Eski SessizBilgi - - - - - Yeni SessizBilgi
Alt Limit:
Kaç tane -->

1 bolum bilgiyle bir romans 5 enerjisel drenaj


Carlos'un enerji konusuna birçok fırsatta değindiğine tanık olmuştum. Her defasında onun farklı yönlerini açıklıyordu. Okumayı kendi içinde daha tutarlı kılmak için, bazılarını bu bölümde bir araya getirdim.

Onun öğretileri ya da daha doğrusu ait olduğu görücü geleneğinin öğretileri, evrenin çift olduğu olgusuyla başlar. Evren, eski görücülerin birbirine geçmiş iki yılan vasıtasıyla sembolize ettikleri iki güçten oluşur. Ama bu iki gücün iyi ve kötü diye isimlendirdiğimiz ikiliklerle, tanrı ve şeytan, olumlu ve olumsuz ya da bizim açımızdan iç tutarlılığı olan hiçbir karşıtlıkla alakası yok. Daha çok, Toltekler'in "tonal" ve "nagual" olarak adlandırdıkları enerjinin açıklanamaz bir dalgasından ibarettirler.

Belitsel bir tarzda, herhangi bir şekilde yorumlayabildiğimiz ya da hayal edebildiğimiz her şeyin tonal ve geri kalan, kategorize edemediklerimizin de nagual olduğu ifade edilir.

Görücüler "Kartal" ismini verdikleri biricik gücün, iki düşmanca gerçeklik olmadığını daha çok tamamlayıcı iki görünüm olduğunu vurgulamak için, fizik bedenimizin sağ ve sol yanını tonal ve nagual olarak karşılaştırırlar. Bu gücün kozmosta kendini gösterdiği enerji biçimleri açısından olsun, bizim algılayış açımızdan olsun, organizmaların temel dış görünüşüne benzer biçimde, neredeyse daima iki yanlı bir bakışımla yapılandığını görmüşlerdir.

Hayat —Eskilerin "Kartal'ın yayılımları" ismini verdikleri— kendinin bilinci olan yeni bir özel varlığın, dışsal bir güç durumuna gelirken; sonsuzluğun bir kısım serbest enerjisini kuşattığı sırada oluşur. Ve görücüler, "algının birleşim noktası" dedikleri etki ortaya çıktığında, dünya algısının birden oluverdiğini görmüşlerdir.

Evrende yaşayan her canlı varlıkta bu selektör merkez çalışmaya hazır olsa da, bu dünya üzerinde önceden tasarlanmış kendilik bilinci, ancak insanoğlu ve ilk Çağ görücülerinin "bağlaşıklar" adını verdikleri fizik varlıktan yoksun türün bir grubu tarafından elde edilebilir. Bu varlıklarla insan arasındaki etkileşim sadece olası olmak şöyle dursun, rüyalarımız sırasında sıklıkla meydana gelir. Büyücüler bunu işlerler, zira inorganik bilinç, bizimkinden çok daha eskidir, hepimizin yanıp tutuştuğu bir şeyle doludur. Bilgiyle.

Eski Meksika bilgeleri kendilerini sıkı sıkıya enerji türlerinin araştırılmasına vakfederlerken; keşfettiklerini çağdaşlarına betimlemeyi de kuvvetle arzu etmişlerdi. Çabalarında en uygun terimleri bulmak adına, var olan her şeyin gündüz ve gece gibi karanlık ve aydınlığa ayrıldığını söylediler. Bütün ikili betimlemeler bunun sonucudur. Bu, büyük kozmik ikiliği yansıtan bir

gerekliliktir.

Görmeleri sırasında, enerji dünyasının küçük ışık noktalarıyla bezeli, geniş karanlık bir alandan oluştuğunu keşfetmişlerdi ve karanlık bölgelerin enerjinin dişil bölümüyle uyuşurken, aydınlık bölgelerin de enerjinin eril bölümüyle uyuştuğunu fark ettiler. Kaçınılmaz olarak evrenin neredeyse bütünlüğü içinde dişil olduğuna ve aydınlık enerjinin, erilliğin nadir olduğuna kanaat getirdiler.

Bu tanımlamayla karanlığı sol tarafla, nagual, bilinmeyen dişil ve aydınlığı da sağ tarafla, tonal, bilinen ve eril biçiminde ilişkilendirdiler.

Gözlemlerini müteakip, kozmik karanlığın kendi üzerinde büzüldüğü ve bundan uzay ve zamanın düzenine kaynaklık eden, gerinen bir kıvılcımın, bir ışık patlamasının dışarı fırladığı sırada gökadasal yaratım eyleminin vuku bulduğunu görmüşlerdi. Şeylerin bir sonunun olması bu düzenin yasasıdır ve bu da evrenin yegâne ve değişmez ilkesinin enerjinin karanlık, dişil, yaratıcı ve sonsuz olduğu anlamına geliyor.

Benzer biçimde insan da gündüz ortaya çıkan uyanıklık tarafından temsil edilen bir tonal ve gece rüyaları tarafından temsil edilen bir nagual olarak ikiye ayrılır.

Nagualların bilgeliğinin geri kalanı bu gözlemlerin sonucudur. Rüyaların erke giden bir çıkış olduğunu öğretirler; çünkü son tahlilde bizi ayakta tutan, kendimizi yenilemek için periyodik olarak döndüğümüz bu karanlık enerjidir. Bu nedenle, tüm erklerini rüya durumu boyunca bilinçlenme sanatının yetkinleştirilmesine yöneltmişlerdi. Dikkatin bu özel tipine rüya görmek adını vermişler ve onu kasten karanlık enerjiyi araştırmak ve evrenin kaynağıyla temasa geçmek için kullanmışlardı. Böylelikle Toltek bilgelerinin ilk gözlemleri pratik bir bilgi haline geldi.

