Eski SessizBilgi - - - - - Yeni SessizBilgi
Alt Limit:
Kaç tane -->

1 bolum bilgiyle bir romans 2 kisisel onemlilik


Otelin holüne zamanında geldim. Onu henüz bir dakika beklemiştim ki, merdivenlerden indiğini gördüm. Selâmlaştıktan sonra, lezzetli bir kahvaltının servis edildiği restorana yöneldik.

Bir an için, ona bir soru sormak istedim ama o samimi bir jestle ağzımı kapattı. Sessizce kahvaltımızı yaptık.

Kahvaltı bitince, Zocalo tarafındaki Doncesles caddesinde yürüyüşe çıktık. Sahaflarda kitapları karıştırırken, bana genelde insanlarla özel konuşmadığını, ama benim farklı bir halim olduğunu, zira bunun belirtisini gördüğünü söyledi. Neden bahsettiğini bilmiyordum ve susmayı tercih ettim, çünkü söylediğine dair yapabileceğim herhangi bir izah, sadece cahilliğimi yansıtmış olacaktı.

“Birçok kez enerjisel durumumun beni öğrenciler edinmekten alıkoyduğunu söyledim. İnsanlar bundan dolayı bazan düş kırıklığına uğradılar, fakat başka alternatif yok!”

Dereden tepeden konuştuk. Hayatım üzerine birçok soru sordu, telefon numaramı istedi ve ertesi gece bir arkadaşın evinde bir konferans vereceğini söyledi. Yardımcı olmam için oraya davet ediliyordum ama ilişkimiz gizli kalacaktı. Orada ona yardımcı olmanın beni çok sevindireceğini söyledim. Bana saati ve yeri söyledi.

Ziyaret ettiğimiz kitapçıların birinde, Görmek başlıklı kitaplarından birinin bir örneğini bulduk. Bir Yaqui Büyücüsünün Öğretileri. Kitap roman reyonunda bulunuyordu ve bu onun çok canını sıktı. Bu durumu, “İnsanlar kendilerini kuşatan gizemin tahayyül bile edemedikleri güncellikleri tarafından nasıl da massediliyorlar,” diye yorumladı. “Tanımadığımız bir şeyle karşılaştığımızda, onu otomatikman günlük hayatı kolaylaştıran bir kategori içinde sınıflandırıyor ve unutuyoruz.”

Kitapların sayfalarını büyük bir ilgiyle karıştırması ve kimi zaman okşayan, saygılı bir tarzda elini onların üzerinde gezdirmesi dikkatimden kaçmadı. Onların daha yalın, bilgi biriktiren parçalar olduklarını ve içlerinden önemsiz bir biçim altında sunulan birinin, bizi bilgiye götürmesi gerektiğini; bilincimizi artırmak için ihtiyaç duyduğumuz malumatın en beklenilmeyen yerlerde saklı olduğunu söyledi. "Çevremizdeki her şeye karşı böylesine katı olmasaydık, inanılmaz gizlerle karşılaşırdık,” diye ekledi.

“ihtiyacımız olan tek şey; kendimizi bilgiye açmak, bilgi bir çığ gibi üzerimize çullanacaktır.”

Fiyatı neredeyse bedavaya düşürülmüş kitapların sergilendiği bir masaya bakarken, yeni kitaplarla mukayese edilerek kitapların ne ölçüde ucuzlatıldığına dikkat çekti. Ona göre, insanların gerçekten bilgilenme aramadıklarını kanıtlıyordu bu. Onların aradığı, satın alıcı statülerini muhafaza etmekti. Ona hangi tür kitapları tercih ettiğini sordum, her şeyle ilgilendiğini söyledi. Bununla beraber bugün, bazı şiirlerin çok özel bir derlemesi olan,

yeni baskısı çıkmamış eski bir yayını aradığını söyledi. Ve onu bulmasına yardım etmemi istedi.

Uzun bir süre kitap tepelerinin çevresinde döndükten sonra, buna bir son vermek için, içlerinde aradığı kitap olmadığı halde bazılarını aldı. Suçlu bir gülümsemeyle kabul etti:

“Bu benim başıma hep gelir!”

Öğle civarı, farklı basımevlerinin hizmet sunduğu bir meydanda dinlenmek için bir banka oturduk. Önceki gece yaptığı açıklamaların beni şaşkın bıraktığını ona itiraf etmek için bu fırsatı değerlendirdim ve büyücülerin savaşının neye dayandığını daha detaylı bir biçimde bana açıklamasını istedim.

