasına izin vermesi olduğunu söyledi. Sonra biz eyleme geçtiğimizde, stresten tükenmiş olmak yerine, daha güçlü olur ve olağanüstü isler için fazladan enerjiye sahip olurduk.

Clara, “Şimdi, biz gölgelerin dünyasını çağırmadan önce, sana solunum ve hareketi birleştiren iki zorunlu büyücülük geçişi daha göstereceğim,” diye sürdürdü. “Bunları her gün yaparsan yalnızca yorgun ya da hasta olmaktan kurtulmakla kalmaz, aynı zamanda istencini kullanmak için de fazladan enerjiye sahip olursun.”

“Neyimi kullanmak için?”

Clara, “İstencini,” diye yineledi. “İstencini yaptığın herhangi bir şeyin sonucu için kullanmak için. Anımsıyor musun?”

Omuzlarımdan tuttu ve beni kuzeye bakacak biçimde döndürdü.

“Bu hareket senin için özellikle önem taşıyor, Taisha, çünkü ciğerlerin fazla ağlamaktan zayıflamış durumda,” dedi. “Kendin için üzüntü duyduğun bir ömrün bedelini kesinlikle ciğerlerin ödemiş.”

Clara'nın sözleri dikkatimi dağıttı. Onun diz ve ayak bileklerini bükerek “düz at” adı verilen bir savaş sanatı duruşunu almasını izledim, duruşa bu adın verilme nedeni bunun bacaklar omuz boyu açık ve biraz bükülmüş olarak, ata binmiş bir binicinin duruşuna benzemesiydi. Clara'nın sol elinin işaret parmağı aşağıyı gösterirken diğer parmakları ikinci boğumdan bükülmüştü. Soluk almaya başladığında, başını nazikçe ama güçle sağa doğru olabildiğince döndürdü ve sol kolunu omuz ekleminden başının üzerinde tam bir daire tamamlayacak biçimde döndürdü, sonunda sol avucunun dibi kuyruk sokumuna değiyordu.

Bununla eşzamanlı olarak sağ kolunu gövdesinin etrafından sırtına götürdü ve sağ yumruğunu, bükülmüş olan sol bileğine dayayarak sol elinin sırtına koydu.

Sağ yumruğunu kullanarak, sol kolunu, sol dirseği bükülü olacak biçimde, omurgası boyunda yukarı itti ve soluk almayı bitirdi. Sonra soluğunu yediye kadar sayarak tuttu ve sol koluyla yaptığı baskıyı bıraktı, kolunu yeniden kuyruk sokumuna indirdi ve omuz ekleminden doğruca kafasının üstüne kaldırıp sonunda sol avucunun dibi kasık kemiğine değecek biçimde hareketi bitirdi. Bununla eşzamanlı olarak sağ kolunu gövdesinin etrafından öne getirdi ve yumruğunu sol elinin sırtına koydu ve soluk vermeyi bitirirken sol kolunu yukarıya karnına doğru itti.

“Bu hareketi bir kez sol kolunla bir kez de sağ kolunla yap,” dedi. “Bu yolla iki tarafını dengelemiş olursun.”

Bana göstermek için, kollarını değiştirerek ve bu kez kafasını sola çevirerek, aynı hareketleri yineledi.

Bana kollarımı döndürecek yer açmak için kenara çekilerek, “Şimdi sen dene, Taisha,” dedi.

Onun hareketlerini taklit ettim. Sol kolumu arkama savurduğumda, uzatmış olduğum kolumun alt tarafı boyunca, parmağımdan koltuk altıma kadar giden, acı veren bir gerilim hissettim.


“Gevşe ve soluğun enerjisinin kolundan işaret parmağının ucuna kadar akmasına izin ver,” dedi, “işaret parmağını uzat ve diğer parmaklarını bük. Bu yolla kollarındaki yollardaki herhangi bir enerji tıkanıklığını açmış olursun.”

Bükülü kolumu sırtımdan yukarı doğru ittiğimde acı daha da şiddetlendi. Clara benim acı içindeki ifademin farkına vardı.

Beni, “çok güçlü itme,” diye uyardı, “yoksa tendonlarını zorlarsın. Ve iterken omuzlarını biraz daha yuvarlat.

