1

Konu: Tonali Görmek

“Özümüzün bütünselliği çok çapaçul bi iştir,” dedi. “Yaşamın yüklediği en zorlu işlerin üstesinden gelmek için bile bunun çok küçük bi parçası yeterlidir. Kaldı ki, ölürken özümüzün tüm bütünselliğiyle ölürüz. Bi büyücü, ‘Özümüzün bütünselliği içinde ölüyorsak eğer, neden bu bütünlükle birlikte yaşamayalım?’ sorusunu sorar.”

Başıyla yoldan geçen insanları imledi.

“Tümüyle tonal, hepsi,” dedi. “Aralarından birkaçını ayırayım, tonalın bunlara bi değer biçsin, böylece kendisine de değer biçmiş olsun.”

Dikkatini kiliseden çıkan iki yaşlı kadına yöneltti. Bir an kireçtaşından basamakların başında durdular, ardından, gayet sakınımlı, her basamakta dinlenerek, aşağı inmeye başladılar.

“Şu iki kadını çok dikkatli izle,” dedi. “Ama onları kişiler ya da bizimle ortak şeylere sahip olan yüzler gibi görme; onları tonallar olarak gör.”

İki kadın basamakların dibine ulaştılar. Yerdeki kaba çakıllar sanki misketmiş de onlar da her an dengelerini yitirebilirlermiş gibi ilerliyorlardı. Kol kola, birbirlerinin bedenlerini kendi ağırlıklarıyla destekleyerek yürüdüler.

“Şunlara bak!” dedi Don Juan, alçak bir sesle. “Bu kadınlar, insanın arayıp bulacağı en sefil tonal örneğidir.

Kadınların ince kemikli ama şişman olduklarını ayrımsadım. Ellili yaşlarının başlarında olmalıydılar. Yüzlerinde acı dolu bir ifade vardı, sanki kilisenin basamaklarını inmek onların gücünü aşan bir şeymiş gibi.

Önümüzdeydiler, bir an duraksar gibi oldular, sonra durdular. Çakıl yola ulaşmalarına bir basamak kalmıştı.

Don Juan ani bir devinimle ayağa kalkıp, “Amman basamağa dikkat sayın bayanlar!” diye bağırdı.

Kadınlar onun bu ani çıkışından ötürü kafaları karışmışçasına ona baktılar.

“Anacığım daha geçen gün aynı yerde kaburga kemiğini kırdı,” diyerek kadınlara yardım etmeye koştu.

Onların içten teşekkürlerini kabul etti, eğer bir gün dengelerini yitirip de yere düşerlerse, cankurtaran gelinceye kadar düştükleri yerden kımıldamamalarını öğütledi. Sesinde içten, inandırıcı bir titrem vardı. Kadınlar istavroz çıkardılar.

Don Juan yeniden yerine oturdu. Gözleri parlıyordu. Yavaşça konuştu.

“Bu kadınlar o kadar yaşlı değil, bedenleri de o denli zayıf değil ama gene de yıpranmışlar. Her şeyleri giysileri, kokuları, tavırları kasvetli. Neden böyle sence?”

“Belki de böyle doğmuşlardır,” dedim.

“Kimse böyle doğmaz. Biz, kendimizi bu duruma sokarız. Bu kadınların tonalı hem zayıf hem de ezik.

“Bugün, tonalın günü olacak demiştim; bu, yalnızca onunla ilgilenmek istiyorum demek. Takım elbisemi belirli bi nedenle giydim de demiştim. Bununla, bi savaşçının, tonalına çok özel biçimde davrandığını göstermek istedim. Takımımın ısmarlama olduğunu belirtmiş, bugün onların üstüme kusursuzca oturduğunu söylemiştim. Sana göstermek istediğim şey kibrim değil; savaşçı ruhumu, savaşçı tonalımı göstermek istiyorum. O iki kadın, bugünkü ilk tonal görünümünü verdiler sana. Tonalına dikkat etmezsen, yaşam o kadınlara davrandığı kadar acımasız olabilir sana da. Bense kendimi bunun karşısına koyuyorum. Bunu gerektiği gibi anlarsan, bu noktayı vurgulamanın da bi gereği kalmaz.”

