Eski SessizBilgi - - - - - Yeni SessizBilgi
Alt Limit:
Kaç tane -->

4 tinin inisi _ 3 birlesim noktasini hareket ettirmek


Birkaç gün sonra don Juan’la dağlara bir gezinti yaptık. Yarı yolda, dağ eteklerinde dinlenmek için durduk. Günün erken saatlerinde don Juan farkındalıkta ustalaşmanın bazı incelikli yönlerini açıklayabileceği uygun bir ortam bulmaya karar verdi. Genellikle batıdaki dağlara doğru gitmeyi tercih ederdi, oysa şimdi doğudaki zirvelere doğru gitmeyi seçmişti. Çok daha yüksek ve daha uzaktaydılar. Bana daha uğursuz, karanlık ve büyük göründüler. Ama bu izlenim bana mı aitti yoksa don Juan’ın bu dağlara karşı beslediği duyguları mı hissediyardum, bundan tam emin değildim.

Sırt çantamı açtım. İçinde don Juan’ın grubundaki kadın görücülerin benim için hazırladığı bir şeyler vardı. Bakınca, peynir koymuş olduklarını gördüm. Birden bir sıkıntı hissettim, çünkü her ne kadar peyniri sevsem de bana yaramıyordu. Yine de önerildiği zaman reddedemiyordum.

Don Juan bunu gerçek bir zaaf olarak nitelemiş ve bu özelliğimle dalga geçmişti. İlk önce biraz utanmıştım ama sonra anladım ki ortalıkta peynir olmadığında onu aramadığımı fark ettim. Sorun, don Juan’ın grubundaki bazı şakacıların her seferinde, sonunda dayanamayıp yediğim büyük bir topak peyniri benim için paketlemeleriydi.

“Bi oturuşta ye bitir,” diye tavsiye etti don Juan gözlerinde yaramaz bir parıltıyla. “Böylece daha fazla endişelenmene gerek kalmaz.”

Önerisinden etkilenmişçesine, tüm peyniri gövdeye indirmek için çok yoğun bir istek duydum. Don Juan o kadar çok güldü ki, beni bu hale düşürmek için bu durumu grubundaki diğer büyücülerle birlikte hazırladığından bir kez daha kuşkulandım.

Daha ciddi bir ifadeyle, geceyi dağın eteklerinde geçirip, bir iki gün içinde yüksek zirvelere ulaşmayı önerdi. Kabul ettim.

Don Juan durup dururken, iz sürmenin dört biçimiyle ilgili herhangi bir şey anımsayıp anımsamadığımı sordu. Denediğimi, ama belleğimin beni hayal kırıklığına uğrattığını belirttim.

“Acımasızlığın doğası üzerine sana öğrettiklerimi anımsamıyor musun?” diye sordu. “Acımasızlık, hani şu kendine acımanın tersi?”

Anımsayamıyordum. Don Juan şimdi ne söyleyeceğini düşünüyormuş gibi görünüyordu. Sonra durdu. Dudakları sahte bir bezginlik edasıyla sarktı. Omuzlarını silkti, ayağa kalkıp çabucak bir tepenin üzerindeki ufak düzlüğe ulaşan kısa mesafeyi yürüdü.

“Bütün büyücüler acımasızdır,” dedi ikimiz yere otururken. “Ama bunu zaten biliyorsun, seninle uzun uzun tartışmıştık bu konuyu.”

Uzun bir sessizlikten sonra, büyücülüğün soyut özleri üzerine konuşmaya devam edeceğimizi, ancak onlar hakkında konuşmayı giderek daha az istemeye başladığını, çünkü onları kendi kendime keşfetme ve anlamlarını açığa çıkarma zamanımın yaklaştığını söyledi.

“Sana daha önce de söylediğim gibi,” dedi, “büyücülük öykülerinin dördüncü soyut özü, tinin inişi ya da niyet tarafından harekete geçirilmek diye adlandırılır. Öyküde anlatıldığına göre, tin, hakkında konuştuğumuz adama büyücülüğün gizemlerini gösterebilmek için onun üzerine inmek zorundaymış. Tin bunun için, adamın şaşkın, korumasız olduğu bi anı seçmiş ve hiçbi acıma göstermeden adamın birleşim noktasının özel bir konuma hareket etmesini sağlamış. Bu özel konum, büyücüler arasında sonradan acımanın olmadığı nokta olarak bilinen konumdur. Böylelikle, acımasızlık büyücülüğün ilk ilkesi olmuş.

“İlk ilke büyücülük çömezi olmanın ilk etkisi olan normal farkındalıktan ileri farkındalığa geçiş değişimi ile karıştırılmamalı.”

“Bana ne söylemeye çalıştığını anlamıyorum,” diye yakındım.

“Birleşim noktasının yerinden oynaması bi büyücü çömezinin başına gelen ilk şeydir, demek istiyorum,” diye yanıtladı. “Yani, bi çömezin bunu büyücülüğün ilk ilkesi olarak varsayması oldukça doğaldır. Ama aslında öyle değil. Büyücülüğün ilk ilkesi acımasızlıktır. Bunu zaten daha önce de konuşmuştuk. Şu anda yalnızca anımsamana yardımcı olmaya çalışıyorum.”

