1

Konu: Sunuş - Önsöz

Yazarın Yorumları (Kitapların 30. Yıldönümü)

Don Juan’ın Öğretileri: Yaqui Kızılderililerinin Bilgi Yöntemi'nin ilk baskısı 1968’de yapıldı. Kitabın yayımlanmasının otuzuncu yıldönümü nedeniyle, yapıta ilişkin birkaç açıklama yapmak, ve yıllar süren ciddi ve tutarlı çabalardan sonra kitabın konusu üzerinde varmış olduğum kimi genel sonuçları ifade etmek istiyorum. Kitap, Arizona eyaletinde ve Mexico’nun Sonora eyaletinde yapmış olduğum insanbilimsel alan çalışmasının bir sonucu olarak ortaya çıktı. Los Angeles’teki California Üniversitesi’nin (UCLA) İnsanbilim Bölümü’nde doktora çalışması yaparken, Mexico’nun Sonora eyaletinden bir Yaqui
Kızılderilisi olan yaşlı bir şamanla tanıştım. Adı Juan Matus’tu.
İnsanbilim Bölümü’ndeki çeşitli profesörlerle, o yaşlı şaman anahtar bilgi kaynağı olarak kullanıp insanbilimsel alan çalışması yapma olasılığı üzerinde görüştüm. O profesörlerin her biri beni caydırmaya çalıştı; genelde gerekli ve oldukça geniş çaptaki akademik konulara ve yazılı ve sözlü sınavlar gibi doktora çalışmamın formalitelerine öncelik vermeliymişim. Profesörler son derece haklıydılar. Verdikleri öğüdün mantıksallığını görebilmem için ısrarlı davranmalarına hiç gerek yoktu.
Ne var ki, beni alan çalışması yapmam için açıkça yüreklendiren Dr. Clement Meighan adlı bir profesör vardı. İnsanbilimsel araştırmalarımı sürdürmem için bana esin kaynaklığı eden tek insanın o olduğunu söylemek isterim. Önümde açılmış olan olasılıklara en derin bir biçimde dalmam için beni teşvik eden tek kişiydi o. Bu ısrarı, onun bir arkeolog olarak kendi alan deneyimlerinden kaynaklanıyordu. Kendi çalışmaları sırasında, zamanın temel bir öz olduğunu, ve ondan kalan az miktarının da, çağdaş teknolojinin ve felsefi hareketlerin çarpıcı etkisiyle, çökmekte olan kültürlerin devasa ve kompleks bilgi alanlarına ulaşmalarından önce, ebediyen yok olacağını bulguladığını bana anlatmıştı. Bana, örnek olarak, geçen yüzyılın sonunda ve yüzyılımızın başında Amerika kırlarında ya da California’da yaşayan Kızılderilerin kültürü üzerinde alelacele ama metotlu bir biçimde budunbilimsel veri toplayan kimi saygın antropologların yapıtlarını örnek olarak göstermişti. Onların hızlı davranmaları gerekiyordu, çünkü bir kuşaklık bir süre içinde, o yerli kültürlere, özellikle California Kızılderili kültürlerine ilişkin bilgi kaynaklarının hepsi yok edilmişti.
Bütün bunların yer aldığı sıralarda, UCLA’nın Toplumbilim Bölümü’nde Profesör Harold Garfinkel’in derslerine katılabilme şansını elde etmiştim. O, bana, gündelik yaşamın sıradan edimlerinin felsefi açıdan gerçek inceleme konusunu oluşturduğu— ve araştırılmakta olan herhangi bir olayın kendi ışığında ve kendi kural ve tutarlığı uyarınca incelenmesi gerektiği biçimindeki son derece olağandışı etnometodolojik modeli öğretmişti. Şayet ortaya çıkarılabilecek herhangi bir yasa ya da kural var idiyse, bu yasa ve kurallar o olayın kendisine özgü olmak zorundaydılar. Bu nedenle, kendi kural ve biçimlenmeleri olan tutarlı bir dizge olarak bakıldığında, şamanların sıradan edimleri, ciddi inceleme bağlamında önemli konular oluşturuyorlardı. Böylesi bir incelemenin a priori (önsel = denemeye dayanmadan ve yalnız us yoluyla) kurulan kuramlara göre, ya da farklı bir felsefi temel uyarınca edinilmiş verilerle karşılaştırılarak yürütülmesi koşulu yoktur.
Bu iki profesörün etkisi altında, kendimi alan çalışmalarıma derinlemesine verdim. Bu iki insan sayesinde kazanmış olduğum iki itici gücüm şunlardı: birincisi, her şeyin çağdaş teknoloji karmaşasında yok olup gitmesinden önce henüz ayakta kalan Yerli Amerikan kültürünün düşünce süreçleri için çok az bir zaman kalmış olması; İkincisi de, her ne olursa olsun gözlem altındaki olayın, gerçek bir inceleme konusu olması ve olanca dikkat ve ciddiyetimi hak etmiş bulunması.
Alan çalışmama öyle derinlemesine dalmıştım ki, sonunda eminim beni destekleyen kimseleri bile hayal kırıklığına uğratmıştım. Hiç kimsenin bilmediği bir alana ulaşmıştım. Antropolojinin, toplumbilimin, felsefenin, hatta dinin ilgi alanına girmeyen bir alan. Ben bu olayların kendi kurallarını ve biçimlenmelerini izlediysem de, emin bir yere çıkabilecek yeteneğe sahip değildim. Bu nedenle, tüm çabalarımı, onun değerini ya da ondaki değer yokluğunu ölçecek yeterli akademik ölçütlerden uzaklarda aramaya yoğunlaştırdım.
Alandayken yaptığım son derece karmaşık çalışmalarıma gelince, bunu en kısa bir şekilde, Yaqui Kızılderili büyücüsü don Juan Matus’un beni kadim Meksika şamanlarının bilişiyle (cognition) tanıştırmış olması şeklinde özetleyebilirim. Biliş ile, gündelik yaşam farkındalığından sorumlu süreç—belleği, deneyimi, sezgiyi ve herhangi belli bir sözdiziminin uzmanca kullanımını içeren süreçler—anlaşılır. Biliş kavramı, o sıralarda, benim için aşılması en güç engeldi. Eğitim görmüş Batılı bir insan olarak benim için, biliş, günümüz felsefi diliyle tanımlandığı biçimiyle, topyekûn insanlık için homojen, her şeyi kucaklayan bir kavram olamazdı. Batılı insan, kimi olayların tanımlanmasındaki birtakım tuhaf yöntemlerin kültürel farklılıklarla açıklanmasını kabul etmeye hazır ise de, kültürel farklılıkların, hepimizin bildiği süreçlerden başka bir şey olmayan bellek, deneyim, sezgi, ve dilin uzmanca kullanımı süreçlerini açıklaması olanaksızdır. Bir başka deyişle, Batılı insan için genel süreçler grubu olarak yalnızca biliş vardır.
Ne var ki, don Juan’ın çizgisindeki büyücüler için, çağdaş insanın bilişi olduğu gibi, kadim Meksika’ şamalılarının bilişi de vardır. Don Juan, bu ikisine, özlerinde birbirinden apayrı, gündelik yaşamın topyekûn dünyaları olarak bakar. Herhangi belli bir anda, ben farkında olmaksızın, görevim gizemli bir şekilde salt antropolojik veri derlemekten şamanların dünyasındaki yeni bilişsel süreçlerin içselleştirilmesine dönüşmüştü.
Bu türden ussallıkların içselleştirilmesi bir dönüşümü, gündelik yaşam dünyasına farklı bir tepkiyi gerektirir. Şamanlar, böylesi bir dönüşümün kendilerini içine soktukları yeni durumun ilk kez olarak hep, dıştan görünmese de gizliden gizliye var olan güçlü yanları içeren, salt bir kavram imiş gibi görünen bir şeye zihinsel bir bağlılık biçiminde meydana geldiğini bulgulamalardır. Don Juan bunu şu sözleriyle en iyi şekilde dile getirmişti: “Gündelik yaşam dünyası, asla, üzerimizde etkisi olan kişisel bi şey, bizi yapan ya da yıkan bi şey olarak görülmemelidir, zira insanın savaş alanı, çevresindeki dünyayla giriştiği kavgasının alanı değildir. Onun savaş alanı ta ufukta, sıradan bi insanın düşünemeyeceği bi alandadır— insanın insan olmaktan vazgeçtiği alan.
