"Sadece nagual," dedi, "yoldaşlarının kaderinden sorumlu olacak enerji kapasitesine sahiptir. Tüm yoldaşları bunu bilir ve kabul ederler. Nagual erkek ya da kadın olabilir. Benim silsilemi kuran büyücülerin zamanında, kural gereği naguallar kadındı. Doğal yaratıcılıkları—dişiliklerinin sonucu— silsilemi zar zor kurtulabildiği uygulamaların batağına soktu. Sonra erkekler yönetimi aldılar ve silsilemi şimdilerde zar zor kurtulabildiği ahmaklıkların batağına soktular."
"İki yüz yıl kadar önce yaşamış olan nagual Lujan’ın zamanından beri," diye devam etti, "bi erkek ve bi kadının paylaştığı çabalara ilişkin müşterek bi bağ oluşturuldu. Erkek nagual sağduyu, kadın nagual yenilik getirir."
Bu noktada ona hayatında bir nagual kadın olup olmadığını sormak istedim, ama dikkatimin yoğunluğu sorumu biçimlendirmeme izin vermiyordu. Benim yerime o seslendirdi sorumu.
"Hayatımda bi nagual kadın var mı?" diye sordu. "Hayır, yok. Ben yalnız bi büyücüyüm. Yoldaşlarım var, ama. Şu anda buralarda değiller."
Bastırılamayacak güçte bir düşünce düştü aklıma. O anda, Yuma'daki bazı insanların, don Juan'ın büyücülükte çok hünerli görünen bir grup Meksikalı adamla dolaştığını söylediklerini hatırlamıştım.
"Bi büyücü olmak," diye devam etti don Juan, "cadılık uğraşları içinde olmak, insanları etki altına almak için çalışmak, ya da iblisler tarafından yönetilmek anlamına gelmez. Büyücü olmak, hayal edilemeyecek şeyleri olabilir kılacak bi farkındalık düzeyine erişmek demektir. ’Büyücülük’ terimi büyücülerin yaptıklarını ifade edebilmek için yetersiz kalıyor; ’şamanizm’ terimi de öyle. Büyücülerin eylemleri sadece soyut olan, insani özellikler taşımayan âlemdedir. Büyücüler, sıradan insanın arayışlarıyla hiç ilgisi olmayan bi amaca ulaşmak için mücadele verirler. Büyücülerin emelleri, sonsuzluğa erişmek ve onun bilincine varmaktır."
Don Juan büyücülerin işinin sonsuzlukla yüz yüze gelmek olduğunu söyleyerek devam etti; dediğine göre, tıpkı bir balıkçının denize dalması gibi her gün sonsuzluğun içine dalıyorlardı. Bu öyle ezici bir işti ki, büyücüler onun içine girmeyi göze almadan önce isimlerini dile getirmek zorundaydılar. Nogales’de, aramızda herhangi bir etkileşim olmadan önce adını belirttiğini hatırlattı bana. Bu yöntemle, sonsuzun önünde bireyselliğini beyan etmiş oluyordu.
Anlattıklarını eşsiz bir açıklıkla anlamıştım. Daha fazla aydınlatmasını istediğim bir şey yoktu. Zihnimin keskinliği beni hayrete düşürmeliydi, ama hiç şaşırmamıştım. O anda anladığım, aslında hep kristal berraklığında olduğum, ancak bir başkasının yararına budalayı oynadığımdı.
"Hiç haberin olmadan," diye don Juan devam etti, "seni geleneksel bi arayış yolculuğuna başlattım. Sen benim aramakta olduğum adamsın. Benim arayışım seni bulduğumda sona ermişti, senin arayışın da şu anda, beni bulduğunda sona ermiş oldu."
Don Juan, kuşağının nagualı olarak, silsilesinin devamını garantilemek için uygun olan belirli bir enerji biçimlenmesine sahip bir birey aramakta olduğunu açıkladı bana. Dediğine göre, art arda yirmi yedi kuşağın her birindeki nagual, belli bir noktada yaşamının en sinir bozucu deneyimine girişmişti: yerini alacak kişinin aranışıydı bu.
Doğrudan gözlerimin içine bakarak, insanoğullarını büyücülere dönüştüren şeyin, enerjiyi evrendeki akışı içinde algılama yetileri olduğunu, ve büyücülerin bir insanoğlunu bu şekilde algıladıklarında ışıltılı bir küre ya da yumurta biçiminde bir figür olarak gördüklerini belirtti. İddiasına göre, insanoğulları enerjiyi evrendeki akışı içinde görme yetisini taşımakla kalmıyor, onu aslında görüyorlardı da, ancak düşünsel düzeyde bunun bilincinde değildiler.
