zihnin diktadörlüğünden nasıl kurtuluruz anket yok test de
Zihnin diktatörlüğü derken tam olarak ne kastediliyor? Yani bir kaç somut örnek var mı bu duruma.
neden şamanizm neden Cc
Yok gerçekten merak ettiğim için soruyorum. Yani ne kastedildiğini anlayamıyorum. Hangi durumlar zihnin diktatörlüğü de hangi durumlar değil.
Mesela burada yazıyor olmamız zihnin diktatörlüğü mü? Ya da bir konuyu konuşmak, düşünmek, bir problem çözmek, zihinsel bir eylemde bulunmak?
Zihnin diktatörlüğüne giriyor mu bütün bunlar. Girmiyorsa neler giriyor.
Don Juan iki tür zihin vardır diyor. Bir kendimize ait olan. Bir de kendimize ait olmayan. Zihnin diktatörlüğü derken bunlardan birini mi kastediyorsun yoksa içsel sessizlik harici her durumu mu?
Büyücülerin belkide binlerce yıl önce keşfettiği bir hakikatin farkında olmadığımızdan dolayı olabilir mi?
CC' nın Armando Torres kitabındaki ifadesi ile:
"Uçucular' enerjimize karşılık bize zihnimizi, bağlılıklarımızı ve egomuzu vermişlerdir. Onlar açısından bizler birer köle değiliz, ama bir tür ücretli işçiyiz. Bu ayrıcalıkları ilkel bir türe uyumlu kılmış ve ona düşünme yeteneği vermişlerdir, bizi bununla evriIttiler,
aslında uygarlaştırdılar. Bunlarsız, ya hala mağaralarda
saklanıyor ya da ağaçların tepesinde yuva yapıyor olacaktık.
'Uçucular' bizi gelenek ve adetlerimiz içinde kontrol ederler. Dinin efendileri, tarihin yaratıcıları onlardır. Onların sesini radyodan dinliyor ve fikirlerini gazetelerden okuyoruz. Onlar bütün ortalama bilgi ve inanç sistemlerimizi yönetiyorlar. Onların stratejisi muhteşemdir. Örneğin, bir gün aşktan ve özgürlükten konuşan namuslu bir adam vardır; onu kendi kendine acıyan ve köle ruhlu bir adama dönüştürürler. Onlar bunu herkese yaparlar, hatta naguallara bile. Bundan dolayı bir büyücünün çalışması münzevidir.
'Uçucular' bin yıllar boyunca bizi toplumsallaştıtmak için
planlar tasarladılar. Bir dönem öyle yüzsüzleştiler ki, halka bile gözüktüler ve insanlar onları taşlara resmetti. Karanlık zamanlardı, her yer onlardan kaynıyordu. Ama günümüzde onların stratejisi öylesine kurnaz bir hal aldı ki, artık onların varlıklarından bile bihaberiz.
Geçmişte, saflığımızdan faydalanarak bizi ellerinde tutuyorlardı, bugün ise maddecilikle bunu başarıyorlar. Artık kendisine dair düşünmeyen modem insanın ihtirasının sorumlusu onlardır;
bir kişinin sessizliğe ne kadar tahammül edebileceğini gözlemle yeter!"
Bu bilgilere inanmayanlar olabilir. Neyse ki 1976 yılında etolog ve evrimsel biyolog Richard Dawkins "Gen Bencildir" kitabında yeni bir teori ortaya attı; memetics.
Nedir bu memetics? Mem ya da Même, Richard Dawkins'in ortaya attığı kültürel iletim birimidir.
Dawkins'e göre nesiller değiştikçe, kültürel ve sosyal içerik bir sonraki nesle memler tarafından aktarılmaktadır. Bu tıpkı biyolojik içeriğin DNA tarafından aktarılması gibidir. Fakat memler, DNA gibi mikroskop altında görülebilen somut bilgi kodları değil, daha çok soyuttur. Bu bakımdan sosyolojik gen denebilir.
Kelime anlamı Yunanca "mimeme"'den gelir. Ancak Richard Dawkins, Gen bencildir kitabında belirttiği üzere "gen" kelimesi gibi tek heceli bir isim istediğinden bunu "mem" olarak kısaltmıştır. Ayrıca "même" kelimesinin Fransızca "kendi" anlamına gelen köküyle ilgili bağlantılı kurar.