Carlos'un en sık tekrarladığı belirlemelerden biri; her şey hakkında, dünyamızı gitgide öngörülebilir şeylere dönüştürme kanaatimizin olmasıydı, ta ki başka dünyaları ziyaret etme olasılığı bir peri masalı olana kadar:

“Modern insan için var olan her şey tamamen otomatik bir biçimde belirli bir kategorinin içine düşer. Etiketleme makineleriyiz. Biz dünyayı sınıflandırıyoruz ve dünya da bizi. Eğer bir gün bir köpek öldürürseniz, hayatınız boyunca bir köpek katilisinizdir, bir daha asla bir tekine dokunmasanız bile. Ve bu sınıflandırmalar miras kalır!”

Özellikle insanların karakteristiklerine bağlı ve de soyundan kimselere bir ceza gibi miras kalmış, bir dizi gülünç ve manidar soyadı zikretti. Bu da enerjisel olarak insanların damgalandığını gösteriyordu.

Bizi sınıflandıran bu saçma temayülün en büyük örneğinin, inananların "ilk günah" dediği, bizi sonsuz günahkârlar yapan ve de günahkârlar gibi davranmaya mecbur kılan, Âdem ile Havva'nın günahı olduğunu söyledi:

“Başkalarının algısal hademeihayratları olduk, insan düşüncesinin zinciri çok güçlü. En derin duygularımız bile sınıflandırılıyor ve düzenleniyor ve hiçbir şey bundan kaçamıyor. Basmakalıp tekrarlarımızın içine düşmek adına yaşadığımız günlük hayatla, kendi kendimize yabancılaşma tarzımız bir örnektir. Bir önceden saptanmış günler koleksiyonumuz var: Anneler günü, Ölüler günü, Saint-Valentin, doğum günleri ve evlilik yıldönümleri... Bunlar sanki kaybolmamak ve böylelikle dış dünyayla birlikte hareket etmek için hayatımızı bağladığımız kazıklar, bizi betimlemelerimize geri götüren boyunduruklar.

Bir gün Don Juan ile Mexico'nun kuzeyindeki küçük bir kente kadar gittiklerini ve kilise meydanında dinlenmek için bir banka oturduklarını anlattı bize. Birdenbire bez ve samandan yapılmış bir Judas tasviri taşıyan, bir düzine genç gelmişti. Judas tasviri örtüsü ve sandaletleriyle bir Hintli gibi giydirilmişti. Onu şehir meydanına yerleştirmişler ve o gece meydanda bir ateş yakılmıştı. Herkes içip sırayla kuklaya hakaret etmişti. Bu, ritüelin en önemli bölümüydü.

“Benzer âdetlerle, insanlar Judas'yı canlı tutuyor. Onu hatırlıyorlar, hatıralarıyla birlikte cehennemleri içinde onu saklıyorlar. Ve onu yaktıktan sonra, ertesi yıl onu tekrar canlandırıyorlar ve onu yeniden ölüme gönderiyorlar. İnsan davranışının katılığı bu rutinler içinde açığa çıkıyor.”

Dinleyicilerden bir kişi konuşmak için izin istedi ve ona “Judas'yı hatırlayarak canlı tutan kent hadisesine dair ifadeleriniz motamot doğru mu yoksa bu sadece bir metafor mu?” diye sordu.

Carlos:

"Büyücüler bellek var olduğu sürece, varlık bilincinin olduğunu ifade ederler, zira düşünce akışı hayatın bir zerkidir. Ölüm hakikati bunu unutturur. Zamanın geçmişten geleceğe doğru bir hat boyunca hızla gittiği düşüncesi bütünüyle ilkeldir ve büyücülerin ve hatta modern bilimin deneyimine terstir. Zamanın bu sınırlı yorumlanışı yüzünden, insanlığın çok büyük bölümü, aynılığın sonsuz tekrarının yazgısı olan bir zaman tünelinde tutsak. Büyücülerin ‘birleşim noktasının ortak sabitliği’ dedikleri olgudan dolayı, enerjisel açıdan bloke olduğumuz koşulumuzun bir gerçeğidir.

Bu sabitlenmenin dikkate değer sonuçlarından biri, uzmanlaşmamızın bir tarzı olmasıdır. Bir mesleğin eğitimini gördüğümüz¬ de, örneğin açılımları genişletmek yerine, alışılmış olduğu gibi yerleşik, sıkıcı, yaratımsız ve motivasyonsuz bireyler olmaya başlıyoruz. Birkaç yılda hayatımız tatsız tuzsuz oluyor, fakat sorumlu olmak ve kendimizi değiştirmek bir yana, suçu koşulların üzerine atıyoruz.

Yaptıklarımızın tümünü veya artık yapmadıklarımızı başkalarına anlatmak, envanterimizi oluşturan en ciddi alışkanlıklardan biri. Bu, toplumsallaşmanın önemli bir parçası. Kendimizin salt bir imajını yaratmak istiyoruz, ama bu imaj başkalarının beklentilerine göre kendini biçimlendirmeyle ve olabileceklerimizin karikatürleri olmamızla sonuçlanıyor. Başkaları bizi bir kez ‘gerçek’ gibi değerlendirince, belirli davranış modellerini takip etmeye mecbur kalıyoruz, bize itici gelmelerine ya da onlara inanmıyor olmamıza rağmen; zira tüm değişim niyeti bizi bir duvarın önüne koyuyor.

İnsanların çoğunluğu bir aşkı ya da arkadaşı olmadığında kendilerini ıssız hissederler, zira yaşamlarını yüzeysel bir ilişkiler temeli üzerine kurmuşlardır ve onlara yazgılarını düşünme zamanı bırakmaz. Ne yazık ki arkadaşlık genelde mahremiyetin bir değiş tokuşuna dayanıyor, hâlbuki tüm söylediklerimizin bir gün bize karşı kullanılacak olması dünyevi ilişkilerin ürünlerinden biridir. Bizim için en önemli olanların, en kötü migrenler olarak bize geri döndüğünü görmek ne acıklı.