Büyük bir güler yüzlülükle, bu konunun beni etkilemesinin doğal olduğunu, zira her insanoğlu gibi, doğumdan itibaren dünyayı bir koyun sürüsü tarzıyla algılamaya sürüklenmiş olduğumu açıkladı. Topluluklarının zaaflarına karşı yıllarca süren inatçı bir mücadeleyle, müştereklik zorlamasından kendilerini nasıl kurtarmayı başardıklarının hikayesini anlattı. Sabırlı olmamı tavsiye etti; zamanı geldiğinde meseleler benim için anlaşılır hale gelecekti.

Bu hoş sohbetten bir müddet sonra, vedalaşmak için benimle tokalaştı. Merakımı yenemedim ve bana dair bir belirti gördüğünü söylediğinde ne demek istediğini sordum.

Yanıtlamak yerine, sol omzum üzerinde bir noktaya dikkatlice baktı. Kulağım anında ateşlenip, uğuldamaya başladı. Bir süre sonra, kendisinin yanıtı bilmediğini zira işaretin benzer özelliğini okuyamadığını, fakat bunu dikkate almak gerektiğinin çok aşikâr olduğunu söyledi.

Sözlerine devam ederek:

“Sana yol gösteremem ama seni bütün yeteneklerinin sınırlarını zorlayacağın bir uçurumun karşısına koyabilirim. Bu sana bağlı; ya uçuşun için fırlarsın ya da saklanmak için rutinlerinin emniyeti ardına koşarsın.”

Sözleri merakımı daha fazla uyandırdı. Ona hangi uçurumdan bahsettiğini sordum. Benim kendi rüyamdan bahsettiğini söyledi bana. Bu yanıt beni şok etti. Carlos kesin bir biçimde, içsel ikilemime işaret etmişti.

Coyocân tarafında, küçük sevimli bir eve vardığımda saat yediye çeyrek vardı. Ev sahibi izlenimi veren, genç, hoş bir kadın beni karşıladı. Carlos'un vereceği konferansa davetli olduğumu söyledim, beni içeri buyur etti. Tanıştık, adının Martha olduğunu sövledi.

Odada sekiz kişi vardı. Sonra başka iki davetli daha geldi ve onlardan sonra Carlos göründü. Her zamanki gibi bizi içtenlikle selamladı. Bu sefer, çok resmî bir tarzda giyinmişti, ceketli ve

kravatlıydı ve ona entellektüel bir hava veren bir çanta vardı elinde. Birçok konudan bahsetmeye başladı ve neredeyse göze çarpmayan bir biçimde, konferansının temel konusuna girdi: Kişisel önemlilik nasıl silinir.

Girizgâh olarak, anlamlılık rolünü duyularımızı perdeleyen ve şeyleri açıkça ve nesnellikle görmemizi engelleyen bir tür bilişsel ahenksizlik oluşturan, yaptığımız, söylediğimiz ya da düşündüğümüz her şeye bağlanmamız olarak açıkladı.

“Dumura uğramış kuşlar gibiyiz. Uçmak için gereken her şeyle doğduk; bununla birlikte daima benliğimizi sıkıca çevreleyen bu küçük çemberin içinde uçmak zorundayız. Bizi bağlayan zincir kişisel önemliliktir.

Sıradan bir insan varlığını savaşçıya dönüştürecek yol çok zahmetlidir. Her şeyin merkezinde olma duygumuz, en önemli olma ihtiyacı her zaman kendi damgasını vuruyor. Kendimizi önemli hissediyoruz. Dolayısıyla bir kişi önemli olduğu zaman, herhangi bir değişiklik yapma niyeti ağır, çapraşık ve sancılı bir süreç oluyor. Bu duygu bizi tecrit ediyor. Eğer bu duygu olmasaydı, bilinç denizinde akıyor olacaktık ve benliğin kendisi için var olmadığını, onun yazgısının Kartal'ı beslemek olduğunu bilecektik.

Önemlilik duygusu çocukken sosyal anlayışımızı olgunlaştırdığımız sırada gelişir. Aramızda iletişim kurmak için yaslanabileceğimiz bir uzlaşı dünyası inşa etmeye alıştırıldık. Fakat bu armağan nahoş bir bağlılık oluşturuyor. Bu benlik düşüncemizdir. Benlik zillinsel bir yapıdır, dışarıdan gelir ve ondan kurtulmamızın vakti geldi.”

Carlos, iletişimimiz sırasında meydana gelen tüm yanlış anlamaların, kabul etmiş olduğumuz uzlaşının büsbütün yapay olduğunun canlı birer kanıtı olduğunu belirtti:

"Dünyayı algılama tarzımızı bozan durumları binlerce yıl süresince tecrübe ettikten sonra, eski Meksika büyücüleri önemli bir olguyu keşfettiler: Yegâne bir gerçeklik içinde yaşamaya mecbur değiliz zira evren daha akıcı ilkelere göre inşa edilmiştir ve neredeyse algının sayısız gamlarını üreten sonsuz bir biçimi ihtiva edebilir.