Ezgiler, düşünceler, sloganlar, moda, mimari, mem örnekleridir. Genlerin sperm ya da yumurtalar yoluyla bir bedenden diğerine atlayarak gen havuzunda çoğalmaları gibi, memler de, geniş anlamda taklit(etkileşim) denebilecek bir süreç yoluyla, bir beyinden diğerine zıplayarak kendilerini çoğaltırlar. Örneklemek gerekirse; bir bilim insanı güzel bir düşünce duyduğunda ya da okuduğunda bunu arkadaşlarına ve öğrencilerine aktarır. Yazılarında ve derslerinde bundan söz eder. Bu düşünce tutulursa, beyinden beyine yayılarak kendini çoğalttığı söylenebilir.[1]
Öte yandan gelenek halindeki memler, genler gibi nesilden nesile ya da kültürden kültüre aktarılabilir. Aktarım sırasında değişime de uğrayabilir. Örneğin her kültürde farklı türleri bulunan bir mem kompleksi de düğünlerdir. İçerisinde de ritüelleriyle, yenen yemekleriyle, oynanan oyunlarla farklı memler barındırırlar.[2]
Richard Dawkins'in ortaya attığı bu düşünce pek çok bilim insanı tarafından desteklenmiş ve memetik dalının kurulmasına sebep olmuştur. Bu yüzden "memetik" dalının kurucusu Richard Dawkins sayılır.(Vikipedi)
Richard Dawkins'in öğrencisi Susan Blackmore'un ifadesi daha açıklayıcı olabilir;
Neden düsünmeden duramıyoruz?
Düsünmeyi bırakabilir misiniz?
Zihninizi rahatlatmak için meditasyon ya da baska bir uygulama yapmıs
olabilirsiniz. Öyleyse bu isin eglencelik bir sey olmadıgını biliyorsunuzdur.
Hiç denemediyseniz hemen simdi bir dakikalıgına zihninizi
bosaltmayı deneyin. (Simdi yapamıyorsanız, yapacak ‘daha iyi’ bir seyi-
niz olmadıgında mesela suyun kaynamasını ya da bilgisayarın açılmasını
beklerken deneyin) Herhangi bir düsünce belirirse- ki öyle olacaktırsadece
kabullenip gitmesine izin verin. Düsünceler içinde kördügüm olmayın
ya da onları kovalamayın. Bakalım aralarında bosluk bulabilecek
misiniz? En basit meditasyon biçimleri bu tip bir uygulamadan fazlası
degildir. Bu çok zor bir seydir.
Neden? Kuskusuz düsüncelerin yoktan çıkıp geldiginin ve dikkatini-
zi çektiginin farkındasınızdır. Ayrıca ne çesit düsünceler olduklarını da
bilebilirsiniz. Bunlar genellikle sohbetler veya tartısmalar, yeni bir sonla
tekrar canlandırılan yasanmıs olaylar, kendini haklı çıkarmalar, gelecege
dair karmasık planlar ya da verilmesi gereken zor kararlar seklinded
ir. Nadiren basit imgeler, algılar veya hislerdir (ki bunlar hiçbir sorun
yaratmadan gelip giderler); daha ziyade diger insanlardan edindigimiz
kelimeleri, argümanları ve fikirleri kullanırlar. Baska bir deyisle, ardı arkası
kesilmeyen bu düsünceler memlerdir. ‘Siz’ onlara durmaları için emir
veremezsiniz. Ne onlara yavaslamaları için emir verebilirsiniz ne de onlara
kapılmamanız için kendinize emir verebilirsiniz. Kendi hayatları ve
güçleri var gibidir. Neden?
Biyolojik açıdan bu sürekli düsünme hali gerekçelendirilmis gibi görünmüyor.
Ihtiyatla böyle söylüyorum; çünkü ilk basta genlerin yararına
degilmis gibi görünen pek çok sey akabinde genlerin yararına dönmekted
ir. Yine de bunu enine boyuna düsünmek faydalı olabilir.