Neden bahsettiğine değin hiçbir fikrimin olmadığını dürüstçe söyleyebilirdim, ama öyle olmadığına dair garip bir duygu vardı içimde.

“Sana acımasızlığı öğrettiğim ilk anı geri getir,” diye diretti. “Bunu birleşim noktanı hareket ettirerek yapabilirsin.”

Önerisini dikkate alıp almadığımı görmek için bir an duraksadı. Bunu beceremediğim ortada olduğundan, açıklamasına devam etti.

İleri farkındalığa kaymadaki gizeme rağmen, kişinin tek ihtiyacının bunu tinin varlığı ile başarmak olduğunu söyledi.

Ona o gün ya onun ifadelerinin çok kapalı olduğunu ya da benim çok dolmuş olduğumu, çünkü düşünce dizgesini hiç mi hiç takip edemediğimi söyledim. Sert bir şekilde kafa karışıklığımın önemsiz olduğunu, önemli olan tek şeyin tinle kurulacak bir bağlantı yoluyla birleşim noktasında istenen her hareketin sağlanabileceğini anlamam olduğunu söyledi.

“Sana nagual’ın tin için bi araç olduğunu söylemiştim,” diye sürdürdü konuşmasını. “Niyet ile olan bağlantı hattını yeniden tanımlamak adına kusursuz bi ömür geçirdiği ve sıradan insandan daha fazla erkeye sahip olduğu için, tinin kendisini onu kullanarak ifade etmesini sağlayabilir. Böylece bi büyücü çömezinin deneyimlediği ilk şey farkındalık düzeyindeki bi değişme olur, bu değişim yalnızca nagualın varlığından kaynaklanır. Ve bilmeni istiyorum ki birleşim noktasını oynatmak için aslında hiçbi yöntem yoktur. Tin çömeze dokunur ve çömezin birleşim noktası hareket eder. İşte hepsi bu kadar basit.”

Ona iddialarının beni rahatsız ettiğini, çünkü kişisel deneyimimle zar zor kabul etmeyi öğrendiğim şeylere ters düştüğünü söyledim: ben, ileri farkındalığın açıklanamaz olmasına rağmen inceden inceye işlenmiş ve don Juan’ın algımı yönlendirerek idare ettiği bir manevra olduğunu düşünüyordum. Birlikte olduğumuz yıllar boyunca, sırtıma patlattığı okkalı şaplaklarla beni birçok defa ileri farkındalık durumuna sokmuştu. Bu çelişkiye dikkatini çektim.

Sırtıma vurmasının, algımı yönlendirmekten çok, dikkati­ mi toplamam ve kuşkularımdan sıyrılmam için kullandığı bir hile olduğunu söyledi. Bunu orta karar kişiliğiyle uyumlu basit bir hile olarak nitelendirdi. Tuhaf numaralardan uzak duran sade bir insan olduğu için şükretmem gerektiğini, yoksa kuşkularımın dağılması ve birleşim noktamın tin tarafından hareket ettirilebilmesi için böyle basit bir numara yerine çok acaip bir takım ritüellere katlanmak zorunda kalacağımı söyledi.

“Sihrin bizi yakalamasını sağlamak için yapmamız gereken şey kuşkuyu zihnimizden kovmaktır,” dedi. “Kuşkular bi kez kovuldu mu her şey olasıdır.”

Bana aylar önce Mexico City’de tanık olduğum ve kendisi büyücülük dünyasının terimleriyle açıklamadan önce anlaşılmaz bulduğum bir olayı anımsattı.

Tanık olduğum olay ünlü bir otacı tarafından gerçekleştirilen cerrahi bir operasyondu. Hasta, benim bir arkadaşımdı ve otacı kadın, operasyon sırasında çok dokunaklı bir esrime durumuna girmişti.

Kadının bir mutfak bıçağı kullanarak arkadaşımın karın boşluğunu açışını, hasta karaciğeri çıkarıp içi alkol dolu bir kapta yıkayışını, karaciğeri geri koyuşunu ve kansız yarığı sadece ellerinin baskısıyla kapatışını izlemiştim.

Yarı karanlık odada ameliyata tanık olanların bir kısmını

benim gibi meraklı gözlemciler, bir kısmını da otacının yardımcıları oluşturuyordu.

Ameliyat sonrası bu gözlemcilerden üçüyle konuştum. Onlar da benim tanık olduğum olayların aynısını gördüklerini kabul ettiler. Hastayla, yani arkadaşımla konuştuğumda, ameliyatı midesinde süregiden bir ağrı ve sağ yanında süregiden bir yanma duygusu olarak yaşadığını söyledi.

Don Juan’a bütün olan biteni anlattıktan sonra alaylı bir açıklama yapma cüreti bile göstermiş, yarı karanlık odanın her türlü el çabukluğuna, bu arada iç organın sanki gerçekten çıkarılmış ve alkolde yıkanmış gibi görünmesine neden olmuş olabileceğini söylemiştim. Otacının dokunaklı esrimesinin neden olduğu duygusal sarsıntı— ki bunu da üçkâğıtçılık olarak görüyordum— ortamda neredeyse inanç dolu bir hava yaratmıştı.