Bu tespitten yola çıkarak, büyücüler gerçekte insanoğlunun bu gamların birisi içinde dikkatini dışarıdan sabitlemeye yatkın olduğu sonucuna varmışlardır. Burada kendimizi biçimlendiriyoruz ve bir şeyleri biricikmiş gibi nasıl algılayacağımızı öğreniyoruz. Sekter bir dünya içinde yaşama fikri bundan dolayı doğmakta, sonuçta özel bir ben olma duygusu bu nedenle kendini üretiyor.

Kabul etmiş olduğumuz betimlemenin genç fidanı tahkim etmesi ve ona yol göstermesi için ona bağlanmış sert bir çubuğa benzer kıymette, bir taşınmaz olduğuna hiç şüphe yok. O bu bükülmezlikte biçimlenen bir toplumun içinde, bizim normal insanlar olarak gelişmemize imkân verir. Bunu gerçekleştirmek için, bir şeylerin kaymağını almayı - yani duygularımıza kadar erişen koca hacimli verilerin titiz okumalarını yapmayı öğrendik. Fakat bu okumalar gerçeğe dönüşünce, dikkatimizin bükülmezliği bir çıpa gibi işlev görür, dolayısıyla bu bizi inanılmaz olanaklarımızın bilincine varmaktan alıkoyar. Don Juan insan algısını sınırlayanın çekingenlik olduğunu söylerdi. Bizi çevreleyen dünyayı kullanabilmek için; her şeye tanıklık etmemizin olanağı olan algısal armağanımızı bırakmak zorunda kaldık. Tanınmışın güvencesi adına bilincin uçuşunu kurban ediyoruz. Güçlü, gözüpek, sağlam hayatlar sürebiliriz; kusursuz savaşçılar olabiliriz, fakat cesaret etmiyoruz!

Bizim mirasımız, içinde yaşayacağımız sağlam bir evdi, ama biz onu benliğimizi korumaya vakfedilmiş bir kaleye dönüştürdük ya da daha doğrusu bütün bir hayatı baştan sona kısıtlayarak, enerjimizi ölüme mahkum ettiğimiz bir mapushaneye. Yıllarımız, gücümüz ve en iyi duygularımız bu yapının payandalarını ve tamirlerinin yararına boşu boşuna harcanıyor, zira onunla özdeşleşmeye başlıyoruz. Çocuk sosyal bir varlık olma sürecinde büyürken, başlangıçtaki sağlıklı kendi kendini koruma duygusu, dikkatin bencil bir ilanına dönüşmeye başlar; kendi önemliliğinin çarpık bir inancını edinir. Kabul ettiğimiz bütün armağanların içinde, en zalimi kişisel önemliliktir. Sihirli ve hayat dolu bir yaratığı alımsız, kibirli, sefil bir şeytana dönüştürür.”

Ayakkabılarını bize göstererek, kendimizi önemli hissetmenin bizi saçma şeyleri yerine getirmeye zorladığını söyledi.

“Bana bakın! Bir gün, neredeyse her biri bir kilo çeken çok şık bir çift ayakkabı satın aldım. Ayaklarımı sürüyerek yürüme ayrıcalığına sahip olmak için, beş yüz dolar ödedim! Kişisel önemliliğimiz yüzünden, ağzımıza kadar öfke, imrenme ve yoksunluk doluyuz. Hatırımızı hoş eden duygular tarafından kılavuzluk edilmeyi kendimize hak görüyoruz ve ‘bu beni yorar!’ türü ya da bir başka ‘ehlikeyiflilik’ mazaretiyle kendi kendimizi tanıma işinden kaçıyoruz. Tüm bunların ardında daima daha kalın kafalı ve daha az doğal bir içsel söyleşiyi susturmaya çalışma kaygısı var.”

Konferansın bu noktasında Carlos bazı soruları yanıtlamak için bir mola verdi. Kişisel önemliliğin insanoğlunun biçimini sert bir zırha dönüştürerek onu ne şekilde deforme ettiğini örnekleyen

birçok hikayeyi anlatmak için bu aradan yararlandı. Bu hikayeler karşısında, bir savaşçı gülmesi mi ya da ağlaması mı gerektiğini bilemezdi.

