Eski SessizBilgi - - - - - Yeni SessizBilgi
Alt Limit:
Kaç tane -->

4 tinin inisi _ 4 merhametin olmadigi yer 1


Don Juan çağrışımımın ayrıntılarına değin konuşmamıza gerek olmadığını söyledi, en azından o an, çünkü konuşma sadece kişiyi çağrışıma götürmek için kullanılırmış. Toplanma noktası bir kez hareket etti mi, deneyimin tümü yeniden yaşanırmış. Eksiksiz bir çağrışımı güvenceye almanın en iyi yolunun biraz dolaşmak olduğunu da ekledi.

Böylece ikimiz de ayağa kalktık; ben her şeyi hatırlayana dek, çok yavaş ve sessizce bir yolu izleyerek dağlarda yürüdük. Don Juan’da bir terslik olduğunu anladığımda, bir araba yolculuğu yapmaktaydık,

Arizona Nogales’ten ayrılmıştık, Kuzey Meksika’da, Guaymas’ın eteklerindeydik. Aşağı yukarı bir saattir olağanüstü sessiz ve sıkıntılıydı. Bu konuda pek düşünmüyordum, ama aniden bedeni seğirerek denetimden çıktı. Boynundaki adaleler kafasının ağırlığını daha fazla taşıyamıyormuş gibi çenesi göğüs kafesine çarptı.

“Araba mı tuttu, don Juan?” diye sordum, aniden paniğe kapılarak.

Yanıt vermedi. Ağzından soluyordu.

Birkaç saat süren yolculuğumuzun ilk bölümünde iyiydi. Hemen her konuda epeyce konuşmuştuk. Hatta Santa Ana kentinde benzin almak için durduğumuzda, omuz adalelerini gevşetmek için arabanın tavanına doğru gerinme hareketleri yapıyordu.

“Neyin var Don Juan?” diye sordum.

Karnımda, kaygıdan kasılmalar oluyordu. Başı öne düşmüştü, yakında bulunan harap bir binadaki restorana gitmek istediğini söyledi, ağır ağır ve kekeleyerek oraya nasıl gideceğimi tarif etti

Arabamı bir ara sokağa, restorandan bir blok öteye park ettim. Arabamın kendi tarafımdaki kapısını açtığımda, kolumu bütün gücüyle kaptı. Acıyla, ve benim yardımımla, ayaklarımızı sürerek ilerledik.

Don Juan koluma tüm ağırlığıyla abanıyordu. Soluğu düzensizdi ve bedenindeki titreme öylesine tedirgin ediciydi ki ne yapacağımı şaşırdım. Tökezledim ve ikimizi de kaldırıma düşmekten alıkoymak için duvara sıkıca dayanmak zorunda kaldım. Kaygım o kadar yoğundu ki düşünemiyordum. Gözlerinin içine baktım. Donuktular. Her zamanki parlaklıkları yoktu.

Beceriksizce restorana girdik ve sanki başlama işareti bekleyen biri gibi, yardımsever bir garson, Don Juan’ın imdadına yetişti.

“Bugün nasılsın bari?” diye don Juan’ın kulağına bağırdı.

Don Juan’ı kapıdan alıp çabucak bir masaya taşıdı, onu oturttu ve ortalıktan kayboldu.

“Bu adam seni tanıyor mu?” diye sordum yerleştiğimizde.

Bana bakmadan anlamsız bir şeyler geveledi. Ayağa kalkıp işi başından aşkın olan garsona bakmak için gittim.

“Birlikte olduğum yaşlı adamı tanıyor musun?” diye sordum, onu köşeye sıkıştırabildiğimde.

“Tabii ki tanıyorum,” dedi, sadece bir soruyu yanıtlayacak sabrı olan birinin edasıyla. “Çarpıntısından dolayı rahatsız, yaşlı bir adam.”

Bu söz, benim için olayları yerli yerinde koydu. Arabayla yolculuk ettiğimizde, don Juan’ın ufak bir çarpıntıdan rahatsızlığı olmuştu. Endişeli ve çaresizdim ama bundan sakınmak için yapabileceğim hiçbir şey yoktu. En kötüsünün henüz olmadığı duygusu karnımı ağrıtmıştı.

Masaya geri döndüm ve sessizce oturdum. Aniden aynı garson, iki tabak taze karides ve iki kâse deniz kaplumbağası çorbasıyla çıkageldi. Restoranın sadece karides ve deniz kaplumbağası çorbası servisi yaptığını ya da don Juan’ın her buraya gelişinde bunlardan yediğini düşündüm.

Garson, don Juan’la o kadar yüksek sesle konuşuyordu ki, müşterilerin gürültüsünü bastırıyordu.

“Umarım yemeği beğenirsin!” diye bağırdı. “Eğer bana ihtiyacın olursa, elini kaldırman yeterli. Hemen gelirim.”

Don Juan başını onaylarcasına salladı ve garson don Juan’ın sırtını sevecenlikle sıvazladıktan sonra gitti.

Don Juan, ara sıra kendi kendine gülümseyerek, oburca yemekteydi. Öylesine endişeliydim ki yemeğin düşüncesi bile midemi bulandırıyordu. Ama sonra tanıdık bir isteğin eşiğine geldim, ve ne kadar kaygılanıyorsam, o kadar acıkmaktaydım. Yemeği tattım ve çok beğendim.

Yemeği yedikten sonra kendimi daha iyi hissettim, ama durumda bir değişiklik olmamıştı, kaygım da yerli yerindeydi. Don Juan yemeğini bitirmek üzereyken, elini kafasının üzerine doğru kaldırdı. O anda garson geldi ve hesabı uzattı. Ona parayı ödedim ve o don Juan’ın ayağa kalkmasına yardımcı oldu. Onun restorandan çıkmasına elinden tutarak kılavuzluk etti. Garson sokağa çıkmasına bile yardım etti ve coşkulu bir şekilde veda etti.