Düsünmek enerji gerektirir. PET (pozitron emisyon tomografisi) gibi
tekniklerin faydalarından biri de, birileri düsünürken beyninde neler oldugunu
grafiksel olarak gözlemleyebilmemizdir. Çok sınırlı çözünürlügü
olmasına karsın taramalar, beynin farklı bölgelerine olan göreli kan akıs
miktarını gösterebilir. Örnegin, birisi görsel bir görevi yerine getirirken
görsel kortekste, müzik dinlerken isitsel kortekste vb. daha fazla hareketl
ilik gerçeklesir. Uzunca bir süredir kuskulanıldıgı üzere bir seyi hayal
ederken kullandıgımız beyin bölgesi aslında konusma veya duyma eylemi
sırasında kullandıgımız ile aynı. Yani, karsılıklı konusmaları hayal etmek
konusma bölgemizi harekete geçirir. Kolay islerle daha zor islerin karsılastırıldıgı
deneylerde, zor islerde daha yüksek hareketlilik saptanmıstır.
Düsünmek için harcadıgımız enerji, bir tepeyi tırmanırken harcadıgımız
enerjiye oranla azdır, ancak tamamıyla göz ardı edilemez. Kan
akısı, oksijen ve depolanan besinlerin yakılması ve bir seyler için kullanılması
demektir. Bir organizma sürekli olarak düsünmese, daha az enerji
harcardı ve bundan dolayı bir yasam kalım avantajına sahip olurdu.
Herhalde bütün bu düsünmenin bir islevi vardır. Peki ne? Muhtemelen
faydalı becerilerin alıstırmasını yapıyoruz ya da problem çözüyoruz
veya daha iyi anlasmalar yapmak için sosyal mübadele üzerinde düsünüp
tasınıyoruz ya da gelecekteki islerimizi planlıyoruz. Üzerinde düsünme
egilimi gösterdigim saçma ve manasız düsüncelerden sonra bunun mantıklı
geldigini söyleyemem. Evrimsel düsünceyi günümüzdeki duruma
uygulamak uygun olmayabilir. Kitaplarla, telefonlarla ve sehirlerle birl
ikte evrimlesmedik.
Evrim psikologları bunun yerine avcı-toplayıcı geçmisimizi dikkate almayı
önerebilir. Uzak geçmisimiz hakkında oldukça az bilgi sahibi oldugumuzdan
ayrıntılar üzerinde yorumlar yapmak tehlikelidir. Yine de birçok
yazar eldeki kanıtlara dayanarak güzel tanımlar yapmıstır (Dunbar, 1996;
Leakey, 1994; Mithen, 1996; Tudge, 1995). Insanların güçlü aile bagları ve
karmasık sosyal kurallar içinde 100-250 kisilik gruplar halinde yasadıkları
noktasında hemfikirdirler. Kadınlar yiyecek olarak kullanılan bitkileri toplarken
erkekler de avlanıyordu. Ortalama yasam süresi günümüze kıyasla
kısaydı. Bu yasam biçimi için genis topraklara ihtiyaç duyulması nedeniyle
nüfus yogunlugu sınırlıydı. Ayrıca, endise duyulması gereken yırtıcı hayvanlar
ve hastalıklar da vardı. Bununla birlikte, yiyecek bulmak için bütün
gün ugrasmak gerekmiyordu ve geriye saatler kalıyordu.
Böyle bir durumda sürekli düsünmek mantıklı mı? Sonu gelmeyen
bu düsünceler, yasam kalım avantajı baglamında enerji maliyetini temi-
ze çıkarmakta mıdır? Yoksa kedilerin günes altında uzanırken yaptıkları
gibi enerjimizi korumak ve düsünmeden öylece oturmak daha iyi olmaz
mıydı? Yalnızca tahminlerde bulunuyorum; ama düsünmeyip degerli
kaynaklarımızı korusaydık bu durumdan genlerin daha çok çıkar saglayab
ileceklerini söylüyorum. O zaman neden yapamıyoruz?
Memetikten gelen yanıt, kopyalanmaya çalısan esleyiciler yüzünden
düsünmeye baslamıs oldugumuzdur.