Birden bir kuşku duygusuna kapılarak neyi anlamam gerektiğini açıkça belirtmesini istedim ondan.

Umarsızca bir dile getiriş olmalıydı bu. Kahkahayla güldü. “Şu pembe gömlekli, yeşil pantolonlu gence bak,” diye fısıldadı Don Juan, hemen önümüzde duran zayıf, oldukça esmer, keskin çizgilere sahip genç adamı göstererek. Yoluna mı gitsin yoksa kiliseye mi girsin, bilmezmiş gibiydi. Elini iki kez kilise yönüne kaldırdı, kendisiyle konuşuyormuşçasına, oraya doğru yürümeye hazırlandı. Sonra yüzünde boş bir ifadeyle bana doğru baktı.

“Şu giyiniş biçimine bak!” dedi Don Juan, fısıltıyla. “Şu ayakkabılara bak.”

Gencin giysileri hem eprimişti hem de buruşuk. Ayakkabılarıysa paramparçaydı.

“Belki çok yoksul,” dedim.

“Bütün söyleyeceğin bu mu?” diye sordu.

Genç adamın kılıksızlığını açıklayabilecek bir dizi neden sıraladım; sağlıksızlık, talihsizlik, dış görünüşüne önem vermeme, üşengeçlik ya da cezaevinden yeni çıkmış olma durumu.

Don Juan anlamsız varsayımlarda bulunmakta olduğumu, adamın yenilmez güçlerin tutsağı olduğunu söyleyerek bir şeyleri haklı çıkarmakla ilgilenmediğini söyledi.

“Belki de kendini serseri gibi göstermek isteyen bir sarhoştur,” dedim, şaka yollu.

Genç adam dağınık bir yürüyüşle sokak boyunca ilerledi. “Serseri gibi görünmeye çalışmıyor o; serserinin teki zaten,” dedi Don Juan. “Bak şuna, ne kadar zayıf. Bacakları, kolları incecik. Zorlukla yürüyor. Kimse, öykünmez böyle bi görünüşe. Yolunda gitmeyen bi şeyler var onda, ama bu yaşam koşullarıyla ilgili değil aslında. Bu adamın tonal olarak görmen konusunda ısrar ediyorum.”

“Bir insanı tonal olarak görmek ne işe yarar?”

“Ahlak açısından yargılamayı kesmeye ya da rüzgârın insafına kalmış bi yaprak gibi görünmesi nedeniyle onu affetmeye yarar. Başka deyişle, bi insanı, umutsuz ya da umarsız diye düşünmeden görebilmeye yarar. Neden söz ettiğimi çok iyi biliyorsun. Bi insanı yargılamadan ya da affetmeden de değerlendirebilirsin.”

“Çok içiyor,” dedim.

İstem dışı bir çıkarsamaydı bu. Nedenini bilmeden söylemiştim. Bir an, bu sözleri arkamda duran birisinin dile getirdiği hissine bile kapılmıştım. Son çıkarsamanın da varsayımlarımdan biri olduğunu açıklamaya koyuldum.

“Yok, bu sefer öyle değil,” dedi Don Juan. “Sesinin titreminde, daha önce duymadığım bi kesinlik vardı. Kaldı ki, ‘belki de sarhoşun tekidir’ bile demedin.”

Nedenini belirleyemediğim bir sıkıntıya düşmüştüm. Don Juan güldü.

“Adamın içini gördün,” dedi. “Görmeydi bu. Görme böyledir işte. Çıkarsamalar kesindir. İnsan bunun nasıl olduğunu anlamaz. Adamın tonalının çarpıldığını bilirsin, ama bunu nasıl bildiğini bilemezsin.”