Arabaya yine aynı zahmetli biçimde, birkaç adımda bir nefes nefese kalan ve soluklanmak için duran, koluma yüklenmiş don Juan’la birlikte yürüdük. Garson sanki don Juan’ın düşmesine, izin vermeyeceğimden emin olmak istermiş gibi, kapıda bekliyordu.

Don Juan’ın arabaya binmesi iki ya da üç dakika sürdü.

“Söyle bana, senin için ne yapabilirim, don Juan?” diye yalvardım.

“Arabayı geri çevir,” dedi, gittikçe güç kaybeden zar zor duyulur bir sesle. “Kentin diğer kısmına gitmek istiyorum, mağazaya. Beni orda da tanıyorlar. Dostlarım onlar.”

Hangi mağazadan söz etmekte olduğunu bilmediğimi söyledim ona. Abuk sabuk bir şeyler geveledi ve kısa bir öfke nöbeti geçirdi. Ayaklarıyla arabanın tabanını dövüyordu. Suratını ekşitti ve gömleğine salyaları aktı. Sonra bir an toparlanmış göründü. Düşüncelerini denetlemedeki zorlanışını izlemek sinirlerimi aşırı bozuyordu. Sonunda mağazaya nasıl gidebileceğimi anlatmayı başardı.

Tedirginliğim had safhadaydı. Don Juan’ın çarpıntısının sandığımdan da ciddi olmasından korkuyordum. Onun sorumluluğundan kurtulmak istiyordum, onu ailesine ya da arkadaşlarına götürmek istiyordum ama kim olduklarını bilmiyordum. Başka ne yapabileceğimi bilemiyordum. Bir U-dönüşü yaptım ve kentin diğer tarafında olduğunu söylediği mağazaya doğru sürdüm arabayı.

Restorana dönüp, garsona don Juan’ın ailesini tanıyor mu diye sorsa mıydım acaba, düşüncesi vardı kafamda. Mağazada birileri onu tanısa bari diye umuyordum. İçinde bulunduğum çıkmazı düşündükçe, kendime daha da acıyordum. Don juan tükenmişti. Yenilgime ve kötü yazgıma kaptırmıştım kendimi. Onu özleyecektim, ama onun bu en zor durumu özleme duygumu dengeliyordu.

Mağazayı arayarak, neredeyse bir saat boyunca arabayı sürdüm. Bulamıyordum mağazayı. Don Juan bir hata yapmış olabileceğini, mağazanın bir başka kentte olabileceğini itiraf etti. İşte o zaman tamamıyla bitkin düşmüştüm ve ne yapabileceğimi hiç bilemiyordum.

Olağan bilinçlilik durumumda, onun hakkında zihnimin bana söylediğinden daha fazla bir şeyler bildiğim gibi garip bir duyguya kapılıyordum. Şimdi onun bu kötüye giden fiziksel durumunun baskısı karşısında, nasıl olduğunu bilmeden ve nerede olduklarını bilmememe rağmen, dostlarının Meksika’da bir yerde onu beklediğinden emindim.

Bitkinliğim bedensel olmaktan öteydi. Üzüntü ve suçluluk karışımı bir şeydi. Bildiğim kadarıyla, ölümüne hasta, zayıf, yaşlı bir adamla kapana kısılmış olmak beni endişelendiriyordu. Ve ona karşı bu kadar vefasız oluşum, kendimi suçlu hissetmeme neden oluyordu.

Arabamı rıhtımın yakınına park ettim. Arabadan inmesi don Juan’ın on dakikasını almıştı. Okyanusa doğru yürüdük, ama yakınlaştıkça, don Juan bir katır gibi geri geri gitti ve devam etmemize karşı çıktı. Guaymas Koyu’nun sularının kendisini korkuttuğunu geveledi.

Gerisingeriye döndü ve beni bir meydana yöneltti: burası bankları bile olmayan cansız bir pazar yeriydi. Don Juan kaldırıma oturdu. Bir sokak temizleme aracı çelik fırçalarını içlerine su püskürtmeden döndürerek, yanımızdan geçti. Toz bulutu öksürmeme neden oldu.

Durumumdan öylesine rahatsız olmuştum ki onu orada otururken bırakıp gitmek düşüncesi aklımdan geçiverdi. Bu düşüncemden utanç duydum ve don Juan’ın sırtını sıvazladım.

“Biraz gayret gösterip seni nereye götürebileceğimi söyle bana,” dedim nazikçe. “Nereye gitmemizi istersin?”

“Cehenneme gitmeni istiyorum!” dedi, çatlak, gıcırtılı bir sesle.

Benimle bu şekilde konuşmasını duyunca, don Juan’ın yakındığı şeyin, bir çarpıntı değil de, aklını kaçırmasına yol açan ve onu saldırganlaştıran, başka bir takım sakatlayıcı akli dengelerden kaynaklı olduğu kuşkusuna kapıldım.

Aniden ayağa kalktı ve benden uzaklaştı. Ne denli güçsüz göründüğünü fark ettim. Birkaç saat içinde yaşlanıvermişti. O doğal enerjisinin izi kalmamıştı, karşımda gördüğüm kişi, yaşlı, dermansız biriydi.

Ona yardım etmek için koşturdum. Yoğun bir merhamet dalgası beni kapana kıstırmıştı. Kendimi, zar zor yürüyebilen biri gibi, yaşlı ve güçsüz buldum. Dayanamayacak kadar acılıydım. Ağlamak üzereydim, don Juan için değil, kendim için. Kolunu tuttum ve ne olursa olsun onu bırakmayacağıma değin sessizce söz verdim.

