Eski SessizBilgi - - - - - Yeni SessizBilgi
Alt Limit:
Kaç tane -->

20 ucuncu grup ruya gorme


Üçüncü Grup : Rüya Görme


Don Juan Matus, rüya görmeyi insan farkındalığının başka algılama âlemlerine yapacağı gerçek bir giriş için normal rüyaların kullanılması edimi, diye tanımlıyordu. Bu tanım onun için, sıradan rüyaların, günlük yaşamımızın dünyasındaki enerjiden farklı olmakla birlikte temel özünde düpedüz benzer olan enerji alanlarını algılamaya açılan bir kapı olarak kullanılabileceği anlamına geliyordu. Büyücüler için böyle bir girişin sonucu, içinde yaşayıp ölebilecekleri gerçek dünyaların algılanmasıydı; bizimkinden şaşırtıcı ölçüde farklı, ancak temelde benzer dünyalardı bunlar.


Bu çelişkiye doğrusal bir açıklama getirmesi için sıkıştırıldığında, don Juan Matus büyücülerin alışılmış konumunu yineliyordu: yani, bütün bu soruların yanıtının uygulamada olduğu— entelektüel soruşturmada değil. Dediğine göre, bu tür olasılıklardan söz etmek için dilin sözdizimini kullanmak zorunda kalıyorduk, hangi dili konuşuyorsak onunkini; bu sözdizimi, kullanımın zorlamasıyla, anlatım olanaklarını kısıtlıyordu. Zira bir dilin sözdizimi, yalnızca içinde yaşadığımız dünyada bulunan algısal olasılıklara ilişkindir.


Don Juan İspanyolcadaki iki fiil arasında bulunan dikkate değer bir ayrıma işaret ediyordu: bunlardan biri rüya görmek anlamına gelen soñar idi; öteki ise, büyücülere ait olan rüya görme biçimini ifade eden ensoñar. Normal rüya görmek olan sueño ile daha karmaşık olan ve büyücülerin ensueño olarak adlandırdıkları durumu birbirinden net bir şekilde ayırmak İngilizcede mümkün değildi.


Rüya görme sanatı, don Juan’ın öğretisine göre, eski çağ Meksika’sı şamanlarının uyuyan insanları gördüklerinde yaptıkları çok sıradan bir gözlemden kaynaklanmıştı. Uyku esnasında birleşim noktasının çok doğal ve kolay bir biçimde yerinden oynayıp alışılmış konumunu değiştirdiğini, ışıltılı kürenin dış çevresi boyunca ya da onun iç kısmında her yana devindiğini fark etmişlerdi. Kendi gördükleri ile uyurken gözlemledikleri insanların anlatılarını bir araya getirdiklerinde şunu anladılar: birleşim noktası yerinden ne denli uzağa kayarsa, rüyalarda yaşanan olaylar ve görüntüler de o denli şaşırtıcı oluyordu.


Bu gözlemden sonra, o büyücüler kendi birleşim noktalarını yerinden oynatmak için fırsat kollamaya başladılar. Bunu başarmak için sanrılandırıcı bitkiler kullanmaya giriştiler sonunda. Ne var ki, bu bitkileri kullanmanın, sonucu belli olmayan, zorlama ve denetim dışı bir eylem olduğunu çok çabuk anladılar. Gene de, bu başarısızlığın ortasında çok değerli bir şey keşfetmişlerdi. Buna rüya görme dikkati adını verdiler.