Don Juan bunun alaycı bir açıklama değil, alaycı bir görüş olduğunu söylemişti, çünkü söylediklerim arkadaşımın iyileşmiş olduğu gerçeğini açıklamıyordu. Daha sonra kendisi, olayı otacının tüm izleyicilerin birleşim noktalarını hareket ettirebildiği çarpıcı gerçeğine dayanarak açıkladığı, büyücülük bilgisi kaynaklı başka bir görüş ileri sürmüştü. İşin içindeki tek hile—ki buna da hile denilebilirse—odadaki mevcut kişilerin sayısının kadının başa çıkabileceğinden fazla olmamasıydı.

Otacının dokunaklı esrimesi ve bunu izleyen oyunculuğu, don Juan’a göre ya otacının odadaki insanların dikkatini çekmek için kullandığı araçlar ya da tinin kendisi tarafından yönetilen bilinçdışı manevralardı. Hangisi olursa olsun, bunlar otacının orada bulunanların zihninden kuşkuyu uzaklaştırıp, onları ileri farkındalığa kaymaya zorlamak üzere gereksindiği düşünce birliğini besleyebilmesi için en uygun araçlardı.

Don Juan’ın üzerine basa basa söylediğine göre, bedeni bir mutfak bıçağıyla açması ve iç organları çıkarması el çabukluğu değil, ileri farkındalıkta gerçekleşen, bu nedenle de gündelik hayat yargısıyla değerlendirilemeyecek gerçek olaylarmış.

Don Juan’a otacının hiç kimseye dokunmadan izleyicilerin birleşim noktalarını nasıl olup da hareket ettirebildiğini sordum. Ona göre, otacının gücü ister bir armağan isterse kendi becerisi olsun, tine hizmet eden bir araçtı. Böylelikle oradaki insanlann birleşim noktalarını hareket ettiren, otacı değil, tinin kendisiydi.

“O zaman sana anlatmıştım, gerçi bi kelimesini bile anlamamıştın,” diye devam etti don Juan, “otacının sanatı ve erki mevcut olanların zihinlerindeki kuşkuları uzaklaştırmak içindi. Bunu yaparak, tinin birleşim noktalarını hareket ettirmesini sağlıyordu. Birleşim noktası bi kez hareket etti mi her şey olasıdır. Oradaki izleyiciler böylece mucizelerin olağan olduğu bi aleme girdiler.”

Gönüldeş bir edayla, otacının aslında bir büyücü olması gerektiğini, eğer ameliyatı anımsama konusunda biraz çaba gösterirsem, onun kendisini izleyenlere, özellikle de hastaya karşı acımasız bir tavrı olduğunu anlayabileceğimi belirtti.

Ona, o seanstan anımsadıklarımı tekrarladım. Otacının düz, kadınsı ses tonu, esrimeyle birlikte gıcırtılı, derinden gelen bir erkek sesine dönüşmüştü. Bu ses, Kolomb öncesi bir savaşçının ruhunun otacının bedenini ele geçirdiğini söylemişti. Bundan sonra otacının tavrı büyük oranda değişmiş, kendinden emin bir kesinlik ve tutarlılıkla eyleme girişmişti.

“Ben, ‘kesinlik’ ve ‘tutarlılık’ yerine ‘acımasızlık’ demeyi yeğlerim,” diye devam etti don Juan, “o otacı, tinin müdahalesi için uygun ortamı hazırlamak üzere kararlı olmak zorundaydı.”

Bu ameliyat türündeki açıklaması güç olayların, aslında çok basit olduklarını belirtti. Onları bizim gözümüzde zor ya da anlaşılmaz kılan düşünme konusundaki ısrarımızmış. Eğer düşünmezsek, her şeyin yerli yerine oturduğunu görürmüşüz.

“Bu cidden çok saçma don Juan,” dedim, gerçekten de demek istediğim buydu.

Ona, bütün çömezlerinden iyi birer düşünür olmalarını beklediğini, hatta kendi velinimetini böyle olmadığı için eleştirdiğini, anımsattım.

“Çevremdeki herkesin açık bi şekilde düşünmesini isterim tabii ki,” dedi. “Ve dinlemek isteyen herkese apaçık düşünmenin tek yolunun hiç düşünmemek olduğunu açıklarım. Büyücülüğe mahsus bu çelişkiyi anladığını sanmıştım.”