Suratıma atılan o duygusuz tokatın gücünü duyduğumda, kendime acıma düşüncelerinde kaybolmuştum. Kendimi bunun şaşkınlığından kurtaramadan, don Juan yeniden, bu kez enseme bir tokat attı. Öfkeden sarsılarak, ayakta benimle yüz yüze durmaktaydı. Ağzı yarı açıktı ve denetimsizce titriyordu.

“Sen de kimsin?” diye haykırdı, soğuk bir sesle.

Bir anda ortaya toplanan kalabalığa döndü.

“Bu adamın kim olduğunu bilmiyorum,” dedi onlara.

“Yardım edin bana. Ben yalnız, yaşlı bi Kızılderiliyim. Bu adam bi yabancı ve beni öldürmek istiyor. Çaresiz yaşlı insanlara böyle şeyler yapıyorlar, onları zevk için öldürüyorlar.”

Bir kınama mırıltısı duyuldu. Birkaç iri yarı genç adam tehdit edercesine bana baktılar.

“Ne yapıyorsun don Juan?” diye sordum, yüksek bir sesle. Kalabalığı, benim kendisiyle olduğuma inandırmak istiyordum.

“Seni tanımıyorum,” diye bağırdı. “Rahat bırak beni.”

Kalabalığa döndü ve onlardan yardım etmelerini istedi. Beni polis gelene dek alıkoymalarını istiyordu.

“Tutun onu,” diye diretti. “Ve lütfen biri polis çağırsın. Onlar bu adama ne yapacaklarını bilirler.”

Bir Meksika hapishanesinin nasıl bir yer olduğunu tahmin edebiliyordum. Kimse nerede olduğumu bilemeyecekti. Birisinin, ortadan kayboluşumu anlaması için aradan aylar geçmesi gerektiği düşüncesi, saldırgan bir hızla tepki vermeme yol açtı. Bana yaklaşan ilk genci tekmeledim, sonra panik halinde koşmaya başladım. Yaşamım için koştuğumu biliyordum. Birkaç genç arkamdan koşmaktaydı.

Ana caddeye doğru koşarken, Guayma gibi küçük bir kentte, piyade devriye gezen polislerin her yerde olabileceğini düşündüm. Görünürde bir polis yoktu, ve onlardan biriyle burun buruna gelmeden önce, yolumun üzerindeki ilk mağazaya daldım. Biblolara bakıyormuş gibi davrandım.

Peşimden koşan gençler gürültülü bir şekilde geçip gittiler. Çabucak bir plan tasarladım: yapabildiğim kadar alışveriş yapmak. Mağazadaki insanların beni turist olarak görmelerine güveniyordum. Sonra binlerinden paketleri arabama kadar taşıması için yardım isteyecektim.

Neye ihtiyacım olduğunu seçmek epey zamanımı aldı. Mağazadaki bir gence paketleri taşımama yardımcı olması için para verdim, ama arabama yaklaştıkça, don Juan’ın, halen insanlarla çevrelenmiş olarak, arabamın yanında durduğunu gördüm. Zabıt tutan bir polisle konuşuyordu.

Bir faydası olmamıştı. Planım işe yaramamıştı. Arabama ulaşabilmemin yolu yoktu. Gence, paketleri kaldırıma bırakmasını söyledim. Bir arkadaşımın arabasıyla gelip beni alacağını ve otelime götüreceğini söyledim. Genç adam gitti ve ben orada don Juan ile etrafındakilerin görüşünün dışında, taşıdığım paketleri yüzümün önünde tutarak durdum.

Polisin arabamın California plakasını incelediğini gördüm. Bu beni tamamen ikna etti, işim bitikti. Çıldırmış yaşlı adamın suçlaması oldukça güçlüydü. Ve kaçmış olduğum gerçeği herhangi bir polisin gözünde sadece suçumu destekleyecekti. Üstelik, polisin gerçeği görmezlikten gelerek sadece bir yabancıyı tutuklayabileceği fikrini yabana atamazdım.

Bir kapı eşiğinde yarım saat kadar bekledim. Polis gitti, ama bağırıp çağıran ve bir şeyleri karıştırırmışçasına kollarını sallayan don Juan’ın çevresindeki kalabalık hâlâ oradaydı. Ne dediğini duyamayacak kadar uzaktaydım, ama hızlı, sinirli bağrışmalarından konunun özetini tahmin edebiliyordum.

Derhal bir plana gereksinimim vardı. Arabaya gitmeyi göze almadan önce, bir otelde kalmayı ve birkaç gün beklemeyi düşündüm. Mağazaya geri dönmeyi ve onlara bir taksi çağırmalarını söylemeyi düşündüm. Daha önce Guaymas’ta taksi tutmak zorunda kalmamıştım ve olup olmadığını bile bilmiyordum. Ama planım, polisler işlerinde iyice beceriklilerse, ve don Juan’ı ciddiye aldılarsa, otellere de bakarlar düşüncesiyle anında suya düştü. Belki de polisler don Juan’ı bu işi yapmak için yalnız bırakmışlardı.

Aklımdan geçen bir başka alternatif plan ise, otobüs durağına gitmek ve uluslararası sınırdaki herhangi bir kasabaya giden bir otobüsü yakalamaktı. Ya da Guayma’dan ayrılan herhangi birine binmek. Bu düşünceden derhal vazgeçtim. Don Juan’ın adımı polislere verdiğinden ve onların büyük bir olasılıkla zaten otobüs şirketlerini uyardıklarından emindim.

Düşüncelerim berbat bir panik halindeydi. Sinirlerimi yatıştırmak için kısa kısa soludum.

Sonra don Juan’ın çevresindeki kalabalığın dağılmaya başladığını gördüm. Polis memuru bir arkadaşıyla döndü, ve ikisi sokağın sonuna doğru ağır ağır ilerlediler. İşte tam o sırada denetleyemediğim ani bir dürtü duydum. Bedenim kafamdan ayrılmış gibiydi. Paketlerin tümünü taşıyarak arabama yürüdüm. İçimde korkunun ya da ilginin en ufak bir parçası olmaksızın arabamın bagajını açtım, paketleri içeriye koydum, sonra da sürücü kapısını açtım.

