Sessizce kıkırdamaya başladı.
“Niye gülüyorsun?” diye sordum.
“Berbat bi noktaya ulaştın,” dedi. “Gerçi çekilmen için çok geç, eyleme geçmen içinse çok erken. Yapabileceğin tek şey olaylara tanık olmak. Sen şu anda, ne anasının rahmine dönebilen, ne de istediği gibi devinebilen bi çocuğun o sefil durumundasın. Çocuğun yapabileceği tek şey, seyredip, kendisine anlatılan akıl almaz eylem öykülerini dinlemek. İşte şimdi sen de tam bu noktadasın. Ne eski dünyanın rahmine kaçabilirsin, ne de erkle edimlerde bulunabilirsin. Yapabileceğin tek şey erk edimlerine tanık olmak, öyküler, erk öyküleri dinlemek
“İşte çift de, bu öykülerden biri yalnızca. Biliyorsun bunu. Zaten, aklının buna bu kerte takılmasının nedeni de bu. Anlarmış gibi yaptığındaysa, kafanı duvarlara vurmuş oluyorsun. Sana açıklama kabilinden söyleyebileceğim tek şey şu: çift, her ne kadar rüya görme sonucunda ortaya çıksa bile, olabildiğince gerçektir.”
“Senin söylediklerine bakılırsa, don Juan, çift, edimlerde bulunabiliyor. Peki, o halde çift...?”
Yürüttüğüm mantığı sürdürmeye bırakmadı beni. Çiftin varlığına tanıklık ettikten sonra, bana bu konuda bir şeyler anlatmasının yakışık almayacağını anımsattı.
“Çift, tabii ki edimde bulunabilir,” dedim.
“Tabii ki,” diye yanıtladı.
“Peki, çift öz adına edimde bulunabilir mi?” diye sordum.
“O, bizzat özdür, kahretsin!”
Ne demek istediğimi anlatmanın çok zor olduğunun ayırdına vardım. Kafamda, eğer bir büyücü aynı anda iki eylem birden gerçekleştirebiliyorsa, yararcı üretkenliğinin de ikiye katlanması gerektiği yolunda bir düşünce dolanıyordu. Aynı anda iki işte çalışabilir, iki yerde olabilir, iki kişiyle görüşebilirdi.
Don Juan sabırla dinledi.
“Şu biçimde açıklamama izin ver," dedim. “Don Genaro, varsayımsal açıdan bakıldığında, çiftine, binlerce kilometre uzaklıktaki bir adamı öldürtebilir mi?”
Don Juan bana baktı. Başını salladı, gözlerini benden uzaklaştırdı.
“Şiddet öyküleri sarmış, her bi tarafını,” dedi. “Genaro kimseyi öldüremez. Nedeni çok basit, çünkü artık insan dostlarıyla arasında alıp verecek hiçbi şey kalmadı. Bi savaşçı görme ve rüya görme yetisini yakaladıktan, ışıltısının bilincinde olduktan sonra, içinde başka şeylere karşı ilgi kalmaz.”
Çömezliğimin ilk günlerinde, bir büyücünün, “dostunun” yardımıyla kendini yüzlerce kilometre uzağa taşıtıp, düşmanlarına darbe indirebileceğine ilişkin bir açıklama yapmış olduğunu anımsattım.
“Kafanın karmaşıklığından ben sorumluyum,” dedi. “Ama unutma ki başka kez de, öğretmenimin bana uygulattığı adımları sana uygulamadığımı söylediydim sana. Bi büyücüydü o, seni de o dünyaya tam anlamıyla sokmalıydım. Yapmadım, çünkü artık insan kardeşlerimin şusuyla busuyla ilgilenmiyorum. Gerçi, öğretmenimin sözlerine saplanıp kalmışımdır. Seninle onun konuştuğu biçimde konuşmuşumdur çoğu zaman.
“Genaro, bi bilgi adamıdır. Hem de en hasıdır. Eylemleri kusursuzdur. Sıradan insanın da, büyücünün de çok ötesindedir. Onun çifti, neşesinin ve mizahının ifadesidir, o bunu, sıradan durumlar yaratmak ya da çözümlemek amacıyla ortaya çıkarmaz. Bilebildiğim kadarıyla çift, bizim ışıldayan varlık olma durumumuzun farkındalığıdır. O, her şeyi yapabilirse de kimseye karışmamayı yeğler, sevecen olmayı yeğler.
“Ödünç alınmış sözcüklerle, seni yanlış biçimde yönlendirmiş olmak benim hatamdı. Öğretmenimin, don Genaro’nun yapabildiklerini yapmaya gücü yetmezdi. Ne yazık ki kimi şeyler, öğretmenim için, tıpkı senin için olduğu gibi, yalnızca bi erk öyküsü olmaktan ileri gidemedi.”
