13 BÖLÜM
Clara'nın bana oturmamı söylediğini duyarak uyandım. Tepki verebilmem uzun zaman aldı, çünkü birincisi, kafam tümüyle karmakarışıktı ve İkincisi, bacaklarım uyuşmuştu. Çektiğim zorluğu görerek, Clara beni kollarımın altından tutup öne doğru çekti, sonra yardımsız oturabilmem için arkama birkaç minder koydu. Yatağımdaydım ve üzerimde geceliğim vardı. Işıktan öğleden sonra geç saatler olduğunu anlayabiliyordum.
“Ne oldu,” diye mırıldandım. “Bütün gece uyudum mu?”
Clara, “Evet,” diye yanıtladı. “Senin için endişelenmiştim. Algısal bir hapishanenin içinde, derinlerde sıkışıp kaldın. Hiç kimse sana ulaşamıyordu. Onun için biz de senin bunu uyuyup savuşturmana izin verdik.”
Öne doğru eğildim ve bacaklarımı karıncalanma hissi geçene kadar ovdum. Hala sersemlemiş ve garip bir biçimde kuvvetten düşmüş hissediyordum.
Clara en otoriter ses tonuyla, “Yeniden kendin olana kadar benimle konuşmalısın,” dedi. “Bu konuşmanın senin için iyi olduğu durumlardan biri.”
Yemden minderlere yaslanarak, “içimden konuşmak gelmiyor,” dedim. Bedenimden soğuk terler boşanıyordu ve uzuvlarım zayıf ve pelte gibiydi. “Bay Abelar bana bir şey yaptı mı?”
Clara, “Ben bakarken bir şey yapmadı,” dedi ve kendi sakasına neşeyle güldü. Ellerimi ellerine aldı ve beni canlandırmak için ellerimin sırtım ovdu.
Şakalarla uğraşacak durumda değildim. “Gerçekten ne oldu, Clara?” diye sordum. “En ufak bir şey bile anımsamıyorum.”
Clara yatağın kenarına oturdu. “Nagual'la ilk karşılaşman sana fazla geldi,” dedi, “çok zayıfsın; olan bu. Ama senin olanlar üzerine odaklanmanı istemiyorum çünkü cesaretini çok çabuk kaybediyorsun. Ayrıca, senin eğilimli olduğun şeyi yapmanı, olanların altında yatanı bulmaya çalışmanı ve yanlış sonuçlara varmanı istemiyorum.”
Dişlerim takırdayarak, “Ne olup bittiğini bilmediğime göre, olanların altında yatanı nasıl bulmaya çalışabilirim ki?” dedim.
Clara, “Bir yolunu bulacağından eminim,” diye iç çekti. “Sonuçlara varmada inanılmaz derecede başarılısın. Maalesef, yanlış sonuçlara varıyorsun. Ve ne olup bittiğini bilmemen bir şeyi değiştirmiyor. Her zaman olan biteni bildiğini varsayıyorsun.”
Muğlâk durumlardan nefret ettiğimi itiraf etmek zorundaydım. Böyle durumlar beni her zaman dezavantajda bırakıyordu. Olan biteni bilmek istiyordum ki olasılıkları değerlendirebileyim.
Clara, “Annen sana mükemmel bir kadın olmayı öğretti,” dedi. “Mükemmel kadınlar çevrelerinde olup bitenleri gözlemleyerek bilmeleri gereken her şeyi anlarlar, özellikle isin içinde erkekler olduğu zaman. Erkeklerin en küçük dileklerini bile tahmin edebilirler. Bir erkeğin ruh halindeki en ufak değişimlerin bile farkındadırlar çünkü bu değişimlere kendi söyledikleri ya da yaptıkları bir şeyin neden olduğuna inanırlar. Bunun sonucu olarak, erkeklerini yatıştırmanın kendilerine kalmış bir şey olduğunu düşünürler.