Don Juan arabamın yanında, kaldırımdaydı, boş gözlerle bana bakıyordu. Ona tamamen kendime özgü olmayan bir soğuklukla baktım. Yaşamımda asla böyle bir duygu hissetmemiştim. Duyumsadığım kin değildi, öfke de değildi. Ona dargın bile değildim. Teslimiyet ya da sabır da değildi. Kibarlık hiç değildi. Dahası soğuk bir kayıtsızlıktı, ürkütücü bir merhamet eksikliği. O anda, don Juan’a ya da bana ne olduğu hiç umurumda değildi.

Don Juan bedeninin üst kısmını, bir köpeğin yüzdükten sonra yaptığı gibi salladı. Ve sonra, hepsi kötü bir rüyaymış gibi, yeniden benim bildiğim adam oldu. Çabucak ceketini ters­ yüz etti. Tersyüz edilebilen bir ceketti, bir yüzü bej ve diğer yüzü siyah. İşte şimdi siyah bir ceket giymekteydi. Hasır şapkasını arabanın içine attı ve özenle saçlarını taradı. Gömleğinin yakasını ceketinin yakasının dışına çıkarttı, bu onu anında gençleştirdi. Tek bir söz söylemeden paketlerin geri kalanını arabaya yerleştirmeme yardım etti.

İki polis, arabanın kapısının açılıp kapanma sesini duyup bize doğru, düdüklerini öttürerek gerisingeri koşmaya başladıklarında, don Juan çok atak bir şekilde onları karşılamaya gitti. Onları çok dikkatli bir şekilde dinledi ve merak edecekleri bir şey olmadığı konusunda onları temin etti. Onlara akli dengesizliği olan dermansız yaşlı babasıyla karşılaşmış olduklarını açıkladı. Onlarla konuşurken, arabanın kapısını, sanki kilitleri denetlermişçesine açıyor, sonra tekrar kapatıyordu.



Paketleri bagajdan arka koltuğa taşıdı. Çevikliği ve gençlik enerjisi, birkaç dakika öncesindeki yaşlı adamın hareketlerine zıttı. Onu daha önce görmüş olan polise yardımcı olmak için uğraştığını anladım. Eğer ben o polis olsaydım, o yaşlı akli dengesi bozuk Kızılderilinin oğlunu gördüğüme dair hiçbir kuşkum olmayacaktı.

Don Juan onlara, babasını tanıdıkları restoranın adını verdi ve sonra hiç çekinmeden rüşvet verdi onlara.

Polislere herhangi bir şey söylemek için kendimi yormadım bile. Beni katı, soğuk, tutarlı ve sessiz kılan bir şey vardı.

Tek bir söz söylemeden arabaya bindik. Polisler bana herhangi bir şey sormaya kalkışmadılar. Bunu denemeye kalkışamayacak kadar yorgun görünüyorlardı. Oradan uzaklaştık.

“Ne biçim bir oyun oynadın orada don Juan?” diye sordum, ve sesimin tınısındaki soğukluk beni şaşırttı.

“Kararlılıktaki ilk dersti,” dedi.

Yolda, Guayma’a gelirken, kararlılıkla ilgili yaklaşmakta olan ders konusunda beni uyardığını anımsattı.

Buna dikkat etmediğimi, çünkü sadece yolculuğun can sıkıcılığından kurtulmak için konuştuğumuzu sanmış olduğumu itiraf ettim.

“Ben asla sadece konuşmam,” dedi sertçe. “Bunu şimdiye kadar anlaman gerekirdi. Bu öğleden sonra yaptığım şey, senin toplanma noktanı merhametin yok olduğu en doğru bölgeye getirebilmek için uygun bir durum yaratmaktı. Bu bölge merhametin olmadığı yer olarak bilinir.”

“Büyücülerin çözmek zorunda olduğu sorun,” diye devam etti, “merhametin olmadığı yere mümkün olan en az yardımla ulaşılmasıdır. Nagual sahneyi hazırlar, ama kendi toplanma noktasını hareket ettiren çömezidir.”

“Bugün işte sen bunu yaptın. Belki biraz fazlasıyla dokunaklı olarak, toplanma noktamı beni dermansız ve sağı solu belli olmayan yaşlı bi adama dönüştüren belirgin bi konuma hareket ettirerek sana yardım ettim. Sadece yaşlı ve dermansızmışım gibi yapmıyordum. Ben yaşlıydım.”

Gözlerindeki yaramaz ışıltı, o anda eğlendiğini söylüyordu bana.

“İlle bunu yapmam gerekmiyordu,” diye devam etti. “Toplanma noktanı hareket ettirebilmen için zor yöntemler uygulamadan seni yönlendirebilirdim, ama kendimi tutamadım. Bu olay bi daha asla tekrarlanmayacağından, kendi velinimetim gibi, bir dereceye kadar, davranabiliyor muyum, bilmek istedim. İnan bana, seni şaşırttığım kadar, ben de şaşırdım.”

Olağanüstü rahattım. Bana söylediklerini kabul etmekte bir güçlük çekmiyordum, ve sorularım da yoktu, çünkü onun açıklamasına gereksinim duymadan her şeyi anlayabiliyordum.

Don Juan sonra, benim önceden bildiğim ama açıklayacak doğru sözleri bulamadığımdan dile getiremediğim bir şey söyledi. Büyücülerin yaptığı tüm eylemlerin, toplanma noktalarının hareketinin bir sonucu olarak yapıldığını, ve bu gibi eylemlerin büyücülerin denetimi altında bulunan bir miktar enerji tarafından yönetildiğini söyledi.