Öncelikle, memsiz bir beyin düsünelim. Beyin gerçekten bir Darwin
makinası ise o zaman beynin içinde gerçeklesen düsünceler, algılamalar,
fikirler, anılar ve digerleri beynin sınırlı isleme kaynakları için birbirleriyle
rekabet etmek zorundadır. Dogal seçilim, beynin dikkat mekanizmasının
kaynakların birçogunu, beyni yapan genlerin islenme sürecine tahsis
etmesini garanti edecektir. Bu kısıtlamalar dâhilinde, bütün düsünce ve
fikirler dikkat çekmek ve kopyalanmak için rekabet edecektir. Ne var ki,
bunlar yalnızca bir beyinle sınırlı olup dogal seçilim baskısı altındadır.
Simdi taklit etme yetenegine sahip bir beyin düsünün; memleri olan
bir beyin. Memleri olan bir beynin sadece depolayacagı daha çok sayıda
bilgi yoktur, ayrıca memlerin kendileri de düsünmek için araçlardır
(Dennett, 1991). Kelimeleri, hikâyeleri, argümanların yapısını veya sevgi,
mantık ya da bilim üzerine yeni düsünme yöntemleri ögrendiginiz zaman
çok daha fazla düsünme türü mümkün olur. Simdi beynin aynı sınırlı
isleme kapasitesi için rekabet eden çok daha fazla düsünce bulunur.
Üstelik memler, bir beyinden digerine de kopyalanabilir.
Bir mem kendini basarıyla kopyalayabilirse bunu yapacaktır. Bunu
yapmanın bir yolu, beyindeki kaynaklara hükmetmek ve memi sürekli
olarak tekrarlatmaktır. Böylece o mem, tekrar edilmeyen diger memlere
karsı rekabette bir üstünlük saglar. Bu mem gibi olanlar sadece hatırlanmakla
kalmaz ayrıca biriyle konustugunuzda ‘aklınızda olur’. Hikâyeleri
örnek olarak ele alırsak, duygusal etkisi büyük olan veya diger nedenlerden
ötürü aklınızdan çıkaramadıgınız bir hikâye kafanızda sürekli olarak
dönüp dolasacaktır. Bu durum hikâyeyi hafızanızda pekistirecektir ve
aynı zamanda hikâyeyi çok düsündügünüz için büyük bir ihtimalle aynı
sekilde etkilenebilecek birine aktarabileceginiz anlamına da gelecektir.
Simdi basta sordugum soruyu sorabiliriz: Beyin dolu bir dünya düsünün,
öyle ki bulabilecekleri evlerden çok daha fazla sayıda mem olsun. Hangi
memlerin güvenli bir ev bulması ve aktarılması daha muhtemeldir?
Ilgiyi yalnızca üzerine çekmekle kalmayıp konakçısını sürekli olarak
kendisini tekrar etmeye yönlendiren bir memi; kendisini sessizce hafızanın
içine gömen ve hiç tekrar edilmeyen bir memle veya üzerinde tekrar
düsünmenin çok sıkıcı oldugu bir düsünceyle karsılastırın.
Hangisi daha basarılı olacaktır? Diger her sey esit olursa, birinci tip
daha basarılı olacaktır. Bu düsünceler tekrar aktarılırken digerleri basitçe
unutulur gider. Bunun sonucunda mem dünyası, diger bir deyisle mem
havuzu, insanların egilim gösterecegi tipte düsüncelerle dolar. Bunların
hepsiyle karsılasırız ve böylece hepimiz müthis derecede düsünürüz.
‘Kendimi’ düsünmekten alıkoyamamamın nedeni milyonlarca memin
‘benim’ beynimdeki bos yer için rekabet ediyor olmasıdır.
Bunun sadece çok düsünme sebebimizi göstermek için kurgulanmıs
genel bir ilke olduguna dikkat edin. Ayrıca basarılı memlerin hangisi
oldugunu bulabilmemiz gerekir. Örnegin, bu memler kimi duygusal tepk
ileri tetikleyen ya da temel cinsel ve yiyecek ihtiyaçlarıyla ilgili memler
olabilir. Evrim psikolojisi bu noktada bize yardım edebilir. Bu memler
daha fazla mem yaratmamızı saglayan iyi araçlar olabilir ya da siyasi görüsler
veya astroloji inancı gibi zaten yüklenmis olan memplekslere tam
uyan memlerdir. Bu nedenleri arastırmak çok daha özellikli bir görevdir
ve bu konuya ileride tekrar dönecegim. Su anda yalnızca memetigin genel
ilkelerinin aklımızın dogasını anlamamıza nasıl yardımcı olabileceg
ini göstermek istiyorum...
