1

Konu: 14- İki Savaşçının Yeğlediği

Don Juan beni şafak sökerken uyandırdı. Elime su dolu bir sukabağıyla bir kurutulmuş et torbası tutuşturdu. İki gün önce arabamı bırakmış olduğum, üç dört kilometre uzaklıktaki yere doğru, konuşmadan yürüdük.
“Bu, birlikte yapacağımız son yolculuk,’’dedi alçak bir sesle, arabanın yanına vardığımızda.
Karnımda güçlü bir sarsıntı hissettim. Ne demek istediğini anlamıştım.
Ben kapıyı açarken o arka çamurluğa yaslandı, şimdiye dek rastlamadığım bir duyguyla bana baktı. Arabaya bindik, ama motoru çalıştırmadan önce üstü kapalı kimi uyanlarda bulundu; bunları da çok iyi anlamıştım. Arabada oturup kimi çok kişisel ve dokunaklı duygulara değinmek için birkaç dakikamız olduğunu söyledi.
Dingince oturdum, ama ruhum huzursuzdu. Ona bir şeyler söylemek istedim, aslında beni rahatlatacak bir şeyler yani. “Bildiğim” şeyi dile getirmeksizin ifade edebilecek en isabetli sözcükleri bulmak için boşuna çabaladım.
Don Juan, bir zamanlar tanıdığım bir çocuktan, onun hakkındaki duygularımın geçen zaman ve uzaktalığa karşın nasıl değişmemiş olduğundan söz etti. Don Juan, o küçük oğlan çocuğunu her düşünüşümde ruhumun neşeyle coştuğunu, en ufak bir övünme ya da bencillik payı çıkarmadan onun iyiliğini istediğimi söyledi.
Bana daha önce anlatmış olduğum o çocukla ilgili bir öyküyü anımsattı; çok beğendiği, derin anlamlar bulduğu bir öyküydü bu. Los Angeles çevresindeki dağlardan birine tırmanırken çocuk yürümekten yorgun düşmüştü, ben de onu omuzlarıma çıkarmıştım. Yoğun bir mutluluk dalgası ikimizi birden kaplamıştı da, çocuk bağıra bağıra güneşe, dağlara teşekkür etmişti.
“Bu, onun sana elveda deyişiydi,” dedi don Juan.
Boğazım düğümlendi.
“Elveda demenin birçok yolu vardır,”dedi. “En iyisi, belki de belirli bi mutluluk anını akıldan hiç çıkarmamaktır. Örneğin, bi savaşçı gibi yaşarsan eğer, omuzlarına aldığın o çocuğun yaydığı sıcaklık yaşam boyu taptaze, içine işlemiş olarak sürer. Savaşçının elveda demesidir bu.”
Motoru çabucak çalıştırdım; o taşlı yolda sürmeye alışmadığım bir hızla gaza bastım.
Kısa bir yol kat ettikten sonra, yolun gerisini yürüdük. Bir saat kadar sonra, bir ağaçlığa ulaştık. Don Genaro, Nestor ve Pablito orada bizi bekliyorlardı. Onları selamladım. Hepsi de mutlu ve capcanlı görünüyordu. Onlara ve don Juan’a bakınca, hepsine karşı derin bir duygudaşlık kapladı içimi. Don Genaro bana sarılıp, sevgiyle sırtımı tıpışladı. Nestor ve Pablito’ya, koyağın dibine atlarken çok başarılı olduğumu söyledi. Bir eli hâlâ sırtımda, yüksek sesle konuşmaya başladı.
“Evet beyler,” dedi, onlara bakarak. “Ben velinimetiyim onun, çok başarılı olduğunu söyleyebilirim. Bu, bir savaşçı olarak yaşanmış yılların doruk noktasıydı.”
Bana dönerek öteki elini de omzuma koydu. Gözleri parlak ve barışçıldı.
“Sana söyleyecek hiçbir sözüm yok, Cartilocuk” dedi, sözcüklerini ağır ağır seslendirerek. “Bağırsaklarında bolca bulunan dışkı dışında, yani”
Der demez, o da don Juan da bayılma kertesine gelinceye dek, ulurcasına gülmeye başladılar. Pablito’yla Nestor ne yapacaklarını pek bilemeden sinirli sinirli kıkırdadılar.
Don Juan’la don Genaro dinginleştiklerinde, Pablito “bilinmeze” tek başına gidebilme yeteneğinden pek emin olmadığını söyledi bana.
“Bunun nasıl yapılacağına dair en ufak bir fikrim bile yok, gerçekten,” dedi. “Genaro, kişinin kusursuzluktan başka hiçbir şeye gereksinmesi olmadığını söylüyor. Sen ne düşünüyorsun?”
Ben, ondan da az şey bildiğimi söyledim. Nestor iç geçirdi, gerçekten ilgilenmişe benziyordu; ellerini ve ağzını önemli bir şey söyleyecekmiş de bunu nasıl diyeceğini bilemiyormuş gibi kıpırdattı.
“Genaro, sizin ikinizin başaracağını söyledi,” dedi, sonunda.
