Eski SessizBilgi - - - - - Yeni SessizBilgi
Alt Limit:
Kaç tane -->

basliksiz


Evin önündeki kaldırımda duruyordum. Mutluydum, özgürdüm. Son zamanlarda beni etkisi altında tutan kaygıdan kurtulmuştum. Kaygı, yerini bir dinginliğe, güvene terk etmişti. Bu güvenliğin nelerden oluştuğunu pek bilemiyordum, ama boşveriyordum. Öyle ya, sığlıktaki kumlarda dalgalarla boğuşan biri için ne önemi vardır, kurtarıldığı kara parçasının bleşiminin. Atan nabız, ciğerlere dolan havadır önemli olan.


Dışarıda buz gibi bir hava vardı, ama soğuk etkilemiyordu beni. Son günlerdeki zindanım olan o korkunç tuğla binayı arkama almıştım, kalabalık caddeyse nerdeyse önümdeydi. Yanımdan kırağı kaplı burun deliklerinden buhar çıkan insanlar geçiyor, otomobiller cam gibi asfalt üzerinde ağır ağır hareket ediyorlardı. Evin önünde dakikalarca, sanki transa geçmiş gibi hareketsiz durdum. Her şey çok güzel çok açık görünüyordu gözüme. Çevrede yükselen binalara, masif betonda derin bir yarık izlenimi veren caddeye rağmen, etraf açıklıktı. İlk kez bu dünyada yaşamanın ne büyük mutluluk olduğunu hissediyordum. Betimlemesi zor bir duygu bu… Kelime, resim ya da müzikle anlatılamayan… Ancak bu duyguya bir kez kapılmış olan herkes bilir ki dış dünyada bir şey durmuş kendisini beklemektedir.


Caddeyi geçip köşedeki snack-bar a girdim. Büyük orucumdan sonra yediğim ilk şeyler tatsız bir patates püresi ve sentetik ketçapla sunulan iki adet selüloz sosis oldu. Harikulade bir ziyafetti. Alkole ihtiyaç duymuyordum, arınmış, çivili yataktaki bir fakir kadar hafiflemiştim.


Yalnız, ara ara belleğim harekete geçiyor ve başını kan revan içinde kalana dek duvara vuruyordu. Eh hayatta bazı ufak tefek rahatsızlıkları da olabilir insanın yani, diye düşünüyordum. Açık havada geçirdiğim ilk saatlerde varoluşuma bayağı iyimser gözle bakıyor, gizli bir tebessümle dolaşıyordum.


Bu durum bir kavşakta yeşil ışığı beklemek için durana kadar sürdü. Arkamda astragan bir manto ve şapka giymiş yaşlı bir kadın duruyordu. Ayağında kürklü çizmeler, sağ elinde cilalı bir baston vardı. Satın aldığı yiyeceklerle dolu iki büyük naylon torba taşıyordu. Tiz bir fare sesiyle bana seslendi: “rica etsem karşıya geçmeme yardım eder misiniz?” özür dilermiş gibi eğilmiş çizmelerine bakıyordu. “Ayaklarım…”


Dediğim gibi, o ana kadar keyfim yerindeydi. Ama her şeyinde bir haddi var canım! Evet, yani bir yere sınır çizgisi çekmek gerek. Yalvaran iri gözlerle bana bakın kadını inceledim bir süre. Yardım edip caddeyi aşırtmak ha? İçimde bir öfkenin kabarmakta olduğunu hissediyordum. Adalet adına fışkıran bir miktar adrenalin! Caddeyi geçmek için yardım istiyordu ha! Yani ne demeye getiriyordu bu kadın? Koluna filan girmemi mi istiyordu yoksa? Belki de yıpranmış vücudunu benimkine yaslanmasına izin vermemi? Ya da kucaklayıp karşıya geçirmemi? Hatta alışveriş torbalarını dişlerimin arasına sıkıştırıp, onu kaldırıp omzuma almamı! Dört ayak yere çömelmemi mi istiyor? Çıplak avuçiçlerimi çakıltaşı serpili buz zemine dayayıp, beni bir katır gibi kullanmasına izin vermemi mi? Sırtıma binip, elindeki bastonuyla beni değnekleyerek, caddeden karşıya geçmemi mi? Dehh, dehh! Toprak ve buzda eşelenmemi, bir terleyip, bir üşümemi, inlememi. Yalvarmamı…