Özetleme yoluyla, kendimin defalarca bu biçimde davranmış olduğumu görmüş olduğumdan, bu canımı sıkıyor olsa da, Clara'nın haklı olduğunu itiraf etmeliydim. İyi eğitilmiştim. Babama bir bakmam ya da onun bir iç çekişini ya da sesinin tonunu duymam onun tam olarak ne düşündüğünü ya da hissettiğini bilmem için yeterliydi. Aynısı ağabeylerim için de geçerliydi. Onlarla ilgili en küçük ipuçlarını bile bulabilirdim.
Clara dikkatimi çekmek istermişçesine bana dirseğiyle hafifçe vurdu, çok can sıkıcı bir gülümsemeyle, “Eğer dün gece senle ben yalnız olsaydık o kadar dramatik bir biçimde bayılmazdın,” dedi.
“Neyi ima etmeye çalışıyorsun, Clara? Bay Abelar'ı çekici bulduğumu mu?”
“Kesinlikle, çevrende bir erkek olduğunda, ani bir değişim geçiriyorsun. Bir erkeğin dikkatini çekmek için, bayılmak da dahil, herhangi bir şeyi yapabilecek bir kadın haline geliyorsun.”
“Seninle aynı fikirde değilim,” dedim. “Gerçekten Bay Abelar'a yaltaklanmaya çalışmıyordum.”
Clara, “İyi düşün! Sadece kendini savunma,” dedi. “Sana saldırmıyorum. Sadece sana kendi hissettiklerimi ve yaptıklarımı anlatıyorum.”
İçten içe Clara'nın neden söz ettiğini biliyordum. Bay Abelar'ın öylesine karizmatik bir etkileyiciliği vardı ki onu, yasına rağmen, son derece çekici buluyordum. Ama bunu kabul etmemeyi seçmiştim. Neyse ki, Clara konuyu değiştirdi.
“Seni çok iyi anlıyorum çünkü benim de bir John Michael Abelar'ım vardı,” dedi. “O nagual Julian Grau'ydu, gelmiş geçmiş en yakışıklı ve zarif varlıktı. Büyüleyici, cin gibi ve komikti; gerçekten unutulmaz birisiydi. John Michael ve ailemin geri kalanı dahil herkes ona tapardı. Hepimiz onun bastığı yeri öperdik.”
Clara'nın öğretmenine çıldırmasını görmek, bana Clara'nın Doğu’da fazla uzun zaman geçirdiğini düşündürttü. Her zaman karate dünyasındaki öğrencilerin hocaları, ya da sensei leri için hissettikleri iğrenç aşırı sevgiden rahatsız olmuştum. Onlar da ustaları odaya girdiğinde kafalarını saygıyla yere eğerek hocalarının bastığı yeri öperlerdi. Bunu Clara'ya söylemedim ama öğretmenine bu kadar saygı duymakla kendini alçalttığını düşündüm.
Clara konuşmasının benim fikirlerimden habersiz olarak, “Nagual Julian bize bildiğimiz her şeyi öğretti,” diye sürdürdü. “O yaşamını bizleri özgürlüğe ulaştırmaya adadı. John Michael Abelar'a özel bilgiler, onun yeni nagual olmasını sağlayan bilgiler verdi.”
Onun fazla saygının getirdiği tehlike ve yanlış görüşleri görmesini isteyerek, “Yani Clara, nagual'ların krallar gibi olduklarını mı söylemek istiyorsun?” diye sordum
“Hayır. Hiç de değil. Nagual'ların hiçbir kişisel önemi yoktur,” dedi. “Ve biz onlara özellikle bu nedenden dolayı saygı duyabiliriz.”
Sorumu hemen, “Demek istediğim, Clara, onlar yerlerini devir mi alırlar?” diye düzelttim.