Bakış açımı savunmak zorunda hissettim kendimi. Varsayımsal açıdan konuştuğumu söyledim.
“Bilgi adamı söz konusu olduğunda varsayımsal açı diye bi şey kalmaz,” dedi. “Bilgi adamının insan kardeşlerine zarar vermesi olanaksızdır; ister varsayımsal olsun isterse başka bi şey.”
“Peki, ya insan kardeşleri onun güvenliğine ve sağlığına zarar vermeyi planlarsa? O zaman, kendini korumak amacıyla çiftini kullanabilir mi?”
Umarsızlık içinde, dilini şaklattı.
“Bu ne inanılmaz, şiddet dolu düşünceler böyle,” dedi. “Hiç kimse, bi bilgi adamının güvenliğine ve sağlığına zarar vermeyi planlayamaz. O, bunu görür, önlemek amacıyla gerekeni yapar. Genaro, örneğin, sana ulaşayım derken hesaplı bi tehlikeye atıldı. Ama sen, onun güvenliğine zarar verecek hiçbi şey yapamazdın, zaten. Öyle bi şey olsaydı, görmesi ona söylerdi bunu. Ama eğer, senin doğanda ona zarar verecek bi şey varsa ve görmesi buna ulaşamıyorsa bu da onun yazgısıdır, zaten ne Genaro ne de bi başkası bunu önleyebilir. Gördüğün gibi, bilgi adamı hiçbi şeyi denetlemeden denetimi elinde tutar. Ya!”
Sessiz kalmıştık. Güneş evin batı yanındaki sık, uzun çalılıkların ucuna ulaşmak üzereydi. Gün ışığının yitmesine iki saat kadar daha vardı.
Don Juan teklifsizce, “Neden Genaro’yu çağırmıyorsun?” dedi.
Bedenim sıçradı. İlk tepkim elimdeki her şeyi atıp arabama koşmak oldu. Don Juan kahkahadan kırılıyordu. Ona, kendime hiçbir şey kanıtlamak zorunda olmadığımı, kendisiyle konuşmaktan çok hoşnut olduğumu söyledim. Don Juan, gülmesini durduramıyordu. Sonunda, don Genaro’nun böyle bir sahneyi kaçırmasının utanç verici olduğunu söyledi.
“Bak, don Genaro’yu sen çağırmazsan, ben çağırırım,” dedi, kararlı bir ses tonuyla. “Onun arkadaşlığına bayılıyorum.”
Üst damağımda korkunç ekşi bir tat oluşmuştu. Kaşlarımdan, üst dudağımdan ter boşandı. Bir şey söylemek istedim ama aslında söyleyecek bir şey yoktu.
Don Juan, uzun dikkatli bir bakış fırlattı bana.
“Hadi,” dedi. “Bi savaşçı her zaman hazırdır. Salt savaşçı olmayı dilemekle savaşçı olunmaz. Yaşamımızın son anına dek süren bitmeyen bi savaşımdır, bu. Kimse savaşçı doğmaz, tıpkı kimsenin mantıklı bi varlık olarak doğmadığı gibi. Birine ya da ötekine dönüşmeyi biz beceririz.
“Topla kendini! Genaro’nun, seni böyle titrerken görmesini istemem.”
Ayağa kalktı, sundurmanın temiz tabanı üzerinde ileri geri gezinmeye başladı. Hiçbir şey yapmadan durmam olanaksızdı. Sinirlerim öylesine gerilmişti ki, sonunda tek bir sözcük yazamaz oldum, ayağa fırladım.
Don Juan, yüzüm batıya dönük biçimde noktamın üzerinde yerimde saydırdı. Aynı devinimleri birçok kez uygulatmıştı. Amaç, kişinin oluşan alacakaranlıktan “erk” çekmesiydi. Bunun için, kollar havaya kaldırılıyor, parmaklar pervanenin kanatları gibi geriliyor, sonra kollar tepe noktasıyla ufkun tam ortasındayken kuvvetice sıkılıyordu.
Devinimler işe yaradı, olabildiğince dinginleşip kendimi topladım. Gene de, bu yalın, aptalca devinimlerle asla bu denli dinginleşemeyecek olan eski “ben”ime, ne olduğunu merak etmekten de kendimi alamadım.
Dikkatimi, don Juan’ın don Genaro’yu çağırmak amacıyla kuşkusuzca izleyeceği yöntem üzerinde yoğunlaştırmak istedim. Don Juan, yüzü güneydoğuya dönük biçimde sundurmanın kenarında durdu, ellerini ağzına götürüp bağırdı, “Genaro! Buraya gel!”