“Don Juan'la geçen uzun çömezlik yıllarından sonra, uygulamalarından o kadar korkmuştum ki bir müddet ondan uzaklaştım. Onun ve velinimetimin bana yaptıklarını kabul edemiyordum. Bunlar gayri insani ve gereksiz görünüyordu. Daha yumuşak bir muameleyi arzulamıştım! Bu zaman zarfında, doktrinlerinde kendi kaçışımı gerekçelendirebileceğim bilgiler bulmayı umarak dünyanın her yerinden farklı tinsel ustaları ziyaret ettim.

Vakti zamanında, yarı Tanrı takılan California'lı bir guruyla tanıştım. Beni öğrenci olarak kabul etti ve bana bir meydanda dilencilik yapmaya gitme işi verdi. Benim için yeni bir deneyim

olacağı düşünülebilirdi ve muhtemelen, önemli bir ders alacaktım bundan. Bütün cesaretimi topladım ve benden isteneni yaptım. Geri döndüğümde, ona; ‘şimdi sıra sende!’ dedim. Öfkelendi ve beni sınıftan kapı dışarı etti.

Bir başka yolculuk sırasında, tanınmış Hintli bir ustayı görecektim. Sabah erkenden evine vardım ve başkalarıyla sıraya girdim. Gel gör ki, bu beyefendi bizi saatlerce bekletti. Merdivenin başında göründüğünde ise, bizi kendi evine kabul etmekle sanki büyük bir lütufta bulunuyormuş gibi küçümseyen bir hali vardı.

Pek vakur bir tarzda merdivenlerden inmeye başladı, ama ayakları geniş tuniğine takıldı, yere düştü ve kafatası kırıldı. Oracıkta, gözümüzün önünde öldü!"

Bir başka vesileyle Carlos, kişisel önemlilik şeytanının kendini sadece usta varlıklar olduğuna inanan bireyler gibi göstermediğini; bunun genel bir sorun olduğunu ve kişisel önemliliğin surlarının en sağlamlarından birinin, kişisel görünüşe verilen önem olduğunu söyledi bizlere:

“Boyum, benim için her zaman çok acı verici bir mesele olmuştu. Don Juan âdet olduğu üzere, boyumla alay ederek huysuzluğumu kızıştırıyordu. Bana: ‘Sen egomanyak oldukça daha da küçülüyorsun! Bir bit gibi küçük ve çirkinsin; senin tek tercihin ünlü olmak, zira diğer türlü yoksun! ’ demek onun âdetiydi. Beni bu şekilde görüyor olma olgusunun basitliğinin onda kusma isteği uyandırdığını söylüyordu—kendi hesabıma ona son derece müteşekkirim.

Yorumları beni yaralıyordu, zira hatalarımı abarttığına inanıyordum. Ama bir gün, Los Angeles'ta bir mağazaya girdim ve Don Juan'ın haklı olduğunu anladım. Arkamdan birinin: ‘Bu kısa!’ dediğini duydum. Öyle bozulmuştum ki nevrim döndü, arkama döndüm ve var gücümle adamın suratına bir yumruk attım. Oysa hemen ardından adamın hiç de benim hakkımda bir yorum yapmamış olduğunu, sadece para üstünün eksikliğinden bahsettiğini anladım... Don Juan'ın savaşçı biçimlenişimiz süresince bize verdiği öğütlerinden biri de, ‘benliğin devamlılığı için araçlar’ dediği şeyleri kullanmaktan kaçınmamız gerekliliğiydi. Bu kategori aynalar gibi nesneleri, kişisel tarihimizle ilgili fotoğraf albümlerini ve akademik sanların teşhirini kapsıyordu. Onun büyücüler grubu bu öğüdü harfi harfine yerine getiriyordu, ama biz çömezler hiçbir şey yapmaya mecbur değildik. Bununla beraber, hangi nedenle olduğunu bilmesem de, onun uç biçimdeki titizlenişini anladım ve o günden beri fotoğrafımın çekilmesine izin vermedim. Vakti zamanında bir okuma esnasında, fotoğrafların kişisel bir çıkar algılaması olduğunu ve bu isteksizliğin ardındaki amacımın şahsım çevresindeki kuşkuyu korumak olduğunu açıkladım. Epey sonra, ruhani bir rehber gibi takılan bir kadının ‘eğer Meksikalı bir barmen yüzüne sahip olsaydım, fotoğraf çekilmesine ben de izin vermezdim,’ diye fikir beyan ettiğini öğrenmiştim.