“Oh, evet! Onlar yerlerini kesinlikle devir alırlar; ama krallarınki gibi değil. Krallar kralların oğullarıdır. Diğer yandan, bir nagual, ruh tarafından seçilir, çünkü ruh onu seçmediği sürece, kendisini önder olarak belirleyemez. Bir nagual, öncelikle, olağanüstü enerjiye sahip bir kişidir. Ama nagual'ların ilkesi kendisine öğretilmeden gerçekten nagual olamaz.”
Clara'nın açıklamasını dinledim, ama bundan açıklanamayacak bir rahatsızlık duyuyordum. Biraz düşündüğümde, beni rahatsız eden bölümün seçimi ruhun yapması olduğunun farkına vardım.
“Ruh kimi seçeceğine nasıl karar verir?” diye sordum.
Clara kafasını salladı. Hafif bir sesle, “Bu, benim sevgili Taisham, gizemlerin ötesindeki bir gizemdir,” dedi. “Bir nagual'ın tek yapabileceği ruhun emirlerini yerine getirmek, ya da acınacak bir biçimde başarısız olmaktır.”
Bay Abelar'ı düşündüm ve ruhun onun için hangi emirleri vereceğini düşündüm. Aynı zamanda, Clara'nın bana onun bir gün benim için nagual olabileceğini söylediğini anımsadım.
Fazla önemsemez görünmeye çalışarak, “Bu arada, Bay Abelar nerede?” diye sordum.
“Dün gece senin kendinden geçtiğini anladığında gitti.”
“Geri dönecek mi?”
“Kesinlikle. O burada yasıyor.”
“Nerede, Clara? Evin sol tarafında mı?”
“Evet, şu anda, orada. Tam su anda değil,” diye sözünü düzeltti, “ama bu günlerde. Bazen de, benimle evin sağ tarafında yasar. Ona ben bakarım.”
Öyle güçlü bir kıskançlık hissi duydum ki bu beni bir enerji dalgasıyla doldurdu. Ağzımın kenarında güçlü bir seğirmeyle, “Onun kocan olmadığını söylemiştin, değil mi, Clara?” diye sordum.
Clara o kadar çok güldü ki soluksuz bir halde sırtüstü yatağa yığıldı.
Yeniden oturup beni temin ederek, “Nagual John Michael Abelar bir erkek olmanın tüm suretlerini asmıştır,” dedi.
“Ne demek istiyorsun, Clara?”
“Demek istiyorum ki, o artık bir insan değildir. Ama tüm bunları sana açıklayamam çünkü ben ustalıkta yoksunum sen de beni anlama yeteneğinden yoksunsun. Anladığım kadarıyla nagual’ın sana o kristalleri verme nedeni benim sana olanları açıklama yeteneğimin olmaması.”
“Ne yeteneksizliği, Clara? Sen gayet mükemmel konuşuyorsun.”
“O zaman mükemmel olarak anlayamayan sensin.”
“Bu aptalca, Clara.”
“O zaman neden sana bizim ne olduğumuzu ve senin için ne planlarımız olduğunu sana anlatamıyorum.”
Karnımdaki gerginliği yatıştırmak için birkaç derin soluk aldım. Bir kez daha paniğe kapılarak, “Benim için ne planlarınız var, Clara?” diye sordum.
Clara söze, “Bunu açıklaması benim için çok zor,” diye başladı. “Seninle ben kesinlikle aynı geleneğe aidiz. Sen bizim olduğumuz şeyin bir parçasısın. Onun için sana öğretmeye zorunluyuz.”
“ 'Biz' demekle kimi kastediyorsun? Seni ve Bay Abelar'ı mı?”
Clara sanki kendine doğru yanıt vermek için zaman verirmiş gibi bir an durdu. “Sana daha önce de söyledim gibi, biz iki kişiden fazlayız,” dedi. “Aslında, ben senin gerçek öğretmenin değilim. Ne de nagual John Michael senin öğretmenin. Öğretmenin başka birisi.”
