1

Konu: BÖLÜM 6 - İKİNCİ DİKKAT

"Bugün daha sonra gitmen gerekiyor," dedi la Gorda bana kahvaltıdan hemen sonra.
"Sen de bizimle gitmeye karar verdiğine göre, yeni görevimizi gerçekleştirmemizde bize yardımcı olmayı göze alıyorsun sayılır. Nagual beni anca sen gelene dek başkan seçmişti. Senin de bildiğin gibi, sana birtakım şeyleri anlatmamı buyurmuştu. Bunlardan çoğunu anlatmış bulunuyorum. Ama sen tercihini yapana dek değinememiş olduğum daha birkaç şey var. Bugün onları da halledelim. Onu da bitirdikten sonra bize hazırlanmamız için biraz zaman tanımalısın. Bu dağları ebediyen terk etmeden önce her bir şeyi hazırlamak için birkaç güne ihtiyacımız olacak. Burada epey uzun bir süre kaldık. Ayrılması pek güç geliyor. Ama her şey aniden bir sonuca vardı. Nagual bizi, tüm o dalaşlarına rağmen senin getireceğin topyekûn değişime hazır olmamız için uyardıysa da galiba kimse ona gerçekten inanmadıydı."
"Niçin değişmeniz gerektiğini bir türlü anlayamıyorum," dedim.
"Daha önce de anlattıydım ya," diye karşı çıktı la Gorda. "Eski amacımızı yitirmiş bulunuyoruz. Şimdi yeni bir amacımız var ve bu yeni amaç bir meltem kadar hafif olmamızı gerektiriyor. O meltem de bizim yeni ruh halimiz. Samyeliydi bir zamanlar o. Sen bizim doğrultumuzu değiştirdin."
"Hep aynı yere varıyorsun, Gorda."
"Tabii, ama sen boş olduğundan öyle geliyor sana. Daha açık söylemem imkânsız. Sen döndüğün zaman, Genarolar sana iz sürücüsünün sanatını gösterecek, hemen ardından da hepimiz burdan ayrılacağız. Nagual, şayet bizimle birlikte olmaya karar verirsen, yapmam gereken ilk şeyin, senin Soledad ve küçük kız kardeşlerle dalaşlarını ve onlarla senin aranda cereyan eden en ufak bir hadiseyi dahi hatırlamanı sağlamak ve bütün bu şeylerin senin yolunda cereyan edecek olan hadiselerin bir yorası olduğunu sana söylemem olduğunu anlattıydı. Dikkatli ve kusursuz olduğun takdirde, o dalaşların erkin armağanları olduğunu anlayacaksın."
"Doña Soledad şimdi ne yapacak?"
"Burdan gidecek. Küçük kız kardeşler zaten onun zeminini sökmüş bulunuyorlar. O zemin onun dikkatinin naguala ulaşmasını sağlıyordu. Ordaki çizgiler bunu yapabilecek erke sahipti. Her biri onun dikkatinin bir parçasını toplamaya yarıyordu. Natamam olmaları kimi avcıların o dikkate ulaşmaları için bir engel teşkil etmez. Soledad dönüşümünü gerçekleştirebildi zira kendisi o dikkate hepimizden önce eriştiydi. Artık öbür dünyaya gitmek için gözlerini dikerek o zemine bakması gerekmiyor, şimdi de o zemine gereksinmesi kalmadığı için, onu çıkardığı toprağa iade ediyor onu."
"Gerçekten gitmeye kararlısın, Gorda, değil mi?"
"Hepimiz birden. Kendimizi toparlayıp hazırlıklarımızı tamamlayabilmemiz için senin burdan birkaç günlüğüne uzaklaşmanı istememin nedeni de bu zaten."
"Hepinize bir yer bulacak olan kişi ben miyim, Gorda?"
"Şayet kusursuz bir avcıysan bunu gerçekleştirirdin. Ama sen kusursuz bir avcı değilsin, bizler de değiliz. Gene de bu sorunu halledebilmek amacıyla elimizden geleni esirgemeyeceğiz."
Bunaltıcı bir umutsuzluk hissine kapılmıştım. Sorumluluk almak için yanıp tutuşan tiplerden değildim hiçbir zaman. Onlara kılavuzluk etme sorumluluğunu yüklenmek altından kalkamayacağım ezici bir yükmüş gibi geliyordu bana.
"Ola ki hiçbir şey yapmamız gerekmiyordur," dedim ona.