Büyücüler kendimizden bahsetmenin bizleri erişilebilir ve za¬yıf kıldığını, oysa susmayı öğrenmenin bizi erkle doldurduğunu ifade ederler. Bilgi yolunun ilkelerinden biri, hayatımızı olacakların kendiliğinden asla bilinmediği, kestirilemez bir şeye dönüştürmektir.

Ortak envanteri terk etmenin tek aracı bizi iyi tanıyanlardan ayrılmamızdır. Belirli bir zaman sonra zihnin bizi tutsak kılan yüksek duvarları artık esnekleşir ve boyun eğmeye başlar. Değişimin asıl fırsatının belirmesi ve hayatlarımızın kontrolünü elimize alabilmemiz işte budur.

Yorumlamayı aşmaya ve önyargısız saf algının karşısında durmaya muktedir olsaydık, bir nesne dünyası izlenimi kaybolurdu.

Bunun yerine enerjiye evrende cereyan ettiği kusursuzlukta tanıklık ederdik. Yine aynı koşullarda, başkalarının düşünce zincirinin üzerimizde en küçük etkisi olmazdı ve artık kendimizi ne olursa olsun söylemeye veya yapmaya zorunlu hissetmezdik. Öyle ki duygularımızın hiçbir sınırı olmazdı. İşte bu görmektir.”

Carlos sözlerine devam etti:

“Büyücülerin amacı toplumsal yorumlamaların sabitliğini kırmak ve enerjiyi doğrudan görmektir. Görmek tam algısal bir deneyimdir.

Enerjiyi cereyan ettiği kusursuzlukta görmek, bilgi yolunda olmazsa olmaz bir gereksinimdir. Son tahlilde, büyücülerin bütün çabası buna yöneliktir. Tüm evrenin enerji olduğunu bilmek savaşçıya yetmez, onu kendi kendine doğrulamalıdır.

Görmek hayatımızda dolaysız sonuçları ve büyük bir değeri olan yararlı bir konudur. Büyücülerin zamanı nesnel bir boyut olarak görmeyi öğrenmeleri, onlar arasında en muhteşem olanıdır.”

Carlos sözlerini, enerjinin evrenin bir ucundan diğer ucuna katmanlar arasında dağıtıldığını söyleyerek sürdürdü. “Bütün bilinçli varlıklar bu katmanlardan birine ait ve ‘algı düzenlenmesi’ adı altında bilinen bir görüngü sayesinde diğer bantların enerjisiyle uyumlu olabiliyoruz.

Gören büyücüler için katmanların kesiştiği, enerjinin anaforlar yaratan belli yerlerinde özel, en yüksek önemlilikte görüngüler meydana gelir. Düzenlenme şartları orada elverişlidir ve kendiliğinden baş gösterir. Görücüler zamanın koordinatlarının geçersiz kılındığı ve seyyah bilincinin yabancı dünyalar içine girebildiği, uzaydaki üst geçitlerden, köprülerden ve bariyerlerden bahsederler. Evrenin her köşesinden inorganik varlıklar yeryüzüne kadar, sınırı geçmek için bu noktalardan faydalanırlar ve hatta bunu biz de yapabiliyoruz.

Bu size inanılmaz gibi görünebilir ama görüngünün bu türü benim için daima bir gizdir. Bir defasında, Meksika'nın kuzeyindeki bir yere götürüldüm ve çölde bana kozmik niyetin girdap gibi döndüğü bir yer gösterdiler. Saatlerce bu bölgeye girmek için mücadele ettik ama mümkün olmadı. Gerçekten de bir bariyer varmış gibiydi!”

Carlos'tan daha fazla açıklama yapmasını istedik ve o da yanıtladı:

“Bu problemi asla çözüme kavuşturamadım. Fakat yeterince erkli bir büyücü için — kullanmasını bilen— bu halledilebilecek bir şey!

Bir başka sefer, enerji üst geçitlerinden birinin en sıra dışı etkilerine tanıklık ettim. Görüş alanımı tamamen bulanıklaştıran hortum yola çullandığı sırada arabamla çölde gidiyordum. Birden arabamın yanında bir kamyon belirdi. Sürücü onu takip etmemi işaret etti ve kamyonun kocaman yanıyla korunarak, uzun bir mesafe boyunca arabamı onun yanında sürdüm. Fırtına nihayet sakinleşti ve ikimiz de durduk. Tanımadığım çakıllı bir yoldaydık.

Kamyonun sürücüsü yere atladı ve beni selamladı. Onu tanımıştım, daha önce karşılaştığım Kızılderili bir şamandı. Bu şekilde beni koruyarak, yıllar önce onun için yaptığım şeye karşılık, bana bir armağan verdiğini söyledi. Ve bana bulunduğumuz yeri saptamaya uğraşmamamı zira ikinci dikkatte saklı bir yerin söz konusu olduğunu söyledi.

Sözleri beni hayrete düşürmüştü. Bu savaşçının arabamla beni ve geriye kalan her şeyi başka bir dünyaya taşıyacak yeterlikte enerjisi vardı! Kısa bir sohbetten sonra, bana ‘hareket vakti’ dedi zira fırtına dinmişti. Bilinmeyen bir yol boyunca onu takip ettim ve kendimi yeniden otoyolda buldum. Kamyondan hiçbir iz yoktu!”

Bu anekdotlar düş gücümüzü uyandırdı ve envaı çeşit soruyla Carlos'un başının etini yedik. Fakat Carlos soğukkanlılığını korudu. Bize görüngünün bu türünün inanabileceğimizden daha sıklıkla meydana geldiğini ve onun us sallaştırılamayacağını ama deneyimlenebileceğini söyledi.

Enerjiyi cereyan ettiği gibi görmenin bir başka sarsıcı etki ve önemli faydasının büyücülerin heyecansal dürtülerimiz altında ışıldayan kitlelerimizden ayrılan termal dalgalar olarak, başkalarının duygularının doğrudan algılamaları olduğunu, kişinin sahip olduğunu bilmediği duyguları bile tespit ettiklerini açıklayarak devam etti:

“Bu, onları hemcinslerinin sadece karanlık bir nüfuz edilemezlikten başka bir şey göremeyeceği yere yönelten, kızıl ötesi bir görüş gibidir. Bu da, onlara başka insanların davranışları karşısında sakınımlı olma imkânı verir. Bundan dolayı, bir görücünün yanılması olanaksız, gafil avlanmasıysa fazlasıyla zordur. Bununla beraber, görmenin asıl değeri, niyeti anlamamıza yardımcı olmasıdır.