“Bir dakika, bir dakika, Clara. Yine kafamı karıştırıyorsun. Sözünü ettiğin bu başka birisi kim?”
“Senin gibi bir kadın, ama daha yaşlı ve son derece güçlü. Ben yalnızca sana öncülük ediyorum. Benim görevim seni bu kişiyle tanışabilmen için hazırlamak, özetleme yoluyla yeterli enerjiyi depolamanı sağlamak. Ve inan bana, onun varlığı nagual'ınkinden çok daha mahvedicidir.”
“Ne söylemeye çalıştığım anlamıyorum, Clara. Onun tehlikeli olduğunu bana zarar vereceğini mi söylüyorsun?”
Clara, “Sorularını yanıtlamaya çalıştığım zaman ortaya çıkan sorun bu,” dedi. “Kafan karışıyor çünkü seninle benim yalnızca yüzeysel bir bağlantımız var. Bana, seni tatmin edecek açık seçik bir yanıt bekleyerek bir soru soruyorsun ve ben sana beni tatmin edecek ve senin kafanı karıştıracak bir yanıt veriyorum. Sana ya soru sormamanı ya da yanıtları fazla telaşa kapılmadan dinlemeyi öneririm.”
Bay Abelar ve bu diğer kadının benimle ilgili planları üzerine daha fazlasını öğrenmek istiyordum ve Clara'nın bana hepsini anlatacağı umuduyla, ona bundan sonra onun tüm yanıtlarını dikkatle, ama paniğe kapılmadan ya da telaşlanmadan, tartacağıma söz verdim.
Clara beni denemek için, “Tamam. Bakalım buna ne diyeceksin,” dedi.
“Sana nagual'ın sana dün gece sen bayılmadan önce söylediklerini söyleyeceğim. Ama ben erkek olmadığım için, kuşkusuz sen bana nagual'ın seninle konuştuğu zamankinden farklı tepki vereceksin. Hatta beni dinleyebilirsin bile.”
“Ama bana ben o örtünün üstünde uyuya kaldıktan sonra herhangi bir şey dediğini anımsamıyorum,” diye karşı çıktım.
Clara duraksadı ve yüzümde sanırım anımsadığımı gösteren bir işaret aradı. Ben olabildiğince sakin ve dikkatli görünmeye çalıştığım ve onu temin etmek için gülümsediğim halde, kafasını hiçbir işaret bulamadığını gösterircesine salladı.
Clara söze, “Sana bu evde yasayan tüm varlıklardan söz etti,” diye başladı. “Sana bu evde yasayan tüm varlıkların, Manfred de dahil olmak üzere, büyücü olduklarını söyledi.”
Manfred'in adını duyduğumda kafamda bir şeyler yerine oturdu.
Düşünmeden, “Bunun biliyordum,” diye atıldım. Manfred'in bir büyücü olduğu fikrini tümüyle inanılır buluyordu, ama bunun neden böyle olduğu üzerine en ufak bir fikrim bile yoktu. Clara'ya bir büyücünün tam olarak ne olduğu hala bilmediğim halde, bir zamanlar bunu düşünmüş olmam gerektiğini söyledim.
Clara gülümseyerek beni, “Tabii ki düşünmüştün,” diye temin etti.
“Ama sana bunu düşünmediğimi söyledim.”
Clara bana hayretle baktı. “Nagual'ın sana bunu açıkladığını anımsamadığından emin misin?”
“Hayır, gerçekten anımsamıyorum.”
Clara resmi bir havayla, “Bir büyücü, bizim için, disiplin ve azim yoluyla, doğal algılamanın sınırlarını kırabilen birisidir,” dedi.
“İyi ama bu hiçbir şeyi daha açık hale getirmiyor,” dedim. “Manfred tüm bunları nasıl yapabiliyor?”