"Evet. Haklısın," dedi ve güldü. "Kendini emniyette hissedene dek yineleyip dursana bu lafını! Nagual’ın hepsinin de kusursuzluğun sadece özgürlük için değil aynı zamanda insan biçimini ürkütüp kaçırmanın da tek yolu olduğunu anlamalarını ısrarla sağlamaya çalıştığını anlattı.
Ben de ona, don Juan’ın, benim kusursuzluğun anlamını öğrenmemi nasıl sağlamış olduğunu anlattım. Don Juan’la ben bir gün çok derin bir dere yatağında ilerlerken bir kaya duvarındaki koskoca bir kayanın yerinden kurtularak müthiş bir şekilde yuvarlana yuvarlana, bulunduğumuz yerden on beş yirmi metre ötemizde derenin dibine düşmüştü. O iri kayanın boyutları bu düşüşü görkemli bir olaya çevirmişti. Don Juan bunu bir fırsat bilerek unutulmaz bir ders vermişti. Kaderlerimizi belirleyen gücün bizlerin dışında olduğunu ve bunların bizim edimlerimiz ve istencimizle hiçbir ilişkisi bulunmadığını söylemişti. Kimi zaman o güç bizlerin yolumuz da ilerlerken durmamıza ve benim az önce yaptığım gibi eğilip ayakkabımızın bağcığını bağlamamıza neden olabilir. Ve bizi bu şekilde durdurarak, o güç son derece değerli bir anı kazanmamızı sağlayabilir. Yürümeye devam etmiş olsaymışız, o devasa kaya bizi kuşkusuz ki ezip geçecekti. Ancak, bir başka gün, bir başka dere yatağında, insanın kaderini tayin eden o aynı güç bizim değerli bir anı yitirmemize neden olabilirdi. Don Juan, kendi kaderimi tayin eden güçler üzerindeki denetimimin sıfır olması açısından, o dere yatağındaki tek özgürlüğün ayakkabımın bağlarını kusursuzcasına bağlamaya çalışmaktan ibaret olduğunu söylemişti.
La Gorda bu anlattıklarımdan pek etkilenmişe benziyordu. Masanın üzerinden uzanarak bir an için yüzümü ellerinin arasına aldı.
"Kusursuzluk benim için sana, doğru zamanda, Nagual’ın sana söylememi istediği şeyi söylemektir," dedi. "Lâkin erk sana açıklayacağım şeyi sana mükemmel bir şekilde zamanlamalı, yoksa etkisi uçup gider."
Dramatik bir tarzda durakladı. Onunkisi zoraki bir geciktirme idiyse de üzerimdeki etkisi son derece güçlü olmuştu.
"Neymiş o?" diye sordum çaresizlikle.
Yanıt vermedi. Kolumdan tuttuğu gibi beni sokak kapısının hemen önündeki alana götürdü. Beni, sırtım duvarın hemen dibine ekilmiş bir ağacın kütüğüne benzeyen yaklaşık yarım metre yüksekliğindeki bir direğe dayalı, sıkıştırılmış toprak zemine oturttu. Bu direklerden beşi altmışar santim aralıklarla yan yana dikilmiş durumdaydı. La Gorda’ya bu direklerin amacını sormayı düşünmüştüm hep. İlk izlenimim, evin bir önceki sahibinin hayvanlarını onlara bağlamış olacağı şeklindeydi. Benim bu tahminim pek isabetli sayılmazdı, zira sokak kapısının hemen önünde derme çatma da olsa çatılı bir sundurma vardı.
La Gorda solumda, sırtını bir başka direğe dayayarak hemen yamacıma otururken bu varsayımımı ona açtım. Güldü ve direklerin gerçekten de başka türden birtakım hayvanları bağlamak amacıyla kullanılmış olduğunu söyledi, ama onları diken eski ev sahibi değilmiş ve la Gorda onların çukurlarını kazarken iflahı kesilmişmiş.
"Ne işe yarıyorlar bunlar?" diye sordum.
"Diyelim ki biz kendimizi bağladık onlara," diye yanıt verdi. "Bu da beni Nagual’ın sana söylememi istediği öbür şeye getiriyor. Dedi ki, sen boş olduğundan dolayı senin ikinci dikkatini, senin bizden bir bakıma farklı olan nagual dikkatini toplaması gerekiyormuş. Biz o dikkati rüya görme yöntemiyle topladık sen ise bunu onun erk bitkileriyle başardın. Nagual, onun erk bitkilerinin senin ikinci dikkatinin tehditkâr yanını bir çırpıda toplayıvermiş, bu da işte senin başından çıkan şekildir. Nagual, erk bitkilerine eğilimli büyücülerin başına gelirmiş bu hep. Şayet ölmezlerse, erk bitkileri onların ikinci dikkatlerini bükerek başlarından çıkan ürkünç bir şekle çevirirlermiş.