Don Juan bu sözlerini açıklayarak, insanoğlu için bu tek önemli şeyi, yani, sonsuzlukla karşılaşmayı kavramasının enerji bağlamında şart olduğunu söylemişti. Don Juan, sonsuzluk terimini daha anlaşılabilir bir tanıma indirgeyemiyordu. Sonsuzluğun enerji bağlamında indirgenemezliğinden söz ederdi. Lo infinito (ey sonsuzluk) gibi belirsiz kullanım biçimleri dışında, onun kişiselleştirilemeyecek, hatta anıştırılamayacak bir şey olduğunu söylerdi.
O zamanlar don Juan’ın bana sırf çekici bir entelektüel tanım vermemiş olduğunu pek kavrayamamıştım; o, enerji bağlamındaki olgu dediği bir şeyi tanımlıyordu. Enerji bağlamındaki olgular, onun için, onun ve onun çizgisindeki öbür şamanların görme adını verdikleri bir işlevi sürdürerek vardıkları sonuçlardı: yani, ernerjinin evrende akadurduğu biçimde görülmesi edimi. Enerjiyi bu biçimde algılayabilme yetisi, şamancılığın erdiği doruk noktalarından biridir.
Don Juan Matus'a göre, bana kadim Meksika şamanlarının bilişini tanıtmada ki kılavuzluk görevi geleneksel bir yöntem imiş, yani bana yaptığı her şey çağlar boyunca çömezlik aşamasındaki her bir şaman için yapılagelmiş imiş. Farklı bir bilişsel dizgenin süreçlerinin içselleştirilmesi, her zaman, çömezlik aşamasındaki şamanın topyekûn dikkatini bizlerin ölme yolumuzdaki varlıklar olduğumuzu kavramaya çekmekle başlar. Don Juan ve onun çizgisindeki öbür şamanlar, bu enerji bağlamındaki olgunun, bu indirgenemez gerçekliğin tam olarak kavranmasının, bu yeni bilişin kabul edilmesine yol açacağına inanagelmişlerdir.
Don Juan Matus gibi şamanların izdeşlerinin erişmelerini hedefledikleri son aşama, basitliğinden dolayı son kerte zor bir kavrayıştı: gerçekten ölecek olan varlıklar oluşumuz. Bu nedenle, insanın gerçek mücadelesi başka insanlarla olan kavgaları değil, sonsuzlukla olan kavgasıdır—hatta buna kavga bile denilemez, özünde bir teslimiyettir bu. Bizler gönüllü olarak sonsuzluğu kabul etmeliyiz. Büyücülerin tanımıyla, bizim yaşamlarımız sonsuzluktan çıkar ve çıkmış oldukları yerde biter: yani, sonsuzlukta.
Yayımlanmış yapıtlarında anlatageldiğim süreçlerin çoğu, yeni durumların etkisi altında benim kişisel ve toplumsal varlığım arasındaki doğal alışverişle ilgili olmak zorundaydı. Alan çalışmalarımda, gelişmekte olan durum, yeni şamancılık bilişi süreçlerinin içselleştirilmesine salt bir davetiye olmaktan öte, bir gereksinmeydi. Kişiselliğimin sınırlarını zedelenmeden koruyabilmek için yıllardır verdiğim savaşım, sonunda çöktü. Onları korumaya çalışmak, don Juan’ın ve onun çizgisindeki şamanların yapmak istedikleri şeyin ışığında görüldüğünde, anlamsız bir edimdi. Oysa, benim gereksinmemin—ki bütün uygar insanların gereksinmesiydi—ışığında çok önemli bir edimdi bu: bilinen dünyanın sınırlarını korumak.
Don Juan, kadim Meksika şamanlarının bilişinin temeltaşı olan enerji bağlamında, evrenin en ince ayrıntısının dahi bir enerji ifadesi olduğunu söylemişti. Enerjiyi dolaysızca görme düzlemlerinden, bu şamanlar tüm evrenin aynı zamanda birbirine hem karşıt hem de birbirini tamamlayıcı çift güçlerden oluştuğu enerji bağlamındaki olguya ulaştılar. Bu iki güce canlı ve cansız enerji adını verdiler.
Cansız enerjinin farkındalıktan yoksun olduğunu gördüler. Şamanlar için farkındalık, canlı enerjinin titreşimsel bir durumudur. Don Juan, Yeryüzü’ndeki tüm organizmaların titreşimsel enerjiye sahip olduklarını ilk görenlerin kadim Meksika şamanları olduğunu söylemişti. Bu şamanlar onlara, organik varlıklar adını vermişler, ve bu tür enerjinin bağlılığını ve sınırlarını belirleyen şeyin organizmanın kendisi olduğunu görmüşlerdi. Şamanlar, ayrıca, titreşimsel canlı enerji toplaşımlarının, bir organizmaya bağlı olmaksızın, kendine özgü bir bağlılığa sahip olabileceğini de gördüler. Şamanlar bunlara inorganik varlıklar dediler, ve onları insan gözüyle görülemeyen toplu enerji yığıntıları, kendinin farkında olan ve bir organizmanın birleştirici gücünden başka bir birleştirici güçle belirlenen bir birliğe sahip enerji diye tanımladılar.
Don Juan’ın çizgisindeki şamanlar, organik ya da inorganik canlı enerjinin temel koşulunun, evrendeki başıboş enerjiyi duyusal veriye çevirmek olduğunu gördüler. Organik varlıklar durumunda, bu duyusal veri, başıboş enerjinin sınıflandırıldığı ve bu sınıflandırma ne olursa olsun, her sınıflandırmaya belli bir tepkinin atandığı bir açıklama dizgesine çevrilir. Büyücülerin savı, inorganik varlıklar âleminde, başıboş enerjinin inorganik varlıklar tarafından dönüştürüldüğü duyusal veri, tanımı gereği, onlar tarafından kendi yeğledikleri akıl almaz bir biçimde yorumlanır.
Şamanların mantığına göre, insanların durumunda, duyusal verinin açıklama dizgesi bizim bilişimizdir. Onlar, bilişimize geçici olarak ara verilebileceği görüşündedirler—zira bu salt, tepkilerin, duyusal verinin yorumlanmasıyla birlikte sınıflandırıldığı bir sınıflandırma dizgesidir. Büyücüler, bu ara verme meydana geldiği zaman, enerjinin dolaysızca, evrende aktığı gibi algılanabildiğini ileri sürerler. Büyücüler, enerjinin dolaysızca algılanmasını, gözlerin pek kullanılmamasına karşın, onu gözleriyle görüyormuş etkisini yarattığı biçiminde tanımlarlar.
Enerjinin dolaysız olarak algılanması, don Juan’ın çizgisindeki büyücülerin insanları, ışıklı toplara benzeyen enerji alanları toplaşımları gibi görmelerini sağlamıştır. İnsanların bu biçimde gözlemlenmeleri, bu şamanların olağandışı enerji bağlamında sonuçlar çıkarmalarını da sağlamıştır. Bu ışıklı toplardan her birinin bireysel olarak, evrende mevcut olan inanılmaz boyutlardaki bir enerji kütlesine— karanlık farkındalık denizi adını verdikleri bir kütle ye— bağlı olduğu da onların dikkatinden kaçmamıştır. Bu büyücüler bu toplardan her birinin o karanlık farkındalık denizine, ışıklı topun kendisinden daha da parlak bir noktadan bağlanmış olduğunu gözlemlediler. Bu şamanlar o bağlantı noktasına birleşim noktası diyorlardı, çünkü algılamanın o noktada gerçekleştiğini gözlemlemişlerdi. Başıboş enerji akışı, o noktada, duyusal veriye dönüşüyor, ve bu veri de sonra bizi saran dünya olarak yorumlanıyordu.