Kişisel önemliliğin tuhaflığını ve onun homojen biçimde herkese büsbütün bulaştığını gözlemleyerek, görücüler insanoğlunu Don Juan'ın daha da gülünç üç isim bulduğu kategorilere ayırdılar: İşeyenler, osuranlar ve kusanlar. Hepimiz bu kategorilerden birinin içine düşeriz.

işeyenler dalkavukluklarıyla ayırt edilirler; iltifatçı, yapışkan ve sıkıcıdırlar. Onlar daima sizi şımartmak isteyenlerdir. Size özen gösterirler, sizin adınıza öngörürler, size annelik yaparlar.

Baştan aşağı merhamettirler! Bu yolla, gerçekliği saklı topraklara gömerler; inisiyatif alamazlar ve tek başlarına asla hiçbir şey yapamazlar. Yapacakları şeyleri algılamak için, bir başka insanın buyruğuna ihtiyaç duyarlar. Ve onlar adına üzülerek söylüyorum ki, daima çaresiz, düş kırıklığına uğramış ve sulugözlü olmalarından dolayı; başkalarının da kendileri gibi nazik olduklarını farz ederler.

Osuranlar, buna karşın, ters yöndedirler. Öfkelendiren, bayağı ve kendi kendine yeterli, daima daha etkili ve girişkendirler. Size ilişince, artık size huzur vermezler. Karşılaşabileceklerinizin en berbatları bu kişilerdir. Eğer huzurunuz yerindeyse, osuruk yetişir, sizi tam anlamıyla tavlar ve sizi mümkün mertebe kullanır. İnsanlığın hakimleri ve liderleri olmak için doğal bir yetenekleri vardır. Bunlar, iktidarı muhafaza etmek için öldüren cinstendir.

Bu iki kategorinin arasında kusanlar var. Etkisizdirler, onlar ne kendilerini dayatırlar ne de onlara öncülük edilmesine izin verirler. Mağrur, gösterişçi ve teşhircidirler. Bize olağanüstü oldukları izlenimini verirler, ne var ki hiçtirler. Bu cakadır. Onlar

kendilerine haddinden fazla inanan insanların karikatürüdürler, fakat onları dikkate almazsanız, ehemmiyetsizlikleriyle tuzla buz olurlar.”

Dinleyicilerden birisi ona, “Bu üç kategoriden birine mensubiyet zorunlu bir karakteristik midir, yani ışıltımızın doğuştan gelen bir koşulu mudur?” diye sordu. Carlos:

“Hiç kimse böyle doğmasa da, buna böyle teslim oluyoruz! Çocukluğumuz sırasında bizde iz bırakan sıradan küçük bir talihsizlik yüzünden; ebeveynlerimizin baskısından ya da önceden kestirilmesi zor bir başka etmenden dolayı bu kategorilerden birine düşüyoruz. O andan itibaren ve büyürken, otantik varlığımıza son verdiğimiz ve aktörleri haline dönüştüğümüz günü artık hatırlayamasak bile, o zamandan sonra benliğimizi savunmaya ihtiyaç duymuş olmalıyız. Bir çömez büyücüler dünyasına girdiği sırada, kişiliğinin temeli önceden biçimlenmiştir dolayısıyla artık hiçbir şey geçersiz kılınamaz. Ona kalan tek seçenek bunların hepsine gülmektir. Ama durumumuz doğuştan da olsa, büyücüler görmeleri sayesinde kendimizi ne türden bir önemliliğe teslim ettiğimizi tespit edebilirler zira bizi kuşatan enerji alanı içindeki düzenli deformasyonlar, yıllara yayılan süreçte doğamızın mulajında açığa çıkar.”

Carlos önemliliğin özelliğinin, rüya görmemize imkân veren aynı tip enerjiden beslenmesi olduğunu açıklayarak sözlerine devam etti. Bu nedenle, nagualizmin temel şartı kayıptır, çünkü bu kullanımımızdaki bir enerji artığını serbest bırakır: tedbirli olmazsak, savaşçının yolu bizi sapınca götürebilir.

‘'Çömezlerin çoğunun başına gelen budur. Enerjilerini ekonomize ederek ve potansiyellerini geliştirerek, doğru şekilde işe başlarlar. Ama giderek erk kazanmaya başladıkça bunu yapmazlar, kendilerinde bir paraziti de beslerler. Eğer egouzun baskısından vazgeçmeye hazırsak, ki sıradan insanlar olarak bunu yeğlemeliyiz, önemli olduğunu düşünen bir büyücü var olabilecek en üzücü şeydir. Kişisel önemliliğin hainliğini aklınızdan çıkartmayın: o neredeyse kusursuz bir alçakgönüllülük maskesi giyebilir zira acelesi yoktur. Tüm bir uygulama yaşantısının ardından, asgari bir dikkatsizlik, ufak bir yanlış adım yeterlidir— ve o sessizce

kuluçkasından çıkmış bir virüs gibi ya da yıllar boyu çöl kumunun altında bekleyen ve ilk yağmur damlalarıyla, uyuşukluğundan uyanıp üreyen kurbağalar gibi yeniden çıkar.