"Şimdi de onun, senin ne yapmanı istemiş olduğuna gelelim. O, senin şimdi yön değiştirmeni ve ikinci dikkatini bir başka yöntemle—bizimkine benzer bir yöntemle toplamaya başlaman gerektiğini söylediydi. İkinci dikkatini dengelemediğin takdirde bilgi yolunda kalman mümkün olmaz. Şimdiye dek, sen o dikkatini Nagual’ın erkine dayanarak sürdürmekteydin, ama artık yalnızsın. İşte bunu anlatmamı istediydi sana."
"Ben ikinci dikkatimi nasıl dengeleyeceğim?"
"Senin de bizim yaptığımız şekilde rüya görme çalışması yapman lazım. İkinci dikkati, onu incitmeksizin, onu ürkütücü ve tehditkâr kılmaksızm toplamanın tek yolu rüya görmedir. Senin ikinci dikkatin dünyanın ürkünç yanı üzerine yapışmış durumda; bizimkisiyle güzellik yanının üzerine. Şimdi yan değiştirip bizimle gelmen lazım. Dün gece bizimle birlikte gelmeye karar verdiğinde seçtiğin şey buydu."
"O şekil benim içimden herhangi bir zamanda çıkabilir mi?"
"Yo. Nagual sen artık onun yaşına ulaşana dek o şeklin tekrar çıkmayacağını söylediydi. Senin nagualın gerektiğinde birçok defa çıkmış zaten. Nagual ile Genaro o işi halletmişler. Onu senin içinden, kışkırtarak çıkardılar. Nagual bana, senin ikinci dikkatine ziyadesiyle düşkünlük ettiğinden, kimi zaman ölüme kıl payı yaklaştığını anlattıydı. Hatta bir defasında onun ödünü patlatmış olduğunu söylediydi; senin nagualın ona saldırmış da o da onu sakinleştirmek amacıyla ezgiler söylemiş durmuş. Lâkin en kötü şey senin başına Mexico City’de gelmiş; orada bir gün seni itmiş de sen de bir büroya gitmişsin ve o büroda dünyaların arasındaki yarıktan geçmişsin. O sırf senin dikkatini tonal dikkatini dağıtmayı düşünüyormuş; çünkü sen önemsiz bir mesele üzerinde kendini kahretmekteymişsin. Ama o seni ittiğinde, senin tüm tonalın büzülüvermiş de olanca varlığın yarıktan geçivermiş. Seni bulana dek akla karayı seçmiş. Bir an için senin, onun ulaşamayacağı denli oradan uzaklaştığını zannettiğini söylediydi. Ama sonra seni o civarda gayesizce dolanırken görmüş de seni geriye getirmiş. Senin sabahleyin on civarında yarıktan geçmiş olduğunu söylediydi. Demek ki, o gün sabahın onu senin yeni zamanın olmuş oluyor."
"Ne için yeni zaman?
"Her şey için. Şayet sen bir insan olarak kalırsan o saatte öleceksin. Ama bir büyücü olursan, bu dünyayı o saatte terk edeceksin.

Cvp: BÖLÜM 6 - İKİNCİ DİKKAT

Eligio da farklı bir yoldan gitti, hiçbirimizin bilmediği bir yoldan. Gitmeden az önce rastladıydık ona. Şahane bir rüya görücüydü Eligio. Öyle iyiydi ki Nagual ile Genaro onu arada bir yarıktan geçirirlermiş de o da buna dayanacak kadar erke sahip olduğundan gık bile demezmiş. Nefesi bile tutulmazmış. Nagual ile Genaro erk bitkileriyle ona son bir itiş sağlamışlar. Bu da onu şimdi bulunduğu yere yollamış."
"Genarolar bana Eligio’nun Benigno’yla birlikte atladığını söylemişlerdi. Doğru mu bu?"
"Elbet. Eligio atladığı sırada, ikinci dikkati zaten öbür dünyadaydı. Nagual seninkinin de orda olduğunu söylediydi, ama senin olayı denetleyememen yüzünden sen kâbus görmüşe dönmüşsün. Onun erk bitkilerinin seni yangabuçlaştırdığını anlattıydı; onlar senin tonal dikkatini çekmişler de seni doğruca ikinci dikkatinin alanına koyuvermişler, ama o dikkat üzerinde senin hiçbir deneyimin olmaksızın. Nagual Eligio’ya erk bitkilerini ta sonuna dek hiç vermediydi."
"Benim ikinci dikkatim hasar görmüş müdür acaba, Gorda?"