Don Juan’dan, bu enerji akışının duyusal veriye dönüşmesi sürecinin nasıl cereyan ettiğini bana açıklamasını istediğimde, şamanların bildiği tek şeyin, karanlık farkındalık denizi denilen bu devasa enerji kütlesinin insanlara, bu enerjiyi duyusal veriye çevirmelerini olası kılmaya yeterli her neyse onu sunduğu biçiminde olduğunu, ve orijinal kaynağının enginliğinden ötürü böylesi bir sürecin asla çözülemeyeceğini söyleyerek yanıt verdi.
Kadim Meksika şamanları görmelerini, karanlık farkındalık denizi üzerinde odakladıkları zaman bulguladıkları şey, tüm evrenin, kendileri de sonsuza dek uzayıp giden ışıklı iplikçiklerden meydana gelmiş olduğu esinlenmesiydi. Şamanlar bunları, birbirlerine asla değmeksizin her bir yana doğru uzanıp giden ışıklı iplikçikler olarak tanımlarlar. Onlar, bunların birbirlerinden ayrı ayrı iplikçikler olduklarını, ancak hepsinin de akıl almaz boyutlardaki kütleler halinde kümelenmiş olduklarım görmüşlerdir.
Karanlık farkındalık denizi dışında şamanların gözlemlemiş ve titreşiminden dolayı hoşlanmış oldukları bir başka iplikçik kütlesi de niyet dedikleri bir şeydi; şamanların dikkatlerini bu tür kütlelere odaklamaları edimineyse niyetlenme denirdi. Onlar, bütün evrenin bir niyet evreni olduğunu görmüşlerdi, ve niyet, onlar için, anlakla eşti. Evren, bu nedenle, onlar için en üstün bir anlak evreniydi. Onların vardıkları, bilişsel dünyalarının bir parçası haline gelen bu sonuç, kendisinin farkında olan titreşimsel enerjinin anlağın en uç noktası olduğuydu. Evrendeki niyet kütlesinin, bütün olası dönüşümlerin, evrende meydana gelmiş tüm olası değişimlerin nedeni olduğunu görmüşlerdi—yani, bütün bu dönüşüm ve değişimler rastlantısal, düzensiz koşulların değil de, titreşimsel enerjinin, enerji akışı düzeyinde yaptığı niyetlenmenin ürünüydü.
Don Juan, gündelik yaşam dünyasında insanların niyet ve niyetlenmeden dünyayı yorumlama amacıyla yararlandıklarına dikkatimi çekti. Don Juan, örneğin, benim gündelik dünyamı algılarımla değil de, algılarımı yorumlayışımla düzenlenmekte olduğum konusunda beni uyardı. Örnek olarak da, o zamanlar benim için en büyük önemli kavram olan üniversite kavramını verdi. Görme, işitme, tat alma, dokunma ve koku alma duyularımın hiçbirinin bana üniversiteye ilişkin herhangi bir ipucu vermediği için, üniversitenin duyularımla algılayabileceğim bir şey olmadığını söyledi. Üniversite yalnızca benim niyetlenmemde cereyan etmekteydi; onu orada kurabilmek için uygar bir kişi olarak bildiğim her şeyden bilinçli ya da bilinçaltı yoluyla yararlanmam gerekiyordu.
Evrenin ışıklı iplikçiklerden meydana geldiği enerji bağlamındaki olgu, şamanları, sonsuza dek uzayagiden bu iplikçiklerden her birinin bir enerji alanı olduğu sonucuna götürdü. Şamanlar bu ışıklı iplikçiklerin ya da, daha doğrusu, enerji alanlarının, birleşim noktasından geçecek biçimde yönlendiklerini gözlemlemişlerdi. Birleşim noktasının boyutu, çağdaş bir tenis topuna eşit olarak belirlendiğinden, yalnızca sınırlı sayıda— gene de pek büyük bir sayıda— enerji alanı yönlenip o noktadan geçebilir.
Kadim Meksika büyücüleri birleşim noktasını gördükleri zaman, enerji alanlarının birleşim noktasıdan geçerken neden olduğu çarpmanın, daha sonra gündelik yaşam dünyasının bilişini çevrilecek olan duyusal veriye dönüştürüldüğünü keşfettiler. Bu şamanlar, insanlar arasındaki bilişin homojenliğini, bütün insan soyunda birleşim noktasının, enerji bağlamındaki ışıklı küreler olan bizlerin aynı bölgelerinde yer alması gerçeğine bağlarlar: kürek kemiklerinin yüksekliğinde, onların bir kol kadar arkasında, ışıklı topun sınırına karşı.
Birleşim noktasını görme -gözlemleri kadim Meksika büyücülerinin birleşim noktasının normal uyku, aşırı yorgunluk, hastalık ya da psikotropik bitkilerin yenilmesi koşullarında yer değiştirdiğini keşfetmelerine yol açmıştır. Bu büyücüler, birleşim noktasının yeni bir pozisyondayken, onun içinden farklı bir enerji alanları demetinin geçtiğini, birleşim noktasının o enerji alanlarını duyusal veriye çevirmeye zorladığını ve sonuç olarak gerçek bir yeni dünya algılamasına yol açtığını gördüler. Bu şamanlar bu şekilde ortaya çıkan her bir yeni dünyanın, gündelik yaşam dünyasından farklı bir tam-kapsamlı dünya olduğunu, ama içinde yaşanabilecek ve orada ölünebilecek olması bakımından ona son derece benzediğini ileri sürdüler.
Don Juan Matus gibi şamanlar için, en önemli niyetlenme alıştırması, birleşim noktasının bizi oluşturan topyekûn enerji alanları toplaşımındaki önceden belirlenmiş noktalara ulaşmak amacıyla istençli devinimlerle yapılır; bunun anlamı şudur ki, binlerce yıllık arayışlardan sonra, don Juan’ın çizgisindeki büyücüler, bizleri oluşturan topyekûn ışıklı topun içinde, birleşim noktasının yerinin belirlenebileceği ve onun üzerinde, yoğunlaştırılacak enerji alanları bombardımanı sonucunda yepyeni bir gerçek dünyanın yaratılabileceği anahtar noktaların yer aldığını bulgulamışlardır. Don Juan bu dünyalardan herhangi birine, ya da hepsine, yolculuk olasılığının enerji bağlamında bir olgu olduğu ve her insanın bunu gerçekleştiriebilecek kapasitesi bulunduğu üzerinde beni temin etti. Don Juan bana, o dünyalara gitmenin son derece kolay olduğunu, bir büyücünün ya da sıradan bir insanın oraya ulaşması için yapması gereken tek şeyin birleşim noktasının devinimini niyet etmek olduğunu anlatmıştı.
Kadim Meksika şamanları için niyete ilişkin ama onun evrensel niyetlenme düzeyine dönüştürülmesi bağlamında bir başka konu da, bizleri oluşturan enerji bağlamındaki olgunun, evrenin kendisi tarafından sürekli olarak itilmesi, çekilmesi ve sınanmasıydı. Onlara göre, genelde evrenin son derece vahşi olması, bir enerji bağlamındaki olgu idiyse de, bu, evrenin bildiğimiz anlam da—kendi çıkarı için yağmalama, çalma, yaralama ya da başkalarını sömürme gibi—yırtıcılığı demek değildi. Kadim Meksika şamanlarına göre, evrendeki bu vahşet, niyetlenmenin sürekli olarak farkındalığı sınadığı anlamına gelmekteydi. Onlar evrenin pek büyük sayılarda organik varlıklar ve gene pek büyük sayılarda inorganik varlıklar yarattığını gördüler. Onların hepsinin üzerinde baskı uygulayarak, evren onları, farkındalıklarını arttırmaya zorlamaktadır; ve gene bu yolla, evren kendisinin farkında olmaya çalışmaktadır. Bu nedenle, şamanların bilişsel dünyasında farkındalık son aşamadır.