Onun doğasını hesaba katarak, çömezlerinin kişisel önemliliğine o infilak edene kadar saldırmak velinimetin ödevidir. Hiçbir acıma gösteremez. Bir savaşçı kendisini bekleyen yolun zorluğuna hazırlanırken, alçakgönüllü olmayı öğrenmelidir. Yoksa bilinmeyenin kargılarını metanetle karşılamak için en düşük şansı olmayacaktır. Don Juan öğrencilerini zalimliğe varana kadar cezalandırıyordu. Benlik ahtapotunu kontrol etmek için, günün yirmi dört saatinde bir uyanıklık tavsiye ediyordu. Elbette, dikkate almıyoruz! Çömezlerin en ilerisi Eligio dışında, utanmaz bir tarzda hepimiz eğilimlerimize teslim oluyorduk. Bu La Gorda için ölümcül oldu!

Bize Don Juan'ın ileri öğrencilerinden, büyük bir savaşçı erk geliştiren ama insani ayağının kötü alışkanlıklarını kontrol edemeyen Maria Elena (La Gorda)’nın hikayesini anlattı:

O bunu kontrol altında tutuğunu düşünüyordu, fakat durum hiç de böyle değildi. Çok egoist bir ilgiyi kendinde muhafaza ediyordu, kişisel bir bağlılığı, savaşçı grubundan beklentileri vardı ve bu onu öldürdü.

La Gorda kendini incinmiş hissediyordu zira benim çömezleri özgürlüğe götürüşümü yetersiz görüyordu ve beni asla yeni nagual olarak kabul etmedi. Bir zamanlar Don Juan'ın güçlü kadın yöneticisi gözden kaybolmuştu, benim yetersizliğime hatta enerjisel anomalime kusur bulmaya başladı. Akabinde Genarolar ve Küçük Kız Kardeşlerle (Don Juan ve Don Genaro'nın çömezleri) bağlaştı, ve klanın lideriymiş gibi davranmaya başladı. Fakat bu onu kitaplarımın kamuoyundaki başarısından daha da fazla azdırdı.

Bir gün, bir kendi kendine yeterlik patlaması içinde hepimizi topladı, karşımıza dikildi ve bağırdı: “Salaklar sürüsü! Ben gidiyorum!”

Bildiği içten gelen ateş alıştırmasını kullanarak Don juan ve Don Genaro'ya ulaşmak için birleşim noktasının yerini nagual dünyasına kadar değiştirebiliyordu. Fakat o öğle sonrası çok tahrik olmuştu. Bazı çömezler onu sakinleştirmeye kalktı ama bu onu daha da öfkelendirdi. Hiçbir şey yapamıyordum, vaziyet erkimi felce uğratmıştı. Külhanbeyce ve hiç de kusursuz olmayan bir çabanın ardından hastalandı ve kaskatı düşüp öldü. Egomanyaklığı onu öldürdü.

Bu garip hikayedeki kıssadan hisse niyetine Carlos, bir savaşçının asla delilik noktasına kadar gitmeyi kendine hak göremeyeceğini, çünkü bir ego saldırısıyla ölümün ölmenin en aptalca biçimi olduğunu söyleyerek sözlerine devam etti.

“Kişisel önemlilik öldürücüdür, enerjinin özgür akışını durdurur dolayısıyla bu ölümcüldür. İnsan olarak sonumuzdan o sorumludur ve bir gün türe son verecek olan odur. Bir savaşçı onu bir kenara koymayı öğrendiği zaman, tini açılır, kafesinden kurtulmuş ve özgürlüğüne yeniden kavuşmuş vahşi bir hayvan gibi sevinçten uçar. Kişisel önemlilikle farklı biçimlerde mücadele edilebilir, ama ilk önce onun var olduğunun farkına varmak gerekir. Eğer bir hatanız olursa ve bunu kabul ederseniz, işin yarısını daha şimdiden halletmişsinizdir! Öyleyse her şeyden önce bunun bilincine varın. Bir post-it alın ve ona ‘KİŞİSEL ÖNEMLİLİK ÖLDÜRÜR’ yazıp onu evinizin en görünür yerine yapıştırın. Her gün bu cümleyi okuyun, çalışırken bunu aklınızda tutmayı deneyin, derinliğine bunu düşünün. Belki bir gün gelecek onun anlamı içinize dokunacak ve bir şeyler yapmaya karar vereceksiniz. Farkına varmak özü gereği büyük bir yardımdır zira benliğe karşı mücadele onun kendi dürtüsünü ortaya çıkartır.