Clara kafamın karışıklığını anlıyormuş gibi görünüyordu. “Sanırım, ortada yine bir yanlış anlama var, Taisha. Yalnızca Manfred'den söz etmiyorum. Bu evdeki herkesin bir büyücü olduğu henüz kafana girmedi. Yalnızca nagual, Manfred ve ben değil, ama henüz tanışmadığın on dört başka kişi de. Hepimiz büyücüyüz, hepimiz soyut varlıklarız. Eğer büyücülüğün, ayinler ve büyülü iksirlerle ilgili, somut bir şey olduğunu sanıyorsan, sana söyleyeceğim tek şey böyle büyücülerin olduğu ama bu evde onlardan birisini bulamayacağındır.”
Açıkça kafamızda farklı düşünceler vardı. Ben Manfred'den söz ediyordum Oysa henüz görmediğim kişilerden söz ediyordu.
Ancak o zaman, Clara bana bunu doğrudan doğruya söylemesinden sonra Clara'nın, Bay Abelar'ın ve hep sözünü edip durdukları diğerlerinin büyücü olduklarını anladım. Daha fazla soru sormak yerine, onun önerisini anımsadım ve en iyisinin sessiz kalmak olduğunu düşündüm.
Clara soyut büyücüler algılama kapasitelerini arttırarak özgürlüğü ararken; kadim Meksika'da yasayan geleneksel büyücüler gibi somut büyücülerin, kendilerine fazla önem vererek kişisel güç ve tatmini aradıklarını anlattı.
Yatağın başucundaki masadaki bardaktan bir yudum su içerek, “Kişisel tatmin aramanın nesi yanlış?” diye sordum.
Clara düşünceli bir bakışla, “Somut büyücülerin tarafım tutmayı Taisha'ya bırakın,” dedi. “Nagual'ın sana o kristal okları vermesine şaşmamalı.”
Sakin kalacağıma söz vermiş olmama rağmen, kristallerin sözünü duyduğumda, gerginlik dalgaları her yanımı sardı. Mideme öyle yoğun bir kramp girdi ki ishal olduğumdan emindim.
Clara, “Sana bizlerin 11e yaptığını açıklamam neredeyse olanaksız ve neden yaptığımızı anlatmak daha da zor,” dedi. “Bu soruları öğretmenine sormalısın.”
“Öğretmenim mi?”
“Beni dinlemiyorsun, Taisha. Sana bir öğretmenin olduğunu söylemiştim. Onunla henüz tanışmadın çünkü gereli enerjiye sahip değilsin. Onunla karşılaşmak nagual'la karşılaşmanın 011 katı fazla enerji gerektirir ve sen o karşılaşmadan sonra hala kendine gelemedin. Yeşil ve solgun görünüyorsun.”
Yeniden başım dönerek, “Sanırım grip oldum,” dedim.
Clara kafasını olumsuz anlamda salladı. Sözlerine devam etmeden önce, “Senin kötü bir düşkünlük gösterme hastalığın var,” dedi. “Nagual da sana soracağın herhangi bir şeyi açıklayabilir. Tek sorun senin onun bir erkek olduğunu düşünmen ve seninle birkaç dakikadan fazla konuşursa, gerisi belli, sen kadın kalıplarına geri dönersin. Senin öğretmenin bu nedenle bir kadın olmalı.”
Yataktan kalkmaya çalışarak, “Bu kadın-erkek isi üzerinde biraz fazla durmuyor musun?” dedim.
Kendimi zayıf hissettim ve bacaklarım titriyordu. Oda dönmeye başladı ve neredeyse bayılıyordum.
Clara tam zamanında beni kolumdan yakaladı.
‘Yakında üzerinde fazla durup durmadığımı göreceğiz,” dedi. “Haydi, dışarı çıkıp ağacın gölgesinde oturalım. Belki temiz hava seni kendine getirir.”
Clara uzun bir ceketi ve pijamaları giymeme yardım etti ve beni bir yatalakmışım gibi odadan arka avluya götürdü.