"Nagual hiç öyle bir şey demediydi. O senin tehlikeli bir şekilde deli olduğun kanısındaydı. Ama bunun erk bitkileriyle bir alakası yok. O her iki dikkatinin de ele avuca sığmaz olduğunu söylediydi. Şayet onları fethedebilirsen büyük bir savaşçı olabilirmişsin."
Bu konuda bana daha bir şeyler anlatmasını istedim. Elini not defterimin üzerine koyarak ertesi günü yapacak pek çok şeyimiz olduğunu ve onun için enerjimizi boşa harcamamamız gerektiğini söyledi. O nedenle kendimizi güneş enerjisiyle doldurmamız gerekiyormuş. İçinde bulunduğumuz koşulların güneş ışığını sol gözümüzle almamızı icap ettirdiğini söyledi la Gorda. Sonra başını iki yana doğru yavaş yavaş devindirmeye ve yarı kapalı gözlerle doğrudan güneşe bakmaya başladı.
Biraz sonra Lidia, Rosa ve Josefina bize katıldılar. Lidia sağıma, Josefina da onun yanına oturdu, Rosa ise la Gorda’nın yanına geçti. Hepsi de başlarını direklere yaslamışlardı. Ben sıranın ortasında bulunuyordum.
Gökyüzü bulutsuzdu. Güneş uzaktaki dağların hemen üzerine inmekteydi. Başlarını mükemmel bir eşzamanlılıkla devindirmeye başladılar. Ben de onlara katıldım ve hareketlerimi onlarla eşzamanlı bir duruma getirmiş olduğumu duyumsadım. Bunu bir dakika kadar sürdürdüler ve sonra durdular.
Hepsi de şapka giymişler ve şapkalarını gözlerine güneş banyosu yaptırmadıkları zaman yüzlerini korumak amacıyla kullanıyorlardı. La Gorda giyeyim diye bana eski şapkamı vermişti.
Orada yarım saat kadar oturduk. O süre boyunca o alıştırmayı birçok kez yineledik. Her defasında not defterime bir işaret koymayı düşünmüştüm ve la Gorda not defterimi umursuzca ulaşamayacağım bir yana itivermişti.
Lidia birden, anlamsız bir şeyler mırıldanarak ayağa kalktı. La Gorda üzerime doğru eğilerek Genaroların yoldan bu yana doğru gelmekte olduklarını fısıldadı. Gözlerimi zorlayarak baktıysam da kimseyi göremedim. Rosa ile Josefina da kalkıp Lidia’yla birlikte eve girdiler.
Ben la Gorda’ya yaklaşmakta olan birilerini göremediğimi söyledim. O da Genarolar’ın yolun bir noktasında görünür olduklarını söyledi ve hepimizin bir araya geleceğimiz anı yılgıyla beklemekte olduğunu, ancak vaziyeti idare edebileceğinden emin bulunduğunu söyledi. Özellikle Josefina ile Pablito’dan gözlerimi ayırmamamı, zira onların kendilerine hâkim olamadıklarını söyledi. Benim yapabileceğim en akıllıca şeyin, bir iki saat sonra Genaroları oradan uzaklaştırmak olduğunu belirtti.
Yola bakmayı sürdürdüm. Yaklaşmakta olan hiç kimse göremiyordum.
"Geldiklerinden emin misin?" diye sordum.
La Gorda onları kendisinin değil de Lidia’nın görmüş olduğunu söyledi. Gözlerine güneş ışığı banyosu yaparken aynı zamanda bakmış olduğundan dolayı, Genarolar, Lidia’ya görünmüşler imiş. La Gorda’nın ne demek istediğini anlamamıştım, onun için kendisinden bunu açıklamasını istedim.
"Bizler sabit bakarız," dedi la Gorda. "Tıpkı senin gibi. Hepimiz biriz biz. Senin de sabit bakan o tür bir bakıcı olduğunu inkâr etmene gerek yok. Nagual bize senin o şekilde bakarak ulaştığın başarılardan söz ettiydi."
"Bakarak ulaştığım başarılar! Sen neden bahsediyorsun, Gorda?"
La Gorda ağzını büzdü ve bu sorum onu tedirgin etmiş gibi göründü; sonra kendisini tuttu. Gülümseyerek beni hafifçe itti.
Tam o anda bedeninde ani bir ürperme geçmişti. Gözlerini benden yana uzaklara dikti ve başını kuvvetlice sallamaya başladı. O anda Genarolar’ın gelmediklerini "gördüğünü" söyledi; onlar için henüz erkenmiş. Kendilerini göstermeden önce bir süre bekleyeceklermiş. Bu gecikmeden ötürü sevinmiş gibi gülümsedi la Gorda.