Don Juan bu olguyu açıklamaya, ilk etapta, günlük yaşantımızın dünyasındaki öğeler üzerinde konumlanan dikkat olarak söz ettiği, insanoğlunun gündelik farkındalığı ile başlamıştı. İnsanların kendilerini çevreleyen her şeye üstünkörü, ancak kalıcı bir bakış attıklarına işaret ediyordu. Nesneleri incelemekten çok, onların varlığını sadece saptıyordu insanoğlu; genel farkındalığının belirli bir cephesini oluşturan özel bir tür dikkat ile. Onun kanısına göre, aynı tür üstünkörü, ancak kalıcı olan—deyim yerindeyse— ’bakış’, sıradan bir rüyanın öğelerine de uygulanabilirdi. Genel farkındalığın bu öbür belirli cephesini, rüya görme dikkati; ya da farkındalıklarını rüyalarının unsurları üzerinde kararlı bir biçimde odaklanmış olarak tutabilmek için uygulayıcıların edindikleri yetenek olarak tanımlıyordu.


Rüya görme dikkatinin geliştirilmesi, don Juan’ın silsilesine ait büyücülerin rüyalara ilişkin bir temel sınıflandırma yapmalarını sağladı. Rüyalarının çoğunun imgesel; gündelik dünyalarına ait bilişin ürünleri olduğunu keşfetmişlerdi; ama bu sınıflandırmanın dışında kalan bazı rüyalar da vardı. Bu tür rüyalar salt imgesel değildi; enerji-iiretici olgulardan oluşan, gerçek yükseltilmiş farkındalık durumları idiler. O şamanlar için enerji-iiretici öğeleri olan rüyalar, içlerinde evrende akış halindeki enerjiyi görme yeteneğine sahip oldukları rüyalardı.


Bu şamanlar rüya görme dikkatlerini rüyalarındaki herhangi bir öğe üzerinde odaklayabiliyorlardı; bu yolla iki tür rüya olduğunu keşfetmişlerdi. Birisi hepimizin aşina olduğu, tutarsız hayallere ilişkin unsurların rol oynadığı rüyaydı; zihnimizin, ruhumuzun bir ürünü olarak sınıflandırabileceğimiz, belki sinir sistemimize ilişkin bir olgu. Başka tür rüyalara ise enerji üretici rüyalar adını verdiler. Don Juan’ın dediğine göre, o eski çağ büyücüleri kendilerini aslında rüya olmayan, bu dünyanın dışında bulunan gerçek yerlere ziyaretler yaptıkları rüya-benzeri durumlar içinde bulmuşlardı; tıpkı içinde yaşadığımız dünya gibi gerçek dünyalardı bunlar; gören bir büyücü için bu rüyalardaki nesneler de, tıpkı gündelik dünyamızdaki ağaçların, hayvanların, hatta kayaların bile yaptığı gibi enerji üretiyordu.


Lâkin bu tür yerlerin görüntüleri o şamanlar için bir değer taşıyamayacak kadar süreksiz ve geçiciydi. Bu kusuru birleşim noktalarının yer değiştirdiği konumda kayda değer bir süre sabit kalamamasına bağladılar. Bu durumu düzeltme girişimleri, büyücülüğün bir başka yüksek sanatının doğuşuyla sonuçlandı: iz sürme sanatı.


Bir gün don Juan bana, rüya görme sanatının, birleşim noktasını alışılmış konumunun dışına amaçlı olarak çıkarmaktan oluştuğunu söylemiş, ve böylelikle iki sanata da çok net bir tanım getirmişti. Iz sürme sanatı da, onu yerleştirildiği yeni konumda istençli olarak sabit tutmaktan ibaretti.


Bu sabitleme, eski çağ Meksika’sı şamanlarına başka dünyaları tam anlamıyla gözleme fırsatı verdi. Don Juan o büyücülerden bazılarının yolculuklarından hiç dönmediklerini söylüyordu. Başka bir deyişle, orada kalmayı yeğlemişlerdi; “orası” her neresi ise.


Don Juan bir keresinde bana, “Eski büyücüler, insanoğlunun ışıltılı küreler olarak ayrıntılarını çıkarmayı tamamladıklarında,” dedi, “ışıltılı kürenin tümünde, gerçek dünyaların alanı olan altı yüz civarında nokta keşfetmişlerdi. Yani birleşim noktasının o noktalardan birine bağlanması, uygulayıcının tümüyle yeni bi dünyaya girişiyle sonuçlanıyordu.”