“Rica etsem karşıya geçmeme yardım eder misiniz?” Ne şeytanca bir soru! Ne adi bir ihtiyar karı! Kahverengi bakışlarının gerisindeki kötülüğü apaçık görüyordum. Tabii ki o masum rolünü çok mükemmel oynuyordu. Ama ben biliyordum onun amacını. Biliyordum ki o çirkin, ihtiyar kafasının içinde beni mahvetmenin düşünü kurmaktaydı. Yıkılmamı, yaya geçidinin üzerine boylu boyunca serilmemi istiyordu. Üzerimden geçmesi için ona yalvarmamı bekliyordu. N’olur lütfedip o emekli ayaklarınızla üzerime basınız! Gelin. Lütfen, yalvarırım! Üzerime basın! Karnıma, göğsüme, boynuma… Yüzümü de unutmayın lütfen! Gözlerime kum ve tuz sıvayın, dişlerimi tekmeleyin, hatta caddenin karşı tarafına geçip canınızı kurtardığınız anda bir de osuruk salmayı ihmal etmeyin. Beni düşünmeyiniz hanfendi, siz yalnızca kendi emniyetinizi düşününüz. Çünkü benim için mutluluk sizin emniyet içinde olmanızdır. Otomobillere geçmeleri için işaret edin. Parmağımı hiç kıpırdatmayacağım. Çivili lastikler tarafından parçalanayım diye dua ederdim zaten hep!


Hayır. Hayır! Beni ele geçiremeyecek. Öfkeden bayılacak gibiydim, midem bulanmaya başlamıştı. Birden elinden bastonu kaptığım gibi ikiye böldüm ve yaşlı kadının ensesinden kavrayıp, kafasını yaya geçidinin beyaz şeritlerine doğru savurdum. Şeytan götüresice! Kadın dizlerinin üstüne düştü, kollarıyla havada genişçe bir yay çizerken, torbaların içindeki yiyecekler yerlere saçıldı. Araba tekerlekleri süt ve kırık yumurta karışımı üzerinde patinaj yapıyordu. Taptaze cadde omleti önümüze serilmişti. Kadının vücudunun üst kısmı devinimini sürdürdü ve alnının ortası asfalta çakıldı. Tıpkı bir müslümanın sabah namazında dengesini kaybetmesi gibi. Kırık baston parçalarını kadına doğru fırlattım. Hay, küstah iblis! Öylesine öfkeliydim ki ağzımdan tek bir ses bile çıkmıyordu. Çenem felce uğramıştı sanki. Birkaç saniye orada kalakaldım. Kadının imdat çığlıkları geliyordu kulağıma. Ne de çok şey istiyordu dünyadan. Yine yardım edilmesini istiyordu kendisine! Birden gözlerim karardı, bir elektrik direğine yaslanmak zorunda kaldım. Birileri koşarak geldi. Bir adam beni kolumdan yakaladı. Tam, iyiyim bir şeyim yok demeye hazırlanırken, adam ansızın sebepsiz yere bir tokat patlattı suratıma.


Bu arada trafik ışıkları yeşile dönmüştü. Adamın elinden kurtulup, koşmaya başladım.


Olup bitenlerden sonra bitap düşmüştüm. Her şey yıkılmıştı. Güneş battı ve etraf karanlığa gömüldü. Eve gitmeye korkuyordum. Neden sanki barış ve uyum içinde yaşamıyordu şu insanlar? Niçin bir avuç insan, diğerlerinin hayatını karartmayı hedefliyordu hep?



Sessizbilgi Listele - - - - - Yeni Siteye Dön