Don Juan’a tüm bunları ve hatta fazlasını bildiğimden söz ettim. Ve o her birimizin sezebileceği sessiz bilginin muazzam, karanlık gölünün, tüm insanların içinde bulunduğunu belirtti. Benim savaşçının patikasına karışmış olmamdan dolayı, bunu belki sıradan insanlardan daha fazla sezebileceğimi söyledi. Sonra büyücülerin yeryüzünde, insan bilgisini aşan iki şeyi çalışarak sezgisel düzeyin ötesine, isteyerek geçen yegâne varlıklar olduklarını söyledi: birincisi toplanma noktasının varlığını düşünmek, ve İkincisi o toplanma noktasını hareket ettirmek.

Büyücülere ait en incelikli bilginin, algılayabilen varlıklar olarak yeterliliğimizle ilgili olduğunu, ve bu bilginin içeriğinin algımızın toplanma noktasına dayandığını tekrar tekrar vurguladı.

O noktada, söylediklerine odaklanma konusunda benzersiz bir zorluk yaşamaya başladım, şaşkın ya da yorgun olduğumdan değil de, aklımın onun sözlerini önceden tahmin etme oyununa başlamış olmasından. Bu sanki benim bilinmeyen bir parçamın içimde olması gibiydi, bir düşünceyi dile getirmek için başarısız bir şekilde yeterli sözcükler arayan biri gibi. Don Juan konuşurken, benim sessiz düşüncelerimi nasıl vurgulayabileceğini kestirebildiğimi duyumsadım. Onun sözcük seçiminin her zaman benim seçmiş olduklarımdan daha iyi olduğunu ayırt etmek beni heyecanlandırmıştı. Ama onun sözlerini tahmin etmek de kendimi verişimi azaltıyordu.

Aniden arabayı yolun kenarına çektim. Ve işte orada, yaşamımda ilk defa, içimdeki iki yapılılığa değin bir bilgim oluyordu. İki ayrı yan apaçık varlığımın içindeydiler. Birisi son derece yaşlıydı, rahattı ve kaygısızdı. Ağırdı, karanlıktı ve diğer tüm şeylerle bağlantılıydı. Benim umursamayan yanımdı, çünkü her şeye eşitti. Olaylarla, umarsızca eğleniyordu. Diğer yanım hafifti, yeniydi, yumuşaktı, dalgalıydı. Sinirli, hızlıydı. Kendisini umursuyordu çünkü güvenlikte değildi ve sadece başka şeylere bağlanabilme yeterliliği olmadığından, hiçbir şeyle eğlenmiyordu. Yalnızdı, yüzeydeydi, incinebilirdi. O, dünyaya baktığım yanımdı.

Ağır ağır çevreme bu yanımla baktım. Baktığım her yönde geniş tarlalar gördüm. Ve benim o güvenliksiz, yumuşak ve umursayan yanım, insanlığın endüstrileşmesinden duyduğu gurur ile o güzelim eski Sonora çölünün saban izleriyle kırışmış, insanlığın yararına yetiştirilmiş bitkilerle dolmuş sıradan manzarasının görüntüsünden duyduğu üzüntü arasında sıkışıp kaldı.

Yaşlı, karanlık, ağır yanım umursamıyordu. Ve iki yanım tartışmaya giriştiler. Narin yanım, ağır yanımın umursamasını istiyor, ağır yanımsa diğerinin dert etmeyi bırakmasını ve eğlenmesini istiyordu.

“Neden durdun?” diye sordu don Juan.

Sesi bir tepkime yarattı, ama benim bu tepkimeyi göstermiş olduğumu söylemek doğru olmaz. Sesinin tınısı narin yanımı sağlamlaştırmış gibiydi, ve aniden belirgin bir şekilde kendim olmuştum.

Biraz önce yaşamış olduğum iki yapılılığımı kavrayışımı don Juan’a açıkladım. Don Juan, toplanma noktasının konumuyla ilgili bilgilere dayanarak açıklamaya başladığında, sağlamlığımı yitirdim. Narin yanım, iki yapılılığımı ilk ayırt ettiğim andakinden çok daha narin bir hal almıştı, ve bir kez daha don Juan’ın neyi açıkladığını bilmekteydim.

Toplanma noktasının hareket edip, merhametin olmadığı yere ulaşmasıyla, ussallık ve sağduyunun zayıfladığını söyledi. Daha yaşlı, karanlık ve sessiz duyumsamam, zihnin tarihsel geçmişinin bir görüntüsüymüş.

“Ne dediğini tam olarak anlıyorum,” dedim. “Çoğu şeyin ayırdına varabiliyorum, ama bildiklerimi sözcüklere dökemiyorum. Nasıl başlayacağımı bilemiyorum.”

“Bunu sana zaten söylediydim,” dedi bana. “Deneyimlemekte olduğun ve iki yapılılık olarak adlandırdığın, toplanma noktanın bi başka konumunun görüşüdür. Bu konumdan insanın en yaşlı yanını duyumsayabilirsin. Ve insanın yaşlı yanının bildiği şey, sessiz bilgi olarak bilinir. Bu, henüz dile getiremediğin bilgidir.”

“Neden dile getiremiyorum?” diye sordum.

“Bunu dile getirebilmen için, hem sınırsız bi enerjiye sahip olmalısın, hem de onu kullanabilmelisin,” diye yanıtladı. “Şu anda verebileceğin bu tür bi enerjin yok.

“Sessiz bilgi hepimizde olan bi şeydir,” diye devam etti. “Her şeyle ilgili eksiksiz üstünlüğü olan, eksiksiz bilgisi olan bi şeydir sessiz bilgi. Ama düşünemez, dolayısıyla bildiğini de konuşamaz.”