"Bizim için onların şu anda gelmesi uygun değil zaten," dedi. "Onlar da bizim için aynı şeyi düşünmekteler."
"Onlar şimdi nerdeler?" diye sordum.
"Yolun kenarında bir yerde oturuyor olmalılar, diye yanıtladı beni. "Benigno kuşkusuz sabit bir şekilde eve bakmış ve bizi burda oturuyorken görmüş olmalılar, o nedenle beklemeye karar vermişlerdir. Çok güzel. Bu da bize zaman kazandıracak."
"Beni ürkütüyorsun, Gorda. Ne için kazandıracak?"
"Sen bugün ikinci dikkatini toplayacaksın, sadece dördümüz."
"Bunu nasıl yapacağım?"
"Bilmem. Bizim seni anlamamız kolay değil. Nagual sana erk bitkileriyle birçok şey yapmış, ama onların bilgi olduğunu söyleyemezsin. Sana bunu anlatmaya çalışıyorum işte. İkinci dikkatin üzerinde hâkimiyet sağlamadıkça onunla bir, şey yapamazsın; o zaman, şimdi olduğun gibi, hep ikisi arasında çakılı kalır durursun. Sen geleli beri senin başına gelenler o dikkatin çevrilmesini zorlamaya yönelik oldu. Ben sana azar azar bunun nasıl yapılacağını, tıpkı Nagual’ın bana yaptığı gibi öğretmeye çalıştım. Sen başka bir yol tuttuğun için, bizim bildiğimiz şeyleri bilmezsin, bizim de erk bitkilerini bilmediğimiz gibi. Soledad bir parça daha fazla biliyor, çünkü Nagual onu kendi memleketine götürdüydü. Nestor da tıbbi bitkilere aşina, ama sana öğretilenler hiçbirimize öğretilmedi. Senin bilgine henüz gereksinmemiz yok. Ama bir gün hazır olduğumuzda, bizi erk öyküleriyle desteklemek amacıyla ne yapılacağını bize sen göstereceksin. Nagual'ın o günü bekleyeduran piposunun nerede saklı olduğunu bilen tek kişiyim ben.
"Nagual buyruğu senin yolunu değiştirip bizimle birlikte gitmen. Bu da senin bizimle rüya görme çalışması, Genarolarla da iz sürme çalışması yapman anlamına geliyor. Sen artık şimdi bulunduğun yerde, ikinci dikkatinin ürkünç yanında kalamazsın. Nagual’ın senin içinden bir kez daha çıkmasının yaratacağı sarsıntı seni öldürebilir. Nagual bana insanların birçok ışıltı tabakasından oluşan çelimsiz yaratıklar olduklarını anlattıydı. Onları gördüğün zaman, telciklerden yapılmış gibi görünürler, aslında o telcikler tabakalardır; soğan gibi yani. Nagual’ın şiddetle dışa çıkması o tabakaları ayırır ve hatta insanların ölümüne bile yol açabilir.
"Nagual bizim, tabakalarımızın ayrılmasından dolayı öldüğümüzü söylediydi," dedi la Gorda. "Şiddetli çıkışlar daima onları ayırır ama sonradan gene birleşir onlar. Ne var ki, kimi zaman, şiddetli çıkış öylesine güçlü olur ki, tabakalar gevşer ve artık bir araya gelemez."
"O tabakaları hiç gördün mü sen, Gorda?"
"Elbet. Sokakta ölen bir adam gördüydüm. Nagual bana
senin de ölmekte olan bir adam bulduğunu, ama onun ölümünü görmediğini anlattıydı. Nagual benim ölen adamın tabakalarını görmemi sağladıydı. Tıpkı bir soğanın katları gibi, insanlar sağlıklıyken saydam yumurta gibidirler, lâkin zedelendikleri zaman bir soğan gibi soyulmaya başlarlar.
