1

Konu: İz Sürme Sanatının Keşfi ve İlkeleri

İZ SÜRME SANATI

İz sürme sanatı, bir savaşçının düşünülebilecek her durumdan en iyi neticeyi çıkarabilmesine olanak veren bir yöntemler ve tutumlar dizisi olup, belirli amaçlar için yeni ve özgün biçimlerde davranmaktır. Günlük işlerde insan davranışları tekdüzedir. Bu tekdüzelikten ayrılan herhangi bir davranış, tüm varlığımız üzerinde olağandışı bir etki yaratır. Bu olağandışı etki, büyücülerin aradığı şeydir, çünkü düzenli olarak artan bir etkiye dönüşür.

İz sürme, büyücülerin yaptıkları tüm hareketlere temel oluşturur. Nagual Matus, bazı büyücüler “iz sürme” terimine karşı çıksalar da bu adın, gizli davranışlara yol açtığı için ortaya çıktığını belirtir: “İz sürme aslında gizli hareket etme sanatı olarak da adlandırılır, ama bu terim de aynı ölçüde yersizdir. Biz kendimiz, barışçı mizacımızdan dolayı, ona “kontrollü aptallık” deriz. Biz yine de “iz sürücü” demek kolay, velinimetimizin söylediği gibi “kontrollü aptallık yaratan” demek zor olduğundan “iz sürmeyi” kullanmayı sürdürelim."

İZ SÜRME SANATININ KEŞFİ

İz sürme, tamamen yeni görücülere ait bir sanattır. Çünkü insanlarla uğraşmak zorunda kalanlar sadece onlar olmuşlardır. Eski büyücüler kendilerini erk duyumlarına o denli kaptırmışlardı ki insanların var olduğundan, insanlar canlarına okumaya başlayana kadar haberleri bile olmamıştı. Yeni görücülerse, Fetih sonrası dönemde onları yok etme amacını güden kıyıcıları üzerinde bir üstünlük sağlama çabası içinde her olanağı değerlendirmişlerdir.

Yeni görücüler, ilk başlarda kendilerini koruma ve gizleme amaçlı başladıkları bu davranışlar sırasında, kendilerine göre alışılmamış şekilde davrandıklarında, kozalarındaki kullanılmayan yayılımların parlamaya başladığını ve birleşim noktalarının çok hafif, uyumlu, zorlukla fark edilen bir tarzda kaydığını gözlemlemişler. Bu gözlemle gayrete gelen yeni görücüler, davranışlarına planlı kontrol uygulamaya başlamışlar ve bu uygulamaya iz sürme sanatı demişler.

Öncelikle, kozanın içindeki yayılımlar dışındaki yayılımlarla hizalandığında, farkındalık parıltısının boyutça ve yoğunlukça nasıl arttığını görmüşler. Bu gözlemi aynen iz sürmede yaptıkları gibi bir atlama tahtası olarak kullanarak, yayılımların hizalanışını ele almak için karışık teknikler geliştirmeye girişmişler. İlk başlarda bu tekniklere, hizalanmada ustalaşma diyorlarmış.

Sonradan, bunun kapsamının hizalanmadan çok daha fazla olduğunun; yayılımların hizalanmasıyla ortaya çıkan enerjiyi kapsadığının ayırtına varmışlar. Bu enerjiye İstenç demişler.

İstenç, ikinci bazı oluşturmuş. Yeni görücüler bunun, bizi davrandığımız biçimde davranmaya iten, kör, kişisel olmayan, aralıksız bir enerji patlaması olduğunu anlamış. İstenç, bizim sıradan dünya olayları algımızdan ve dolayısıyla bu algı gücüyle birleşim noktasının alışılmış konumuna yerleşmesinden sorumluymuş.

Zaman geçtikçe ve yeni görücüler uygulamalarını yerine oturttukça bu geçerli yaşam şartları altında, iz sürmenin, birleşim noktasını ancak biraz oynatabildiğini ayrımsamışlar. İz sürme ile birleşim noktasında daha büyük oynamalara yol açabilmek için, büyük kudrete ve güç sahibi konuma sahip küçük tiranlar gerekiyormuş. Yani, savaşçının ölüm kalım erkini elinde tutan ya da en basiti onu rahatsız ederek çılgına çeviren ve kabaca dört sınıfta tanımlanabilen işkenceciler… Küçük tiranlardan ilki, tiranlığını sertlik ve şiddetle işkence yaparak gösterirken; bir diğeri ortalığı karıştırıp dayanılmaz sıkıntı yaratarak; bir başkası hüzünle insanın üstünde baskı kurarak; sonuncusu da savaşçıları kızgınlıktan kudurtarak işkence yapıyorlarmış.