Avlunun neredeyse tümünü gölgeleyen dev zapote ağacının altına hasırdan örtülerin üstüne oturduk. Bir defasında, Clara'ya onun meyvesini yiyip yiyemeyeceğimi sormuştum. Clara bana sessiz olmamı işaret ederek, “Yalnızca ye, ama bundan söz etme,” demişti. Bana söylediğini yapmıştım, ama ondan beri sanki ağaca saygısızlık etmişim gibi kendimi hep suçlu hissetmiştim.
Sessizlikte rüzgârın yaprakları hışırdatmasını dinleyerek oturduk. Burası serin ve sakindi ve yeniden gevşemiş ve rahat hissettim. Bir süre sonra, Manfred evin yanındaki kapısına istediği gibi geri çıkabileceği geniş iki tarafa açılır bir kapı açılmış olan odasından ağır ağır yürüyerek geldi. Bana yaklaştı ve elimi yalamaya başladı. Onun anlamlı gözlerine baktım ve çok iyi iki arkadaş olduğumuzu biliyordum. Sanki onu davet etmişim gibi, gelip kucağıma yattı. Onu yumuşak ipeksi tüylerini okşadım ve ona karşı derin bir sevgi duydum. İçim açıklanamaz bir şefkatle dolarak, ona doğru eğildim ve ona sarıldım. Sonra anımsadığım tek şey ağlamaya başladığımdı, çünkü onun için çok üzgündüm.
Clara, “Kristallerin nerede?” diye sordu. Sesinin sert tonu beni gerçekliğe geri getirdi.
Gözlerimi ceketimin yakasıyla kurulamak için Manfred'i bırakarak, “Odamda,” dedim.
Manfred Clara'nın hoşnutsuzlukla bakan gözlerine baktı, kucağımdan atladı ve yakındaki bir ağacın altına oturmak için yol boyunca yürüdü.
Clara, “Onları her zaman yanında tutmalısın,” diye atıldı. “Bildiğin gibi, o kristaller gibi silahların savaş ya da barışla ilgisi yoktur. İstediğin kadar barıştan yana olabilirsin ama yine de silahlara gereksinimin olabilir. Aslında, onlara su anda, düşmanlarınla savaşmak için gereksinimin var.”
“Benim hiç düşmanım yok ki, Clara,” diye burnumu çektim. “Benim hayatta olduğumu bile kimse bilmiyor.”
Clara bana doğru eğildi. Yumuşak bir sesle, “Nagual sana o kristalleri düşmanlarını yok etmene yardımcı olman için verdi,” dedi.
“Eğer onlar su anda yanında olsaydı, onlarla büyücülük geçişlerini yapabilirdin ve bu da senin rahatsız edici kendine acımanı yok etmene yardım edebilirdi.”
Kendimi savunarak, “Kendim için üzülmüyordum, Clara,” dedim. “Zavallı Manfred için üzülüyordum.”
Clara güldü ve kafasını salladı. “Zavallı Manfred için üzülmenin hiçbir yolu yok. Hangi biçimde olursa olsun, o bir savaşçı. Diğer taraftan, kendine acımak senin içinde var ve kendini farklı yollardan ifade ediyor. Su anda buna 'Manfred için üzülmek' diyorsun.”
Gözlerim bir kez daha yaşarmaya başladı çünkü emniyette hissetmememle birlikte, Çoğunlukla kendim üzerine merkezlenmiş olan, dipsiz bir acıma havuzuna sahiptim. Bu tepkiyi, ömrünün her günü, ya da en azından benim onunla geçirdiğim her gün, kendine acıyan annemden öğrendiğimi farkına varmam için yeterli özetleme çalışması yapmıştım. Onda başka bir kişisel ifade görmediğimden, kendim için de bunu hissetmeyi öğrenmiştim.