Don Juan Matus ve onun çizgisindeki şamanlar farkındalığa, sırf, rolü izdeşlerinin algısal kapasitesini kısıtlamakmış gibi görünen herhangi belli bir kültürün buyurduğu algısal olasılıkların değil, insanın bütün algısal olasılıklarının ölçünmeli olarak (yani kasten, bile bile) bilincinde olma edimi diye bakmışlardır. Don Juan, insanların topyekûn algılama kapasitelerini özgür kılmaya da özgür bırakmanın, onların işlevsel davranışlarını hiçbir şekilde bozmadığını söylerdi. Aksine, yeni değerler kazanacağından dolayı, işlevsel davranışlar olağandışı bir niteliğe bürünürmüş. İşlevler de en kaçınılmaz gereksinmeler haline gelirler. İdealciliklerden ve düzme-amaçlardan kurtulan insanın, yol gösterici güç olarak yalnızca işlevleri kalır. Şamanlar buna kusursuzluk derler. Onlar için, kusursuz olmak, insanın yapabileceğinin en iyisini artı biraz daha fazlasını yapması demektir. Onlar işlevi, enerjiyi evrende akarken görmekten çıkarmışlardır. Şayet enerji belli bir biçimde akıyorsa, enerjinin akışını izlemek, onlar için, işlevsel olmak demektir. İşlev, bu bakımdan, enerji bilişsel dünyalarının, enerji bağlamındaki olgularıyla yüzleşmelerini sağlayan ortak paydadır.
Büyücülerin bilişinin bütün birimlerinin yerine getirilmesi sayesinde, don Juan ve onun çizgisindeki bütün öbür şamanlar, ilk bakışta yalnızca onlara ve onların kişisel koşullarına özgüymüş gibi görünen, ama dikkatle incelendiklerinde, herhangi birimiz için de geçerli olabilecek birtakım yabansı enerji bağlamında sonuçlara varabilmişlerdir. Don Juan’a göre, şamanların arayışlarının doruk noktası, onun yalnızca büyücüler için değil, Yeryüzü’ndeki insanların hepsi için nihai enerji bağlamında olgu diye baktığı bir şeydir. Don Juan buna doğru yolculuk adını vermişti.
Doğru yolculuk, bireysel farkındalığın, bireyin şamanların bilişine bağlanarak üst sınırına dek artırılması yoluyla, organizmanın birleşik bir birim olarak işlev görebildiği noktanın ötesinde sürdürülmesi olasılığıdır. Bu akışın farkındalık, kadim Meksika şamanlarınca insan farkındalığının bilinen her şeyin ötesine gitmesi ve bu şekilde evrende akan enerji düzeyine ulaşması olasılığı diye anlaşılmıştı. Don Juan gibi şamanlar, arayışlarını, sonunda bir organizması olmaksızın birleşik bir birim gibi davranabilme anlamında bir inorganik varlık olma arayışı diye tanımlamışlardır. Bilişlerinin bu yanını, farkındalığın, toplumsallaşmanın ve sözdiziminin yüklerinden azade bir durumda var olmasına, topyekûn özgürlük adını verdiler.
Bunlar, benim kadim Meksika şamanlarının bilişine dalışımdan çıkarmış
olduğum genel vargılardır. The Teachings of Don Juan: A Yaqui Way to Knowledge'in (Don Juan'ın Öğretileri: Yaqui Kızılderililerinin Bilgi Yöntemi) yayımlanmasından yıllar sonra, don Juan Matus’un bana sunduğu şeyin topyekûn bir bilişsel devrim olduğunu kavramış bulunuyorum. Bunu izleyen yapıtlarımda, bu bilişsel devrimi uygulayabilmenin yöntemleri üzerinde bir fikir vermeye çalıştım. Don Juan’ın beni yaşayan bir dünya ile tanıştırmakta olduğu gerçeğinin ışığında, böylesi yaşayan bir dünyada değişim süreçleri asla son bulmaz. Bu açıdan, vargılar sadece, yeni biliş ufuklarına götürecek sıçrama tahtaları işlevini gören hatırlatıcı araçlar ya da uygulayımsal yapılardır.

Cvp: Sunuş - Önsöz

Önsöz

Bu kitap hem budunbetimdir (etnografya), hem de örnek öykü (alegori).
Carlos Castaneda, don Juan’ın vasiliğinde, bizi o alacakaranlıktan evrenin o gün ışığıyla karanlığı arasındaki yarıktan— geçirip, yalnızca tanıdığımızdan başka bir dünyaya değil, üstelik bütünüyle değişik bir gerçeklik düzeninin egemen olduğu bir âleme götürüyor. Kendisi ora ya, mescalito, yerba del diablo ve humito— peyote, datura ve mantarların yardımıyla ulaşmıştı. Ama bu inceleme, salt sanrılı deneyimlerin öyküsü değil. Çünkü don Juan’ın ustaca yönlendirmeleri, araştırmacıya kılavuzluk etmiş; yorumları da, olayları büyücünün çömezi aracılığıyla, algılamamızı sağlamıştır.
İnsanbilim bize dünyanın, değişik yerlerde başka başka tanımlandığını öğretmiştir. Bu, yalnızca insanların değişik gelenekleri olması, insanların değişik tanrılara inanması, ölümden sonra değişik yazgısal beklentileri olması açısından değildir. Demek istediğim şu ki, değişik insanların dünyalarında değişik biçimler vardır. Farklı olan şey, doğa-ötesi varsayımların ta kendisidir: uzay, Öklitçi geometriye uymuyor; zaman, sürekli tek yönlü akış göstermiyor; neden-sonuç ilişkisi, Aristocu mantığa uymuyor. İnsanlar insandışı şeylerden, yaşam, ölümden ayırt edilmiyor. Kimi insanbilimcilerin yerel dillerin mantığı, söylenceleri ve dinsel törenleri üzerine yazdıklarından, bu başka dünyaların biçimlerini az çok çıkarabiliyoruz. Don Juan bize yer yer bir Yaqui büyücüsünün dünyasından görüntüler vermiştir. Bunları sanrılandırıcı maddelerin etkisiyle gördüğümüz için, öbür kaynaklardan edindiklerimizden büsbütün farklı bir gerçeklikle algılayabiliyoruz. Bu incelemenin kendine özgü erdemi de buradadır.
Castaneda doğru olarak bu dünyanın, bütün sezgi farklarına karşın, kendi içsel mantığı olduğunu öne sürmektedir. Castaneda bunu kendi mantığımıza dayanarak incelemek yerine, içerden— don Juan’ın vasiliğindeyken edindiği kendi /engin ve yoğun kişisel deneyim lerin den yararlanarak—doğrudan doğruya anlatmaya çalışmıştır. Bunda tam başarı sağlayamıyorsa, kendi kültürümüzün, kendi dilimizin sezgiye koyduğu sınırlamalardan ötürüdür; onun kişisel yetersizliğinden ötürü değil. Gene de çabalarıyla bir Yaqui büyücüsünün dünyasıyla bizim dünyamız arasında bir köprü kurduğunu görüyoruz.
Kendimizinkinin dışında bulunan dünyaları tanımanın, ve en başta insanbilimin asıl önemi, bunların bize kendi dünyamızın da bir kültürel kurgu olduğunu göstermesindedir. Öyleyse, öbür dünyaları algılayarak kendimizinkinin iç yüzünü anlamış ve böylece kendi kültürel kurgumuz olan dünya ile öbür dünyalar arasındaki gerçek dünyanın nasıl olabileceğini bir an için görmüş oluruz. Bu nedenle hem örnek öykü, hem de budunbetim diye nitelendirmiştim bu yapıtı. Don Juan’ın bilgeliği ve şiiri ile yazarın ustalığı ve şiiri bize hem kendimizin hem de gerçekliğin bir önsezisini sunuyor. Bütün etkili örnek öykülerde olduğu gibi, görülen şey görenin içindedir; başkaca yoruma da gerek yok sanırım.
Carlos Castaneda don Juan’la görüşmelerine Los Angeles’teki California Üniversitesi’nde insanbilim öğrencisiyken başlamıştı. İkisi de zor olan bu görevleri üstlenmekte ve deneyimlerinin ayrıntılarını bize aktarmakta gösterdiği sabır, yüreklilik ve anlayışa gönül borcumuz vardır. Bu incelemede iyi budunbetimin başlıca uzluğu sergilenmektedir. Yabancı bir dünyaya girebilme yetisi. Yürek taşıyan bir yol bulmuş Carlos Castaneda.