Enerji düzeyi olarak varoluşun bütünselliğine tanık olduğumuzda, öte bir tasarının, tüm bunları organize eden eylemin bir takım ölçülerinin, ayrıca başka bir şeylerin var olduğunu görürüz. Büyücüler azami ve kişisel olmayan bir iradeyle, içsel sessizlikleri sırasında uyumlu olmayı başardıkları bu tasarıyı ayırt ederler. Doğal olarak bir bilgi adamı, böyle bir araçla enerjisi için en uygun tarzdaki şeyleri hâletiruhiyesinde birleştirecektir. Coşkulu ve erinçli bir enerji, gören büyücünün işaretidir.

Carlos bir başka okuma sırasında, “enerjimizin bütünselliğiyle

doğduk fakat genelde feci bir durumda ölüyoruz,” dedi bize.

“Bu sanki bankada belirli bir miktarda parayla doğuyor olmamız gibidir, kimileri bir milyonla veya başkaları daha azıyla. Bu önemsiz bir ayrım; genelde miktar sonuna kadar yaraşır bir hayat sürmemize izin verecek yeterliliktedir. Ama enerjisel yönetimin tam bir kültüründen yoksunluğu sonucu, insanların büyük çoğunluğu miraslarını derhal aptalca saçıp savurmaya başlarlar ve öldükleri sırada, acınası bir sefalet durumu içerisindedirler. Bununla birlikte, kimileri tasarruf etmeyi ve hatta kazançlarını artırmayı öğrenir. Onlar da ölürler, ama daha büyük bir sermayeyle. Daha ileri giderler.

Erk dolu bir savaşçı gibi, tüm kazanımlarla beraber ölmekle, bir sokak köpeği gibi, sefilce ölmek arasındaki ayrım, enerjimize davranış tarzımızdan ileri gelir.”

Çevremizi saran ışıltılı alanın bir radyatör gibi birbirine geçmiş lifçiklerden oluşan, enerji yayan yoğun bir bulut, çok büyük bir pamuk helva gibi olduğunu açıkladı:

“iki insan ilişkiye girdiğinde yaşanılan, bir yayılım değişimidir. Bunu isteyelim veya istemeyelim, biz farkında olmaksızın ışık filciklerimiz etkileşir. Bu bir yasadır, enerji taştığı yerden eksik olduğu yere doğru akar. Hayatımızı kesintisiz bir etkileşim içinde geçirdiğimizden, nihayetinde kendimiz olmaktan çok başkalarının bize bıraktıkları olmamız bilindik bir sonuçtur.

Yine de savaşçılar, enerjinin tekrar elde edilmesi amaçlı özetleme gibi alıştırmalar içinde enerjisel değişim yasasını kırmayı öğrenirler. Bu yolla kendi kendilerine yeterli olurlar, sermayelerini tekrar elde ederler ve kararlı bir şekilde tüm ‘borçlarını iade ederler. Artık savurganlık olmadığından, ışıldayan yumurtalarının termal olduğu söylenebilir.

Işınımdan korunmak için, büyücüler garip âdetleri benimseme alışkanlığına sahiptirler. Bazıları erk nesneleri kullanırlar, başka insanların dikkatinin tazyikini geri çevirmek amacıyla. Kimileri insanlardan ayrılır ve münzevi olur. Mesela Juan Tuma siyah gözlükler kullanıyordu ‘enerjiyi gözlerden dağıtmamak’ adına. Bu ihtiyatın asıl değeri kendi ve başkaları arasında bir bariyer yaratmaktı, böylece ulaşılabilir olmayı kesiyordu.

Değiş tokuşlarımız, hayatımızda ciddi bir anıştırmaya sahiptirler ve ‘arkadaşını söyle, kim olduğunu söyleyeyim’ gibi meşhur atasözlerine ilham kaynağı olurlar. Bu atasözü sadece insanlar arasındaki psikolojik bir benzerlik durumunu betimlemez, büyücülerin algılayabildiği ölçülebilir enerjisel bir etkidir de. Eğer kendiniz olmak istiyorsanız, tek başınıza yaşamayı öğrenin.

En önemli nokta etkileşimlerimizdedir zira bizi özgürleştirebileceği gibi köle de kılabilir. Her değiş tokuş nahoş değildir.

Savaşçılar büyümelerine yardımcı olacak arkadaşları ararlar. Büyücülerle hareket etmek, bizi uyanık ve kusursuz olmaya mecbur eder. Buna karşın, sıradan ilişkiler güçten düşürücüdür zira önceden saptanmış bir davranış modeli talep ederler. Gereksinim seviyeleri öylesine yüksek sıradanlıkta olan çiftlerin ilişkilerini bir düşünün, bu bazen kişinin özel hayatının sonu anlamına gelir.”

Katılımcılardan bir kişi Carlos'a, cinsel birleşmeler esnasında ışıltılı yayılım değiş tokuşunun nasıl olduğunu sordu.

"Mademki yaşam cinsel bir eylemle başlar, mevcut tüm enerjiyi cinsel enerji sayabiliriz,” diye yanıtladı. “Bundan dolayı, ışıltımızın kullanımı konusunda ilk dikkate alınması gereken husus,

varlığımızın bu temel boyutuyla temasta olmaktır.

Anlamamız gereken ilk şey, insanlarla olan heyecandan kaynaklanan bağlarımızın hamile kalmış tarzımızın bir sonucu olmasıdır. Akabinde tasarrufumuzdaki ışıltı herkes için bir seferliğine saptanmış olur. Enerji âlemi içinde mühürlenmiş birimleriz, ebeveynlerimizin bizi döllediklerinde birleştikleri an sahip oldukları arzu ve tutkunun toplamıyız. Her şey daha sonra gelir; harcamalar ve uzlaşmalar veya tasarruf etme ve enerjinin tekrar elde edilme yolu bu sınırlar içindeki manipülasyonlardır.