Don Genaro, eliyle, gitmek üzere olduğumuzu imledi. O ve don Juan birkaç metre önümüzde yürüdüler. Hemen bütün gün boyunca aynı dağ yolunu izledik. Tam bir sessizlik içinde yürüdük—hiç durmamıştık. Hepimizde erzak olarak kuru et ve bir sukabağı dolusu su vardı— anlaşılan yürürken yiyecektik onları. Keçiyolu belirli bir yerde gerçek bir yola dönüştü. Bir dağ yamacının çevresinden dolandı, sonra birden, önümüzde bir vadinin manzarası beliriverdi. Nefes kesici bir manzaraydı bu, gün ışığıyla parıldayan yemyeşil bir vadi; üzerinde görkemli iki gökkuşağı, çevredeki tepelerde de yağmur serpintileri vardı.
Don Juan durarak, vadide gördüğü bir şeyi çenesiyle don Genaro’ya gösterdi. Don Genaro başını salladı. Ne olumlu ne de olumsuz bir devinimdi bu; daha ziyade başının bir silkinmesinden ibaretti. Uzun bir süre vadiyi süzerek kımıldamadan durdular.

Cvp: 14- İki Savaşçının Yeğlediği

Oradaki yolu bırakıp, kestirmeden gitmeye başladık. Dar, tehlikeli bir patikadan, vadinin kuzeyine doğru inmeye başladık.
Düz araziye ulaştığımızda öğleden sonra olmuştu. Her yanı nemli toprağın ve nehir söğütlerinin keskin kokusu kaplamıştı. Yağmur bir ara sol yanıma düşen ağaçların üzerindeki yeşil, yumuşak bir gürlemeye, sonra da sazlıktaki bir titreşmeye dönüştü. Akan bir çayın hışırtısını işittim. Bir an durup, dinledim. Ağaçların tepesine baktım; batı utkumdaki saçakbulutlar gökte top top pamuklar gibi uçuşuyordu. Orda durmuş bulutlara bakarken önümdekiler epey yol almıştı. Arkalarından koştum.
Don Juan’la don Genaro durup aynı anda döndüler; gözlerini üzerime öyle bir beraberlik ve kesinlikle odakladılar ki, bir an için onları tek bir kişi sandım. Tüylerimi diken diken eden tek ve kısa, ama heybetli bir bakıştı bu. Sonra, don Genaro güldü; yerleri titrete titrete yüz elli kiloluk düztaban bir Meksikalı gibi koştuğumu söyledi.
“Neden Meksikalı?” diye sordu, don Juan.
“Yüz elli kiloluk düztaban bir Kızılderili koşmaz,” dedi don Genaro, açıklayıcı bir tonla.
“Hu,” dedi don Juan, don Genaro gerçekten bir şeyler açıklamışçasına.
Dar, yeşilliklerin coştuğu vadiyi geçip doğudaki dağlara tırmanmaya koyulduk. Akşamüstü, güneydeki yüksek bir vadiye bakan, üzeri yassı bir tepede durduk. Buradaki bitki örtüsü kesinlikle farklıydı. Etrafımız erozyonun aşındırdığı yuvarlak dağlarla çevriliydi. Vadideki ve yamaçlardaki topraklar yer yer ekiliydi; ama tüm çevre bende bir çoraklık duygusu uyandırıyordu.
Güneş şimdiden güneybatı ufkunda epey alçalmıştı. Don Juan ile don Genaro, bizi tepe düzlüğünün kuzey kıyısına çağırdılar. O noktadan bakıldığında olağanüstü bir manzara görülüyordu. Kuzeye doğru sonu gelmez dağlar ve vadiler, batıya doğruysa yüksek sıradağlar uzanıyordu. Kuzeydeki uzak dağlara çarpan güneş ışığı, batıdaki bulut kümelerini turuncu rengine buladığı gibi bulamıştı oraları da. Bu güzelliğine karşın, hüzün ve yalnızlık vardı bu manzarada.
Don Juan defterimi elime tutuşturdu, ama not tutmak gelmiyordu içimden. Don Juan’la don Genaro’nun iki ucunda yer aldığı bir yarım daire biçiminde oturduk.
“Bilgi yolunda yazarak yürümeye başladın, aynı şekilde bitireceksin,” dedi don Juan.
Herkes beni yazmaya zorladı, sanki benim yazı yazmam önemli bir şeymiş gibi.
“Yüze yüze kuyruğuna geldiniz, Carlitocuk,” dedi Genaro, birden. “Sen ve Pablito, ikiniz.”
Sesi yumuşaktı. O şakacı titremi olmaksızın, içten ve endişeli çıkıyordu sesi.
“Bilinmeze yolculuğa çıkan birçok savaşçı da durduğumuz bu yerde durdu,"diye sürdürdü. “Hepsi de en iyi dileklerini sunar sizlere.”
Çevremde bir dalgalanma hissettim; sanki hava yarı katı bir kıvamdaydı da, bir şey onun depreşmesine yol açmıştı.