Hareketi sağ kolumla yaptıktan sonra, uyluk kaslarımda dizlerim ve ayak bileklerim bükülü durmaktan oluşan bir yanma duydum. Her gün kung fu çalışırken aynı pozisyonda durmama rağmen, bacaklarım sanki içlerinden bir elektrik akımı geçiyormuş gibi titriyordu. Clara bana gerginliği atmam için ayakta durup bacaklarımı birkaç kez sallamamı önerdi.

Clara bu büyücülük geçişinde, kolları solunum hareketleriyle uyum içersinde döndürme ve yukarı itmenin enerjiyi göğüsteki organlara götürdüğünü ve onları canlandırdığını vurguladı.

Bu geçişin nadiren harekete geçirilen derin, altta kalan merkezlere masaj yapıyordu. Kafayı döndürmek boyundaki hormon bezlerine masaj yapıyor ve ayrıca boynun arkasındaki enerji kanallarını açıyordu. Clara soluğun enerjisiyle uyandırılıp beslendiğinde, bu merkezlerin kimsenin hayal edemeyeceği gizemleri ortaya sereceğini açıkladı.

Clara, “Bir sonraki büyücülük geçişi için,” dedi, “ayakların birbirine bitişik olarak ayakta dur ve sanki açacağın bir kapıya bakıyormuş gibi ileri doğru bak.”

Clara bana ellerimi göz seviyesine kaldırmamı ve parmaklarımı sanki yana doğru kayarak açılan kapıların girintili kollarına sokuyormuşum gibi bükmemi söyledi.


“Yapacağın şey dünyanın enerji hatlarında bir çatlak açmaktır,” diye açıkladı. “Bu hatların senin önünde bir ekran oluşturan katı dikey kordonlar olduğunu imgele. Şimdi bir avuç teli tut ve bunları bütün gücünle çekerek ayır. Bunları açılan aralık senin geçebileceğin kadar büyüyünceye kadar çekip ayır.”

Clara bana bir kez o deliği açtığımda, sol ayağımla ileri doğru bir adım atacak ve sonra sol ayağımı pivot olarak kullanarak yüzümü geldiğim yöne dönecek biçimde saatin tersi yönünde hızla yüz seksen derece dönecektim. Bu biçimde dönerek, çekip ayırdığım enerji hatları benim etrafıma sarılacaktı.

Clara, geri dönmek için, hatları daha önce yaptığım gibi çekip ayırmam, sonra sağ ayağımla dışarı çıkmam ve saat yönünde hızla yüz seksen derece dönmem gerektiğini söyledi. Bu biçimde, beni saran hatlardan kurtulacaktım ve yine büyücülük geçişme başladığımdaki yöne bakıyor olacaktım.

Clara beni, “Bu tüm büyücülük geçişlerinin en güçlü ve en gizemlilerinden biridir,” diye uyardı. “Bununla farklı dünyalara giden kapıları açabilirsin, ama bu tabii ki ancak içsel enerji fazlasını biriktirdiysen ve geçişin amacını anlayabildiysen olabilir.”

Ciddi ses tonu ve ifadesi beni rahatsız ediyordu. O görünmez kapıyı açmayı başarabilirsem ne beklemem gerektiğin bilmiyordum. Clara sonra kaba bir ses tonuyla son bilgileri verdi.

“Adımını içeri attığında,” dedi, “bedenin kök salmış, ağır, gerilim dolu hissetmeli. Ama bir kez içeri girdiğinde ve arkanı döndüğünde, sanki yukarı uçuyormuşsun gibi hafif hissetmelisin.

Sanki boşluktan ileri doğru hamle yaparken soluğunu ver, sonra yavaşça ve derince, ciğerlerini o ekranın arkasındaki enerjiyle doldurarak, soluk al.”


Clara izlerken geçişi birkaç kez çalıştım. Ama sanki sadece dışsal hareketleri yapıyormuşum gibiydi; Clara'nın sözünü ettiği ekranı oluşturan enerji tellerini hissedemiyordum.

Clara, “Kapıyı yeterince güçlü çekemiyorsun,” dedi. “İçsel enerjini kullan, yalnızca kol kaslarını değil. Kirli havayı dışarı at ve ileri doğru hamle yaparken karnını içeri çek. Bir kez içeri girdiğinde, elinden geldiğince fazla soluk alıp ver, ama tetikte ol. Gerek duyduğundan daha uzun kalma.”