Walter Goldschmidt

Teşekkür

İnsanbilimsel araştırmalarımı başlatıp yönlendiren Profesör Clement Meighan’a, bana örnek olup derinlemesine araştırma soluğu veren Profesör Harold Garfinkel'e, başlangıcından beri çalışmamı eleştiren Profesör Robert Edgerton’a, eleştiri ve yüreklendirimlerinden ötürü Profesör William Bright ve Profesör Pedro Carrasco’ya, çözümleme çalışmalarımın açıklığa kavuşturulmasında bana çok değerli yardımlarda bulunan Profesör Lawrence Watson’a derin şükranlarımı bildirmek isterim. Bayan Grace Stimson ile Bay F. A. Guilford’a da yapıt metninin hazırlanmasındaki yardımları için teşekkür ederim.

Para mi solo recorre los caminos que tienen corazon, cualquier camino que tenga corazon. Por ahi yo recomo, y la unica prueba que vale es atravesar todo su largo. Y por ahi yo recorro mirando, mirando, sin aliento.
(Yalnızca yürek taşıyan yollarda yürürüm ben, yürek taşıyan herhangi bi yolda. O yolda ilerlerim; ve inanırım ki uğruna baş komaya değer tek uğraş bi yolu bütünüyle aşmaktır. Ve, soluğum tutulmuş, bakarak, bakarak ilerlerim o yolda.)
—DonJuan
... çok uzun bir yolda insanın yapabileceği tek şey, yola nereden gireceğini ve yönünü kestirmektir. Kendini tam anlamıyla ve bütün yönleriyle yetkinliğe erişmiş gibi göstermeye çalışmak, en azından kendini kandırmaktır. Burada yetkinliğe, ancak, öznel anlamda görebilmiş olduğu her şeyi aktaran öğrenci erişebilir.
— George Simmel

Cvp: Sunuş - Önsöz

Sunuş

1960 yazında, Los Angeles’teki California Üniversitesi’nde insanbilim öğrencisiyken, güneybatıya birkaç kez o yöre Kızılderililerinin kullandığı tıbbi bitkilerle ilgili bilgi derlemek için gitmiştim. Burada anlattığım olaylar bu gezilerimden birinde başladı. Bir sınır kasabasında Greyhound otobüsünü bekliyor, kılavuzluğumu yapan ve araştırmama yardım eden bir arkadaşla konuşuyordum. Arkadaşım birden bana doğru eğilerek pencerenin önünde oturan yaşlı bir Kızılderilinin bitkileri, özellikle peyoteyi çok iyi bildiğini fısıldadı. Arkadaşıma beni bu adamla tanıştırmasını söyledim.
Arkadaşım onu selamladı, sonra yanına gidip tokalaştı. Bir süre konuştuktan sonra da yanlarına çağırdı; ama daha bizi tanıştırmadan, beni yaşlı adamla baş başa bırakarak, çekip gitti. Adamın pek aldırdığı yoktu bu duruma. Adımı söyledim. O da adının Juan olduğunu, yardımıma hazır bulunduğunu söyledi. Konuşurken İspanyolcanın saygı gösteren biçimini kullanıyordu. Elimi uzattım. Tokalaştık. Bir süre öyle sessiz durduk. Gergin bir sessizlik değildi bu; ikimizin de yapmacıksız, gevşemiş olduğu bir dinginlik... Yağız yüzündeki ve boynundaki kırışıklıklar yaşını belli ediyordu, ama bedeninin çevik, kaslarının güçlü olduğu da besbelliydi.
Sonra ona, tıbbi bitkilerle ilgili bilgi derlediğimi söyledim. Oysa gerçekte peyote konusunda kara cahil sayılırdım, ama işte pek çok şey bilirmiş gibi görünmeye kalkışmıştım. Üstelik, benimle görüşmesinin ona yararlı olacağını bile anıştırmıştım. Ben saçmalayıp dururken, o yüzüme bakıp belli belirsiz başını eğiyor, ama bir şey demiyordu. Sözüm bitince ikimiz de öyle kaldık. Gözlerine bakmaktan kaçınıyordum. Sessizlik ürkünçtü. Bana çok uzun gelen bir süreden sonra don Juan kalktı, pencereden dışarıya baktı. Otobüsü gelmişti. Hoşçakal deyip ayrıldı.
Ona anlattığım abuk sabuk şeylerden, bir de o benzersiz gözleriyle zihnimin ta içlerini çakmasından tedirgindim. Arkadaşım döndüğünde, don Juan’dan bir şeyler öğrenmekteki başarısızlığım için beni avutmaya çalıştı. Yaşlı adamın çoğu zaman sessiz durduğunu, düşüncesini açığa vurmadığını anlattı. Ama bu ilk karşılaşmanın tasalandırıcı etkisi kolay kolay silineceğe benzemiyordu.
Don Juan’m oturduğu yeri bulmayı aklıma koydum ve sonraları birkaç kez onunla görüştüm. Her buluşmamızda sözü peyoteye getirmeye uğraştım, ama başaramadım. Öte yandan arkadaşlığımız ilerledi. Bilimsel araştırmalarım unutuldu, daha doğrusu ilk düşündüğümden büsbütün başka yönlere çevrildi.
Beni don Juan’la tanıştıran arkadaş sonraları, bu yaşlı adamın, tanıştığımız yer olan Arizona’nın yerlilerinden olmadığını, Meksika’nın Sonora yöresindeki Yaqui Kızılderililerinden olduğunu açıklamıştı.
Önceleri don Juan’a, peyoteyi iyi bilen, İspanyolcayı çok iyi konuşan yabansı bir adam diye bakmıştım. Ama çevresindeki kimseler onun elinde bir tür “gizli bilgi” bulunduğuna, onun bir “brujo” olduğuna inanıyorlardı. Brujo sözcüğü İspanyolcadır. Sağaltıcı kişi, otacı, büyüleyici, büyücü anlamına gelir. Bu sözcük, kökeninde, özellikle kötü güçlere egemen bir kişi demeye gelir.
Don Juan’ın güvenini kazandığımda, tanışıklığımız birinci yılını doldurmuştu. Bir gün, yanında bir tür çömezlik yapmış olduğu bir öğretmenden, onun deyimiyle bir “velinimet”ten, kimi bilgiler edindiğini söyledi. Don Juan da buna karşın beni kendine çömez seçtiğini, ancak kendimi tamamıyla bu işe bağlamam gerektiğini söyledi; yetişmemin uzun süreli ve çetin olacağı uyarısında bulundu.
Don Juan, kendi velinimetini anlatırken, “diablero” sözcüğünü kullanıyordu. Sonradan öğrendim ki diablero yalnızca Sonoralı Kızılderililerce kullanılan bir sözcükmüş. Kara-büyü uygulayan, kendini bir hayvana, örneğin bir kuşa, bir köpeğe, bir çakala ya da başka bir yaratığa dönüştürmeye muktedir bir kötü kişiye denirmiş. Sonoro’ya gidişlerimden birinde Kızılderililerin diablerolara karşı neler duyduklarını gösteren şaşılası bir deneyimim oldu. Geceleyin, yolu karşıdan karşıya geçen köpeğe benzer bir hayvan gördüm. Arkadaşlardan biri bunun bir köpek değil de çok iri bir çakal olduğunu söyledi. Yavaşlayıp yolun kıyısına yanaştım. Hayvanı iyice görmek istiyordum. Farların görüş sınırı içinde birkaç saniye daha kalan hayvan, çalıların arasına daldı. Kuşkusuz bir çakaldı bu; bildiğimiz çakalların iki katı büyüklüğünde. Yürekleri oynayan arkadaşlarım, bunun pek olağandışı bir hayvan olduğunda birleştiler. Biri de onun bir diablero olabileceğini ileri sürdü. Bu olayı anlatarak, o yöredeki kızılderililerin diablerolann varlığına ilişkin inançlarını soruşturmayı aklıma koydum. Birçok kimseyle görüşüp bu olayı anlattım, sorular sordum. Şu üç görüşme onların neler duyduklarım belirtiyor:
Olayı anlattıktan sonra, bir delikanlıya sordum:
“Choy, sence o bir çakal mıydı?”