Sesimi yükselterek açıklamalarının belirsizliğine isyan ettim. Güldü ve benim kendimi savunma takıntımla dalga geçti. Sonra, bir büyücü için iki tür düşünme şekli olduğunu açıkladı. Bunlardan ilki, birleşim noktasının olağan konumu tarafından belirlenen gündelik düşünme şekliydi. Bu, onun gereksinimlerini karşılamaktan uzak, kafasında büyük soru işaretleri bırakan, bulanık bir yolmuş. Diğeri, kusursuz düşünmeydi. Bu, işlevsel, tutumlu ve çok az şeyi karanlıkta bırakan bir düşünme tarzıymış. Don Juan, böyle düşünebilmeyi becerebilmek için birleşim noktasının hareket etmesi gerektiğini ya da en azından gündelik düşünme tarzının birleşim noktasının hareket edebilmesini sağlamak üzere durması gerektiğini belirtti. Aslında bir çelişki olmayan, çelişik gibi görünen de buymuş.

“Geçmişte yapmış olduğun bi şeyi anımsamanı istiyorum senden,” dedi. “Birleşim noktanın özel bi hareketini. Ve bunu yapabilmek için olağan düşünme şeklini durdurman gerekecek. Böylece benim kusursuz düşünme dediğim tarz ortaya çıkacak ve anımsamanı sağlayacak.”

Ne yanıt vereceğini bile bile, “Ama düşünmeyi nasıl durdurabilirim?” diye sordum.

“Birleşim noktanın hareket etmesini niyet ederek,” dedi. “Niyet gözlerle çağrılır.”

Don Juan’a, zihnimin her şeyin kristal berraklığında olduğu bir durumla, söylediklerini anlayamadığım derin bir yorgunluk arasında gidip geldiğini söyledim. Bu kararsızlığın, birleşim noktamdaki ufak hareketlenmeler nedeniyle olduğunu söyleyerek beni rahatlatmaya çalıştı. Birleşim noktam, birkaç yıl önce ulaşmış olduğu yeni konumunda henüz sabitlenememişti ve kendine acıma duygumdan arta kalanlar böyle bir dalgalanma yaratıyordu.

“Bu yeni konum da ne, don Juan?” diye sordum.

“Birleşim noktan yıllar önce kendine acıma duygusunun olmadığı bir konuma ulaştı—ki senden anımsamanı istediğim de bu,” diye yanıtladı.

“Affedersin ama ne dedin?” dedim.

“Kendine acımanın olmadığı yer, acımasızlığın yanı başındadır,” dedi, “Ama sen bütün bunları biliyorsun. Yine de şimdilik, sen anımsayana dek, acımasızlığın birleşim noktasının özel bi konumu olarak, kendini büyücülerin gözlerinde gösterdiğini söyleyelim. Bu, gözlerdeki parıltılı bi tabaka gibidir. Büyücülerin gözleri çok parlaktır. Büyücü ne kadar acımasızsa, parıltı da o kadar yoğundur. Şu anda senin gözlerin donuk.”

Birleşim noktası kendine acımanın olmadığı yere hareket ettiğinde, gözlerin parlamaya başladığını açıkladı. Ve bu yeni konumunda ne kadar sağlam tutunursa gözlerdeki parıltı o kadar yoğun olurmuş.

“Bu konuda zaten bildiğin şeyleri yeniden toplamaya çalış,” diye üsteledi.

Bir süre sessiz kaldıktan sonra bana bakmadan konuşmaya başladı.

“Yeniden toparlamak, anımsamakla aynı şey değildir,” diye devam etti. “Anımsamak, gündelik düşünme tarzı tarafından yönlendirilir, yeniden toparlamak ise birleşim noktasının hareketi tarafından. Büyücülerin yaptığı gibi hayatının bi özetini yapmak birleşim noktasının hareketi için anahtardır. Büyücüler kendi hayatlarının özetini yapmaya en önemli olay ve eylemleri düşünerek ve anımsayarak başlarlar. Sadece olay hakkında düşünmek bile onları yeniden o olayın yanı başına taşır. Bunu yapabildikleri zaman—yani kendilerini olayın yanı başına taşıdıklarında— birleşim noktalarını olayın gerçekleştiği noktaya oynatmayı başarmışlardır. Birleşim noktasını oynatma yoluyla bi olayı bütünüyle geri getirmeye, büyücülerin yeniden toparlaması denir.

Dinlediğimden emin olmak istermiş gibi bir an gözlerini bana dikti.

“Birleşim noktalarımız sürekli hareket ediyor,” diye açıkladı don Juan, “algılanamaz değişimler bunlar. Büyücüler, birleşim noktalarının belli noktalara oynaması için niyeti işin içine karıştırmamız gerektiğini düşünürler. Niyetin ne olduğunun bilinmesine olanak olmadığından, gözlerinin onu çağırmasına izin verirler.”

“Bütün bunlar benim için tamamıyla anlaşılmaz şeyler,” dedim.

Don Juan ellerini ensesinde birleştirdi ve yere uzandı. Ben de aynısını yaptım. Uzun bir süre sessiz kaldık. Rüzgâr bulutları akarcasına hareket ettiriyordu. Devinimleri neredeyse başımı döndürdü. Sonra baş dönmesi bildik bir keder duygusuna bıraktı yerini.

Don Juan’la her beraber olduğumda, özellikle sessizken ve dinleniyorken, ezici bir ümitsizlik duyuyordum— açıklayamadığım bir şeye karşı duyduğum özlem. Yalnızken ya da başka insanlarla birlikteyken bu duygunun esiri değildim. Don Juan, ne hissettiğimi açıkladı ve bunu birleşim noktamın ani olarak hareket etmesi olarak yorumladı.