Kişisel önemlilik genellikle, eylem çapı başkaları tarafından görülme ve kabul edilme arzusundan, büyüklenme ve alay ediciliğe kadar uzanan duygularımızla beslenir. Ama onun en sevdiği alan kendisi ve çevremizdekiler için acımadır. Onun izini sürmek için, öncelikle coşkularımızı en küçük zerrelerine kadar

ayırmak ve onları besleyen kaynakları bulup çıkarmak zorundayız. Duygular nadiren saf bir biçim altında görünürler. Onlar kılık değiştirirler. Hızlarından kaynaklı olarak onları muhakeme edemiyoruz, onları tavşanlar gibi avlamak için, çok incelikli bir stratejiyle ilerlemek zorundayız. En aşikâr şeylerle başlayalım: ‘Hangi noktada kendimi ciddiye alıyorum? Neye bağlanıyorum? Zamanımı neye adıyorum?’ gibi. Bunlar çok küçük bir dikkati serbest bırakmak için kâfi enerjiyi biriktiren, değiştirmeye başlayabileceğimiz şeylerdir, bunlar alıştırmaya daha derin biçimde nüfuz etmemize imkân verecektir.

Örneğin, televizyon izleyerek saatler geçirmek yerine, koşu yapmaya gitmek ya da arkadaşlarımızla aptalca şeyler hakkında sohbet etmek, bu zamanın küçük bir kısmını tarihimizi özelemeye, bazı fizik alıştırmaları yapmaya ya da sadece bir parka gitmeye, ayakkabılarımızı çıkarıp çimlerin üzerinde yürümeye adayabilseydik. Basit görünüyor, fakat bu pratiklerle duyumsal panoramamız değişir. Bize kaybetmemiz için verilmiş fakat daima burada olan bir şeyi tekrar elde ederiz.

Bu küçük değişikliklerle başlayıp, burnu büyüklüğümüzün kendisini o çılgınlığa varan yansıtmaları içindeki, bulunup çıkartılması daha zor öğeleri analiz edebiliriz. Örneğin: ‘Nelerdir benim inançlarım? Kendimi ölümsüz olarak mı görüyorum? Özel miyim? Dikkate alınmayı hak ediyor muyum?’ Analizin bu tipi inaçlar alanına girer - duygularımızın sert çekirdeğidir— siz de içsel sessizlik sırasında buna girişmek ve dürüstçe ateşli bir yükümlülüğü ortaya çıkarmak zorundasınız. Yoksa, akıl her türden haklı çıkarmayla zeytinyağı gibi üste çıkacaktır.”

Carlos bu alıştırmaların bir aciliyet duygusuyla yapılması gerektiğini zira, gerçekte söz konusu olanın güçlü bir saldırıda hayatta kalmak olduğunu sözlerine ekledi.

“Kişisel önemliliğin acımasız bir zehir olduğunu fark edin.

Kaybedecek zamanımız yok, ihtiyacımız olan aciliyettir. Ya şimdi ya asla! Bir kez duygularınıza neşter vurunca, çabalarınızı insani çıkarın ötesinde acımasızlık alanına kadar yeniden kanalize etmeyi öğrenmeniz gerekecek. Görücüler için, bu alan ışıltımız içindeki bir bölgedir, akıl bölgesi kadar işlevseldir. Dünyayı yansız bir bakış açısıyla değerlendirmeyi öğrenebiliriz, tıpkı çocukluğumuzdan itibaren onu akıl perspektifinden yargılamayı öğrenmiş olduğumuz gibi. Odaklanma noktası olarak tek fark yansızlıktır, bu çok daha yakındır savaşçının hâletiruhiyesine.

Bu tedbir olmadan, kişisel önemliliğimizin izini sürme alıştırmasından kaynaklanan coşkusal burgaç öyle sancılı biçimde açığa çıkabilir ki, bu bizi intihara ya da çıldırmaya götürebilir. Çömez acımasızlık konumundan dünyayı seyre dalmayı öğrendiğinde, enerjisel harcama gerektiren her durumun ardında kişisiz bir evren olduğunu fark ederek, bir duygu düğümü olmayı keser ve akışkan bir varlık olur.

Merhametin yarattığı problem, bizi meseleleri baştan sona hoşgörü özgülünde görmeye zorluyor olmasıdır. Merhameti bulunmayan bir savaşçı istencini ilgisizlik merkezine yerleştirmiş ve 'zavallı ben' demekten artık hoşlanmayan bir insandır. O düşkünlükleri için hiçbir acıma hissetmeyen ve kendine gülmeyi öğrenmiş bir bireydir.