Biraz uzun oldu; ancak daha devamı var.
beynin (zihinin) kölesiysek ben,bir windows proğramının beni olursam iç sesim susturusam sadece proğram çalışmaz
Dawkins'e sorsan nagualizmin de bir çeşit mem olduğunu söyler. Orada açıklanan herşeye uyuyor.
Felaket, benzetme felaket olmuş. :)
Nagualizm mem değildir.
Neden?
MEM MAKINESI kitabından;
"Esneme, öksürme ve kahkaha insanlar arasında son derece bulasıcıdır. Gerçekten de etrafınızdaki herkes kahkaha atıyorsa sizin de kahkaha atmamanız çok zor olabilir. Bu tür bir bulasmanın, baskasının yaptıgı esneme ve kahkahayı tespit edip, tepki olarak aynı iç davranısı tetikleyen uyarı özellikli algılayıcılara dayandıgı düsünülür.
Diger hayvanlarda, uyarı çagrıları ve diger sesler bulasıcı olabilir; ancak bulasıcı kahkaha yalnızca insanlarla sınırlı gibi görünmektedir (Provine, 1996). Kalabalık arasında ruh hallerinin ve duyguların yayılması ve diger insanların baktıgı yere dönüp bakmak konuyla ilgili diger örneklerdir.
Bu tür bir bulasma gerçek bir taklit degildir. 'orndike’ın basit tanımına bakarak neden oldugunu görebiliriz. Esnemek, öksürmek, gülmek ve bakmak dogamızda olan davranıslardır. Baskaları gülüyor diye gülmeye basladıgımızda ‘bir davranısın nasıl yapıldıgını’ ögrenmeyiz. Zaten nasıl gülünecegini biliyoruz ve gülme biçimimiz duydugumuz gülmeye
göre biçimlenmez. Bu yüzden bu tür bir bulasma taklit degildir ve memetik olarak sayılmaz.
Ayrıca baska bir hayvanı, kisiyi gözlemleyerek veya onunla etkilesime girerek sekillenen bir ögrenme olan sosyal ögrenme de (bireysel ögrenmenin karsıtı olarak) vardır. Taklit, sosyal ögrenmenin bir biçimidir; ancak gerçekten taklit edilebilir olmayan baska biçimleri de vardır. Hayvan arastırmacıları son zamanlarda bu tarz ögrenmeleri birbirinden ayırtetme konusunda önemli ilerlemeler kaydettiler ve hangi hayvanların gerçekten taklit etme yetisi oldugunu buldular (Hayes ve Galef 1996).
Sonuçlar son derece sasırtıcıydı.
1921’de Güney Ingiltere’deki bastankaraların (küçük bahçe kusları)kapıya bırakılmıs balmumu kapaklı süt siselerinin kapaklarını zorlayarak açtıkları görüldü. Hemen arkasından bu alıskanlık Ingiltere, Iskoçya ve Galler’in bir bölümünde diger kus türleri arasında da yayıldı.
Ayrıca plastik kaplı kapaklar da gagalanmaya baslandı. Birçok defalar birbirinden bagımsız olarak açıkça yeniden ortaya çıktıgı görülmesine karsın (Fisher ve Hinde, 1949), bastankaraların bu numarayı birbirinden ögrendigi ve yavas yavas köyden köye ve farklı bölgelere yayıldıgı tahmin edildi. Süpermarketlerin ve karton kutuların yayılmasıyla sütçünün bıraktıgı siseler azaldı,ancak bugün hâlâ gümüs kapagınızı gagalanmıs halde bulabilirsiniz.
Süt sisesi gagalama isinin yayılması basit bir kültürel fenomendi, ancak Gelenekselciler (Puristler*) bunun taklit yoluna degil, sadece basit bir sosyal ögrenme tipine dayandıgını savunmaktadır (Sherry ve Galef, 1984). Kusun birinin deneme yanılma yöntemiyle ögrendigini düsünün,
bu gagalama sonucunda sisedeki kaymaga ulasabilecek. Baska bir kusun sans eseri bu gagalama isini ve gagalanmıs kapagı gördügünü düsünün. Gagalama bastankaralar için dogal bir davranıstır ve ilgisi simdi de siseye dönmüs olan ikinci kusun siseye konup gagalaması muhtemeldir. Tadı lezzetli bir kremayla sonuçlanan pekistirme, bu kusun hareketi tekrarlamasına ve muhtemelen diger kuslar tarafından görülmesine yol açar.