“Büyücüler, insanın bildiğini anladığında, ve bildiğiyle ilgili bilinçli olmak istediğinde, bildiğini gözden kaybettiğine inanırlar. Bu açıklayamadığın sessiz bilgi tabii ki niyettir—tindir, soyuttur. İnsanların yanlışı, bunu, gündelik yaşamı bildiği gibi, dolaysız olarak bilmek isteyişindeydi. Bunu ne denli istediyse, bu bilginin ömrü o denli kısa oldu.”

“Peki bu tam olarak ne anlama geliyor, don Juan?” diye sordum.

“Bu, insanın us dünyasını, sessiz bilgiye tercih ettiği anlamına geliyor,” diye yanıtladı. “İnsan us dünyasına ne denli bağlanırsa, niyet o denli kısa ömürlü olur.”

Arabayı çalıştırdım ve sessizlik içerisinde ilerledik. Don Juan bana nereye gideceğimi ya da nasıl süreceğimi anlatmaya kalkışmadı—bu benim kişisel önemimi azdırmak için sık sık yaptığı bir şeydi. Nereye gittiğimizi hiç bilemiyordum, yine de içimde bir şeyler hissediyordum. Kontrolü ona bıraktım.

Akşam geç saatlerde, Meksika’nın kuzeybatısındaki kırsal Sinaloa eyaletinde bulunan, don Juan’ın büyücü takımının büyük evine vardık. Yolculuk sanki hiç vaktimizi almamıştı. Yolculuğumuzun ayrıntılarını anımsayamıyorum. Tüm bildiğim bu konuda konuşmadığımız.

Ev boş görünüyordu. Burada yaşayan birilerinin olduğuna dair hiçbir belirti yoktu. Her nasılsa, don Juan’ın arkadaşlarının evin içinde olduklarını bilmekteydim. Varlıklarını, onları gerçek anlamda görmemiş olmama rağmen duyumsayabiliyordum.

Don Juan birkaç gaz lambası yaktı ve dayanıklı bir masanın etrafında oturduk. Don Juan bir şeyler yemeye hazırlanıyormuş gibi görünüyordu. Ne yapayım ya da ne söyleyeyim diye düşünmekteyken, bir kadın sessizce içeri girdi ve koca bir yemek tabağını masanın üzerine bıraktı. Onun girişini beklemiyordum, ve karanlıktan aydınlığa adım attığında sanki var olmayan bir yerden ortaya çıkmış gibi istemeden soluksuz kaldım.

“Korkmayın, benim Carmela,” dedi ve yeniden kayboldu, karanlık tarafından yutularak.

Ağzım açık, atacağım çığlığın ortasında kalakalmıştım. Don Juan öyle feci güldü ki, evdeki herkesin onu duymuş olduğunu biliyordum. Belki gelirler diye düşündüm ama kimse görünmedi.

Yemek yemeye çalıştım, ama aç değildim. O kadın hakkında düşünmeye başladım. Kim olduğunu bilmiyordum. Bu konuda aşağı yukarı bir tahmin yürütebilirdim, ama düşüncelerimi gölgeleyen sisin içerisinde belleğimi kullanamıyordum. Aklımı dingin tutmak için uğraştım. Çok fazla erke gerektiğini hissettim ve bundan vazgeçtim.

Neredeyse onu düşünmeyi bırakır bırakmaz, tuhaf, uyuşukluk veren bir kaygı duygusu yaşadım. İlkin, o karanlık koca evin içindeki ve çevresindeki sessizliğin iç karartıcı olduğuna inandım. Ama uzaklardaki köpeklerin cansız havlamalarını duyduktan sonra içimdeki keder inanılmaz boyutlara vardı. Bir an bedenimin patlayacağını düşündüm. Don Juan çabucak olaya müdahale etti. Benim oturduğum yere zıpladı ve sırtımı kıtırdayana dek ittirdi. Sırtımdaki basınç çarçabuk beni rahatlattı.

Sakinleştiğimde, beni neredeyse tüketen o merak duygusuyla birlikte, her şeyi bildiğimin o açık duyumunun da yok olduğunu anladım. Artık don Juan’ın, benim kendi kendime bildiğim şeyleri nasıl ifade edeceğini kestiremiyordum.

Sonra don Juan çok özel bir açıklama yapmaya girişti. Önce, beni yıldırım gibi çarpan merakımın, Carmela’nın birden ortaya çıkışıyla, toplanma noktamdaki ani bir hareketinden, ve toplanma noktamı Carmela’yı tamamen tanımlayabileceğim bir yere getirebilmek için giriştiğim kaçınılmaz çabadan kaynaklandığını söyledi.

Bu tür merakların sık sık yineleneceği düşüncesine alışmamı önerdi, çünkü toplanma noktam hareket etmeyi sürdürecekmiş.

“Toplanma noktasının en ufak bi hareketi ölmek gibidir,” dedi. “İçimizdeki her şey bağlantısını koparır, sonra yeniden çok daha büyük bi enerji kaynağına bağlanır. Bu enerji yükselişi öldürücü bi kaygı olarak duyumsanır.”

“Bu olduğunda ben ne yapmalıyım?” diye sordum.

“Hiçbi şey,” dedi. “Sadece bekle. Bu enerji taşkınlığı geçecektir. Tehlikeli olan sana ne olduğunu bilmemektir. Bi kez bunu bildin mi, gerçek bi tehlike yok demektir.”

Sonra eski insanlardan konuştu. Eski insanların en dolaysız biçimde, ne yapmaları gerektiğini ve bunu en iyi nasıl yapabileceklerini bildiklerini söyledi. Ama, çok kusursuz hareket ettiklerinden, uygulamaya alışkın oldukları eylemleri önceden kestirebilip tasarlayabilecekleri hissi veren bir benlik duygusu geliştirmeye başlamışlar. Ve böylece bireysel ‘benlik’ duygusu ortaya çıkmış; öyle bir bireysel benlik ki, doğayı ve insanların eylemlerini kontrol etmeye çabalamaya başlamış.