"Nagual bana senin ikinci dikkatinin kimi zaman dışarıya fırlayacak denli güçlü olduğunu söylediydi. O ve Genaro senin tabakalarını bir arada tutuyorlardı; yoksa çoktan ölmüş olurdun. Nagual’ın iki kez dışa salmaya yetecek kadar enerjin olduğunu hesaplamıştı bu sebepten. Bununla senin tabakalarını kendi başına daha iki kez tutabileceğini anlatmak istemişti. Oysa sen bu sınırı çoktan aştın; onun için şiddetli bir çıkışa dayanabilmeye yetecek enerjin kalmadı senin. Nagual herkese göz kulak olma görevini vermişti bana; senin durumunda, senin tabakalarını sıkıştırmanda sana yardım edeceğim. Nagual, ölümün tabakaları birbirinden koparıp ayırdığını söylediydi. Nagual’ın dikkati olan ışıltımızın merkezinin her daim dışa doğru itmekte olduğunu açıklamıştı bana, tabakaları gevşeten de işte buymuş. Bu nedenle ölüm kolayca onların arasına girer ve onları tamamen ayırırmış. Büyücüler kendi tabakalarını kapalı tutmak için ellerinden geleni yaparlar. Nagual onun için bize rüya görmeyi öğrettiydi. Rüya görme, tabakaları sıkıştırır. Büyücüler rüya görmeyi öğrendikleri zaman her iki dikkatlerini birbirine bağlarlar ve artık merkezin dışa itmesi için bir neden kalmaz."

"Büyücüler ölmez mi diyorsun yani?"
"İyi bildin. Büyücüler ölmezler."
"Yani biz hiç birimiz ölmeyecek miyiz?"
"Biz demedim ki. Biz bir hiçiz. Birer çılgınız, ne orada
ne burada. Büyücüleri kastettim ben. Nagual ile Genaro büyücüdür. Onların iki dikkatleri birbirine öyle sıkıca birleşmiştir ki, ola ki asla ölmeyeceklerdir."
"Bunu Nagual mı söyledi sana, Gorda?"
"Evet. O da, Genaro da, ikisi de söylediydi bana. Onlar gitmezden bir süre önce, Nagual bize dikkat erkini açıkladıydı. O ana dek tonalı da nagualı da bilmiyordum ben.
La Gorda don Juan’ın bu yaşamsal önemdeki tonal—nagual bölünmesine ilişkin öğretisini ona nasıl aktardığını anlattı. Bir gün Nagual’ın, dağlardaki ıssız kayalık bir vadiye götürmek amacıyla onların hepsini bir araya topladığını söyledi. Çeşitli nesnelerle dolu koskoca, ağır bir bohça hazırlamış; Pablito’nun radyosunu bile bohçanın içine koymuş. Sonra o bohçayı taşıması için Josefina’ya vermiş ve Pablito’nun sırtına da ağırca bir masa yükleyip hep birlikte yola düzülmüşler. Yetmiş kilometre kadar uzaktaki o yüksek, ıssız vadiye doğru ilerlerken bohçayla masayı herkese nöbetleşe taşıtmış. Oraya vardıklarında, Nagual, Pablito’ya masayı vadinin tam ortasına yerleştirtmiş. Josefina’ya da bohçadaki nesneleri masanın üzerine koymasını buyurmuş. Masanın üzeri dolunca, Nagual onlara tonal ile nagual arasındaki farkı, Mexico City’deki bir restoranda bana açıklamış olduğu şekilde açıklamış, yalnız onların durumunda verdiği örnek çok daha somut türdenmiş.
Nagual onlara tonalın her günkü dünyamızda bilincinde olduğumuz düzen ve aynı zamanda yaşamımız boyunca, tıpkı o masa ve bohça gibi sırtımızda taşıdığımız kişisel düzen olduğunu anlatmış. Her birimizin kişisel tonalı o vadideki masa gibiymiş, aşina olduğumuz şeylerle dolu minnacık bir ada. Beri yandan, nagual ise, o masayı yerinde tutan, izahı mümkün olmayan ve o ıssız vadinin enginliği gibi bir kaynakmış.
Nagual onlara büyücülerin, çevrelerinde gerçekten neler bulunduğunu kavrayabilmek amacıyla, tonallarına belli bir mesafeden bakmak mecburiyetinde olduklarını anlatmış. Tüm o bölgeyi seyredebilecekleri bir tepeye çıkarmış onları. O tepeden masayı zar zor görebilmekteymişler. Sonra onları tekrar masanın yanına götürmüş ve sıradan bir insanın kendi masasının tam üzerinde bulunması ve ordaki her bir nesneye tutunması yüzünden sıradan bir insanın büyücünün kavrayışına sahip olmadığını göstermek amacıyla herkesin masanın üzerine abanmasını buyurmuş.
Ardından her birinin teker teker masadaki nesneler üzerinde göz gezdirmelerini istemiş ve kimi nesneleri alıp saklayarak onların dikkat edip etmediklerini anlamak amacıyla belleklerini sınamış. Her biri bu testte son derece başarılı olmuş. Bunun üzerine Nagual onlara o masadaki nesneleri böyle kolayca anımsayabilme yetilerinin, her birinin kendi tonal dikkatlerini, yani masanın üzerine ilişkin dikkatlerini geliştirmiş olmalarından kaynaklandığını söylemiş.