Kişisel önemliliği tanımlamanın bir yolu da, onu toplumsal etkileşimimiz sırasındaki düşkünlüklerimizin bir izdüşümü olarak anlamaktır. Bunlar gerçekte hiçbir savunması olmadığı olgusunu gizlemek için, bazı küçük evcil hayvanların tehditkâr çığlık ve pozları gibidir. Önemliyiz çünkü korkuyoruz ve biz korktukça, ego daha da var oluyor.

Bununla beraber, neyse ki savaşçılar için, kişisel önemliliğin zayıf bir noktası vardır. O, kendi varlığını sürdürmek için ihtiyaç duyduğu kabule bağımlıdır. Yükselmek ve havada kalmak için hava akımına ihtiyaç duyan bir uçurtma gibidir, yoksa düşer ve parçalanır. Eğer hiçbir önemliliği önemli saymazsak, bu iş sonunda biter!

Bunu bilerek, bir çömez ilişkilerini soğutur. Ben'ini onaylayan ve pek çok kere tekrarlanmış hiçbir önemi olmayan insani şeylerden kaçmayı öğrenir. O eleştiriyi arar, pohpohlanmayı değil. Zamanla, yeni bir hayata yol alır, tarihini siler, adını değiştirir, yeni kişiliği keşfeder ve egosunun sebatkâr sık boğazını fesheder. Kendini, otantik varlığının kontrolü ele almaya zorlandığı

durumlara hazırlar. Bir erk avcısı acımasızdır; her kimin olursa olsun gözlerde kabul aramaz.

Acımama durumu şaşırtıcıdır. Kesintisiz tazyik yılları boyunca adım adım ona varmaya çalışılır ve kalıbımızı kıran ve bizi mutlu ve huzurlu bir gülümsemeyle dünyaya bakmamızı sağlayan ani bir titreme gibi, birdenbire ortaya çıkar. Uzun yıllardan beri ilk kez, kendi başımıza var olmanın korkunç yükünden kurtulduğumuzu hissederiz ve bizi kuşatan gerçekliği görürüz. Bir kez bu noktaya ulaştık mı, tek başına değilizdir. Derin bir akıl almazla bizi bekler, Kartal'ın kalbinden gelen ve saniyenin binde birinde bizi ılımlılık ve bilgelik evrenlerine taşıyan bir yardım.

Artık kendimiz için hiçbir acımamız olmadığında, kişisel sönmemizin darbesiyle zarafetle yüzleşebiliriz. Ölüm savaşçıya değer ve ılımlılık veren güçtür. Önemli olmadığımızın farkına sadece ölümün gözlerinin içine bakarken varabiliriz, işte o zaman, ölüm yaşamak için yanı başımıza gelir ve başlar bize gizlerini açmaya.

Ölümün değiştirilemez doğasıyla temas, çömezin karakteri üzerinde silinmez bir iz bırakır. Evrenin tüm enerjisinin her şeyle bağlantılı olduğunu ilk kez anlar. Fizik yasası içinde kendi aralarında ilişkili bir nesne dünyası yoktur. Varolan, dikkatimizin erki bize izin verir vermez, karmaşık biçimde birbirleriyle bağıntılılığı içinde yorumlayabileceğimiz ışıldayan bir yayılım panoramasıdır. Her eylemimiz değerlidir zira sonsuzluktaki çağlayanları harekete geçirirler. Bu nedenle, hiçbir şey bir başkasından daha değerli değildir, hiçbir şey bir başkasından önemli değildir.

Bu vizyon kendimize karşı bağışlayıcı olma eğilimimizi keser. Evrensel bağa tanıklık ederken savaşçının zihni, duyguların karşı-zorbalığı tarafından işgal edilir. Bir yandan, anlatılmaz bir sevinç ile yüce derin bir saygı ve var olan her şeye karşı kişisel olmayan bir ilgi duyar. Öte yandan, kaçınılmaz bir duygu ve kendine merhamet etmeyle ilgisi olmayan derin bir hüzün; sonsuzluğun kalbinden gelen bir hüzün, onu asla terk etmeyecek münzevi bir bora. Bu arıtıcı duygu tüm insani akılcılaştırmaların akamete uğradığı yerde savaşçıya maceraya atılması için ılımlılığı, kurnazlığı ve ihtiyacı olan sessizliği verir. Böylesi koşullar içinde, kişisel önemlilik artık tutunamaz.



Sessizbilgi Listele - - - - - Yeni Siteye Dön