İlk problem burada görünüyor, zira insanlar arasındaki cinsel ilişkiler bilindiği gibi rutin eylemlerdir. Toplumsallaşma, bilinçli enerjisel bir birlikteliğin büyülü olanağını, nahoş sonuçlu müstehcen bir rutin ve mecburiyete dönüştüren, mahremiyetimize burnunu sokan tarzıyla bizi tuzağa düşürür. Ve bu çocuklarımız üzerine canlı bir biçimde yansır.”

Bu açıklamalarını desteklemek için Carlos bir fıkra anlattı:

Adam sürekli eşine "Hayatım, Pazartesi seninle olamayacağım çünkü arkadaşlarla poker oynuyorum. Salı bowlinge gidiyorum. Çarşamba beni jimnastiğe bekliyorlar ” demektedir. Adam haftalık bütün meşguliyetlerinin listesini yaparak bu şekilde devam eder. Nihayet kadın karşılık verir: "Bu evde her gün saat sekizde düzüşülür, sen burada ol ya da olma!”

“Mesele sevişmekte değil, bunu alışkanlık sonucu yapmakta. Bütün rutinlerin etkisi enerjiyi dağıtmak oluyor ve bu cinsel rutinlerimiz içinde trajik biçimde kendini gösteriyor zira olayların çoğunluğundaki sonuç, ciddi bir dirilik açığıyla dünyaya gelen çocuklardır. Bu duruma öyle alışırız ki, dünyaya bütün erkiyle bir çocuk geldiğinde, onu anormal sayarak sakinleşmesi için ruh hekimine götürürüz.”

Üremek için laubali bir tutumla seçtiğimiz eşlerimiz yüzünden, Don Juan modern kuşağı ‘sapınç çocukları’ diye adlandırıyordu.

İki tip cinsel ilişki bulunur: Alıklaştırıcı ve enerjisel. Toplumsal meselelerden dolayı, enerjisel bir ilişkinin ürünü olmak çok zordur ve bir görücünün bakış açısından, daha doğarken çok yaşlanmışız gibi pilili bir enerji rulosuna sahibiz. Mirasımızı değiştiremiyor olmamızdan dolayı bu bir “kaynaklarımızı idareli kullanmayı öğrenme bilgeliği” işidir.

“Büyücülere göre bir erkekteki veya bir kadındaki ana enerji kaçağı üremeden kaynaklanır. Üreme büyük bir yatırımdır zira bu ışıltımıza sürekli biçimde tesir eder. Bundan dolayı, bu dünyaya çocuk getirme olgusu en büyük ciddiyetle, kararlılıkla değerlendirilmelidir. Eğer sıkıcı bir düzüşmenin ürünüysek ve aynı zamanda üreme dürtüsüne boyun eğiyorsak, sonuç, enerji birimimizin kaçınılmaz bir parçalanmasıdır. Ebeveynlerimizin ışıldayan yumurtaları suyun akıp gittiği delikli kovalar gibidir; bu delikler çocuklardır. Böyle bir kişi savaşçı yolunun ilkelerini hayatında uygulamadıkça, kendini dönüştürmek için kâfi enerjiyi asla biriktiremeyecektir.”

Katılımcılardan birisi Carlos'a, ebeveynler ile çocuklar arasındaki değiş tokuşların nasıl olduğunu sordu.

Carlos, “yeni doğan bebeğin göbek kordonunun kesilmesi, onu dünyaya getirenlerle bağının otomatikman kesildiği anlamına gelmez,” dedi. "Işık kordonu" tüm hayat boyunca bir enerjisel brülör gibi aktif kalır; bu görücülerin ebeveynlerin ışıldayan kozasından çocuklarına kadar çıkan bir lifçik olarak gözledikleri gerçek bir bağdır.

“Bu drenajın meydana gelişinin bilincinde olmadığımız için, ondan kaçınmanın hiçbir yolu yok. Ebeveynlerin ve çocukların delillendirdiği aşk niceliğinin önemsizliği, enerji açısından bu aşkı sadece değiş tokuş edilmiş bir ışıltı işi yapar. Bundan dolayı ebeveynler çocuklarına karşı sıklıkla öyle dayatmacı olurlar ki, onları kendilerine benzetmek için, olası her araçla onları kalıba sokmaya çalışırlar. Onları bu dünyaya getirmek sağlıklı bir doğum değildir, bir yatırımdır.

Görücüler, maruz kalınan yağma yüzünden, ebeveynlerin enerjisinin yırtıldığını ve ışıldayan doku parçalarının eprimiş eski bir gömlek gibi nasıl dışarıya fırladığını ya da karınları yırtılmış da bağırsakları dışarıda sallanıyormuş gibi olduklarını görebilirler. Ne gudubet bir durum!”

Carlos'un betimlemeleri ve manidar jestlerinin eşliği neredeyse tüm dinleyenleri telaşlandırmakla sonuçlanmıştı. Yakınımda bulunanların suratlarından bunu fark edebilmiştim. Katılımcılardan birisi titrek bir sesle Carlos'a, bir savaşçının bu enerjisel drenaj deliklerini nasıl yamayabileceğini sordu.

Carlos, “Sahip olduğumuz yegâne olanak, anne ve babayı reddetmek ve asla geri dönmemek anlamına gelen; toplumsallaşmanın buyruklarının feshedilmesidir. Çocuklara gelince, onları yemekten başka çare yok gibi görünüyor,” dedi. “Eğer çocuğunu yiyemiyorsan, o seni yiyecektir!” Bu sözler gereğinden fazla oldu ve kimilerinin odayı terk ettiğini fark ettim.