Clara, “Kristal silahlarını parmaklarında tutmalı ve sana kendine acıma, ahlaksal kızgınlık ya da haklı üzüntü kılığında görünen kendine önem verme gibi anlaşılması zor düşmanlarının ortasında büyücülük geçişlerini yapmalısın,” diye sürdürdü.
Ona yalnızca kederle bakabiliyordum. Clara beni zayıf olmakla, biraz baskı altında kaldığımda dağılmakla suçladı. Ama beni en çok yaralayan bana aylardır yaptığım özetlemenin anlamsız olduğunu; bunların sadece düşüncelere dalıp gitme olduğunu, çünkü tek yaptığımın kendime nostaljik bir biçimde olağanüstü benliğimi anımsamak ya da pek o kadar olağanüstü olmayan anlarımı anımsayarak acıma duygulan içinde debelenmek olduğunu söylemesiydi.
Bana neden bu kadar şiddetle saldırdığını anlayamıyordum. Kulaklarım bir öfke dalgası duyduğumdan uğulduyordu. Kendimden Clara'ya beni duygusal olarak mahvetme fırsatını tanıdığım için nefret ederek, kontrol edilemez bir biçimde ağlamaya başladım. Onun sözlerini sanki uzaktan geliyormuş gibi duyuyordum; “kendine önem verme, amaçsızlık, kontrol edilmeyen hırslar, eleştirilmeyen şehvet, korkaklık; senin uçuşunu durdurmaya çalışan düşmanlarının listesinin sonu gelmiyor ve sen onlara karşı verdiğin savaşta amansız olmalısın,” diyordu.
Clara bana sakinleşmemi söyledi. Bana tavırlarımızın ve duygularımızın bizim gerçek düşmanlarımız olduğunu ve onların yolda karşılaşabileceğimiz tepeden tırnağa silahlı haydutlar kadar zararlı ve tehlikeli olduğunu göstermeye çalıştığını söyledi.
“Nagual sana o kristalleri enerjini toparlaman için verdi,” dedi. “Onlar dikkatimizi toplamak ve onu sabitlemek için harikadır. Bu kristallerin genel bir özelliğidir ve bu kristallerde yatan özel istençtir. Bunu başarmak için, tek yapman gereken büyücülük geçişlerini onlarla yapmandır.”
O anda kristallerin yanımda olmasını istedim; ama onun yerine Manfred'in sempatik, parlak gözlerine baktım. Kafamdan onların ışığı aynı kuvars kristallerin yaptığı gibi yansıttığı düşüncesi geçti. Bir an için, Manfred gözlerime baktı ve ben onun gözlerine bakarken zihnimde mantıksızca bir kesinlik belirdi. Manfred'in kadim geleneğin bir büyücüsü, bir büyücünün her nasılsa bir köpeğin bedenine hapsolmuş ruhu olduğunu biliyordum. Bunu düşündüğüm anda Manfred sanki beni doğrularmışçasına kesik kesik havladı.
O kristalleri benim için bir mağarada bulanın Manfred olup olmadığını, ya da beni eve ve araziye bakan tepelerdeki en iyi gözlem noktasına götürdüğü gibi nagual'ı kristallere götürüp götürmediğini düşünmeye başladım.
Clara spekülasyonlarımı keserek, “Bana bir defasında kristallerle ilgili bu kadar çok şeyi nasıl bildiğimi sormuştun,” dedi. “Sana o zaman söyleyemezdim, çünkü henüz nagual'la tanışmamıştın. Ama simdi onunla tanıştığına göre, sana anlatabilirim...” Derin bir soluk aldı ve bana doğru eğildi. “Bizler o kadim zaman büyücüleriyle aynı gelenekten gelen büyücüleriz.
Onların tüm ezoterik ayinlerini ve dualarını miras olarak aldık, ama onları nasıl kullanacağımızı bilmekle birlikte, onları kullanmakla ilgilenmiyoruz.