Don Genaro bir an sonra çalılığın ardından ortaya çıktı. Her ikisi de ışıldıyorlardı. Önümde, neredeyse dans ettiler.
Don Genaro beni taşkınca selamladı, ardından süt sandığının üstüne oturdu.
Kesinlikle yolunda gitmeyen bir şey vardı, bende. Dingindim, telaşlanmıyordum. İnanılmaz bir vurdumduymazlık, uzaktalık hali tüm varlığımı kaplamıştı. Sanki bir yere saklanmış, kendimi seyrediyordum. Don Genaro’ya, oldukça kayıtsız bir tavırla, geçen görüşmemiz sırasında beni ölesiye korkuttuğunu, hatta psikotropik bitkilerle olan deneyimlerim sırasında bile bu denli bir kargaşaya sürüklenmediğimi anlatmaya girişlim. Her ikisi de, anlattıklarımı, sanki gülünçmüş gibi karşıladılar. Ben de onlara güldüm.
Duygularımdaki uyuşukluğun kesinlikle bil İncilideydiler. Beni seyredip, sanki sarhoşmuşum gibi dalga geçtiler.
İçimde bir şey, durumu aşina bir konuma getirmek amacıyla umutsuz bir savaş veriyordu. İlgilenmiş ve korkmuş olmak istiyordum.
Don Juan, sonunda yüzüme su serperek, oturup bir şeyler yazmaya yöneltti beni. Daha önce de söylediği gibi, not almamı, yoksa öleceğimi belirtti. Yalnızca birkaç sözcük yazmak bile, beni o eski bildik halime döndürmeye yetmişti. Önceden bulanık olan bir şey, sanki yeniden eski berraklığına kavuşmuştu.
Bilinen özümün ortaya çıkması, bilinen korkularımın da ortaya dökülmesi anlamına geliyordu. Korkmamış olmaktansa, korkmaktan şaşırtıcı bir biçimde daha az ürkmüştüm. Tatsız da olsalar, eski alışkanlıkların getirdiği tanışıklık duygusu hoş bir dinlence gibiydi.
Sonra, Don Genaro’nun, çalılığın oradan ortaya çıktığının tam anlamıyla ayırdına vardım. Bilinen düşünce süreçlerim çalıştı. İşe olay hakkında yorum yapmayı reddetmekle başladım. Ona hiçbir şey sormamaya karar verdim. Bu kez sessiz bir tanık olacaktım.
“Genaro duvara dayanmıştı. Hem sırtını duvarda dinlendiriyor, hem de oynak süt sandığı üzerinde oturmayı sürdürüyordu. Tıpkı at binmiş de sürüyormuş gibi görünüyordu. Elleri önündeydi, bir atın dizginini tutuyormuş izlenimini veriyordu.
“Çok doğru, Carlitocuk,” diyerek süt kasasını yere oturttu.
Sağ ayağını düşsel bir atın boynunun üzerinden geçirerek at indi ve yere atladı. Devinimlerinde öylesine bir kusursuzluk vardı ki, bende at sırtında yolculuk yapıp gelmiş olduğu yolunda sarsılmaz bir kanı oluşturmuştu. Yanıma gelerek soluma oturdu.
“Genaro geldi, çünkü sana ötekinden söz etmek istiyor,” dedi, don Juan.
Sahneyi don Genaro’ya bırakırmışçasına bir deviminde bulundu. Don Genaro eğildi. Yüzümü görmek amacıyla hafifçe döndü. “Ne öğrenmek isterdin, Carlitocuk?” diye sordu, yüksek perdeden bir sesle.
“Eh, eğer çift hakkında konuşacaksan, bana her şeyi anlat,” dedim, yapma bir kayıtsızlıkla.
Her ikisi de birbirileriyle bakışıp başlarını salladılar.
“Genaro sana rüya gören ile rüyada görülenden söz edecek,” dedi don Juan.
“Senin de bildiğin gibi Carlitocuk,” dedi don Genaro, ısınmaya başlayan bir konuşmacı havasıyla, “çift, rüya görme sırasında başlar.”
Bana uzun uzun bakarak gülümsedi. Bakışlarını, yüzümden defterime ve kalemime kaydırdı.