Tüm gücümü topladım ve havayı kavradım. Clara arkamda durdu, önkollarımı tuttu ve onları çok güçlü bir biçimde iki yana doğru çekti. Bir anda sanki bir kapının yana doğru kayarak açıldığını hissettim. Sertçe soluk vererek kapıdan içeri doğru bir hamle yaptım, ya da Clara beni arkamdan ileri doğru itti. Dönüş yapmayı ve derin soluk almayı anımsadım, ama bir an için oradan ne zaman çıkmam gerektiğini bilmediğim için endişe duydum. Clara bunu hissetti ve bana soluk almayı ne zaman bırakacağımı ve ne zaman dışarı çıkacağımı söyledi.

Clara, “Bu büyücülük geçişini kendi kendine çalıştıkça,” dedi, “onu mükemmel olarak yapmayı öğreneceksin. Ama dikkatli ol. Bir kez o açıklıktan geçtikten sonra her türlü şey olabilir. Unutma dikkatli ve aynı zamanda cesur olmalısın.”

“Hangisinin hangisi olduğunu nasıl bileceğim?”

Clara omuz silkti, “Bir süre için bunu bilemeyeceksin. Maalesef, sağgörü bize ancak mahvolduktan sonra gelir.”

Clara korku olmaksızın dikkatli olmanın bizim içsel enerjimizi kontrol etme ve onu yedek kanallara çekme yeteneğimize bağlı olduğunu, böylece enerjinin ona olağandışı edimler için gerek duyduğumuzda hazır olacağını ekledi.


Clara, “Yeterli içsel enerjiyle, herhangi bir şey başarılabilir,” dedi, “ama onu depolamamız ve saflaştırmamız gerekir. Onun için birlikte, öğrendiğin büyücülük geçişlerinden bazılarını çalışalım ve senin korkak olmadan dikkatli olup olamayacağını ve gölgelerin dünyasını çağırıp çağıramayacağını görelim.”

Karnımda küçük daireler biçiminde başlayan bir enerji dalgası deneyimledim. Önce bunun korku olduğunu sandım, ama bedenim korkmuş gibi hissetmiyordu. Bu sanki isteklerden ve duygulardan yoksun, kişisel olmayan bir kuvvet, içimde harekete geçiyor, dışarıdan içeriye doğru hareket ediyormuş gibiydi.

Bu kuvvet yukarı doğru çıktığında, sırtım istemsiz olarak titredi.

Clara avlunun merkezine gitti; ben de onu izledim. Bazı büyücülük geçişlerini onu izlememe yardımcı olmak için yavaşlayarak yapmaya başladı.

“Gözlerini kapat,” diye fısıldadı. “Gözlerin kapalı olduğunda, var olan enerji hatlarını dengeni sağlamada kullanmak daha kolaydır.”

Gözlerimi kapadım ve Clara'yla uyum içerisinde hareket etmeye başladım. Clara'nın pozisyonları değiştirmek için verdiği ipuçlarını izlemekte hiçbir zorluk çekmiyordum, ama dengemi sağlamakta güçlük çekiyordum. Bunun hareketleri doğru yapmak için kendimi çok fazla zorlamamdan olduğunu biliyordum. Bu gözlerim kapalı olarak yürümeye çalıştığım, ama başarılı olmayı çok istediğim için tökezleyip durduğum zamanki gibiydi. Ama başarılı olma isteğim gittikçe azaldı ve bedenim daha esnek ve latif hale geldi. Hareket etmeyi sürdürdüğümüzde, o kadar gevşedim ki hiç kemiğim ya da eklemim olmadığını hissettim. Kollarımı başımın üzerine kaldırırsam, sanki onları ağaçların tepesine kadar uzatabilecekmişim gibi görünüyordu. Dizlerimi büküp kalçamı aşağı indirdiğimde, bir enerji dalgası ayaklarımdan aşağı doğru akıyordu. Ayaklarımdan yere kök saldığımı hissediyordum. Ayaklarımın tabanından toprağın derinliklerine bana benzeri görülmemi bir denge veren hatlar uzanıyordu. Gittikçe bedenimle çevrem arasındaki sınır yok oldu. Yaptığım her geçişte, bedenim tümüyle kendiliğinden hareket edip soluyana kadar eriyip karanlıkla birleşiyormuş gibi görünüyordu.

