Konu: 6- Tonalın Günü
Lokantadan ayrıldıktan sonra, don Juan’a beni konunun zorluğu hakkında uyarmakla doğru yapmış olduğunu, zihinsel yetersizliğimin, kavramları ve açıklamaları kavramakta âciz kaldığını söyledim. Otele gidip yazdıklarımı okursam konuyla ilgili anlayışımda belki de bir ilerleme olabileceğini belirttim. Beni düze çıkarmaya çalıştı; endişelerimin nedeninin sözcükler olduğunu söyledi. O konuşurken bir titreme geçirdim, o an bende, “benden” öte bir şey daha olduğunu sezinledim.
Don Juan’a, kimi anlatılamaz duygular içinde olduğumu belirttim. Görünüşte, ilgilenmişe benziyordu. Daha önce de aynı duyguları yaşadığımı, bunların bilinçliliğimin akışındaki anlık duraksamalara, kesintilere benzediğini söyledim. Önce, bedenimde bir sarsıntı başlıyordu, bunu, bir şeye asılı kalmışlık duygusu izliyordu.
Gezine gezine kentin alışveriş yörelerine doğru yöneldik. Don Juan, söz konusu duraksamaları ayrıntılarıyla anlatmamı istedi. Bunları, unutkanlık anları, dalgınlık ya da ne yaptığımı izlememe türünden getirdiğim yakıştırmalar ötesinde açıklayabilmekte oldukça zorluk çektim.
Tepki göstermeden, sabırla karşı çıktı bana. Sorgulayıcı kişiliğimin, yetkin belleğimin, eylemlerimdeki dikkatliliğimin altını çizdim. Bu belirgin duraksamaların, öncelikle, ya içsel söyleşimi durdurmamın ya da kendimle çok yoğun konuştuğum anların hemen ardından oluştuğu yolunda bir izlenimim vardı. Tanıdığım, bildiğim her türlü bölgenin dışında bir yerden çıkıyorlardı, ortaya.
Don Juan sırtımı tıpışladı. Belirgin bir mutluluk içinde güldü.
“Gerçek bağlantılar kurmaya başladın sonunda,” dedi.
Ondan, bu örtülü anlatımını açmasını istemiştim ki birdenbire söyleşiyi kesip kendisini, bir kilisenin yanı başındaki küçük bir parka gitmek amacıyla izlememi imledi.
“Bu, pazar yerindeki gezintimizin sonu,” diyerek bir sıraya oturdu. “Tam, insanları izleyebilecek bi noktadayız burada. Kimileri yolda yürüyor, kimileriyse kiliseye gidiyor. Her şeyi görebiliriz buradan.”
İşlek, dükkânlarla dolu sokağı ve kilisenin merdivenlerinin başına ulaşan sapağı gören oturduğumuz sıra, kiliseyle sokağın tam ortasında yer alıyordu.
“Bu, benim çok sevdiğim bi sıra,” dedi, ahşabı okşayarak. Bana göz kırpıp dişlerini göstere göstere sırıttı. “Sever beni. Bundan dolayı kimse oturmaz üstüne. Zaten, geleceğimi de biliyordu.”
“Ne? Sıra, geleceğini biliyor muydu?”
“Hayır! Sıra değil. Nagualım.”
“Nagual, bilinçliliğe mi sahip? Olayların ayırdında mı?”
“Tabii. O her şeyin ayırdında. Anlattıklarınla ilgilenmemin nedeni de bu zaten. Duraksama ya da duygu dediğin, nagualın ta kendisidir. Bunun hakkında konuşabilmek için tonal adasından alıntılar yapmak gerek, ama açıklama yapma değil de, etkilerini anlatma yoluna gitmeliyiz.”
O belirgin hisler konusunda bir şeyler söylemek istedim ama, beni susturdu.
“Yeter. Bugün, nagualın değil, temalın günü,” dedi. “Takını elbisemi giydim ben, çünkü bugün tümüyle temalım.”
Bana baktı. Konunun, o ana dek bana anlattıklarının en zoru olduğunu söylemek üzereydim; söyleyeceklerimi kabul etmiş gibiydi.
“Doğru, zordu,” diye sürdürdü. “Biliyorum. Ne var ki, bunun, nihai bi kapak, sana tüm öğrettiklerimin son aşaması olduğunu düşünürsek, tanıştığımız günden bu yana söz ettiğim her şeyi kapsadığını söylemek pek anlaşılmaz gelmese gerek.”