“Hepimiz siz ikinize iyi dileklerimizi sunarız,’’dedi.
Nestor, Pablito’yla beni kucaklayıp, bizden ayrı oturdu.
“Biraz zamanımız daha var,” dedi don Genaro, gökyüzüne bakarak. Sonra, dönüp Nestor’a sordu. “Beklerken, ne yapalım dersin?”
“Gülüp, eğlencemize bakacağız,” diye yanıtladı Nestor kabına sığmazcasına.
Don Juan’a, beni bekleyen şeyin beni korkuttuğunu, hiç kuşkusuz bir tuzağa düşürülmüş olduğumu söyledim; Pablito’yla benim yaşadığımız durumların var olabileceği aklımın köşesinden bile geçmemişti. Gerçekten korku verici bir şeyin beni etkisi altına aldığını, beni azar azar, belki de ölümden de beter bir şeye doğru itmek üzere olduğunu söyledim.
“Yakınıyorsun,” dedi sertçe. “Son ana dek kendine acımayı sürdürüyorsun.”
Hepsi de güldüler. Haklıydı. Ne yenilmez bir dürtüydü bu! Birde bunu yaşamımdan söküp attığımı düşünmüştüm. Bu salaklığımdan ötürü herkesten, beni bağışlamalarını diledim.
“Özür dileme,” dedi don Juan bana. “Özür dilemek saçmalıktır. Bu benzersiz erk yerinde önemli olan tek şey kusursuz bi savaşçı olmaktır. Bu yer en iyi savaşçıları konuk etti. Onlar kadar iyi ol.”
Sonra Pablito’yla bana şunları söyledi:
“Bunun, birlikteliğimizin son görevi olduğunu biliyorsunuz. Sırf kişisel erkinizin gücüyle naguala ve tonala gireceksiniz. Genaro’yla ben, elveda demek için buradayız. Erk, Nestor’un bi tanık olmasına karar verdi. Hayırlısı olsun.
“Bu aynı zamanda, Genaro’yla benim hazır bulunacağım son buluşmanız olacaktır. Siz bi defa bilinmeyene kendi başınıza girdikten sonra, artık bizden sizi geri getirmemizi beklemeyin, onun için bi karar vermeniz lazım; yani, dönüp dönmemeye karar vermeniz lazım. Biz, ikinizin de, dönmeye karar verdiğiniz takdirde bunu yapabilecek güce sahip olduğunuzu biliyoruz. Geçen gece, hem birlikte hem de tek başınıza, dostu başınızdan savabilecek denli iyiydiniz—yoksa alimallah sizi ezip eşek cennetine gönderiverirdi. Böylece gücünüzü sınamış olduk.
“Şunu da eklemeliyim ki, pek az savaşçı biraz sonra başınıza gelecek olan bilinmeyenle karşılaşmanın ardından hayatta kalmayı becermiştir; ama zor olduğundan değil de, nagualın o anlatılmaz ayartıcılığından dolayı ve oraya yolculuk yapan savaşçılar için, tonal dünyasına, ya da düzen, gürültü ve acı dünyasına dönmek pek de içi açıcı değildir.
“Kalma ya da dönme kararını aklımızla ya da arzumuzla değil, istencimizle veririz; onun için, ne olacağını önceden kestiremeyiz.
“Şayet dönmemeyi seçerseniz, yeryüzü sizi yutmuş gibi yitip gidersiniz. Ama eğer bu dünyaya dönmeyi seçerseniz, görevleriniz bitinceye dek gerçek bi savaşçı gibi beklemelisiniz. Başarıyla, ya da başarısızlıkla bitmesinin ardından, özünüzün bütünselliğine egemen olabileceksiniz.”
Don Juan bir süre sustu. Don Genaro bana bakarak göz kırptı.
“Carlitocuk özünün bütünselliğine egemen olmanın ne anlama geldiğini bilmek istiyor,” dedi ve herkes güldü.
Haklıydı. Başka koşullar altında, bunu sormaktan çekinmezdim; ne var, içinde bulunduğumuz durum soru soramayacağım denli ciddiydi.
“Savaşçı sonunda erkle karşılaşmıştır, demeye gelir bu,” dedi don Juan. “Her bi savaşçının onunla ne yapacağını hiçbi kimse bilemez; ola ki siz ikiniz yeryüzünde kimsecikler farkında olmaksızın dolaşıp duracaksınızdır, ya da ola ki, nefretle dolu ya da ip kaçkını, ya da müşfik birisi olarak döneceksinizdir. Tüm bunlar tininizin kusursuzluğuna ve özgürlüğüne bağlı.
“En önemli şey gene de görevinizdir. Bu size öğretmeninizin ve velinimetinizin armağanıdır. İkinizin de bu görevi en iyi biçimde başarmanıza dua ediyorum.”
“Görevin sona ermesini beklemek çok özel bir beklemedir,” dedi don Genaro, birdenbire. “Şimdi size, başka bir zamanda şuradaki dağlarda yaşamış olan savaşçıların öyküsünü anlatacağım.”