Carlos soğukkanlılıkla bize, bir gün kölelik durumundan kurtarmak istediği başka bir âlemden bir varlıkla, nasıl zorunlu olarak sıra dışı bir karşılaşmaya bulaştığını anlattı, ihtiyatsızlığı sonucu, bu yabancı enerji için bir beden döllemeye mecbur kalmıştı.

“Annesi doğurduğunda, Don Juan bir kız olan bu yaratığı aldı ve onu beraberinde götürdü. Döndüğünde et dolu bir tabak koydu önümüze ve bize: "İşte kızınız, yiyin onu!" dedi. Başka türlüsünü

yapamazdık, onun buyurucu bakışı karşısında, anne ve ben buyruğunu yerine getirdik.

Bu bizim için canavarca bir eylemdi ama paha biçilmez bir etkisi oldu. Bir seferde ışıltılı bütünlüğümüzü yeniden eski haline getirdik. Taze eti paylaşırken, ikimiz de sevgimizin tamamını, yaratığın üzerine yansıttığımız tüm ışığı tekrar elde ettik ve bütün açıklarımızı tekrar kapattık. Yeniden dört dörtlük oluyorduk.

Sekiz yıl sonra, Don Juan bizi kıza götürdü. Bize onu mavi öncü olarak tanıştırdı. Tüm bu süre boyunca onu sakladığını söyledi bize, anne ve ben bir domuz yavrusu yemiştik.

Bu son sözler işitilirken derin bir soluk toplantıyı baştan sona dolaştı. Carlos devam etti:

“Kızımın dönüşünün bana bir şeyler esinlemiş olduğunu söyleyemiyorum, ne aşkı, ne de tüm bunların bir şaka olduğunu öğrenmiş olmanın herhangi bir tesellisini veya başka her ne ise enerjim bundan allak bullak olmamıştı.”

Katılımcılardan birisi bu sekiz yıl boyunca küçük kıza ne olduğunu bilmek istedi.

Carlos:

“Ha! Ustam onu Yakuiler'in arasında Meksika’nın kuzeyinde büyüttü. Onu yırtıcı bir varlığa dönüştürdü. Normal bir yaratık değildi, onun enerjisi başka bir âlemden geliyordu. Ayırt etmeden bütün erk bitkilerini tüketiyordu. Onu Meksika'dan alıp Amerika Birleşik Devletleri'ne götürürken o kadar direndi ki, onu bağlamam ve bir valizmişçesine arabanın bagajına koymam gerekti. Biz, onun bedensel ebeveynleri, ona asla dokunamıyorduk. Sadece Don Juan'la olduğu sırada biraz uysal gibi görünüyordu.

Kendi isteğiyle başını dizlerime koyduğu bir günü hatırlıyorum. Annesi ve ben şaşkınca baktık, inanmak çok zordu. Tüm bunlar nagualın manevrasının bir sonucuydu. Çocuk tek başına olduğunu biliyordu, asalaklık yapacağı bir çift ebeveyne asla sahip olmayacaktı. Asıl yapısına uygun bir varlığa dönüşmüştü. Bizler saldırgan, teritoryal varlıklarız; evcil hayvanlar değiliz.

Bu küçük kız bir enerji sıkıştırması anlamında başarılı bir büyücü manevrasının verilebileceğinin canlı bir örneğidir.”

Bir başka vesilede, sıkıcı cinsel ilişkiler konusundan yeniden bahsetti; konuşması cinsel enerjinin manipülasyonuna ilişkindi. Cinsel enerjinin aşkın ve bütünüyle bilincinde olmadığımız birçok kullanımı ihtiva eden, bize yerleştirilmiş bir jeneratör güç olduğunu söyledi. “İnsanların çoğunluğunun cinselliği sadece bedensel zevk olarak gördüğünü bilmek çok acıklı. Bu çok kıymetli bir kitaba sahip olmuş bir yabaninin sınırlı kullanımı gibidir; onun bu kitaba bakarken tüm göreceği, bir ateş yakmak için bunun uygun bir malzeme olduğudur.

Hayatımızın büyük bölümünü karşı cinsin gözlerinde nasıl görüneceğimiz hakkında tasalanmakla geçiriyoruz. Her şeyden önce bu, fizik görünüşümüze sürekli bir dikkati gerektiriyor. Daha sonra, bu bize kendimizle aynı durumda olan insanların gittiği yerlerde arkadaşlıklar yaptırtıyor, randevular verdirtiyor ve birçok yatırım yaptırtıyor, çoğu zaman ilkel amacımız üzerine sabitlenmiş bir ruhla, yüzeysel şeylerden konuşturtuyor. Yatırımın bu türü mübalağadır.

Büyücüler cinselliğin temelinin ne zevk ne de üreme olmadığını bilirler. Bizi yöneten erkin, bizlere kısa süreli akıl çelici şeyler sunmak için ya da kendimizi bu yeryüzünde mantarlar gibi yaşatalım diye yegâne güç jeneratörü gibi önemli bir şeyi yaratarak kendini yoracağına siz gerçekten inanıyor musunuz? Cinselliğin amacı çok daha öteye uzanıyor; o bizi her şeyin kaynağı giz ile temasa geçirir zira evren hâlâ varlığını sürdüren ve her sevişmemizde kendini ifade eden bir patlamayla ortaya çıkmıştır. Şayet biz kaynağımız olan bu erk nüvesiysek, o zaman içsel çabamızın küntü cinsel enerjimizin tekrar kanalize edilmesidir.”

Elleriyle çok manidar bir jest yaparak haykırdı:

“Neye sahip olduğunuzun farkına varın ve onu boşu boşuna harcamayın! Cinsellik altın değerindedir, hem de külçe altın! Bizim kozmik yazgımız bilincimizi genişletmektir; bundan dolayı Kartal'ın yaratıcı erkinin bir parçasıyla donatıldık. Cinsellik rüya görmek için yaratıldı.