“Çift, bir rüyadır,” dedi, kollarını kaşıdı ve ayağa kalktı. Sundurmanın sonuna doğru yürüdü, çalılığa doğru yoluna devam etti. Yüzünün dörtte üçünü bize gösterecek biçimde çalılığın ardında durdu; görünüşe bakılırsa işiyordu. Bir süre sonra, yolunda gitmeyen bir şeyler varmış gibi geldi bana. Sanki umarsızca işemeye çalışıyor, ama beceremiyordu. Don Juan’ın kahkahası, don Genaro’nun gene soytarılık ettiği anlamına geliyordu. Don Genaro bedenini öylesine gülünç durumlara sokuyordu ki, don Juan da ben de gülmekten neredeyse sinir nöbetine tutulmak üzereydik.
Don Genaro sundurmaya dönerek oturdu. Gülüşünden, pek az rastlanan bir sıcaklık yayılıyordu.
“Yapamadın mı, yapamazsın işte,” deyip omuzlarını silkti.
Sonra, bir anlık sessizliğin ardından içini çekerek, “Evet, Carlitocuk, çift, bir rüyadır,” diye ekledi.
“Gerçek değil midir demek istiyorsun?” diye sordum.
“Hayır, bir rüyadır demek istiyorum,” diye karşılık verdi.
Don Juan araya girerek, don Genaro’nun, bilinçliliğin ilk belirmesine, bir başka deyişle bizim ışıldayan varlıklar oluşumuza gönderme yaptığını açıkladı.
“Her birimiz farklıyız; bu, savaşımlarımızın ayrıntılarını da farklı kılıyor,” dedi don Juan. “Aslına bakarsan, çifte ulaşmak amacıyla attığımız adımlar aynı. Özellikle de pek belirgin ve emin olmayan ilk adımlar.”
Don Genaro da bunu kabul ederek büyücünün bu aşamada yaşadığı belirsizlik üzerinde bir yorumda bulundu.
“Benim, ilk başıma geldiğinde, ne olduğunu anlamadıydım,” diye açıkladı. "Bir gün, dağlarda bitki topluyordum. Başka ot toplayıcılarının da çalışmış oldukları bir yöreye gitmiştim. İki kocaman torba bitki toplamıştım. Eve dönmeye hazırdım, ama önce bir süre dinlenmeye karar verdim. Patika taralında bir ağacın gölgesinde uzanarak uyuyakaldım. Sonra, tepenin altından doğru gelen insanların sesini duyup uyandım. Aceleyle koşup, yattığım yere yakın bir çalının ardına gizlendim. Orada öylece beklerken bir şey unuttuğum duygusuna kapıldım. Torbalarımı almış mıyım, diye bakındım; almamıştım. Yolun karşısında, uyuduğum yere bakıyordum ki korkudan öleyazdım. Hâlâ orada uyuyordum! Bendim, o! Bedenime dokundum. Kendimdim! Bu arada, gelenler uyuyan bana iyice yaklaşmışlardı. Tam anlamıyla uyanık olan ben ise gizlendiğim yerde umarsızca bakınıyordum. Kahretsin! Beni bulacaklar, çantalarımı yürüteceklerdi. Ama sanki orada değilmişim gibi bana doğru gelmeyi sürdürdüler.
“Gördüklerim öylesine canlıydı ki, çıldırmak üzereydim. Bir çığlık attım ve yeniden uyandım. Kahretsin! Bir rüyaydı bu!”
Don Genaro öyküsünü kesti, benden bir soru ya da yorum beklermiş gibi durdu.
Don Juan, “İkinci kez nerede uyandığını söyle ona,” dedi.
“Patikanın yakınında, uyuyakaldığım yerde uyandım,” dedi don Genaro. “Ama bir süre nerde olduğumu bilemedim. Yalnız, şunu diyebilirim ki, sanki hâlâ kendimi uyanırken izlemekteydim. Sonra, birden bir şey beni patikanın yanına çekti, kendimi, gözlerimi ovalarken buldum.”
“Peki, sonra ne yaptın?” diye sordu don Juan.
İkisi birden gülmeye başlayınca, don Juan’ın bana takıldığını anladım. Sorularıma öykünüyordu.
Don Genaro konuşmasını sürdürdü. Bir an durup kaldığını, ardından gidip her şeye baktığını söyledi.
“Gizlendiğim yer tam gördüğüm gibiydi,” dedi. Bana doğru gelen adamlar da yollarına gidiyorlardı. Bunu biliyorum, çünkü koşarak arkalarından baktım. Bunlar, gördüğüm adamlardı. Onları kasabaya dek izledim. Her halde deli olduğumu sandılar. Yolun yanında uyuyan arkadaşımı görüp görmediklerini sordum. Hiçbiri görmemişti.”
“Gördüğün gibi,” dedi don Juan, “hepimiz aynı kuşkulara düşüyoruz. Delirmekten korkuyoruz; ne yazık ki bizler zaten deliyiz.”