Bireysel benlik düşüncesi güçlendikçe, insan sessiz bilgiyle olan doğal bağlantısını yitirmiş. Bu gelişmenin mirasçısı olarak, modern insan, kendisini her şeyin kaynağından öylesine geri dönülmeyecek bir şekilde uzaklaştırılmış bulmuş ki, tüm yapabildiği kendini yok edişin vahşi ve alaycı eylemleriyle, umutsuzluğunu vurgulamakmış. Don Juan insanlann ahlâkı hor görme ve umutsuzluklarının nedeninin, iki eylemi gerçekleştiren, içlerinde kalmış az bir eşsiz bilgiden kaynaklandığını belirtti: bir, insana her şeyin kaynağıyla olan eski bağlantısına dair bir sezgi vermesi; ve iki, insana bu bağlantı olmadan, barış, tatmin ve erme umudunun olamayacağını düşündürtmesi.

Don Juan’ın bir çelişkisini yakaladığımı sanmıştım. Bir keresinde bana, bir savaşçı için savaşın doğal, barışınsa alışılmamış olduğunu söylediğine değindim.

“Doğru,” diye onayladı. “Ama savaş, bi savaşçı için, bireysel ya da topluca yapılan aptallıklar ve nedensiz şiddet anlamına gelmez. Savaş, bi savaşçı için, insanı erkinden yoksun bırakan bireysel benliğe karşı mutlak bi mücadele vermektir.”

Don Juan, kararlılık—büyücülüğün en temel ilkesi—hakkında daha fazla konuşmamızın artık zamanı olduğunu söyledi. Büyücülerin, toplanma noktasının en ufak bir hareketinin, modern insanın eseri olan bireysel benliğe duyulan aşırı ilgiden uzaklaşma anlamına geldiğini ayırt ettiklerini açıkladı. Büyücülerin insanları tamamıyla kendi izlenimlerine düşkün, katil ruhlu bir egoiste dönüştüren şeyin, toplanma noktasının konumu olduğuna inandıklarını söyleyerek devam etti. Her şeyin kaynağına bir daha geri dönebilme umudunu yitiren insan, avuntuyu kendi benliğinde ararmış. Ve böyle yaparak, toplanma noktasını, kişisel izlenimini sürdürecek uygun konumda sabitleştirmeyi başarmış. Böylece, toplanma noktasını alışılmış konumundan uzaklaştıran herhangi bir hareketin, insanı, kişisel yansıması ve onunla birlikte olan kişisel öneminden uzaklaştırdığını söylemek doğru olurmuş: kendini fazla önemsemek.

Don Juan, kendini önemsemeyi, insanın kişisel izleniminden doğan bir güç olarak niteledi. Toplanma noktasını şu anda bulunduğu yerde sabit tutan gücün bu olduğunu birkaç kez tekrarladı. Bu nedenden dolayı, savaşçının yolunun asıl anlamı, kendini fazla önemsemeyi yenmekmiş. Ve büyücülerin yaptığı her şey, bu amacı başarabilmeye yönelikmiş.

Büyücülerin, kendini fazla önemsemenin maskesini düşürdüklerini ve bunun bir başka şeymiş gibi görünen kendine acıma olduğunu bulduklarını açıkladı.

“Pek olası gözükmüyor, ama olan budur,” dedi. “Kendine acıma, gerçek düşmandır ve insanın mutsuzluğunun kaynağıdır. Kendisine fazlasıyla acıma duymadan insan şu anda olduğu kadar kendini önemsemeyi başaramazdı. Her nasılsa, kendini fazla önemsemenin gücü bi kez işin içine karıştı mı, kendi çekim alanını geliştirir. Ve kişisel öneme sahte bi sıcaklık duyusu veren, onun bu güya bağımsız doğasıdır.”

Olağan koşullar altında anlamsız bulacağım bu açıklamaları bana tamamen inandırıcı göründü. Ama hâlâ içimde var olan iki yapılılık yüzünden biraz basite kaçar gibiydi. Don Juan, düşüncelerini ve sözlerini belirli bir hedefe yöneltmiş gibiydi. Ve ben, olağan bilinçlilik durumumda, o hedeftim.

Açıklamalarına, büyücülerin toplanma noktamızı alışılmış konumlarından uzaklaştırdığımıza, sadece kararlılık olarak adlandırılabilecek bir varlık durumuna gelmeyi başarabildiğimize kesinlikle emin olduklarını söyleyerek devam etti. Büyücüler, toplanma noktalarını hareket ettirir ettirmez, kişisel önemin parçalanacağını, işlevsel eylemlerinin aracılığıyla biliyorlarmış. Toplanma noktalarının alışılmış konumu olmadan, kişisel izlenimleri daha fazla devam edemezmiş. Ve kişisel izlenimlerinin üzerindeki yoğun odaklaşma olmadan, kişisel acımalarını ve bununla birlikte, kendilerini fazlaca önemsemeyi yitirirlermiş. Böylece büyücüler kişisel önemin yalnızca kılık değiştirmiş kendine acıma olduğunu söylemekte haklılarmış.

Sonra o öğleden sonraki deneyimimi ele alıp adım adım izledi. Onun rolündeki bir nagualın, bir öğretmen,ya da bir önder olarak en etkili aynı zamanda en kusursuz biçimde davranması gerektiğini belirtti. Onun için eylemlerinin gidişatını mantıklı olarak tasarlamak olası olmadığından, nagual her zaman tinin buna karar vermesine izin verirmiş. Örneğin, o sabah erkenden, Nogales’te kahvaltı ettiğimiz ana kadar, tin ona bir işaret verdiğinde, uygulayacak herhangi bir tasarı yokmuş. O olayı hatırlamam ve anımsadıklarımı ona anlatmam konusunda ısrar etti.