O konuşmaya başlayınca sesi beni birdenbire sarstı ve ayağa kalktım.

“Gözlerinin ilk parladığı anı yeniden toparlamalasın,” dedi. “çünkü ilk kez o an birleşim noktan kendine acımanın olmadığı konuma ulaşmıştı. Daha sonra acımasızlık ele geçirdi seni. Acımasızlık bi büyücünün gözünü parlatır ve bu parlaklık da niyeti çağırır. Birleşim noktasının hareket ettiği her nokta, büyücülerin gözünde özel bi parlamayla kendini gösterir. Gözlerinin kendi belleği olduğundan, yeniden toparlamayı o alanla birleşmiş belirgin parıldamayı çağırarak geri getirebilirler.”

Büyücülerin gözlerindeki parıltıya ve bakışlarına bu kadar önem vermelerinin nedeninin, gözlerin niyetle dolaysız bağlantısı yüzünden olduğunu söyledi. Her ne kadar çelişkili görünse de gözlerin gündelik hayatla sadece yüzeysel bir ilgisi varmış. Daha derinde olansa soyutla olan bağlantılarıymış. Gözlerimin bu tür bir bilgiyi nasıl saklayacağını pek anlayamadığımı söyledim. Don Juan insanın olanaklarının çok geniş ve gizemli olduğunu ve büyücülerin bunlar üzerine düşünmek yerine, anlama ümidini bir tarafa bırakarak, keşfetmeyi seçtiklerini söyledi.

Ona sıradan insanın gözlerinin de niyetten etkilenip etkilenmediğini sordum.

“Tabii ki etkilenir,” dedi. “Bütün bunları biliyorsun sen. Ancak o kadar derin bi düzeyde biliyorsun ki, buna sessiz bilgi diyebiliriz. Bunu yalnızca kendine açıklayacak kadar bile erken yok henüz.

“Sıradan insan da gözleri hakkında aynı bilgilere sahiptir, ama onun senden bile az erkesi vardır. Büyücülerin sıradan insanlara karşı sahip oldukları tek üstünlük, erkelerini biriktirmiş olmaları, dolayısıyla niyetle daha kesin ve açık bi bağlantılarının olması. Doğal olarak, bu da istediklerinde gözlerinin parıltısını birleşim noktasını hareket ettirmek için kullanarak, yeniden toparlama yapabilecekleri anlamına geliyor.”

Don Juan konuşmayı kesti ve bakışlarını üzerime odakladı. Açıkça, gözleriyle, içimdeki tanımsız bir şeyi yönlendirdiğini, itelediğini ve çekiştirdiğini duyumsayabiliyordum. Bakış­ larından sıyrılamıyordum. Odaklanışı o kadar yoğundu ki, ben­ de bedensel bir duyum yarattı: kendimi bir fırının içinde gibi hissettim. Ve aniden içe döndüğümü anladım. Her şeyi boş verdiğim bir uyku gibiydi, ancak buna kendime ait bir iç farkındalık ve düşünce yokluğu eşlik ediyordu. Farkındalığım çok yüksek bir noktadaydı, içe doğru bakıyordum, hiçliğe doğru.

Büyük bir çabayla bundan kendimi çektim ve ayağa kalktım.

“Bana ne yaptın, don Juan?”

“Bazen gerçekten dayanılmaz oluyorsun,” dedi. “Savurganlığın sinir bozucu düzeyde. Birleşim noktan istediğin herhangi bir şeyi toparlayabileceğin bir noktaya gelmişti ki, sen ne yaptın? Sana ne yaptığımı sormak için, hepsinin akıp gitmesin izin verdin.”

Bir an sessiz kaldı ve ben yeniden otururken gülümsedi.

“Ama can sıkıcı olman senin en önemli meziyetin,” diye ekledi. “O zaman neden şikayetçi olacakmışım?”

İkimiz de yüksek sesle gülmeye başladık. Özel bir şakaydı.

Yıllar önce, don Juan’ın kendini bana yardım etmeye adamasından hem derin bir şekilde etkilenmiştim, hem de bu çok kafamı karıştırmıştı. Bana neden bu kadar nezaket gösterdiğini bir türlü anlayamıyordum. Bana hayatında hiçbir şekilde ihtiyaç duymadığı ortadaydı. Bana yatırım da yapmıyordu. Ama yaşadığım acı deneyimlerden hiçbir şeyin bedava olmadığını anlamıştım ve don Juan’ın ödülünün ne olduğunu öngörememek beni fena halde tedirgin ediyordu.

Bir gün dobra dobra ve oldukça alaycı bir tonda birlikteliğimizden onun kazancının ne olduğunu sordum. Bunu kestiremediğimi söyledim.

“Senin anlayabileceğin bi şey değil,” diye yanıtladı. Yanıtı canımı sıkmıştı. Saldırgan denilebilecek bir tavırla,

aptal olmadığımı, en azından bana anlatmayı deneyebileceğini söyledim.