Bu, yeni görücülerin kendilerini sokmaları gittikçe daha zorlaşan bir durummuş; bunu doğaçlamak ve aramak görevleri, dayanılması zor bir yük haline gelmiş. Küçük tiranlar, görücüleri, iz sürme ilkelerini kullanmaya zorlarmış ve bunu yaparak görücülerin birleşim noktalarını oynatmalarına yardımcı olurlarmış.

İZ SÜRME SANATININ İLKELERİ:

İz sürme sanatının birinci ilkesi, savaşçıların savaş alanlarını seçmeleridir. Bir savaşçı çevresine ilişkin bilgisi olmaksızın asla savaşa girmez.

Gereksiz olan her şeyi atmak, iz sürme sanatının ikinci ilkesidir. Savaşçı işleri karmaşıklaştırmaz, yalın olmayı hedefler.
Olanca konsantrasyonunu savaşa girme ya da girmeme kararı üzerinde odaklar; zira her savaş, bir ölüm kalım savaşıdır. Bu, iz sürme sanatının üçüncü ilkesidir. Bir savaşçı son gösterisini yapmaya, şimdi-ve-burada, hazır ve istekli olmalıdır. Ama gelişigüzel bir biçimde değil.

Bir savaşçı gevşer ve kendini bırakır; hiçbir şeyden korkmaz. Ancak o zaman, insanoğullarına kılavuzluk eden erkler savaşçıya yolu açar ve ona yardım ederler. Bu, iz sürme sanatının dördüncü ilkesidir.

Hakkından gelinemeyecek ters bir durumla karşılaştıklarında, savaşçılar bir anlığına geri çekilir. Zihinlerini o ters duruma takmazlar. Zamanlarını başka bir şeyle meşgul olarak geçirirler. Bu da iz sürme sanatının beşinci ilkesidir.

Savaşçılar zamanı sıkıştırırlar; bu iz sürme sanatının altıncı ilkesidir. Savaşçılar başarıyı hedeflerler; bu yüzden zamanı sıkıştırırlar. Savaşçılar tek bir anlarını bile boşa harcamazlar. Bir ölüm kalım savaşında, bir saniye bir sonsuzluk, sonucu belirleyecek bir sonsuzluk demektir.

İz sürme sanatının yedinci ilkesini uygulamak için, kişinin öbür altı ilkeyi uygulaması gerekir: bir iz sürücü kendisini asla öne çıkarmaz. O, her zaman olayların arkasından bakmaktadır.

Bu ilkelerin uygulanması, üç sonuç doğurur:
Birincisi, iz sürücüler kendilerini asla önemsememeyi öğrenirler; kendilerine gülebilmeyi öğrenirler. Başkalarınca dalga geçilmekten korkmazlarsa, kendileriyle de dalga geçebilirler.
İkincisi, iz sürücülerin sonsuz sabra sahip olmayı öğrenirler. İz sürücüler asla acele etmezler, asla sinirlenmezler.
Üçüncüsü, iz sürücüler sonsuz bir doğaçlama yetisine sahip olmayı öğrenirler.

İZ SÜRMENİN DÖRT TEMELİ

Büyücüler, kendilerini engin olasılıklara karşı koruyabilmek için,  kusursuz bir acımasızlık, kurnazlık, sabır ve tatlılık örneği oluştururlar. Bu dört temel, ayrılmaz bir şekilde birbirlerine bağlıdır. Büyücüler bunları niyet ederek gelişti-rirler. Bu temeller, tabii ki, birleşim noktasının konumlarıdır. Bir büyücü tarafından gerçekleştirilen her eylem, bu dört ilkenin tanımlanmasıyla yönetilir. Böylece, tam olarak söylemek gerekirse, her büyücünün her eylemi, düşünce ve kavrama bakımından dikkatlice tasarlanır.
Tatlılık / Sabır / Acımasızlık / Kurnazlık
Büyücüler, iz sürmenin bu dört temelini rehber gibi kullanırlar. Bunlar zihnimizin dört ayrı boyutudur, büyücülerin birleşim noktalarını belirli konumlara getirmelerine neden olan dört ayrı yoğunluk türü.
Bununla beraber, acımasızlığı sertlik, kurnazlığı zalimlik, sabretmeyi boşvermişlik ve tatlılığı da aptallıkla karıştırmamak gerekir.