Doğuyu gösterdi, Sonra bir anlık kuşkunun ardından, ayağa kalkıp, uzağı, kuzeydeki dağları imledi.
“Yok. Şu yönde yaşamışlardı,” dedi bana bakıp ve bilgiççesine gülerek. “Buradan tamı tamına yüz otuz beş kilometre uzakta.”
Don Genaro belki de beni taklit ediyordu. Ağzı ve alnı gerilmişti. Ellerini göğsünün üstüne kapamış, sıkı sıkıya imgesel bir şeyi bastırıyordu. Bir defter olabilirdi. Bu son derece gülünç duruşu sürdürdü. Bir zamanlar, tıpkı bu şekilde duran bir Çin bilimci Alman bilim adamıyla tanışmıştım. Bilinçsizcesine o Alman Çin bilimci gibi davranıyor olmam ihtimali, bana birden son derece komik geldi. Kendi kendime güldüm. Beni hedef alan bir şakaydı bu.
Don Genaro oturarak anlatısını sürdürdü.
“Bu savaşçı topluluğunun üyelerinden biri kurallara aykırı bir davranışta bulunursa, onun kaderi toplu olarak kararlaştırılıyordu. Suçlunun, yaptıklarının nedenini açıklaması, yoldaşlarının da onu dinlemeleri gerekiyordu; nedenler inandırıcıysa toplantı dağılırdı, değilse, hepsi birden, ellerinde silahlarıyla şu anda bulunduğumuz yere çok benzeyen bir düzlüğün hemen kıyısında dizilir, ölüm cezasını yerine getirmek için hazırlanırlardı. Bu durumda cezalandırılacak olan savaşçı dostlarına veda eder ve infaz başlardı.”
Don Genaro, benden ya da Pablito’dan bir işaret beklermiş gibi baktı. Sonra Nestor’a döndü.
“Belki buradaki tanık, bize bu öykünün şu ikisiyle ne ilgisi olduğunu bize anlatır,” dedi Nestor’a.
Nestor utangaçça güldü, bir an derin düşüncelere dalar gibi oldu.
“Tanığın bir fikri yok,” diyerek sinirli sinirli kıkırdadı.
Don Genaro herkesten kalkıp giderek düzlüğün batı kıyısından bakmalarını istedi.
Yamaç tatlı bir eğilimle toprağa dek iniyordu, sonra düz bir arazi görünüyordu, bu arazinin sonundaki yarık, taşan yağmur sularının aktığı doğal bir kanal gibi uzanıyordu.
“Kanalın olduğu yerde bir ağaç kümesi yer alıyordu, öykümüzdeki dağda,” dedi don Genaro. “Onun da ardında sık bir orman vardı.”
“Mahkûm savaşçı yoldaşlarıyla vedalaştıktan sonra yamaçtan ağaçlara doğru yürürdü. Sonra, yoldaşları silahlarını kaldırıp ona doğru nişan alırlardı. Kimse ateş etmezse, ya da savaşçı aldığı yaralara karşın hayatta kalmayı başarırsa, özgür olurdu.”
Oturduğumuz yere döndük.
“Şimdi bir şey söyleyecek misin tanık?” diye, Nestor’a sordu don Genaro. Nestor sinirliliğin doruğundaydı. Şapkasını çıkararak kafasını kaşıdı. Sonra, elleriyle yüzünü kapadı.
“Bu zavallı tanık ne bilsin?” dedi sonunda, meydan okuyan bir sesle, ardından da herkesle birlikte güldü.
“Tek bir yara bile almadan sıyrılan adamlar olmuş, derler,” diye sürdürdü don Genaro. “Kişisel erkleri, yoldaşlarını etkilermiş, diyelim. Nişan alırken bir dalgalanma olurmuş aralarında da, kimse silahını kullanmaya cesaret edemezmiş. Belki de, onun cesaretine hayranlıklarından, onu incitemezlermiş.”
Don Genaro, önce bana sonra da Pablito’ya baktı.
“Ağaçlara doğru yürümenin de bir yolu yordamı varmış,” diye sürdürdü. “Savaşçı dingince, kasıntısızca yürümeliymiş. Sağlam ve emin adımlar atmalı, gözleriyle ileriye doğru bakmalıymışım. Aşağı inerken tökezlememeli, duraksamamalı, çevresine bakmalı ve en önemlisi de koşmamalıymış.”
Don Genaro durdu; Pablito başını sallayarak onun söylediklerine katıldığını gösterdi.
“Siz ikiniz yeryüzüne dönmeye karar verirseniz,” dedi, “gerçek savaşçılar gibi görev tamamlanıncaya dek beklemelisiniz. Bu bekleyiş, öyküdeki savaşçının yürüyüşüne çok benzer. Anlıyor musunuz? Savaşçının insan zamanı tükenmiş oluyordu—sizin de öyle. Tek farkınız, size kimin nişan aldığıdır. O savaşçıya nişan alanlar, onun savaşçı yoldaşlarıydı. Size nişan alan ise bilinmeyendir. Kusursuzluğunuz, tek şansınızdır. Arkaya bakmadan beklemelisiniz. Ödül beklentisi olmadan beklemelisiniz. Tüm kişisel erkinizi görevinizi yerine getirmeye hedeflemelisiniz.