Kuramsal olarak, bir çiftin cinsel değiş tokuşu katılımcıların her biri için mevcut ışıltıyı etkilememeliydi zira erkek kadından kadının aldığı kadar alır ve terazi sonucu nötrdür,” diye belirtti. Cinsellik faaliyeti içinde temenni edilmeyen tüm hadiseler, özgürlüğümüzü kısıtlayan ve bundan çözülmemiz için uzun özetleme yılları talep eden bağımlılık bağları yaratan, kendi enerjilerini karıştıranlardır.

Gerçekte, değiş tokuşun bu tipi dirimimizi bitirir, çünkü biz seviştiğimiz sırada, enerjinin hareketi kapalı devrede cereyan etmez; her zaman bir kaçak vardır.

“Birisiyle cinsel ilişkiye girmek, bize hayat veren tüm genetik zinciri ortaya çıkarmaktır zira bizi dünyaya getirenlerle birleştiren drenaj lifçikleri yüzünden, insanoğulları ışıltılı özerklikler değil, terminal elementlerdir. Cinsel eylem her ne kadar iki birey arasında geçse de, bu sürecin enerjisinin en büyük bölümünü beraberinde götüren, birleşim noktasının ortak sabitlenmesi, insani kalıptır.

Bu sabitlenme cinsel çiftlerle alakalı olan kıskançlık, bağımlılık ve bağlılık duygularının sorumlusudur ve bizleri asil aşk kelimesini alçak bir şeye yozlaştıran, tasdiklenmiş yatırımcılar yapar.

Sevmek olanağı karşısında sıradan insanın davranış tarzı, duygusuz ve hesapçı bir makineninki gibidir: Çocuklarımı seviyorum çünkü enerjimin temsilcileridirler, karımı seviyorum çünkü elbiselerimi yıkıyor, yemeğimi yapıyor ve onu düzüyorum, köpeğimi seviyorum çünkü evimi koruyor, ülkemi seviyorum çünkü doğduğum yer, Tanrı'mı seviyorum çünkü beni kurtaracak...”

Yüzü hoşnutsuz bir ifadeyle kasıldı:

"Hiçbir karşılık beklemeden vermek zor olduğundan! Başkaları bize verdikleri dikkatin benzerini bizden de isteyince, güncel aşk borca dönüşmeye başlıyor. Ve bir duygu borcu açıkçası ölümcüldür.

Böylesi nedenlerden dolayı, ustanın önceliklerinden biri de çömezin cinsel modellerini yıkmaktır. Bu tüm bir hayat çalışmasını gerektiren çok önemli bir konudur, ama başından itibaren başlamak gereklidir, çünkü bir büyücü klanının mensubu olmak cinsel

yetersizliklere mazeret olarak kullanılamaz. Eğer sıradan erkekler ve kadınlar olarak bu problemi çözüme kavuşturamazsak, savaşçının yolu üzerinde ilerleme şansımız çok az olacaktır.

Büyücüler bir çömezi ıslah etmenin pek çok yoluna sahiptir. Bazılarının hiçbir endişesi yoktur ve öğrenciyi, ta ki o savaşçı olana ya da boyun eğene kadar onun zaaflarına saldırarak gerçek acıya maruz bırakırlar. Başkaları, benim ustam gibi, son derece incedirler bu noktada ve tepki göstermesi amacıyla çömezi kendinin bilincine vardırarak, içsel enerjiyle çalışmayı tercih ederler. Mademki arzu edilen sonuçlar üretiyor, her metot meşrudur.

Nagual Julian, örneğin, istediği şey olmak için muazzam bir maharetlilikle zalim bir etkinliği birleştiriyordu; hiç de komedi oynamıyordu, birleşim noktasını hareket ettirirken, gerçekten bir hayvan ya da bir başka kişi biçimi ile uyuşan benzer konuma kadar dönüşüyordu. Gözde kişiliklerinden biri, genç bir kadın olmaktı.

Bir zamanlar, çok güzel bir kadın olarak, o zamanlar yirmili yaşlarında ve genç bir boğa gibi ateşli olan çömezi Juan Matus’u baştan çıkarır. İkisi yattıkları zaman, birleşim noktasını bilindik konumuna tekrar getirir ve yeniden bir erkek olur, yayılmış genç adam dehşetle odadan dışarı fırlar.

O çağdaki Don Juan'ınki gibi bir mantalite için böylesi bir darbe kahredicidir. Bu onun basmakalıplarını, Groteks bir fars, fakat eşi bulunmaz bir etkililikte işe yaramaz duruma getirir. Tek seferde, onun mevcut ilk kadına kapılma eğilimini kökten sona erdirmiştir. Don Juan ustasının bu şakasını asla affetmedi, ama zamanla buna gülmeyi öğrendi.”

Bu noktada, Carlos küçük bir soru turuna izin verdi. Katılımcılardan biri Carlos'un evlenmemek hakkındaki düşüncelerini öğrenmek istedi; bu büyücüler için elzem miydi değil miydi ve bunun avantajı neydi?

Carlos:

“Öncelikle, büyücüler her ne olursa olsun, onun ne lehindedir ne de aleyhinde. Onlar her şeyi enerjinin doğuştan düzenlenmesine bağlı görürler. Günlük sevişme için gereken tutkuyla doğanlar var, hâlbuki başkalarının mastürbasyon üzerine bile düşünüp taşınmaları gerekmeyecektir. Kimileri disiplin yoluyla ışıldayan bütünselliklerini tekrar elde ederler, başkaları kevgir bir görünüşe sahiptirler ve eksik ölürler. Tüm bu etmenler büyücülerin cinselliğe dair davranışlarını değiştirir ve belirler.

Büyücüleri karakterize eden, ortak üremeye ait düzenin kurbanı olmayı reddetmeleri ve enerjileri için sorumlu bir kullanımı seçmekteki maharetlilikleridir. Böylece, onların arasından hiç kimse cinsel bir kategori tuzağına düşürülemez. Onlar özgürdür, her an erkin onlara işaret ettiğine göre davranırlar. Bu vizyona sahip olmak için, onlar sıradan insanın tanımadığı bir ılımlılığı işlerler.”