İçten bir hayretle, ama ona kafamdan geçen spekülasyonlardan söz etmeyi unutarak, “Manfred kadim bir büyücü!” dedim.
Clara bana sanki aklımın başımda olup olmadığını merak ediyormuşçasına baktı ve sonra o kadar çok güldü ki konuşmamız sona erdi. Manfred'in de sanki gülüyormuş gibi havladığım duydum. İşin korkutucu yanı ya Clara'nın gülmesinin yankılandığına ya da evin kösesinde saklanmış birisinin de güldüğüne yemin edebilirdim.
Kendimi tam bir embesil gibi hissettim. Clara Manfred'in gözlerinden yansıyan ışılda ilgili ayrıntıları dinlemek istemedi.
Clara beni, “Sana yavaş olduğunu ve o kadar zeki olmadığını söylemiştim, ama bana inanmamıştın,” diye azarladı.
“Ama endişelenme, hiçbirimiz o kadar zeki değiliz. Hepimiz kibirli, kafasız, kalın kafalı maymunlarız.”
Bu fikrin kafama girmesi için başıma vurdu. Bana kalın kafalı maymun denilmesinden hoşlanmamış tim, ama öğrendiğim şeyden hala o kadar heyecanlıydım ki bunu önemsemedim.
Clara, “Nagual'ın sana o kristalleri vermesinin birçok başka nedeni daha var,” diye sürdürdü, “ama bunları sana kendisi açıklamalı. Kesinlikle bildiğim bir şey var ki o da o kristaller için bir kese yapman gerekeceği.”
“Ne çeşit bir kese?”
“Sen hangi malzemeden istersen ondan yapacağın bir kap. Süet, keçe ya da yün hatta kullanmak istediğin oysa ağaç bile kullanabilirsin.”
“Kendininkiler için ne çeşit bir kese yaptın, Clara?”
Clara, “Bana kristal verilmedi,” dedi, “ama gençliğimde kristallerim vardı.”
“Kendinden sanki yaşlıymışsın gibi söz ediyorsun. Seni her gördüğümde, daha da genç görünüyorsun.”
Kendini bir çocuk gibi kaptırıp gülerek, “Bu o yanılsamayı yaratmak için bolca büyücülük geçişi yapıyor olmamdan,” dedi. “Büyücüler yanılsamalar yaratırlar. Manfred'e bir bak.”
Adının söylenmesiyle, Manfred kafasını ağacın arkasından uzattı ve bize baktı. Onun kendisinden söz ettiğimizi bildiği ve bir tek kelimesini bile kaçırmak istemediği gibi esrarengiz bir hisse kapıldım.
Sesimi otomatik olarak alçaltarak, “Ya Manfred?” diye sordum.
Clara fısıldayarak, “İnsan onun bir köpek olduğuna yemin edebilir,” dedi. “Ama bu onun bir yanılsama yaratma gücü.” Clara beni dirseğiyle dürttü ve bana gizlice göz kırptı. “Gördün mü, kesinlikle haklısın, Taisha. Manfred hiç de bir köpek değil.”
Clara beni Manfred için kendisine katılmaya kandırmaya mı çalışıyordu, çünkü Manfred şimdi oturuyordu ve kesinlikle söylediğimiz her sözcüğü dinliyordu, yoksa Clara gerçekten söylediği şeyi, Manfred'in bir köpek olmadığını mı, mi söylemek istiyordu anlayamamıştım. Hangisinin doğru olduğunu anlamadan, evin içinden gelen tiz bir gürültü hem Clara'nın hem de Manfred'in ayağa fırlayarak aceleyle o yöne koşmalarına neden oldu. Onları izlemeye başladım, ama Clara arkasına dönerek bana tersçe, “Sen olduğun yerde kal. Hemen döneceğim,” dedi.
Clara koşarak eve girerken Manfred onu izledi.