Clara'nın yanımda soluyarak aynı geçişleri yaptığını duyabiliyordum. Gözlerim kapalı olarak onun bedenini ve duruşlarını hissediyordum. Bir noktada, şimdiye kadar olan en garip şey oldu. Alnımın içinde bir ışığın yandığını hissettim. Ama yukarı baktığımda, ışığın hiç de benim içimde olmadığının farkına vardım. Işık, sanki dev bir elektrikli ışık panosu gece açılmış ve bir açık hava stadyumunu aydınlatıyormuş gibi ağaçların tepelerinden geliyordu. Clara'yı ve avludaki şeyleri ve onun etrafımdakileri görmekte hiç zorlanmıyordum.

Işığın çok garip bir rengi vardı; bunun pembemsi renge ya da şeftali rengine mi, yoksa açık tuğla rengine mi çalan bir gül rengi olduğuna karar veremiyordum. Bazı yerlerde, benim baktığım yere göre ışığın parlaklığı değişiyormuş gibi görünüyordu.

Clara bana merakla bakarak, “Kafanı hareket ettirme,” dedi. “Ve gözlerini kapalı tutmayı sürdür. Yalnızca solunumun üzerine konsantre ol.”

Gözlerimin açık olduğunu gördüğünde bana neden gözlerimi kapalı tutmayı sürdürmemi söylediğini bilmiyordum.

Işığın renginin ne olduğuna karar vermeye çalışıyordum, çünkü kafamın her hareketiyle değişiyormuş gibi görünüyordu. Ve yoğunluğu da ona kendimi ne kadar zorlayarak baktığıma göre değişiklik gösteriyordu. Sonra ışık aynı yandığı gibi aniden yok oldu ve ben zifiri karanlıkta kaldım.


Clara beni dirseğiyle dürterek, “Haydi, mutfağa gidelim ve biraz türlü ısıtalım,” dedi.

Ben tereddüt ettim. Nerede olduğunu, yerini şaşırmış hissettim. Bedenim o kadar ağırdı ki mutlaka oturmakta olduğumu düşündüm.

Clara, “Şimdi gözlerini açabilirsin,” dedi.

Gözlerimi açmakta o anki kadar zorlandığımı hiç anımsamıyorum. Bunu yapmak bana sonsuza kadar sürmüş gibi geldi, çünkü ben gözlerimi açtığımda, gözlerim yeniden kapanıyordu. Bu açılıp kapanma bana, Clara beni omuzlarımdan sarsana kadar, uzun bir süre devam etmiş gibi geldi.

Clara, “Taisha, gözlerini aç!” diye emir verdi. “Benim yanımdayken sakın bayılmaya kalkışma. Duyuyor musun?”

Kendime gelmek için kafamı salladım ve gözlerim birden açıldı. Gözlerim hep kapalı kalmıştı. Ortalık zifiri karanlıktı, ama yaprakların arasından Clara'nın siluetini görmeye yetecek kadar ay ışığı sızıyordu. Avludaki ağacın altındaki iki koltukta oturuyorduk. Başım dönerken, “Buraya nasıl geldim?” diye sordum.

Clara önemsemez bir sesle, “Buraya yürüdün ve oturdun,” dedi.

“Ama ne oldu? Biraz önce ortalık aydınlıktı. 11 er şeyi netçe görebiliyordum. ’ ’

Clara beni tebrik edermiş gibi bir ses tonuyla, “Olan su, gölgelerin dünyasına girdin,” dedi. “Oraya gittiğini solunumunun ritminden anladım. Ama o zaman seni gölgene bakmanı isteyerek korkutmak istemedim eğer bakmış olsaydın, bilirdin ki...”

Clara'nın neyi ima etmek istediğini aniden anladım. “Gölge yoktu,” diye patladım. “Işık vardı, ama hiçbir şeyin gölgesi yoktu.”


Clara başını olumlu anlamda salladı, “Bu gece gerçekten değerli bir şey öğrendin, Taisha. Bunun dışındaki dünyalarda gölge yoktur!”



Sessizbilgi Listele - - - - - Yeni Siteye Dön