“Kusursuzluğu elden bırakır, hırçınlık etmeye başlar, sabırsızlığa ve umutsuzluğa kapılırsanız, bilinmeyenin keskin nişancıları tarafından acımasızca vurulursunuz.
“Öte yandan, kusursuzluğunuz ve kişisel erkiniz görevinizi yerine getirmeye yeterse, erk, size verdiği sözü tutacaktır. Nedir bu söz, diye sorabilirsiniz. Erkin, ışıldayan varlıklar olarak insana verdiği sözdür, bu. Her bir savaşçının yazgısı farklıdır, sizin her birinize verilen sözün ne olduğunu bilmenin imkânı yok.”
Güneş batmak üzereydi. Kuzeydeki uzak dağların açık turuncu renkleri koyulaşıyordu. Görüntü, bana rüzgârın silip süpürdüğü ıssız bir dünya izlenimini verdi.
“Alçakgönüllü ve etkili olmanın, bir savaşçının belkemiğini oluşturduğunu öğrenmiş bulunuyorsunuz,” dedi don Genaro— onun sesini duyunca sıçradım. “Hiçbir şey beklemeden edimlerde bulunmayı öğrendiniz. Bugün yaşayacaklarınıza katlanabilmeniz için olanca sabır ve dayanma gücünüze ihtiyaç duyacağınızı söylüyorum, şimdi de.”
Karnımda bir sarsıntı hissettim. Pablito sessizce titremeye başladı.
“Bir savaşçı daima hazır olmalı,” dedi don Genaro. “Burada bulunan herkesin yazgısı, erkin tutsakları olduğumuzu bilmek olmuştur. Neden özellikle biz, bilinmez ama ne büyük talihtir bu!”
Don Genaro konuşmayı kesip, tükenmişçesine başını eğdi. Böylesine terimlerle konuştuğunu ilk kez işitiyordum.
“Savaşçının buradakilere ve geride bıraktığı her şeye elveda demesi gerekir,” dedi, don Juan ansızın. “Bunu kendi sözcükleriyle ve yüksek sesle yapmalıdır ki, sesi bu erk yerinde sonsuza dek çınlasın.”
Don Juan’ın sesi o anki ruh halime başka bir boyut kattı. Arabada konuştuklarımız daha bir anlam kazandı. Çevremizdeki manzaranın sükûnetinin bir serap olduğunu ve büyücülerin açıklamasının hiç kimsenin kaçınamayacağı bir darbe indirdiğini söylerken ne kadarda haklıydı. Büyücülerin açıklamasını duymuş, öncüllerini yaşamıştım; işte oradaydım, tüm yaşamımda olduğumdan çok daha çıplak ve çok daha çaresiz. Yaşamım boyunca yapmış olduğum, yaşamım boyunca hayal ettiğim hiçbir şey, o anın kederiyle ve yalnızlığıyla mukayese bile edilemezdi. Büyücülerin açıklaması beni “aklımdan” bile yoksun bırakmıştı. Don Juan, bir savaşçının acılardan ve kederlerden kaçınamayacağını, yalnızca bunlara düşkünlük göstermekten kaçınabileceğim tekrar tekrar söylerken çok haklıydı. O andaki hüznüm dayanılmaz bir noktaya ulaşmıştı. Yazgımın döngülerini benimle paylaşmış olanlara elveda demeye katlanamazdım. Don Juan’la don Genaro’ya, birisiyle birlikte öleceğimize ilişkin bir antlaşma yapmış olduğumu, ruhumun tek başıma gitmeyi kaldıramayacağını söyledim.
“Hepimiz tek başınayız, Carlitocuk,” dedi don Genaro yavaşça. “Oyunun kuralı bu.”
Boğazımdaki düğümlenmede, yaşama ve bana yakın olanlara duyduğum tutkunun kederini hissettim; onlara veda etmeyi reddettim.
“Bizler yalnızız,” dedi don Juan, “ne var, tek başına ölmek, yalnızlık içinde ölmek değildir.”
Sesi boğuk ve sert çıktı, öksürür gibi.
Pablito sesizce ağlıyordu. Sonra kalkarak konuştu. Bir söyleve ya da veda konuşmasına benzemiyordu. Duru bir sesle, don Genaro’ya ve don Juan’a iyiliklerinden ötürü teşekkür elti. Nestor’a döndü, ona kanat germe fırsatını kendisine tanıdığı için teşekkür etti. Yeniyle gözyaşlarını sildi.
“Bu güzel dünyada olmak ne olağanüstü bir şeydi! Hele bu şahane zamanda!” diye bağırarak iç geçirdi.
Söyledikleri hepimizi etkilemişti.
“Eğer dönmezsen, senden biricik isteğim, yazgımı paylaşanlara yardımcı olmandır,” dedi don Genaro’ya.