Carlos yeni görücülerin genellikle bekâr ve özerk bir konumu yeğlediklerini açıkladı, çünkü onlar enerjileri konusunda çok eli sıkıdırlar ve onu bilinçlerinin genişlemesine ayırmayı tercih ederler. Tüm başka şeyleri, hatta cinsel eylemi bile solgun ve albenisiz gösterten sonsuzluk içindeki yolculukları boyunca dünyaya tanıklık ederler:

"Don Juan sevişmenin bağlılıkları olmayanlar için olduğunu söylerdi."

Bir başka soruyu yanıtlarken, “tam olarak doğruyu söylemek gerekirse cinsellik sorunu yoktu, sadece bireyler kendi özel ikilemleriyle bunu çözüme kavuştururlardı” dedi.

“Cinselliği genel bir biçim altında görmek bir tuzaktır, çünkü bu bize sorumluluğumuzu sulandırtır ve diğer herkesle benzer olma düşüncesiyle kendimizi bağışlarız. Tıpkı ölmek ve doğmak gibi üremek de kişisel bir eylemdir, Kartal'ın bize verdiği bir armağan. Bu bizden sorumluluğu, çok sade bir şey olan büyücüler olmayı talep eder.

İçinde yaşadığımız toplum, inanılmaz bir zalimliğin buyruklarını uygulamaya mecbur bırakıldığımız bir okuldur. Yaşlanıyoruz ve sevişmek grotesk bir parodiye dönüşüyor. Toplum bize bir drenaj empoze ediyor, artık bizdeki ışıktan tek bir damla kalmadığında ancak duran, önceden belirlenmiş bir davranış.

Büyük babam buna bir örnekti. Büyük peder sürekli şunu söylerdi: "Herkese atlayamazsın, ama denemelisin!" Bir ayağı çukurdaydı ve hâlâ kendisine öğretilmiş klişelere göre tepki gösteriyordu. Hayatının yarısını bir kadın bulmak için geçirdi ve diğer yarısını da ona bakmakla; hâliyle özgün bir tercihinin olmadığını asla idrak edemedi.

Sonunda, ölüm döşeğinde, metreslerinin artık onu erkekliği için değil parası için arzu ettikleri düşüncesiyle acı çekti ihtiyar. ‘Beni sevmiyor!’ diye sızlanıyordu ve yeğenleri onu teselli ediyordu: ‘Ama o seni o kadar çok seviyor ki, Babacık!’ Aptal ihtiyar: ‘Geliyorum anne!’ diye bağırarak öldü. İnsanoğlu sıfatıyla gerçekleştirebileceklerimizin hepsinin bu olmadığını kavramak için, bir büyücü olmak şart mıdır?”

Carlos savaşçı yolunda uygulamalar yapmayı karara bağlamadan önce, baştan çıkarıcı bir erkek olduğuna inandığını ve latin boğası basmakalıbı dürtüsü altında böyle davrandığını

belirtti:

“Bir keresinde bir kızı baştan çıkarıyordum ve onu arabama götürdüm. İkimiz de öyle tahrik olmuştuk ki, kendimizi kaptırdığımız öpücüklerden kucaklaşmalardan ön cam buğulanmıştı. Heyecanımın doruğunda, o genç kızın bir erkek olduğunu keşfettim!

Bir başka sefer, genç bir kadına gerçekten aşık oldum, ama beni aldattığından şüphelenmiştim. Araba değiştirdim ve evinin köşesinde nöbet tuttum. Başkası geldi. Kadından açıklama talep ettiğimde bana şunu söyledi: ‘Seninle olan aşk, onunla olan sadece cinsellik!’.

Durumun biçimi, aşk ilişkilerinde daha itidalli davranma kararı aldırdı bana. Ama benim basmakalıbımın tazyiki fazlasıyla güçlüydü. Irkımın davranışını takip ederek, enerjimi cinsellikte

harcamaya devam ettim, ta ki Don Juan önüme iki seçenek koyana kadar; ya durulacaktım ya da çömezlikten vazgeçecektim."

Bir başka soruya yanıt olarak, cinsellik sırasında gerçekleşen enerjisel drenajı durdurmanın en iyi aracının; dikkatimizin sabitliğini önleyen ve bizi gevşeten, soylu ve cömert davranışlara sahip olmayı öğrenmek olduğunu ifade etti.

“Kozmik hayatı bedava elde ettik ve bizim ayrıcalığımız bu jesti tam bir yansızlıkla yansıtmaktır. İlgisizliği sayesinde savaşçı, aşkını boş, koşulsuz bir çeke, soyut bir sevgiye dönüştürecek durumdadır, çünkü o arzudan yola çıkmaz. Ne muazzam bir şeydir bu!

Sokaktaki adamın düşüncesinin aksine, büyücülerin doğası dünyevidir, tutkuludur. Ama onların tutkusunun amacı kösnül değildir. Onlar her şeyi bir arada tutan öksenin, evreni feyezana uğratan ve durdurulamaz bir tutku dalgası olduğunu görmüşlerdir zira bu olmasaydı, her şey tamamen yok olurdu.

Görmeleri içinde, aşkın kaidesini kişisel dikkatin en güçlü durumu olan, bilinç köşe taşına oturtmuşlardır. Onların aşkı her nefeste titreyen, her jestte kendini dışa vuran ve her sözün anlamını veren, boyun eğdiren bir gerçekliktir; onları keşfetmeye, riskler almaya ve her zaman ellerinden gelenin en iyisini ortaya koyarak evrilmeye iten bir güçtür.

Büyücüler aşkın en arı halini keşfetmişlerdir, çünkü onlar kendilerini severler. Dışarıya her verdiğimizin, içimizde sahip olduğumuzun bir yansıması olduğunu bilirler. Tutkunun erkini varlığın hizmetine koşmuşlardır ve bu da onlara gerçekten kayda değer tek araştırmaya girişmek için gerekli dürtüyü verir. Bu, kendilik araştırmasıdır.”



Sessizbilgi Listele - - - - - Yeni Siteye Dön