SONUÇ:

İz sürme sanatı, yüreğin bilmecesidir. Büyücülerin iki şeyin bilincine vardıklarında yaşadıkları hayret; ilki, bizim algı ve bilincimizin özelliğinden dolayı dünyanın durağan ve gerçek görünmesi; ikincisi, değişik algılama özelliklerini kullanmaya başlarsak dünyada durağan ve gerçek görünen şeylerin değişmesine olmuştur.
İz sürmenin amacı iki yanlıdır, ilki birleşim noktasını olabildiğince düzenli ve gü-venli bir şekilde oynatmak ki hiçbir şey bunu iz sürme kadar iyi yapamaz; İkincisi, ilkeleri insan kayıtlanın yadsıma ve mantığa aykırı herhangi bir şeyin yargılanması doğal tepkisi aşılabilsin diye daha derine tesir ettirmek.
“İz sürücünün yöntemi," der N. Juan, "anlayış değil, mutlak ayma sağlar”…
Nagual Juan'ın iz sürme sanatı ya da niyette ustalık hakkındaki yönergeleri, onun öğretisinin temel taşı sayılan ve aşağıdaki temel ilkelerden oluşan farkındalıkta ustalaşmayla ilgili yönergesine dayanmaktadır:
1.    Evren, ışık ipliklerine benzeyen sonsuz bir enerji alanları yığınıdır.
2.    Kartal'ın yayılımları denilen bu enerji alanları, mecazi olarak Kartal denilen, düşünülemez boyutta bir kaynaktan yayılırlar.
3.    İnsanlar da bu ipliğe benzer, hesaplanamaz sayıda enerji alanlarından oluşur. Kartal'ın bu yayılımları, örtüşmüş bir yığın görünümündeki bu ışık topu, kolları yandan sarkan, insan bedeni büyüklüğünde koca bir saydam yumurta gibi görünür.
4.    Bu parlak topun içindeki enerji alanlarından ufak bir grup, yumurtanın yüzeyinde yer alan bir yoğun parlaklık noktasıyla aydınlanır.
5.    Algı, o ufak grup içindeki enerji alanları, parlaklık noktasını bir anda çevreleyip, topun dışındaki özdeş enerji alanlarını aydınlatmak için ışıklarını ulaştırdıklarında, ortaya çıkar. Algılanabilir tek enerji alanı parlaklık noktası tarafından aydınlanmış olduğundan, o noktaya 'algının toplandığı nokta', ya da kısaca 'birleşim noktası' denir.
6.    Birleşim noktası, olağan yerinden saydam topun yüzeyi üzerinde, yüzeydeki
başka bir konuma ya da içeriye doğru hareket ettirilebilir. Birleşim noktasının parlaklığı, temas ettiği herhangi bir enerji alanını aydınlatabildiğinden, yeni bir konuma geçtiğinde, derhal yeni enerji alanlarını aydınlatır, onları algılanabilir kılar. Bu algılama, görme olarak bilinir.
7.    Birleşim noktası yer değiştirdiğinde, tamamıyla farklı bir dünyanın algılanması mümkün olur—var olan dünyamız kadar nesnel ve gerçek olan bir dünya. Büyücüler, bu öteki dünyaya enerji, erk, genel ve özel sorunlara çözümler bulmak için ya da imgelenemez olanla yüzleşmek için giderler.
8.    Niyet, algılamamıza neden olan yaygın kuvvettir. Farkındalığımızın nedeni algılamamız değildir, asıl niyetin baskısı ve işgali sonucu algılarız.
9.    Büyücünün amacı, algının insanın erişebileceği tüm olasılıklarını deneyimleyerek mutlak farkındalık durumuna ulaşmaktır. Hatta bu farkındalık durumu, ölümün alternatif bir biçimi anlamına bile gelir.

Kaynakça:
Carlos Castaneda, Kartalın Armağanı
Carlos Castaneda, İçten Gelen Ateş
Carlos Castaneda, Zamanın Çarkı
Carlos Castaneda, Sessizliğin Erki