Sonra batıya, evinin yönüne döndü. Ağladıkça, sınırı gibi bedeni sarsılıyordu. Kollarını açarak birisini kucaklamak istercesine düzlüğün kıyısına doğru koştu. Dudakları kıpırdadı, alçak sesle konuşuyor gibiydi.
Başımı uzağa doğru çevirdim. Pablito’nun söylediklerini işitmek istemiyordum.
Oturduğumuz yere döndü, yanıma yığıldı ve başını öne eğdi.
Tek bir şey bile söyleyemiyordum. Ne var, bir dış güç denetimi ele alıp beni ayağa kaldırdı. Ben de teşekkürlerimle üzüntümü dile getirdim.

Cvp: 14- İki Savaşçının Yeğlediği

Yeniden sustuk. Hafifçe ıslık çalarak esen kuzey yeli, yüzümü yalıyordu. Don Juan bana baktı. Gözlerindeki sevecenliğin bu kerte yoğunlaştığına hiç tanık olmamıştım. Bir savaşçının kendisine yakınlık ve ilgi gösteren herkese teşekkür ederek elveda dediğini, ancak yalnızca kendilerine değil, bu yolda bana göz kulak olmuş, yardım etmiş herkese teşekkür etmem gerektiğini söyledi.
Kuzeybatıya, Los Angeles’a doğru döndüm ve ruhumun tüm duygusallığı dökülmeye başladı. Teşekkürlerimi sunmak ne kadar da paklayıcı bir edimmiş!
Yeniden oturdum. Kimse bana bakmadı.
“Savaşçı acısını kabullenir ama ona düşkünlük gösteremez,” dedi don Juan. “Onun için bilinmeyene dalan savaşçının havası hüzün değildir; tersine, talihi yüzüne güldüğü, ruhu kusursuz olduğu, her şeyin ötesinde etkililiğinin ayırdına vardığı için neşelidir. Savaşçının sevinçliliği yazgısını kabul etmekten, önündekini gerçek anlamda değerlendirmekten kaynaklanır.”
Uzun bir sessizlik oldu. Kederi iliğim doruğuna ulaşmıştı. Bu bunaltıcı havadan kurtulmak için bir şeyler yapmak istedim.
“Tanık, lütfen tin tuzağını sık,” dedi don Genaro, Nestor’a.
Nestor’un düzeneğinden yayılan yüksek, gülünç mü gülünç tınıyı işittim.
Pablito, ardından da don Juan’la don Genaro gülme krizine girdiler. Garip bir koku dikkatimi çekti; Nestor’un osurduğunu anladım. Asıl dehşet verici kertede komik olan şey, onun yüzündeki aşırı ağırbaşlılık ifadesiydi. Şaka olsun diye osurmamıştı Nestor; tin tuzağını yanında getirmemişti zira. Elinden gelen en iyi biçimde yardımcı oluyordu çocukcağız.
Hepsi birden, kendilerini koyuverip güldüler. En duyarlı konulardan en gülünçlerine ne de kolay atlayabiliyorlardı.
Pablito birden bana doğru döndü. Bende ozanlık var mı, öğrenmek istiyordu. Ne var, sorusunu yanıtlamaya fırsat bulamadan don Genaro bir uyak denemesine girişti. “Carlitocuk dingindir; biraz ozan, biraz çatlak, deliliği engindir,” dedi.
Bir başka kahkaha tufanı patladı, hepsinin katıldığı.
“Hah! İşte böyle daha iyi,” dedi don Juan. “Ve şimdi, Genaro’yla ben s izlere veda etmeden önce, siz ikiniz, aklınıza geldiği gibi, bir çift laf etseniz ya. Belki de konuşabileceğiniz son kez olabilir bu.”
Pablito olumsuzca başını salladı, ama benim söyleyecek bir şeyim vardı. Don Juan ile don Genaro’nun savaşçı ruhlarının mükemmel kıvamına duyduğum saygı ve hayranlığı dile getirmek istedim, ama sözlerim tükendi ve hiçbir şey söyleyemeden sustum; işin kötüsü, gene yakınıyormuşum gibi bir hava estirmiştim.
Don Juan yapmacık bir hoşnutsuzluk havası içinde başını salladı, dudaklarını şapırdattı. Kendimi tutamayarak güldüm; hayranlığımı dile getiremeyişimin bir önemi kalmamıştı artık. Oldukça ilginç bir duygu beni avucunun içine aldı. Beni güldüren coşkulu bir sevinçlilik, görkemli bir özgürlük havasına girmiştim. Don Juan’la don Genaro’ya, “bilinmeyenle” karşılaşmamı yüksük kadar bile umursamadığımı, kendimi mutlu ve tam hissettiğimi, ölmüşüm kalmışım, o an için hiç önemi olmadığını söyledim.
Don Juan’la don Genaro söylediklerimden, benden de fazla hoşnut kalmışa benziyorlardı. Don Juan kalçalarını tokatlayıp güldü; don Genaro şapkasını yere fırlatıp vahşi bir atı sürüyormuş gibi bağırdı.