Sonra Nagual onlara masanın altındaki yerde bulunan her bir şey üzerinde göz gezdirmelerini söylemiş ve kimi kayaları, çalıları ya da öbür şeyleri alıp saklayarak onların belleklerini sınamış. İçlerinden hiçbiri masanın altında gördükleri şeyleri anımsayamamış.
Nagual ardından masanın üzerindeki her şeyi kaldırtıp her birini teker teker masanın üzerinde karın üstü yatırarak masanın altındaki yeri dikkatlice incelemelerini istemiş. Sonra onlara, büyücü için nagualın masanın hemen altındaki yer olduğunu açıklamış. Nagualın, o engin, ıpıssız bölgeyle temsil edilen sınırsız büyüklüğünü kavrayabilmenin olanaksızlığından dolayı, büyücülerin kendilerine etkinlik alanı olarak, masanın hemen altındaki yerle temsil edilen, tonalın hemen altındaki alanı seçtiklerini söylemiş. O alan, ikinci dikkat ya da nagual dikkati ya da masa altı dikkati dediği bölgeymiş. O dikkate sadece savaşçının masanın üzerini iyice temizlemesinden sonra ulaşılırmış. İkinci dikkate ulaşılması iki dikkati tek bir birime çevirmiş ki o birim de insanın bütünselliğiymiş.
La Gorda, bu örnek anlatımın her şeyi açıklayıcı nitelikte olduğunu görmüş ve Nagual’ın onun yaşamını niçin temizlettiğini ya da onun deyimiyle tonal adasını niçin süpürttüğünü anlayıvermiş. Nagual’ın kendisine önerdiği bütün davranış biçimlerini benimsemesinin talihli bir olay olduğunu kavramış. Gerçi iki dikkatini birleştirmekten henüz daha epey uzakmış, ama çalışıp didinerek kusursuz bir yaşam sürdürmeye başlamış ve bu tür bir yaşam da, Nagual’ın ileri sürdüğü gibi, insan biçimini yitirmesinin biricik yolu imiş. İnsan biçiminin yitirilmesi, o iki dikkatin birleştirilmesinin temel koşulu imiş.

Cvp: BÖLÜM 6 - İKİNCİ DİKKAT

"Masanın altındaki dikkat, büyücülerin yaptığı her şeyin anahtarıdır," diye sürdürdüydü la Gorda. "O dikkate ulaşılabilmesi için, Nagual ile Genaro bize rüya görmeyi, sana da erk bitkilerini öğrettilerdi. Erk bitkileriyle sana ikinci dikkatini nasıl kapana kıstıracağını öğretmek için neler yaptılar bilmem, ama bize rüya görmeyi öğretmek amacıyla Nagual bize sabit bakmayı öğrettiydi. Bize ne yapmakta olduğunu asla söylemiş değildi. Sadece bakmayı öğrettiydi. O şekilde bakmanın ikinci dikkatimizi kapana kıstırmanın bir yolu olduğunu hiç bilmiyorduk. Bakmanın sırf eğlenceli bir şey olduğunu sanıyorduk. Rüya görücülerin ikinci dikkatlerini kapana kıstırabilmeleri için önce bakıcı olmaları gerekir.
"Nagual’ın yaptığı ilk şey yere bir kuru yaprak koymak ve benim ona saatlerce bakmamı sağlamak oluyordu. Her gün yeni bir yaprak getirip önüme koyuyordu. Önceleri o yaprağı saklayıp her gün aynı yaprağı getirdiğini sanmıştım, ancak sonraları yaprakların farklı olduklarını anladım. Nagual bize bunu kavradığımız zaman, artık normal bakışımız yerine sabit bakışımıza geçmiş olacağımızı söylediydi.
"Sonra da önüme öbek öbek kuru yapraklar koymaya başladıydı. Onları sol elimle karıştırmamı ve onlara sabit bakarken yaprakları elimle hissetmemi söylediydi. Bir rüya görücü yaprakları sarmal bir şekilde çevirir, onlara sabit bakar ve sonra da yaprakların oluşturduğu deseni düşler. Nagual, rüya görücülerin rüyalarında yaprak kümelerinin desenlerini önce görüp ertesi gün aynı desenleri yapraklarda buldukları zaman artık kendilerinin yapraklara sabit bakma ustası haline geldiklerini anlamış olduklarını söylerdi.