Hemen ardından, büyücülerin üstünlüğüne ilişkin en can alıcı noktayı ortaya koydu; genel farkındalık durumuyla, bir şeyin düşünsel düzeyde bilincinde olmanın ayrımını. Tüm insanoğullarını enerjiyi doğrudan görmelerine izin verecek farkındalığa genel anlamda sahip olanlar diye, büyücüleri ise enerjiyi doğrudan gördüğünün düşünsel düzeyde bilincinde olan yegâne insanlar olarak sınıflandırıyordu. Sonra "farkındalığı" enerji, "enerji"yi de asla durağan olmayan, daima kendiliğinden devinen sürekli bir akış olarak tanımladı. Bir insanoğlu görüldüğünde, onun evrendeki en gizemli güç olan ve enerji alanlarını bağdaşık bir birim halinde bir arada tutan, bağlayıcı, yapıştırıcı, titreşimli bir güç tarafından toplanmış bir enerji alanları kümesi olarak algılandığını belirtti. Ardından, nagualın, her kuşaktaki öbür büyücüler tarafından tek bir ışıltılı küre yerine üst üste birleşmiş iki ışıltı küresi takımı olarak görülebilen özel bir büyücü olduğunu açıkladı.
"Bu çift olma özelliği," diye devam etti, "nagualın sıradan bi büyücü için yapması oldukça zor olan manevraları gerçekleştirmesine olanak tanır. Örneğin, nagual bizi bağdaşık bi birim halinde tutan güç konusunda uzmandır. Nagual tüm dikkatini o güç üzerinde çok kısa bi an tutarak karşısındaki insanı uyuşturabilir. Otobüs terminalinde sana yaptığım buydu; çünkü ben, ben, ben, ben, ben, ben, ben salvonu durdurmak istedim. Beni bulmanı ve palavrayı kesmeni istiyordum.
"Benim silsilemin büyücüleri," diye don Juan sözlerini sürdürdü, "bi çift varlığın— bi nagualın— mevcudiyetinin bizim için her şeyi açıklığa kavuşturmaya yeterli olduğunu iddia ettiler. İşin garip yanı, nagualın varlığının bunu gizli saklı bi yolla yapmasıdır. Öğretmenim nagual Julian'ı tanıdığımda bu benim de başıma gelmişti. Varlığı yıllarca zihnimi karmakarışık etti, çünkü onun çevresindeyken açık seçik düşünebiliyor, ama o uzaklaştığında her zamanki ahmaklığıma geri dönüyordum."
"Benim bi ayrıcalığım vardı," diye devam etti don Juan, "ben aslında iki nagualla tanışıp onlarla birlikte yaşadım. Nagual Julian'ın hocası nagual Elias'ın isteği üzerine, gidip altı yıl boyunca onunla kaldım. Beni o yetiştirdi, denebilir. Bu ender bulunan bi ayrıcalıktı. Bi nagualın gerçekte ne olduğunu izlemek için bi saha kenarı koltuğu edinmiştim. Nagual Elias ve nagual Julian birbirlerinden son derece farklı mizaca sahip iki insandılar. Nagual Elias daha sessizdi; sessizliğinin karanlığında kaybolmuş gibiydi. Nagual Julian ise tumturaklı konuşmasını hiç kesmeyen bi gevezeydi. Kadınların başını döndürmek için yaşıyordu sanki. İnsanın hayal edebileceğinden daha fazla kadın vardı hayatında. Ancak her ikisi de içlerinde bi şey bulunmaması açısından şaşırtıcı biçimde benzerdiler. İçleri boştu. Nagual Elias bilinmeyen yerlere ait hayret verici, etkileyici bi öyküler derlemiydi. Nagual Julian ise insanı gülmekten yerlere seren bi öyküler derlemi. Ne zaman onların içindeki insanı yakalamaya çalışsam, gerçek insanı; örneğin babamın içindeki gerçek insanı görebildiğim gibi, ya da tanıdığım herkesin içindeki gerçek insanı; hiçbi şey bulamazdım böyle anlarda. Onların içinde gerçek bi insan yerine, kim oldukları bilinmeyen kişiler hakkında bi demet öykü vardı. Her ikisinin de üslubu kendine özgüydü, ama nihai sonuç hep aynıydı: boşluk; dünyayı değil de sonsuzluğu yansıtan bi boşluk."
Don Juan anlatısını sürdürdü ve kişinin ister bilerek, ister benim durumumda olduğu gibi haberi olmadan sonsuzluktaki özel bir eşiği geçtiği andan itibaren artık başına gelen hiçbir şeyin sadece kendi etkinlik alanında kalmadığını, sonsuzluk âleminin sınırları içine girdiğini açıkladı.