“Ama o altı yüz değişik dünya nerede, don Juan?” diye sordum. “Bu soruya verilecek tek yanıt, bunun akıl ermez olduğudur,” dedi, gülerek. “Bu, büyücülüğün özüdür; oysa sıradan zihne hiç anlam ifade etmiyor. O altı yüz dünya, birleşim noktasının konumlarındadır. Bu yanıttan anlam çıkarabilmek için ölçüsüz miktarda enerjiye gereksinim var. Enerjiye sahibiz biz. Sahip olmadığımız, onu kullanacak hüner ya da heves.”


Hiçbir ifadenin bu cümlelerden daha doğru olamayacağını ekleyebilirdim, gene de bundan daha anlamsız bir şey olamazdı.


Don Juan, olağan algılamayı kendi silsilesinin anladığı terimlerle açıklıyordu: Birleşim noktası, daimi konumunda, evrenden sayıları trilyonlara varan ışıltılı lifler biçiminde bir enerji alanları akışı alır. Konumu sürekli aynı olduğundan, büyücülerin uslamlamasına göre, aynı enerji alanları, ışıltılı lifler olarak birleşim noktası üzerinde toplaşıp onun içinden geçer ve bize sürekli bir sonuç halinde bildiğimiz dünyanın algılamasını sunar. Büyücüler buradan şu kaçınılmaz sonuca ulaşmışlardı: birleşim noktasının yeri değiştirilip başka bir konuma getirilirse, başka bir enerji lifleri takımı onun içinden geçecek; bu da günlük yaşamdaki dünya ile aynı olmayan, farklı bir dünyanın algılanmasıyla sonuçlanacaktı.


Don Juan’ın kanısına göre, insanoğlunun genelde algılama saydığı, daha çok duyusal verinin yorumlanmasıdır. Doğum anından başlayarak, çevremizdeki her şeyin bize bir yorumlama olasılığı sağladığını ve zamanla bu olasılığın dünyadaki tüm algısal işlerimizi yönettiğimiz tam bir sistem haline dönüştüğünü ileri sürüyordu.


Birleşim noktasının sadece algımızın toplandığı merkez olmakla kalmayıp, aynı zamanda duyusal verilerin yorumlanmasının da tamamlandığı yer olduğuna işaret etmekteydi; bu yüzden yer değiştirdiğinde, yeni enerji alanları akışını yorumlayışı da günlük yaşantımızın dünyasını yorumlama biçimiyle hemen tümüyle aynı biçimde olacaktır. Bu yeni yorumun sonucu, bizimkine garip biçimde benzeyen, oysa özgül olarak farklı bir dünyanın algılanması olacaktır. Don Juan’ın dediğine göre, bu başka dünyalar enerji açısından bizimkinden olabildiğince farklıdır. Görünürdeki benzerlikleri yaratan sadece birleşim noktasının yorumlamasıdır.


Don Juan, birleşim noktasının bu olağandışı niteliği ile rüya görmenin ortaya çıkardığı algılama olasılıklarını ifade edebilmek için yeni bir sözdizimine gereksinim olduğunu söylüyordu. Gene de, bu deneyim salt şamanlara özgü kalmayıp hepimize uygun duruma gelirse, belki dilimizin mevcut sözdiziminin bunları içermesi için zorlanabileceği kanısındaydı.


Rüya görmeye ilişkin bir şey vardı ki, müthiş ilgimi çekiyor, ama aynı zamanda da beni alabildiğine şaşkına çeviriyor du; don Juan’ın kimseye rüya görmeyi öğretebilecek bir yöntem bulunmadığını söylemesiydi bu. Rüya görme, her şeyden önce, diyordu, eski çağ Meksika’sı büyücülerinin adına niyet dedikleri, ve her yana nüfuz eden o tanımlanamaz güç ile temasa geçebilmek için zahmetli bir çabadır. Bu bağlantı kurulduğu anda, rüya görme de akıl almaz bir şekilde başarılmış oluyordu.