“Beklerken eğlenip, neşemize baktık, tıpkı tanığın önerdiği gibi,” dedi don Genaro birden. “Ne var, düzenin doğal bir kuralı olarak, bunun da sonu gelmeli.”
Gökyüzüne baktı.
“Öyküdeki savaşçılar gibi, dağılma zamanımız geldi,” dedi. “Herkes kendi yoluna gitmeden önce, siz ikinize son bir şey söylemeliyim. Bi savaşçı gizini açıklayacağım size. Buna savaşçının yeğlediği de diyebilirsiniz.”
Sözlerini özellikle bana yönelterek, bir keresinde savaşçının soğuk, yalnız ve duygulardan uzak bir yaşam sürdürdüğünü söylemiş olduğumu anımsattı. Şu an bile öyle olduğuna inandığımı söyledi.
“Bir savaşçının yaşamının soğuk, yalnız ve duygulardan uzak olması imkânsızdır,” dedi, “çünkü yaşamı, sevgilisine duyduğu şefkat, bağlılık ve özveri üzerine kurulmuştur. “Kimdir sevgilisi?” diye sorabilirsiniz. Göstereyim.”
Don Genaro kalkıp, biraz önümüzde yer alan dümdüz bir yere yürüdü. Yabansı bir devinimde bulundu orada. Elleriyle, göğsündeki ve karnının üstündeki tozu silkelermiş gibi yaptı. Sonra garip bir şey gerçekleşti. Neredeyse görülmeyecek denli ince bir ışık oku ona doğru gitti; topraktan çıkmıştı ve tüm bedenini sevecence okşar gibiydi. Geriye doğru bir dönüş, daha doğrusu bir dalış yaparak göğsüyle kollarının üzerinde yere indi. Devinimlerinde öylesine bir dakiklik ve maharet vardı ki, ağırlıksız bir varlığı, kendi üstüne kıvrılan bir kurtçuğu anımsatıyordu. Yerdeyken, bir dizi görülmemiş devinim sergiledi. Yerin bir karış üstünde, altında bilyeli yatak varmışçasına, havada kayıyor, ya da okyanusta ilerleyen bir yılanbalığının kıvrak ve süratli devinimleriyle yüzüyordu.
Bir an gözlerim şaşı bakmaya başladı ve hiçbir geçiş yaşamadan, içinde binlerce ışığın parıldadığı bir buz pateni alanını andıran bir düzlemin üzerinde ileri geri kayan ışıklı bir küreyi seyrederken buldum kendimi.
Şahane bir görüntüydü bu. Sonra, ateş küresi durdu. Beni sarsan bir ses dikkatimi dağıttı. Konuşan don Juan’dı. Önce, ne dediğini anlayamadım. Yeniden ateş topuna baktım; açılmış kol ve bacaklarıyla yerde yatan don Genaro’yu görebildim, yalnızca.
Don Juan’ın sesi çok berraktı. İçimdeki bir şeyi tetiklemiş olmalıydı; yazmaya koyuldum yeniden.
“Genaro’nun aşkı dünyadır,” dedi. “Az önce bu koskoca yeryüzünü kucaklamaya çalışıyordu, ama kendisi öylesine küçücük ki yapabileceği biricik şey onun üzerinde yüzmektir. Ama dünya onun kendisini sevdiğini biliyor ve onun için ona ilgisini sunuyor. İşte Genaro’nun yaşamı bu nedenle dopdolu, o nereye gitse bereket içinde olacaktır. Genaro aşkının yollarında yürüyor, o nereye giderse gitsin, hep bütün kalacaktır.”
Don Juan önümüzde çömeldi, şefkatle toprağı okşadı.
“İki savaşçının yeğledi budur,” dedi. “Bu toprağı, bu dünyayı. Bi savaşçı için bundan büyük aşk olamaz.”
Don Genaro ayağa kalkıp don Juan’ın yanına çömeldi. Bir süre gözlerini dikip bize baktılar; Sonra aynı anda bağdaş kurup oturdular.
“Kişi ancak bu dünyayı tutkuyla severek arınır kederlerinden,” dedi don Juan. “Bi savaşçı her zaman sevinçlidir, çünkü sevgisi değişmez; bunu iyi bilen aşkı, yeryüzü, ona akla hayale gelmez armağanlar sunar. Üzüntü, yalnızca varlıklarına barınak sağlayan şeyden nefret edenlere özgüdür.”
Don Juan yeniden toprağı şefkatle okşadı.
“Son zerresine dek canlı olan ve her türlü duyguyu anlayan bu sevgili varlık beni sağalttı, acılarımı dindirdi, ve sonunda ona olan aşkımı anladığımda bana özgürlüğü öğretti.”
Durdu. Aramızda ürkütücü bir sessizlik vardı. Rüzgâr hafifçe ıslık çalarak esti, ta uzaklardan yalnız bir köpeğin duyulan havlamasını taşıdı.
“Şu havlamayı dinleyin,’’dedi don Juan. “Sevgili dünyam şimdi de size göstermek istediğim noktayı açıklamama yardımcı oluyor. Şu havlama, insanın duyabileceği en hüzün verici şeydir.”