Uzun süre sessiz kaldık. Açıklamasını özetlemesi için beklemem gerektiğini düşünmüştüm, ama birden yeğin bir korkuya kapılarak, “Nagual ve tonal bizim içimizde mi?” diye sormak gereğini duydum.
Delici bir bakış fırlattı.
“Çok zor soru,” dedi. “Sen olsaydın içimizdedir, derdin; bense değildir derdim, ama ikimiz de haklı çıkmazdık. Senin zamanının tonalı, duygu ve düşüncelerinle ilgili her şeyin, içinde yer aldığını savunmanı ister senden. Büyücülerin temalıysa, buna karşı gelmek amacıyla, her şey dışarıdandır, der. Kim haklı? Hiç kimse. İçte, dışta, aslında pek önemli de değil.”
Bir noktaya parmak basmak istedim. “Tonal” ve “nagual”dan söz ederken, hep üçüncü bir bölüm varmış gibi gelmişti bana. “Tonal”ın, “bizi” edimlerde bulunmaya “zorladığından” söz etmişti. Zorlanan varlık derken neye gönderme yapmış olduğunu sordum.
Beni doğrudan yanıtlamadı.
“Tüm bunları açıklamak, o kerte kolay değil öyle,” dedi. “Tonalın denetimi ne denli zekice olursa olsun, işin özü şu ki, nagual her zaman yüzeye çıkar. Ne var, bu hep kendiliğinden bi çıkıştır. Tonalın en büyük başarısı, nagualın bu tür belirtilerini, bu ortaya çıkış ne denli belirgin olursa olsun, onu anlaşılamaz kılacak şekilde bastırmaktır.
“Kimin için anlaşılamaz?”
Kafasını yukarı aşağı sallayarak kıkırdamaya başladı. Yanıt vermesi için bastırdım.
“Tonal için,” dedi. “Yalnızca ondan söz ediyorum. Konuya doğrudan gelinceye dek çevresinde dolanabilirdim ve eminim, bu da seni pek sıkmazdı. Söylemedi deme, anlatacağım konuyu anlamanın zorluğu hakkında uyarmıştım seni. Neden bu safsataya daldım; zira benim tonalım, kendisinden söz edildiğinin bilincinde. Başka deyişle, tonalım, senin tonalınca anlaşılmasını istediğim bilginin ne olduğunu anlamak amacıyla kendisini kullanıyor. Şöyle de diyebiliriz, tonal, kendisi hakkında konuşmanın ne denli yorucu olduğunu çok iyi bildiği için, belirli bi denge yaratmak amacıyla, “ben” ve “kendim” gibi terimler ortaya çıkarmıştır; bu terimler sayesinde başka tonallarla, ya da kendisiyle, kendi hakkında konuşabilir.
“Şimdi, tonal, bizi bi şey yapmaya zorlar demişsem, bu, üçüncü bi taraf var anlamına gelmez. Tonal, kendi yargılarını izlemeye zorlar, kendini.
“Ne var, kimi durumlarda ya da kimi özel konumlarda, tonalın içinde bi şey, bizim fazladan bi şeylerimizin daha olduğunun bilincine varır. Derinlerden gelen bi ses gibidir bu; nagualın sesi. Anlıyor musun, özümüzün bütünselliği, tonalın bütün bütün ortadan kaldıramayacağı doğal bi durumdur, özellikle de savaşçının yaşamında, bütünselliğin belirginleştiği anlar vardır. Bu anlarda, kişi, gerçekte ne olduğumuz konusunda ipuçları bulur.
“Şu senin sarsıntılar ilgimi çekti, bunlar nagualın ortaya çıktığının resmidir çünkü. Böylesi anlarda, tonal, özün bütünselliğinin farkına varır. Bu, bi sarsıntıyla ortaya çıkar hep, çünkü bu farkındalık dinginliği bozar. Ben, buna ölmek üzere olan varlığın bütünselliği diyorum. O da şuradan geliyor; ölüm anında, gerçek çiftin öteki üyesi, yani nagual tümüyle işlerlik kazanır; böylece baldırlarımızda ve uyluklarımızda, sırtımız, omuzlarımız ve boynumuzda toplanan farkındalık, anılar ve algılar genişlemeye ve ayrışmaya başlar. Kopan bi gerdanlığın taneleri gibi, yaşam gücünün birleştiriciliğinden yoksun olarak yerlere dağılır.”