Kahvaltı sırasında don Juan benimle dalga geçtiğinden canımın çok sıkıldığını anımsadım.

“Garson kızı düşün,” diye üsteledi don Juan.

“Onun hakkında tüm hatırlayabildiğim, çok kaba oluşu.” “Peki ne yaptı?” diye diretti. “Siparişlerimizi almayı beklerken ne yaptı?”

Bir anlık duraksamadan sonra, onun mönüyü bana atan ve

neredeyse bana dokunurcasına orada ayakta dikilen, sessizce acele edip siparişimi vermemi bekleyen, kaba görünüşlü genç bir kadın olduğunu anımsadım.

Ayağını sabırsızca yere vurup beklerken, uzun kara saçlarını kafasının tepesine toplamıştı. Değişim göz alıcıydı. Daha çekici, daha olgun görünüyordu. Ondaki değişim, açıkçası beni çekmişti. Doğrusu bu nedenden dolayı, kötü tavrını görmemezlikten gelmiştim.

“İşte yora buydu,” dedi don Juan. “Kabalık ve dönüşüm, tinin işaretleriydiler.”

O gün bir nagual olarak ilk hareketinin, benim niyetini anlamama izin vermek olduğunu söyledi. Bunu sağlamak için, çok açık bir dille, ama kaçamak bir tavırla, o gün bana kararlılık hakkında bir ders vereceğini söylemiş.

“Şimdi anımsadın mı?” diye sordu. “Garsonla ve diğer masadaki yaşlı bi kadınla konuşmuştum.”

Onun bu yönlendirmesiyle, don Juan’ın özellikle yaşlı bir kadına ve kötü huylu garson kıza kur yaptığını anımsadım. Ben yemek yerken onlarla uzun bir süre konuşmuştu. Onlara, yönetimdeki yolsuzluk ve yozlaşma hakkında aptalcasına komik öyküler ve kentteki çiftçiler hakkında fıkralar anlatmıştı. Sonra garson kıza Amerikalı olup olmadığını sormuştu. Kız “Hayır,” demiş ve soruya gülmüştü. Don Juan bunun iyi olduğunu söylemişti, çünkü ben aşk arayan bir Meksikalı-Amerikalı’ymışım. Ve hemen burada böyle iyi bir kahvaltı yedikten sonra aramaya başlayabilirmişim.

Kadınlar gülmüşlerdi. Ben, sıkılmış olmama güldüklerini düşünmüştüm. Don Juan onlara, ciddi bir şekilde konuşarak, Meksika’ya bir eş bulmaya geldiğimi söylemişti. Onlara, dürüst, alçakgönüllü, erkekte dış görünüşe fazla önem vermeyen ve evlenmek isteyen namuslu bir kadın tanıyıp tanımadıklarını sormuştu. Kendisini benim sözcüm ilan etmişti.

Kadınlar feci şekilde gülmüşlerdi. Gerçekten çok öfkelenmiştim. Don Juan garson kıza dönüp benimle evlenmek isteyip istemediğini sormuştu. Kız nişanlı olduğunu söylemişti. Bana sanki don Juan’ı ciddiye almışmış gibi gelmişti.

“Neden bırakmıyorsun da kendi adına konuşsun?” diye sormuştu yaşlı kadın don Juan’a.

“Çünkü o konuşma özürlü,” demişti. “Feci şekilde kekeliyor.”

Garson kız benim yemeğimi ısmarlarken olabildiğine düzgün konuştuğumu söylemişti.

“Oh! Ne kadar da gözlemcisiniz,” demişti don Juan. “O sadece yemek ısmarlarken herhangi bi başkası gibi konuşabilir. Ona defalarca eğer düzgün konuşmak istiyorsa kararlı olman gerekir, dedim. Onu buraya kararlılık hakkında dersler vermeye getirdim.”

“Zavallı adam,” demişti yaşlı kadın.

“Oldu, bugün ona bi aşk bulacaksak gitmemiz gerekir,” demişti don Juan, gitmek için ayağa kalktığında.

“Şu evlilik meselesi konusunda ciddisin sen,” demişti genç garson kız don Juan’a.

“Elbette,” diye yanıtlamıştı. “Ona gereksinimi olan şeyi elde etmesi için yardımcı olacağım, böylece o sınıra gelip merhametin olmadığı yere gidebilecek.”

Don Juan’ın merhametin olmadığı yer dediği şeyin, ya evlilik ya da A.B.D. olduğunu sanmıştım. Bu mecazi anlama gülmüş, sonra yaşlı kadını neredeyse öldüren ve don Juan’ı krizler geçirtecek şekilde güldüren, bir anlık felaket kekelemeye tutulmuştum.

“O zaman sana amacımı bildirmem zorunluydu,” diyerek açıklamalarına devam etti don Juan. “Yaptım da, ama olması gerektiği gibi seni tamamen ıskalamış.”

Tinin belirdiği andan başlayarak, her adımın tatmin edici sona doğru büyük bir rahatlıkla atıldığını söyledi. Ve onun değişiminin baskısı altındayken, toplanma noktam merhametin olmadığı yere ulaşmıştı, kişisel yansımanın o alışılmış yerini bırakmaya zorlanmıştı.

“Kişisel yansımanın konumu,” diye devam etti don Juan, “toplanma noktasını düzmece bi acıma dünyası kurmaya zorlar, ama gerçekten acımasız ve benmerkezcidir. Bu dünyadaki tek gerçek duygu, onları duyumsayan için uygun olanıdır.

“Bi büyücü için kararlılık acımasızlık değildir. Kararlılık kendine acıma ya da kendini fazlaca önemsemenin zıt anlamlısıdır. Kararlılık, aklı başındalıktır.”



Sessizbilgi Listele - - - - - Yeni Siteye Dön