“Peki o zaman, sadece şunu söyleyeyim, anlayabilecek olmana rağmen bunu kesinlikle beğenmeyeceksin,” dedi, beni bir durumla karşılaşmaya hazırladığı zamanlarda yüzünde beliren o gülümsemesiyle.

Zokayı yutmuştum, söylediklerinin ne anlama geldiğini açıklaması için ısrar ettim.

“Gerçeği duymak istediğinden emin misin?” diye sordu, yaşamımın buna bağlı olduğunu bilsem bile hayır demeyeceğimi bile bile.

“Tabii ki duymak istiyorum,” dedim sözünü kesercesine.

Müthiş bir şaka yapmışım gibi gülmeye başladı. O güldükçe can sıkıntım arttı.

“Bu kadar komik olan ne, anlamıyorum, “ dedim.

“Bazen dipteki gerçeği kurcalamamak gerekir,” diye yanıtladı. Buradaki derin gerçek şeylerin büyük bi yığınından oluşmuş en dipteki bi kütle gibi. En derindeki taşa dikkatlice bakacak olursak, sonuçlarından hoşlanmayabiliriz. Bundan uzak durmayı yeğlerim.”

Yeniden güldü. Yaramazlıkla parıldayan gözleri beni konunun peşini bırakmamaya davet ediyordu. Ve ben de yeniden neden bahsettiğini anlamam gerektiği konusunda ısrar ettim. Sakin ama tutarlı olmaya çalışıyordum.

“iyi, eğer istediğin buysa,” dedi, ısrarın baskısı altında ezilmiş birinin edasıyla.

“Hepsinden önce, senin için yaptığım her şeyi karşılık beklemeksizin yaptığımı söylemeliyim. Bunun için ödeme yapman gerekmiyor. Bildiğin gibi seninle birlikteyken hep kusursuzdum. Ve yine bildiğin gibi kusursuzluğum bi yatırım değil. Kendime bakamayacak kadar dermansız düşerim diye seni bana bakmaya hazırlamıyorum. Ama senle olan beraberliğimizden, az önce bahsettiğim en derindeki taşla kusursuzca uğraşma yoluyla paha biçilmez bi ödül elde ediyorum. Ve elde ettiğim bu şey, belki de senin anlayabileceğin ya da hoşlanacağın bi şey değil.

Durdu ve gözlerinde şeytani bir parıltıyla beni izledi.

“Anlat şunu bana, don Juan,” diye sesimi yükselttim, geciktirme taktiğinden rahatsız olmuş bir halde.

“Senin üstelemen üzerine anlattığımı unutmamanı istiyorum,” dedi gülümsemeye devam ederek.

Yine durdu. Sinirden burnumdan solumaya başlamıştım.

“Eğer beni sana karşı tavırlarıma göre yargılayacak olursan,” dedi, “sabır ve tutarlılık konusunda kusursuz bi örnek olduğumu doğrulaman gerekecek. Bilmediğin şey, bunu başarabilmek için yaşamımda daha önce asla yapmadığım kadar bu kusursuzluk için savaşmış olmam. Seninle vakit geçirebilmek için, en dayanılmaz çabayı göstererek kendimi her gün dönüştürmem gerekti.”

Don Juan haklıydı. Söylediklerinden hoşlanmamıştım. Bunu göstermemek için, alaycı bir tavır takındım.

“O kadar da kötü değilim, don Juan,” dedim.



Sessizliğin Erki nin iki çevirisi var bende.Diğer kitapta yukarıdaki yazı devam ediyor.



mümkünse ekleyebilirmisin?



...


Sesimdeki sahte ton beni şaşırtmıştı.

'Evet o kadar kötüsün' dedi don Juan ağırbaşlı bir edayla. 'Beş para etmezsin, savurgansın, dik kafalısın, baskıcısın, hemencecik parlarsın, kibirlisin. Suratsızın tekisin, hantalsın, nankörsün.Kendine düşkünlüğünün üstüne yoktur eminim. En kötüsü de kendini bi matah sanman, oysa kof bi adamsın sen. İçtenlikle söyleyim ki seni sırf görmek dahi kusmak istetiyor bana.'

Ona kızmak istedim. Ona karşı çıkmak,yakınarak benimle o şekilde konuşmaya hakkı olmadığını söylemek istedim, ama ağzımdan tek bi sözcük bile çıkaramadım. Ezilmiştim. Donup kalmıştım.

Acı gerçeği işitince yüzümün ifadesi kim bilir ne hal almıştı ki don Juan ın kahkaha tufanında boğuluyor sanmıştım.

'Hoşuna gitmeyeceğini ya da anlamayacağını söylemiştim sana' dedi don Juan. 'Savaşçıların usları çok yalındır, ama kurnazlıklarının sınırı yoktur. Bi savaşçıya onun kendi duygularını hiçe sayarak gerçek bir kusursuz olma fırsatı sunulması, eşi bulunmaz bi şanstır. Sen bana böyle bi şans sundun. Özgürce verme edimi ve kusursuzluk beni gençleştiriyor, enerji alemine hayranlığımı tazeliyor. Seninle birlikteliğimden kazancımın değeri benim için paha biçilmezdir. Sana borçluyum ben.'