Bir süre sustuk. Köpeğin havlaması o kadar hüzünlü, çevredeki sessizlik o kadar kesifti ki, benliğimi uyuşturan bir kedere büründüm. Yaşamımı, üzüntümü, nereye gideceğimi, ne yapacağımı bilmediğimi anımsattı, bana.
“Bu köpeğin havlaması, bi insanın geceleyin ki sesidir,” dedi don Juan. “Şu güneydeki vadinin orda ki bi evden geliyor.
Bi adam köpeği aracılığıyla bağırıyor kederini, kasvetini, zira yoldaş tutsaklardır yaşam boyunca onlar. Ölümünün gelip onu yaşamının bu sönük ve hazin prangalarından kurtarması için yalvarıyor.”
Don Juan’ın sözleri içimdeki son derece acı verici bir yarayı deşmişti. Doğrudan bana konuştuğunu düşündüm.
“Bu havlama da, yarattığı yalnızlık da, insanların duygularını anlatır,” diye sürdürdü don Juan. Tüm hayatları bir Pazar öğleden sonrası gibi sefilce demesem bile bunaltılı, sönük ve tedirginlikle geçen insanların. Çok terlemiş, çok da oflayıp puflamışlardır. Nereye gideceklerini, ne yapacaklarını bilememişlerdir. O pazar öğleden sonrası onlarda sudan üzüntüler ve bıkkınlıkların anısını bırakmıştır sadece, sonra bi bakarlar ki iş bitmiş, gece gelmiştir bile.”
Ona daha önce anlatmış olduğum, yaşamını pek çabuk geçmiş olduğundan, kısa pantolonuyla parkta oynayan bir çocuk olduğu günlerin ona daha dün imiş gibi geldiğinden yakınan yetmiş iki yaşındaki bir ihtiyarın öyküsünü tekrar anlattı. “On yaşımdayken giydiğim pijamayı anımsıyorum. Yalnızca, bir gün geçmiş gibi geliyor bana. Nereye uçtu, zaman?” demişti o adam bana.
“O zahirin panzehiri burada, işte,” dedi don Juan toprağı okşayarak. “Büyücülerin açıklaması ruhu tümüyle özgür kılmaz. Bakın şu ikinizin haline! Büyücünün açıklamasını almış durumdasınız, ama onu biliyor olmanız sizde bi fark yaratmıyor ki! Her zamankinden daha da yalnızsınız, zira size barınak sunan bu varlığa sevgi duymuyorsanız, tek başınalık yalnızlığa dönüşür.
“Yalnızca bu muhteşem varlığın sevgisi özgürlük getirebilir bi savaşçının ruhuna; özgürlükse sevinçtir, etkililiktir, çıkmazlar karşısında kendini bırakabilmektir. Son derstir bu. Hep en sona bırakılır, ölümü ve tek başınalığıyla nihai yalnızlığı içinde yüzleşen adamın son anına. Çünkü yalnızca o an bi anlam taşır.”
Don Juan’la don Genaro ayağa kalktılar, kollarını gerdiler, sırtlarını yaylandırdılar. Kalbim hızla atmaya başladı. Pablito’yla beni de ayağa kaldırdılar.
“Alacakaranlık, dünyaların arasındaki çatlaktır,” dedi, don Juan. “Bilinmeyene açılan kapı.”
Elinin dairesel bir hareketiyle, üstünde durduğumuz düzlüğü gösterdi.
“Bu da o kapının önündeki düzlük.”
Sonra, düzlüğün kuzey kıyısını gösterdi.
“Kapı orada. Ötesindeyse uçurum, onun ötesindeyse bilinmeyen.”
Sonra, don Juan’la don Genaro, Pablito’ya dönüp veda ettiler. Pablito’nun gözleri büyümüş ve sabitleşmişti; yaşlar yanaklarına dökülüyordu.
Don Genaro’yla don Juan Pablito ya yaklaşıp ona elveda dediler. Pablito’nun gözleri irileşmiş, bakışları sabitleşmişti; yanaklarından aşağıya gözyaşları süzülüyordu.
Don Genaro’nun sesinin bana elveda dediğini işittim. Ama don Juan’ın sesini işitmemiştim.
Don Genaro’yla don Juan Pablito’ya yaklaştılar ve kulaklarına kısaca fısıldadılar. Sonra da benim yanıma geldiler. Ama onlar daha tek sözcük bile fısıldamadan, o tuhaf ikiye bölünme duygusunu yaşamaya başlamıştım bile.
“Yolun yanındaki tozlar gibi olacağız,” dedi don Genaro.
“Belki bir gün gözünüze kaçarız.”
Don Juan’la don Genaro geri çekildiler, sanki karanlığa karıştılar. Pablito bileğimin az gerisinden kavradı, birbirimize elveda dedik. Sonra, yabansı bir güdü, bir güç, beni onunla birlikte tepedeki düzlüğün kuzey kıyısına doğru koşmaya zorladı. İkimiz atlarken kolumu tutmakta olduğunu hissettim, sonra tek başınaydım.