Kusların kapakları açmak için farklı yöntemler kullanması bunun dogrudan taklit yoluyla ögrenilmedigini östermektedir.
Bu tür bir sosyal ögrenme bazen ‘uyaranlı gelisim’ olarak adlandırılır.
Bu olaydaki uyarıcı olan sise kapagı daha kolay fark edilebilir hale gelmistir. Aynı sekilde, ‘yerel gelisim’ de ilginin belli bir yere yönlendirilmesidir. Hayvanlar da hangi nesne veya yerlerden korkmaları ya da aldırıs
etmemeleri gerektigini birbirlerinden ögrenirler. Örnegin genç Hint maymunları yılanlardan uzak durmaları gerektigini ebeveynlerinin yılana verdikleri korku dolu tepkiden ögrenirler. Yine ahtapotlar digerlerinin saldırdıgı seylere saldırırlar. Kuslar ve tavsanlar trenlerden korkmamaları
gerektigini, korkmayan digerlerine bakarak ögrenirler ve böylelikle korkutucu seslere alısırlar. Deniz saksaganları geleneklerine göre midyeleri ya vurarak ya da çekiçleyerek açarlar ve kuslar göç yönlerini ve yuvalama alanlarını diger kuslardan ögrenirler. Ne var ki, bu süreçlerin hiçbiri gerçek taklit degildir; çünkü yeni hiçbir davranıs bir hayvandan digerine aktarılmamaktadır.
Taklit yöntemine dayanan, gerçek kültürel ögrenmeymis gibi görünen diger örnekler arasında patatesleri yıkamayı ögrenen Japon maymunları ve termitleri yakalamak için yuvalarına çomak sokmayı ögrenen sempanzeler vardır. Hâlbuki bu becerilerin yayılması ve hayvanların ögrenme yetenekleri ile ilgili daha ileri bir çalısmada bu iki gelenegin bireysel ögrenmeye ve yukarıda tanımlanmıs olan sosyal ögrenmeye dayandıgını ve gerçek taklit olmadıgını belirtmektedir (Galef, 1992). Dolayısıyla, bu konu hakkında kesinlik istiyorsak, sise kapagı gagalama, termit yakalama ve patates yıkamanın, çok yakın olsa bile, gerçek memler olmadıgını söylemeliyiz."
Buradan gelmek istediğim nokta; Binlerce yıldır Nagualizm, kuşaklardan kuşaklara silsile yolu ile aktarılmıştır. Aktarım hiçbir zaman toplumun genelini kapsamamıştır. Aynı zamanda aktarım, bilişsel bir eğitim metodolojisini kullanmamıştır. CC' da velinimetinden böyle bir eğitim almadığını söyler. Yukarıdaki örnekte olduğu gibi; mesele ‘uyaranlı gelisim’, yani "sise kapagının" daha kolay fark edilebilir hale gelmesidir. Gagalamak ise bize kalmıştır...
Sana göre öyle de... Nagualizm de aslında bir gelenek içeriyor. Öksürmek ya da gagalamak kadar basit değil olay. Bilişsel değil diyemeyiz ayrıca. Sadece birinci dikkat bilişseli değil.
Asıl değinmek istediğim nokta şu. Bütün memler yağmacı eseri değildir. Yağmacının nelerden beslendiği nelerden hoşlanmadığı açıktır aslında. Mesela mizah anlayışı ve mizah kültürü bir mem olabilir. Ama yağmacıyla ilgisi yoktur.
Bu yüzden ayrımları daha iyi yapmalıyız.
aklıma tom robbinsin sıcak ülkeleden dönen vahşi sakatlar geldi
evrenden ben'e mi ben den evrenemi bu sorgulama yanlış çünkü kullandığımız zihin uçuçuların ; ben derken benler milyonlarca veya sonsuz. kartala kaçmak ?