“Kimbilir? Bir köpekti kuşkusuz. Öyle kocaman çakal olur mu ki?”
“Ya bir diablero ise, ne dersin?”
“Hadi canım sen de! Yok öyle bir şey...”
“Nerden biliyorsun Choy?”
“Herkes bir şeyler uyduruyor. Yakalasaydm o hayvanı
görürdün o zaman bir köpek olduğunu. Bir gün başka bir yerde işim vardı. Gün doğmadan kalktım. Vurdum ata eyeri. Tam yola çıkıyordum ki, baktım yolun üzerinde hayvan biçiminde koyu bir gölge. Atım geri geri basıyor, nerdeyse yere atacak beni. Korkmadım değil hani! Ama baktım, kasabaya giden bir kadının gölgesiydi...”
“Demek diablerolara. inanmıyorsun, Choy?”
“ Diablerolar! Neymiş şu diablerolar! Sen söyle bakalım diablero dediğin şey neymiş!”
“Ne bileyim, Choy. O gece arabada bulunan Manuel, o çakalın bir diablero olabileceğini söylemişti. Peki sence nedir diablero? ”
“Dediklerine bakılırsa diablero, seçtiği bir kılığa girebilen bir brujoymuş. Ama milletin karnı tok bu palavralara. Buradaki yaşlılar anlatıp dururlar bu diablero masallarını. Biz gençler arasında pek bulamazsın öylesini.”
“Bu hayvan nasıl bir şeydi sence, dona Luz?” diye orta yaşlı bir kadına sordum.
“Anca Allah bilir böyle şeyleri kesinlikle, ama bence çakal değildi o. Çakalmış gibi görünen şeyler vardır, ama değildir. Koşuyor muydu bu çakal, yoksa bir şeyler mi yiyordu?”
“Öyle duruyordu, ama onu ilk gördüğümde bir şeyler yiyordu.”
“Ağzında bir şey taşıyor muydu? Anımsamaya çalış.” “Evet, olası bu. Ama ne önemi var bunun?”
“Öyle bir var ki! Ağzında bir şey taşıyorduysa, çakal olamaz!”
“Ya neydi, peki?”
“Bir adamdı, ya da kadın.”
“Ne denir böyle kimselere dona Luz?”
Yanıt alamadım. Bir süre daha soru yönelttimse de, sonuç sıfır... En sonunda, bilmediğini söyledi. Bu tür insanlara diablero denip denmediğini sorunca da, diableronun onlara verilen adlardan biri olduğu yanıtını verdi.
“Tanıdığın diablero var mı hiç?” diye sordum.
“Bir kadın vardı bildiğim,” diye yanıtladı. “Ama öldürüldü. Çok ufaktım. Bu kadın, kancık bir köpek olurmuş. Bir gece beyaz bir adamın evine köpek girmiş peynir çalmaya. Beyaz adam av çiftesiyle vurmuş köpeği. Beyaz adamın evinde köpek ölür ölmez, kadın da kendi kulübesinde ölmüş. Yakınları toplanıp beyaz adamın evine gitmişler, kan akçesi istemişler. Beyaz adam da kadını öldürdüğü için dünyanın parasını ödemiş.”
“Adam bir köpek öldürmüş yalnızca; nasıl para isterler ondan?”
“Beyaz adam köpeğin köpek olmadığını biliyormuş, derler. Çünkü yanında başkaları da varmış da, hepsi köpeğin çatıya asılı tepsideki peyniri almak için insan gibi iki ayağı üzerine dikilmiş olduğunu görmüşlermiş. O adamlar da hırsızı beklerlermiş çünkü her gece beyaz adamın peyniri çalınır dururmuş. Demek ki adam hırsızı, köpek olmadığını bile bile öldürmüş.”
“Günümüzde de diablero var mıdır, dona Luz?”
“Çok gizli şeyler bunlar. Artık diablero kalmadı diyorlar
ama bence doğru değil. Çünkü bunların ailelerindeki birisi diablerolann bildiklerini öğrenmek zorundadır. Diableroların kendi yasaları vardır. Bunlardan birisi de bir diableronun gizlerini bir yakınına öğretme zorunluluğudur.”
“Neydi bu hayvan sence, Genaro?” diye çok yaşlı bir adama sordum.
“O yöredeki çiftliklerden birinin köpeği derim. Başka ne
diyeyim?”
“Bir diableroydu diyemez misin?!”
“Diablero mu? Delisin sen! Diablero diye bir şey yoktur!”
“Günümüzde mi yoktur, yoksa hiç mi olmamıştır?”
“Bir zamanlar vardı, evet. Herkes bilir bunu. Kime sorsan bilir. Ama onlardan çok korktuklarından, hepsini öldürdüler.”
“Kim öldürdü onları, Genaro?”
“Uruktaki herkes... Bildiğim son diablero S— idi. Büyüsüyle bir sürü, belki de yüzlerce kişiyi öldürmüştü. Bir gün geldi, artık dayanamadık. Toplanıp bir gece evini bastılar, onu diri diri yaktılar.”
“Ne zaman olmuştu bu, Genaro?” “Dokuz yüz kırk ikide.”
“Sen de orada mıydın?”
“Değildim. Ama bugün bile anlatırlar. Külü mülü kalmamış derler. Üstelik de yakmak için bağladıkları kazık yaş ağaçtanmış. Sonunda yerde kala kal kocaman bir yağ birikintisi kalmış.”
Don Juan kendi velinimetine diablero diyorduysa da bilgisini nerede edindiğine ya da öğretmeninin kimliğine ilişkin bir ipucu vermemiştir. Kendi özel yaşamından bile çok az söz ederdi. 1891’de güneybatıda doğmuş olduğunu, yaşamının hemen hemen bütününü Meksika’da geçirdiğini, 1900’de ailesinin Meksika hükümetince binlerce Kızılderiliyle birlikte ülkenin içlerine sürüldüğünü, bir de 1940’a kadar Orta ve Güney Meksika’da yaşadığını anlatmıştır yalnızca. Böylece don Juan epey gezmiş. Edindiği bilgi, birçok etkenin ürünü olsa gerektir. Kendisini Sonoralı bir Kızılderili olarak görmesine karşın, onun bu bilgisinin salt Sonoralı Kızılderili kültüründen kaynaklandığını sanmıyordum. Ama amacım burada onun kesin kültürel ortamını saptamak değil.
1961 Haziranında don Juan’a çömezlik etmeye başladım. O tarihten önce onu birçok kez görmüştüm. Ama ona hep bir insanbilim gözlemcisi olarak bakmıştım. Bu ilk görüşmelerimiz sırasında, notlarımı gizlice tutuyordum. Sonra, belleğime güvenerek bütün konuşmayı yeni baştan yazıyordum. Ama çömezlik işine başlayınca bu not tutma yöntemi çok güçleşti. Çünkü söyleşilerimiz çok çeşitli konulara değiniyordu. Ben dayattım; don Juan da nice takışmalardan sonra söylenilenleri yazmama olur verdi. Fotoğraf çekmeyi, konuşulanları banda almayı da isterdim ama, bunlara kesinlikle karşı çıktı.
Çömezliğimi önceleri Arizona’da sonraları da— don Juan eğitimim sırasında Meksika’ya geçtiğinden—Sonora’da yürüttüm. Kullandığım yöntem sık sık ona gitmek ve her defasında birkaç gün onunla kalmaktı. 1961, 1962, 1963 ve 1964’ün yaz aylarında daha sık gitmiş, daha uzun süreler kalmıştım. Şimdi o günleri düşündüğümde, çömezliğimi bu yöntemle sürdürmemin eğitimimin başarısını kösteklediğine inanıyorum, zira bir büyücü olmam için şart olan kendimi bu işe bütünüyle adayabilmem geciktirilmiş oluyordu. Gene de bu yöntem, az da olsa bir uzaktalık sağlaması ve böylece tüm olaya eleştirel gözle bakabilme olanağını vermesi açısından bana uygun düşüyordu. Aralık vermeden, sürekli olarak birlikte olsaydık, bu olanakları bulamayacaktım. 1965 Eylülün de kendi isteğimle çömezliğime son verdim.