Don Juan bu bağlantının disiplin gerektiren herhangi bir model izlenerek başarılabileceğini belirtiyordu. Anılan yöntemlerle ilgili özlü bir açıklama istediğimde, güldü bana.


“Büyücülerin dünyasına doğru yola çıkmak,” dedi, “araba sürmeyi öğrenmeye benzemez. Araba kullanmak için kılavuz kitapçıklara, yönergelere gereksinmen vardır. Rüya görmek için ise, ona niyetlenmen yeter.” “Ama buna nasıl niyetlenebilirim ki?” diye üsteledim.


“Niyetlenebilmek için sahip olduğun tek yol, buna niyetlenmekten geçer,” dedi. Günümüz insanı için kabullenilmesi en zor şeylerden biri bu; yöntem yoksunluğu. Çağdaş insan kılavuzların, uygulamaların, yöntemlerin, başlangıç adımlarının pençesinde. Hiç durmaksızın notlar alıyor, çizelgeler yapıyor, yol-yordam tekniklerine iyice gömülmüş durumda. Ama büyücülerin dünyasında yöntemler de ayinler de yalnızca dikkati çekme, odaklama amacına yöneliktir. İlgi ve kararlılıkta odaklanmaya zorlama için araçtırlar sadece. Başka hiçbi değerleri yoktur.”


Don Juan sihirli geçişlerin özenle uygulanmasının rüya görme için çok büyük önem taşıdığını düşünüyordu; silsilesine ait büyücülerin birleşim noktasının yerini değiştirme konusunda destek olarak kullandıkları tek araçtı bu.


Sihirli geçişlerin uygulanması, o büyücülere gerekli dengeyle enerjiyi sağlıyordu, rüya görme dikkatlerinin ortaya çıkması için gerekliydi bu; bunlar olmaksızın rüya görme olasılığı söz konusu olamazdı onlar için. Rüya görme dikkati belirmedikçe, uygulayıcılar tutarsız hayal dünyalarına ilişkin aklı başında rüyalar görmeyi bekleyebilirlerdi en fazla. Belki enerji üreten dünyaların görüntüleri ile karşılaşabilirlerdi; ama bunları uygun biçimde sınıflandıracak, her şeyi kapsayan bir temel olmadan, bütün bunlar onlar için hiçbir anlam ifade etmezdi.


Don Juan’ın silsilesinin şamanları, rüya görme dikkatlerini geliştirdikleri anda, sonsuzluğun kapılarını tıklatmış olduklarını anladılar. Kendi normal algılarının parametrelerini genişletmeyi başardılar. Rüya görme dikkatlerinin ortaya çıkışından sonra, normal farkındalık durumlarının da önceye oranla sonsuz ölçüde daha değişken olduğunu keşfettiler. O andan sonra, o büyücüler bilinmeyene doğru gerçekten yol alabilirlerdi artık.


Don Juan bir keresinde bana, “Gökyüzünün uçsuz bucaksız olduğu özdeyişi,” dedi, “eski çağların büyücülerine tam anlamıyla uygundu. Kuşkusuz kendilerini aşmışlar.”


“Gökyüzü gerçekten uçsuz bucaksız mıydı onlar için, don Juan?” diye sordum.

“Bu soru ancak her birimizce bireysel olarak yanıtlanabilir.” dedi, kocaman bir gülümsemeyle. “Bize araçları bıraktılar. Bireysel olarak bize kalmış bi şey; onları kullanmak ya da reddetmek. Aslında sonsuzluğun önünde tek başınayız—sınırlarımızı zorlayacak yeteneğimizin olup olmadığı sorusu kişisel olarak yanıtlanmalı.”



Sessizbilgi Listele - - - - - Yeni Siteye Dön