Don Juan bana bakarken gözleri ışıldıyordu, hınzırca değildi ama bu kez.

Don Juan neler yapmış olduğunu açıklmaya başladı.

'Ben nagualım,senin birleşim noktanı gözlerimin ışıltısıyla devindirdim' dedi kayıtsızca. 'Nagualın gözleri bunu yapabilir. Zor bi şey değil. Öyle ya, tüm yaşayan varlıkların gözleri bi başkasının birleşim noktasını devindirebilir, özellikle gözleri niyete odaklanmış ise. Ne var ki normal koşullar altında insanların gözleri dünyaya odaklanmıştır, yiyecek aramak...barınak aramak...'

Don Juan omzuma dürttü.

'Aşk aramak' diye ekleyip kahkayaı bastırdı.

Don Juan her fırsatta benim 'aşk aramak' sözümü tiye alırdı. Bir zamanlar bana, hayatta harıl harıl aradığım şeyin ne olduğunu sorduğunda ona vermiş olduğum safça bi yanıtı asla unutmaz. Aslında don Juan'ın amacı, açık seçik bir hedefim olmadığını kabul etmemi sağlamaktı, ben hedefimin aşk aramak olduğunu söyleyince kahkahasını gene koyvermişti.

'iyi avcı, avını gözleriyle ipnotize eder,oysa gözleri hala bu dünyaya odaklı kalır,yiyecek aramak için.'

Don Juan'a büyücüler gözleriyle insanları ipnotize edebilirler mi diye sordum. Kıkırdayarak güldü,benim asıl öğrenmek istediğim şeyin gözlerimin gerçekte bu dünyaya odaklanmış aşk arıyor olmasına karşın, kadınları bakışlarımla ipnotize edip edemeyeceğim olduğunu söyledi. Sonra da ağırbaşlı bir biçimde büyücülerin emniyet sübaplarının, gözleri gerçekten niyete odaklandığı zaman, artık hiç kimseyi ipnotize falan etmekle ilgilenmemek olduğunu ekledi.

'Ne var ki büyücüler için kendilerinin ya da başkalarının birleşim noktalarını devindirmek amacıyla gözlerinin ışıltısını kullanabilmeleri için' diye sürdürdü don Juan 'acımasız olmaları da gerekir. Yani acımanın olmadığı yer denilen birleşim noktasının doğru konumunu iyi bilmeleri şarttır. Elbet naguallar için bu özellikle kaçınılmazdır.'

Don Juan her nagualın kendisine özgü bi acımasızlık biçimi geliştirdiğini söyledi. Benim durumumu örnek göstererek,benim hercai yapım gereği, görücülerin beni dört sıkıştırılmış balondan oluşan bi küre -ki bi nagualın olağan yapısıdır- şeklinde değil de, yalnızca üç sıkıştırılmış balondan oluşan bi küre şeklinde algıladıklarını anlattı. Benim bu biçimlenmem, acımasızlığımı otomatik olarak bir düşkünlük, bir rahatlık maskesi altında gizlememe yol açıyormuş.

'Naguallar insanı çok yanıltırlar' diye sürdürdü don juan 'hep olmadıkları bi şeyler imiş izlenimini verirler,üstelik bunu öyle usturupluca yaparlar ki, onları en yakından tanıyanlar dahil herkes onun bu oyununa inanır.'

Benim kendimi bi maske altında gizlediğimi nasıl söyleyebildiğini gerçekten anlamıyorum, don Juan diye karşı çıktım.

'Sen kendini millete düşkün, rahat bi adam imişsin gibi satmaktasın' dedi don Juan. 'Cömert, sevecen mi sevecen bi insan izlenimi veriyorsun. Herkes de senin gerçekten öyle olduğuna inanıyor. Senin öyle yaratılmış olduğun üzerine yemin bile eder onlar.'

'Ama ben sahiden öyleyim.'

Don Juan gülmekten iki büklüm oldu.

Konuşmalarımızın yönü hoşlanmadığım bir doğrultuya girmişti. Bu işi burada halletmek istedim. Ateşli bi şekilde yapmış olduğum her şeyde dürüstlüğü elden bırakmadığımı, bunun dışında bir davranışımı görmüşse hodri meydan, bir örnek vermesini söyledim. don Juan benim insanlara zorgulu biçimde gereksiz bir cömertlikle davrandığımı, onlarda rahat ve açık bi kişi olduğum sahte duyumunu yarattığımı.Bende kendimi savunarak açıklığın benim doğam gereği olduğunu söyledim.


Don Juan gülerek, şayet bu doğruysa ilişkide bulunduğum kimseleri, onları kandırdığımın farkında olmaları için niçin hep - elbet dile getirmeksizin-zorladığımı sorarak karşılık verdi. Bunun kanıtı, onların benim hilemin farkına varmayıp benim sahte rahatlığımı gerçekmiş gibi kabul ettikleri zaman, benim onlara, maskelemeye çalıştığım katı acımasızlığın ta kendisini derhal göstermem imiş.