Çekilişimden aylar sonra, tuttuğum notları dizgeli bir biçimde düzenlemeyi düşünmeye başladım. Derlediğim veriler büyük bir oylumdaydı, ve çok dağınık bilgileri kapsıyordu. Bu yüzden önce bir sınıflandırma dizgesi kurmaya çalıştım. Verileri bağdaşık kavram alanlarına ve yöntemlerine ayırıp bu kavramları öznel önemlerine göre—yani her birinin beni etkileme derecesine göre—bir aşama sırasına soktum. Sonuçta şöyle bir sınıflandırma çıktı: sanrılandırıcı bitkilerin kullanımı; büyücülükte kullanılan yöntemler ve reçeteler; erk nesnelerinin kazanılması ve kullanım yolları; sağaltıcı bitkilerin kullanımı; şarkılar ve söylenceler.
Yaşadığım olayları düşündükçe, sınıflandırma çabalarımın bir kategoriler dökümü olmaktan başka bir işe yaramadığını anladım; yaptığım taslağı sadeleştirmek için ne yapsam, ayrıntıları daha da karmaşıklaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktı. Bunu istemiyordum. Çömezliği bıraktıktan sonraki birkaç ay boyunca deneyimlerimi anlamak, bu deneyimlerimin tutarlı bir inançlar dizgesinin öğretisi olup olmadıklarını, pragmatik (yararcı) ve deneysel bir yöntemle açıklığa kavuşturmak gereğini duydum. Don Juan’ın öğretilerinin içsel tutarlılığını ta ilk buluşmamızdan beri açıkça görmüştüm. Bilgisini bana aktarmaya kesin karar verir vermez de açıklamalarını düzenli basamaklarla sunmaya başlamıştı. Bu düzeni bulgulamak ve kavramak çetin bir uğraş oldu benim için.
Dört yıl süren çömezliğim sonunda bile işe daha yeni başlamış gibi olmamdır, diyorum bu kesin bir anlayışa varamayışımın nedeni. Belli ki, don Juan’ın bilgisi ve bilgiyi aktarış yöntemi, kendi velinimetininkinin tıpkısıydı; demek ki onun öğretisini kavramakta çektiğim zorluklar, onun kendi karşılaştıklarının benzeri oluyordu. Don Juan ara sıra kendi çömezliği sırasında öğretmenini anlamaktaki güçlüklere değinerek toyluk dönemindeki benzerliğimizi anıştırmaktaydı. Onun bu sözlerinden iyice anladım ki, bu deneyimlerin şaşırtıcı özellikleri, Kızılderili olsun olmasın bu işe yeni başlayan bir kimseye, büyücülük bilgisini içinden çıkılmaz bir durum gibi gösterirdi. Bir batılı olarak bu özellikler beni öyle şaşkına çeviriyordu ki, onları gündelik yaşamımızın ölçütleriyle açıklayabilmek gerçekten olanaksızdı. Bu da beni, araştırma verilerini kendi ölçütlerime göre sınıflandırmaya çalışmamın boşuna olacağı sonucuna sürüklüyordu.
Böylece şunu anladım: don Juan’ın bilgisi, onun bu bilgiyi kavrayış biçimine göre incelenmeliydi. Bu yapılırsa ancak, bu bilgi açıklanabilir, inandırıcı olabilirdi. Ne var ki, kendi görüşlerimi don Juan’ınkilerle uzlaştırmaya çalışırken onun, bilgisini bana anlatmaya uğraştığı zamanlar kendisinin kolayca anlayabileceği kavramlar kullandığını ayrımsadım. Bu kavramlara yabancı olduğumdan, onun bilgisini onun anladığı biçimde anlamaya çalışmakla başka bir boşluğa itiliyordum. Bu nedenle ilk görevim, onun kavramlaştırma düzenini belirlemek olmalıydı. Bu yönde çalışırken baktım ki don Juan da, öğretilerinin belirli bir yanına ağırlık vermektedir— özellikle, sanrılandırıcı otlar üzerinde durmaktadır. Bu gözlemime dayanarak, daha önce yaptığım ulamlar (kategoriler) taslağını yeniden düzenledim.
Don Juan değişik amaçlarla ve ayrı ayrı üç sanrılandırıcı (halusinojenik) bitki kullanıyordu: Peyote (Lophophora williamsii), Jimson otu (Datura inoxia—D. meteloidesle eşanlamlı) ve bir mantar (olasıdır ki Psilocybe mexicana) Amerika Kızılderilileri Avrupalılarla tanışmadan önce de bu üç otun sanrılandırıcı özelliklerini bilirlerdi. Bu özelliklerinden ötürü bu otlar eğlence, iyileştirme, bakı ve esrime durumuna geçme amaçlarıyla yaygın olarak kullanılagelmişlerdir. Don Juan, öğretilerinin bu bağlamında Datura inoxia ile Psilocybe mexicananın kullanımını erk kazanımıyla, bir “dost” diye adlandırdığı erkle birleştiriyordu. Lophophora williamsiinin kullanımını da bilgelik ya da doğru yaşam bilgisinin kazanılmasına bağlıyordu.
Don Juan’a göre bu otların önemi, insanda yabansı sezgi evreleri yaratma güçlerindeydi. Bilgisini göz önüne sermeyi ve doğrulamayı amaçlayarak bu evreleri art arda denememi sağladı. Gündelik yaşamımızda alıştığımız gerçekliğe karşıt olarak olağanüstü gerçeklik anlamında “olağandışı gerçeklik durumları” diye adlandırıyorum bunları. İkisi arasındaki ayrım, olağandışı gerçeklik durumlarının içsel anlamına dayanmaktadır. Alıştığımız gerçeklikten ayırt edilmesine karşın bu durumların gerçekliği don Juan’ın bilgisi bağlamında gerçek sayılıyordu.
Don Juan, olağandışı gerçeklik durumlarına, yararcı bir öğrenimin tek yolu, erk kazanmanın tek aracı diye bakıyordu. Öğretisinin öbür bölümlerinin, erk kazanılmasına bağlı öğretiymiş izlenimini veriyordu. Bu bakış açısı, olağandışı gerçeklik durumlarıyla doğrudan doğruya ilintisi bulunmayan her şeye karşı don Juan’ın tutumunu belirliyordu. Araştırma notlarım, don Juan’ın konumunu gösteren göndermelerle dolu. Örneğin, bir söyleşisinde kimi nesnelerin belli bir oranda erk taşıdığını söylemişti. Kendisi bu erk nesnelerini önemsemiyordu ama çapsız brujoların sık sık bunların yardımına başvurduklarını da eklemişti. Bu tür nesnelerle ilgili epey soru sormuşsam da, onun ilgisini bir türlü çekememişimdir bu yöne. Bir gün gene bu konu açılmıştı. O da yarım ağızla anlatmaya başladı.
“Kimi nesneler vardır, erk dolu...” diye söze başladı. “Erk dolu kişilerin iyi ruhların yardımıyla benimsedikleri türden bi sürü nesne var. Bu nesneler bi tür alet ya da araçtır, öyle bildiğimiz aletlerden değil; ölüm aracıdır bunlar... Ama eninde sonunda bi araçtır bunlar, öğretecek bi şeyleri yoktur. Doğrusunu istersen, bunları savaşım gereçleri sınıfına sokabiliriz; öldürmeye, saldırmaya yararlar.”
“Nasıl oluyor bu nesneler don Juan, biraz anlatır mısın?”
“Gerçek nesneler değildir bunlar, daha doğrusu bi tür erktir.”
“Nerde bulunur bu tür erkler, don Juan?”
“Hangi tür bi nesne istediğine bağlıdır bu.”
“Kaç türü var ki?”
“Dedim ya! Bi sürü var. Her şey bi erk nesnesi olabilir.” “En çok erki olanlar hangileridir?”
“Kimdeyse ona göre değişir erki. Adamına göre değişir. Önemsiz brujoların benimsediği erk nesnelerine pek bakma, önemsizdir onlar; ne var ki erk sahibi, yeğin bi brujo gereçlerine bu niteliklerini aktarır.”