Benim de, bir biçimde aynı duyguyu paylaştığımı itiraf etmeliydim.

“Haklısın,” dedi Don Juan. “Genç olması gerçekten önemli değil. O da, en az o iki kadın kadar yıpranmış. Gençlik tonalın yıpratmasına karşı çekilebilecek bir set değil. O adamın bu konuma gelmesine yol açabilecek bi dolu neden saydın. Bana göre yalnızca bi neden var, o da tonalı. İçiyor diye tonalı zayıf düşmüş değil, aksine, tonalı zayıf olduğu için içiyor. Bu zayıflık onu neyse o olmaya itiyor. Ama bu hepimizin başına gelir, şu ya da bu biçimde.”

“Buna neden tonaldır, derken, adamın davranışını da doğrulamış olmuyor musun, aynı anda?”

“Sana, daha önce hiç duymadığın cinsten bi açıklama yapıyorum. Bu doğrulama ya da mahkûm etme değil. Bu genç adamın tonalı zayıf ve ezik. Ne var, türünün tek örneği de değil, hemen hepimiz, üç aşağı beş yukarı aynı kefedeyiz.”

O sırada, oldukça yapılı bir adam önümüzden geçip kiliseye yöneldi. Koyu gri bir takım elbise giymişti, elinde bir evrak çantası vardı. Yakasının düğmesi iliklenmemiş, boyun bağı yana kaymıştı. Hiç durmadan terliyordu. Terlemeyi iyice belirgin kılan açık bir tene sahipti.

“İzle onu!” diye buyurdu Don Juan.

Adam küçük fakat sıkı adımlarla yürüyordu. Yürürken yalpalanıyordu. Kiliseye girmedi; çevresinden dolanıp gözden yitti.

“İnsanın bedenine bu denli kötü bakmasının hiçbi gereği yok,” dedi Don Juan, küçümseyen bir tavırla. “ama işin acı veren tarafı da şu ki hepimiz çok iyi biliriz tonalımızı zayıflatmanın yollarını. İşte buna düşkünlük göstermek diyorum, ben.”

Elini defterimin üstüne koyup yazmayı sürdürmemi engelledi. Not almayı sürdürdükçe yoğunlaşmada yetersiz kaldığımı söyledi. Dinginleşmemi, içsel söyleşimi kesmemi, izlemiş olduğum kişinin içinde yitip gitmemi önerdi.

“İçinde yitip gitme” ile ne demek istediğini sordum. Bunu açıklamanın bir yolu olmadığını, bedenin, başka bedenleri izleme konumuna geçtiğinde duyumsadığı ya da yaptığı bir şey olduğunu belirtti. Ardından, geçmişte, bu sürece “görme” adını vermiş olduğunu; bunun içeride gerçek bir sessizlikten, dışarıda da özden gelen bir şeyin uzantısından oluştuğunu ve öbür bedenle ya da bilinçlilik alanındaki herhangi bir şeyle buluşup onun içinde yitip gittiğini söyleyerek konuya açıklık getirdi.

Bu aşamada yeniden defterime dönmeyi istedim, ama beni durdurup önümüzdeki kalabalığın kimi insanlarını ayırmaya başladı.

Değişik cinsiyet ve yaşlarda düzinelerce kişiden oluşan geniş insan yelpazesini imledi. Bana değişik düşkünlük biçimlerini tanıtmak için zayıf tonala sahip insanları seçtiğini söyledi. Bana gösterdiği ve üzerinde tartıştığımız kişilerin tümünü anımsayamayacaktım. Eğer not alabilseydim, en azından, onun bu düşkünlük tanıtım düzenlemesinin ilginç taraflarını kısaca belirleyebilmiş olacağım konusunda yakındım. Bunları bir daha yinelemek istemezse, ya da kendiside unutursa ne olacaktı?

Güldü ve anımsayacağını, zira bir büyücünün yaşamında, yaratma konusunda sorumlu olan tek şeyin “nagual” olduğunu söyledi.