Don Juan'ın eleştirilerine karşı onunla tartışmaya kalkışamadığımdan dolayı, çaresizlikten deliye döndüm. Bir şey söylemedim. İncindiğimi göstermek istemiyordum. Don Juan ayağa kalkıp da yürüyerek uzaklaşmaya başladığında ne yapmam gerektiğini düşünmekteydim. Gidip kolundan tutarak onu durdurdum. Planlamadığım bu davranışım beni şaşırtmış, onu ise güldümüştü. Don Juan yüzünde hayret ifadesi yeniden oturdu.

'Sana kabalık etmek istememiştim' dedim 'ama bu konuda daha çok şey bilmem lazım. Altüst olmuş durumdayım'

'Birleşim noktanı devindir' dedi kesin bi dille.'Acımasızlıktan daha önce de söz etmiştik. Onları aklına getir!'

Don Juan bana yürekten bi beklentiyle bakmaktaysa da, hiç bi şeyi aklıma getirememiş olduğumu görmüş olacak ki nagualların acımasızlık biçimleri üzerinde konuşmasını sürdürdü. Kendi yönteminin insanları, sahte anlayışlılık ve ussallığın ardına gizlenmiş bi baskıcılık ve inkarcılıkla karşı karşıya bırakmak olduğunu söyledi.

'Ya senin bana vermiş olduğun tüm o açıklamalar ne olacak?' diye sordum.'Onlar yürekten gelen anlayışlılığın, anlamama yardım etme arzusunun sonucu değil miydiler?'

'Değildiler' diye yanıtladı don Juan. 'Onlar benim acımasızlığımın sonucuydular.'

Öfkelenerek, benim anlama arzumun yürekten geldiğini ileri sürdüm. Don Juan omzumu tıpışlayarak, benim anlama arzumun yürekten geldiğine ama cömertliğimin öyle olmadığını açıkladı. Nagualların acımasızlıklarını otomatik olarak hatta kendi istençlerine ters düşerek maskelediklerini söyledi.

Ben onun açıklamalarını dinlerken, zihnimde bi yerde bi zamanlar bizim bu acımasızlık kavramını derinlemesine görüşmüş olduğumuz tuhaf duyumunun farkına vardım.

Don Juan gözlerimin içine bakarak 'mantıklı bi adam değilim ben' diye sürdürdü. 'Şayet öyle görünüyorsam, maskemin çok etkili olmasındandır bu. Senin ussallık olarak algıladığın şey bendeki acıma yokluğudur, ee acımasızlık da budur ya: Acımanın hepten yokluğu.'

'Senin durumunda, sen kendi acıma yokluğunu cömertlikle maskelemektesin; rahat ve açık görünüyorsun. Ama aslında sen, ben ne kadar ussal isem o kadar cömetsin. İkimiz de sahteyiz. ikimiz de acıma duygumuz olmadığı gerçeğini gizleme sanatını mükemmelleştirmiş durumdayız.'

Don Juan, velinimetindeki acımanın toptan yokluğunun uysal, her karşılaştığı kişiyle dalgasını geçmeden edemeyen şaklaban bir kimse maskesinin ardına gizlendiğini anlattı.

'Benim velinimetimin maskesi mutlu, telaşsız, hayatta hiç bi tasası olmayan bi adam görüntüsünü yansıtırdı,'diye sürdürdü don Juan. 'Ama bütün bunların altında, tıpkı öbür naguallar gibi kutup rüzgarı gibi soğuk bi adamdı o.'

'Ama sen soğuk değildsin ki don Juan' dedim yürekten.

'Elbet soğuğum' dedi ısrarla. 'Benim maskemin etkililiğinden dolayı sıcakkanlıymışım gibi görmektesin beni.'

Don Juan açıklamasını sürdürerek, nagual Elias'ın maskesinin, tüm ayrıntılar üzerinde insanı deli eden kılı kırk yararcasına bir titizliği yansıttığını, onu dikkatli ve hatasız bir kimseymiş gibi gösterdiğini açıkladı.

Sonra da nagual Elias'ın davranışlarını betimlemeye başladı. Don Juan konuştukça hep bana bakmaktaydı. Beni öyle dikkatle izlemesinden olacak, onun anlattıklarına odaklanmam mümkün olmuyordu. Olanca gayretimle düşüncelerimi toparlamaya çalıştım.

Don Juan bir an bana baktı, sonra gene acımasızlığı anlatmasını sürdürdü,ama artık onun açıklamalarına ihtiyaç duymuyordum. Don Juan'a aklıma getirmemi istediği şeyi aklıma getirmiş olduğumu söyledim: Gözlerimin ilk kez ışıdığı zamanı. Çömezliğimin ilk döneminde farkındalık düzeyinde bir geçişi- hem de kendi başıma- başarmıştım. Birleşim noktam acımanın olmadığı yer denilen konuma ulaşmıştı.



Sessizbilgi Listele - - - - - Yeni Siteye Dön