“En çok bulunanları hangileridir bu erk nesnelerinin? Brujoların en çok tuttukları hangisidir?”
“Ne tutması? Hepsi erk nesnesidir işte, ayrım yapılmaz.” “Sende var mı bunlardan, don Juan?”
Yanıt alamadım; bana bakıp güldü, o kadar. Bir süre sessiz kaldık. Sorularım onu sıkmıştı anlaşılan.
Don Juan, “Bu erk türlerinin de var bi sınırı kuşkusuz,” diye sürdürdü. “Ama anlayacağını sanmıyorum işin bu yanını. Bi dostun kendi başına, önemsiz erklerin gizlerini açığa vurup gülünçleştirdiğini anlamak için kendim bi yaşam tükettim. Benim de vardı öyle gereçlerim bi zamanlar, çok gençken...”
“Neydi seninkiler?”
“Maiz-pinto, billur ve tüyler.”
“Maiz-pinto nedir don Juan?”
“Ortası yollu darı taneleridir.”
“Tek bir tane mi?”
“Yoo. Bi brujo kırk sekiz darı tanesi bulundurur.”
“Ne yapılır bu tanelerle, don Juan?”
“Her biri, bi insanın bedenine girerek onu öldürebilir.”
“Nasıl girer bunlar insanın içine?”
“Erk nesnesidir bunlar, erkleri arasında bedene girmek de vardır.”
“Peki, bedene girdikten sonra ne yapar?”
“Yürür insanın içinde, gider böğrüne ya da bağırsaklarına yerleşir. Adamı sayrılandırır. Eğer bu adamı kollayan brujo, büyüyü yapandan daha güçlü değilse tanenin bedenine
girdiği andan sonra üç ay içinde ölür adam.”
“İyileştirilmesi için bir çare çok mudur?”
“Tek çare, taneyi emerek çıkarmaktır. Ne var ki bunu göze alacak brujo pek çıkmaz. Çünkü taneyi püskürtecek erke sahip değilse, içine girip bu kez onu öldürür.”
“Nasıl oluyor da bir darı tanesi insanın bedenine girebiliyor?”
“Bunu anlaman için sana darı büyüsünü anlatmam gerek. Benim bildiğim en erkli büyülerden biridir darı büyüsü. İki tane alırsın. Birini sarı bi çiçeğin tomurcuğuna yerleştirirsin. Sonra bu çiçeği kurbanına değebilecek bi yere koyarsın; her gün geçtiği yola ya da sürekli kaldığı bi yere... Kurbanın basmayagörsün bi tanenin üstüne! Ya da bi dokunuversin! Büyü tutmuştur. Tane giriverir adamın bedenine.”
“Adam taneye dokunduktan sonra ne oluyor yani?”
“Bütün erki adama geçer; tane özgür kalır. Öbür tanelerden bi farkı kalmaz. Ya büyü yerinde durur, ya da süprülür gider—hepsi bir... Ama bi çalı dibine süpürmek daha iyidir. Bi kuş gelsin yesin diye...”
“E, kuş, adam taneye dokunmadan yerse?..”
“Yemez ki! Kuştan öyle avanak çıkmaz! İnan! Kuşlar fellik fellik kaçarlar ondan.”
Don Juan ardından, bu erk tanelerini hazırlamak için çok karmaşık bi yöntemi anlattı.
“Unutma ki maiz-pinto yalnız bi araçtır, bi dost değil,” diye sürdürdü. “Bu ayrımı yaptın mı sorun kalmaz. Ama bu gereçlere yüce bi şeymişler gibi bakarsan, aptalsın.”
“Erk nesneleri de bir dost denli erkli midir?”
Don Juan küçümsercesine güldü yanıtlamadan önce. Sanki bana katlanmak için zorluk çekmekteydi.
"Maiz-pinto, billur, tüyler, bunların hepsi bi dost yanında oyuncak kalırlar,” dedi. “Bu erk nesneleri ancak bi dostu yoksa gerekebilir bi kimseye. Bunların peşine düşmek, hele senin gibi biri için, boşuna vakit harcamak olur. Bi dost edinmeye çalışmalısın; başarırsan, şu anda ne dediğimi anlarsın. Bırak çocuklar oynasın erk nesneleriyle.”
“Yanlış anlama, don Juan,” diye karşılık verdim, “isterim bir dostum olmasını; ama her şeyi de bilmek istiyorum olabildiğince. Sen kendin demedin mi bilgi erktir diye?”
“Hayır!” diye vurguladı. “Erk kişideki bilgi türüne bağlıdır. Yararsız şeyleri bilmenin anlamı var mı?”
Don Juan’ın inanç dizgesinde, bir dost kazanmak demek, yalnız ve yalnız, onun bana sanrılandırıcı otların yardımıyla gösterdiği olağandışı gerçeklik durumlarını kendi çıkarıma kullanmak demekti. Bilgisinin öbür yanlarına geçip ilgimi bu durumlar üzerinde yoğunlaştırmakla, edindiğim görüngülerin beni tutarlı bir görüşe ulaştıracağına inanıyordu.
O nedenle bu kitabı iki bölüme ayırdım. Birinci bölüm de, çömezliğim süresince gördüğüm olağandışı gerçeklik durumlarına ilişkin tuttuğum araştırma notlarından seçmeleri sunuyorum. Notlarımı, anlatımın sürekliliğine uyacak biçim de düzenlediğimden, her vakit zamandizinsel sırasında olmayabilir. Olağandışı gerçeklik durumlarını betimlemeyi hep birkaç gün sonraya bırakmışımdır. Böylece bu deneyimlerimi daha serinkanlılıkla ve yansız olarak yazmayı yeğlemişimdir. Olağandışı gerçeklik durumlarının hemen ardından don Juan’la yaptığımız söyleşilere gelince, söylenilenleri anında yazıyordum. Bu yüzden burada sunduğum söyleşiler, yer yer, deneyimimin ayrıntılı bir betiminden önce verilmiş olabilir.
Araştırma notlarım, deneyimlerimi geçirirken algıladıklarımı öznel tanımlarla açığa vuruyor. Bu tanımlamalar, tıpkı onları don Juan’a anlattığım biçimiyledir. Don Juan, her bir deneyimimin bütün ayrıntılarını eksiksiz ve doğru olarak anımsamamı ve hepsini teker teker anlatmamı isterdi. Olağandışı gerçeklik durumlarının her birinin ortamını yeniden tümüyle yaratma amacıyla kimi ikincil ayrıntıları da, bu deneyimlerin yazımı sırasında ekledim. Algıladığım coşkusal etkiyi elimden geldiğince eksiksiz betimlemek istedim.
Araştırma notlarım, don Juan'ın inanç dizgesinin içeriğini de açığa vurmaktadır. Don Juan’la benim soru ve yanıtlarımızı içeren birçok sayfayı, söyleşileri yineleyip durmamak için, özetledim. Ne var ki, karşılıklı görüşmelerimizin havasını bütünüyle ve doğru olarak yansıtmak istediğimden, çıkardığım parçalar, onun bilgi yöntemini anlamama hiçbir katkısı bulunmayan konuşmalardan oluşanlardı yalnızca. Don Juan’ın, öğretilerine ilişkin verdiği bilgi hep dağınık olmuş, üstelik ağzından çıkacak her söz için onu saatlerce itelemek zorunda kalmışımdır. Gene de, bilgisini cömertçe açımladığı birçok günler olmuştur.
Bu kitabın ikinci bölümünde, yalnızca birinci bölümde anlatılan verilerden kaynaklanan yapısal çözümleme sunuluyor. Amacım, yaptığım bu çözümlemeyle şu savları ileri sürmektir: (1) don Juan, öğretilerini mantıksal bir düşünce dizgesiyle sunmuştur; (2) bu dizge, ancak, kendi yapısal birimlerinin ışığında incelendiğinde ussallık taşır, ve (3) bu dizge, yetişmekte olan birini, bu kimsenin yaşadığı olayların niteliğini açıklayacak bir kavramlaştırma düzeyine ulaştırmak için kurulmuştur.

Cvp: Sunuş - Önsöz

Konu ile ilgili sorularınızı yeni başlık açabilirsiniz.