"Arizona'da karşılaştığımızda, her ikimiz de özel bi eşiği atladık," diye devam etti. "Ve bu eşiği koyan bizler değildik; bunu yapan sonsuzluğun kendisiydi. Sonsuzluk, yani bizi saran her şey." Bunu söylerken kollarını iki yana açmıştı. "Benim silsilemin büyücüleri buna sonsuzluk, tin, ya da farkındalığın karanlık denizi derler; ve onun her yerde var olan bi şey olduğunu ve yaşamlarımıza hükmettiğini söylerler."
Söylediği her şeyi gerçekten anlayabiliyordum; ancak hangi tanrının cezası konuda konuştuğundan haberim yoktu. Eşiği geçmenin kaza eseri mi olduğunu, şansın hükmettiği, önceden kestirilmesi mümkün olmayan koşullar sonucunda mı gerçekleştiğini sordum. Onun ve benim adımlarıma kılavuzluk edenin sonsuzluk olduğunu, ve şans eseriymiş gibi görünen koşullara aslında sonsuzluğun etkin yanının hükmettiğini söyledi. Buna niyet diyordu.
"Seninle beni bi araya getiren," diye devam etti, "sonsuzluğun niyetiydi. Bu sonsuzluğun niyetinin ne olduğunu saptamak imkânsız, ancak o orada, senin ve benim olduğum kadar gerçek. Büyücüler ona havadaki ürperti derler. Büyücülerin avantajı havadaki ürpertinin var olduğunu bilmeleri ve fazla gürültü patırtı etmeden ona boyun eğmeleridir. Büyücüler için kafa yormak, merak etmek, tahminler yürütmek yoktur. Ellerindeki tek olasılığın sonsuzluğun niyeti ile birleşmek olduğunu bilir ve sadece bunu yaparlar."
Bu sözlerden daha açık bir şey olamazdı benim için. Bana kalırsa anlattıklarının doğruluğu öylesine ortadaydı ki, bu denli saçma iddiaların nasıl böyle mantıklı görünebildiği üzerinde kafa yormama bile meydan vermiyordu. Don Juan'ın tüm söylediklerinin herkesçe malum bir gerçek olduğunu bilmekle kalmıyor, kendi varlığıma bakarak bunu doğrulayabiliyordum da. Anlattığı her şey hakkında bilgim vardı. Betimlediği her dönemeci yaşamış olduğumu duyumsuyordum.
Konuşmamız orada bitti. İçimde bir şey sönmüştü sanki. İşte o anda keçileri kaçırdığım düşüncesi geçti aklımdan. Tekinsiz açıklamalarla gözlerim bağlanmış ve akla uygun her türlü nesnellik duyumunu yitirmiştim. Bu yüzden don Juan'ın evinden tam bir telaş içinde çıktım, görünmeyen bir düşmana karşı duyduğum korku iliklerime işliyordu. Don Juan benimle birlikte arabama kadar yürüdü, içimde olup bitenlerin tümüyle farkındaydı.
"Kaygılanma," dedi, elini omzuma koyarak. "Delirmiyorsun. Hissettiğin sonsuzluğun hafif bi dokunuşuydu."
Zaman geçtikçe, don Juan'ın iki öğretmeni hakkında söylediklerini yerine oturtabildim. Don Juan Matus kesinlikle tanımladığı o iki adam gibiydi. Onun, ikisinin olağanüstü bir harmanı olduğunu söyleyecek kadar ileri gidebilirdim; bir yanda son derece sessiz ve iç gözlemci, öte yanda son derece açık ve komik. Bir nagualın ne olduğu hakkında en kusursuz yorum, onu bulduğum gün söylediği sözlerdeydi: nagual boştu; ve bu boşluk dünyayı değil, sonsuzluğu yansıtıyordu.
Don Juan Matus'a ilişkin hiçbir şey bundan daha doğru olamazdı. Boşluğu, sonsuzluğu yansıtıyordu. Kendi adına hiçbir taşkınlığı, benliği hakkında hiçbir iddiası yoktu. Yakınma ya da pişmanlık ihtiyacının zerresi yoktu onda. Onunki hiçbir şeyi çantada keklik saymayan bir noktaya ulaşmış bir savaşçı-gezginin boşluğuydu. Hiçbir şeye olduğundan az ya da çok değer biçmeyen bir savaşçı-gezgindi o. Hiç kimsenin ne kadar çabalasa da bütün o karmaşıklığın birleştiği erk yerini asla bulamayacağı sonsuz bir zarafete sahip, sessiz, disiplinli bir savaşçıydı.