"Nagual sabit bakmanın ikinci dikkati güçlendirdiğini de söylerdi. Bir yaprak yığınına, onun bana yaptırdığı gibi, saatlerce baktığınız takdirde düşünceleriniz dinginleşir. Düşünceler olmayınca tonal dikkati iyice azalır ikinci dikkatiniz birden yapraklara takılır ve yapraklar bambaşka bir şey olup çıkar. Nagual, ikinci dikkatin bir şeye takıldığı zamanki ana dünyanın durdurulması derdi. Doğru da hani, zira o zaman dünya duruyor. Bu nedenden ötürü insan sabit bakarken yakınlarında birinin bulunması şarttır. İkinci dikkatimizin ne oyunlar oynayacağını kestiremeyiz asla. Onu hiç kullanmadığımızdan dolayı, tek başına sabit bakma girişimlerimizden önce sabit bakmaya aşina olmamız gerekir.
"Sabit bakmadaki zorluk, düşüncelerin dinginleştirilmesinden kaynaklanır. Nagual bize bunu yaprak yığınlarıyla öğretmeyi yeğlediğini, zira sabit bakmayı istediğimiz her an yaprak bulmanın kolay olduğunu söylediydi. Ancak başka şeylerle de kullanılabilirmiş.
"Dünyayı bir defa durdurdun mu, artık bir bakıcı sayılırsın. Dünyayı durdurmanın tek yolu bunun üzerinde çalışmak olduğundan ötürü, Nagual bizi yıllar boyunca kuru yapraklara baktırdıydı. İkinci dikkatimize ulaşmak için en iyi yöntem budur bence.
Nagual kuru yapraklara sabit bakmayla rüya görme sırasında ellerimize bakmayı birleştirdiydi. Ellerimi bulabilmem bir yıl, dünyayı durdurabilmem de dört yıl kadar aldıydı. Nagual, ikinci dikkatini kuru yapraklarla bir defa kapana kıstırdın mı, artık onu genişletmek için sabit bakmayı ve rüya görmeyi sürdürmenin gerekliliğini anlattıydı. İşte, sabit bakma konusu da bu kadar."
"Çok basit bir şeymiş gibi anlattın, Gorda."
"Tolteclerin yaptığı her şey pek basittir. Nagual, ikinci dikkatimizi kapana kıstırmak için yapmamız gereken tek şeyin çalışmak, gene çalışmak olduğunu söylediydi. Biz hepimiz kuru yapraklara sabit baka baka dünyayı durdurduk. Senle Eligio farklısınız. Sen kendin bunu erk bitkileriyle başardıydın, ama Nagual, Eligio’ya hangi yöntemi uygulamıştı, bilmiyorum. Bana hiç anlatmak istemediydi. Bana senden söz ettiydi zira bizim görevimiz aynı."
Notlarımda dünyayı durdurduğuma ilişkin ilk tam bilinçliğimi daha birkaç gün önce yazmış olduğumu anlattım la Gorda’ya. Güldü.
"Sen bizim hepimizden önce durdurdun dünyayı," dedi. "O erk bitkilerini kullandığın zaman ne yapmış oldun sence? Çünkü sen bizim gibi sabit bakma çalışması yapmadın hiç, fark burada."
"Nagual sizi sadece kuru yaprak yığınlarına mı baktırmıştı?"
"Rüya görücüler dünyayı durdurmayagörsünler, başka şeylere de bakabilirler öyle; en nihayet rüya görücüler kendi biçimlerini tamamıyla yitirdiklerinde, her şeye sabit bakabilirler. Ben mesela. Her bir şeye girebiliyorum. Nagual bize sabit bakmada belli bir düzen izlettiydi, ama.
"Önceleri küçük bitkilere baktıydık öyle. Nagual bizi küçük bitkilerin pek tehlikeli olduğu hususunda uyardıydı. Küçük bitkilerin erkleri konsantre durumdadır; çok yoğun bir ışık yayarlar ve rüya görenlerin onlara sabit baktıklarını hissederler; ışıklarını derhal devindirip o bakıcılara mızrak gibi saplarlar. Rüya görücüler sabit bakmak amacıyla bir tür bitki seçmek zorundadırlar.
"Daha sonra ağaçlara bakmaya başladıydık. Rüya görenlerin sabit baktıkları belli bir ağaç türü olmalıdır. Bu açıdan senle ben aynıyız; ikimiz de okaliptüs ağaçlarına bakıcılarız."
Yüzümdeki ifadeden bir sonraki sorumu tahmin etmiş olmalıydı.
"Nagual, onun dumanıyla ikinci dikkatin gayet kolay bir şekilde harekete geçirilebileceğini söylediydi," diye sürdürdü la Gorda. "Sen dikkatini defalarca Nagual’ın tuttuğu şey üzerinde, yani kargalara odakladıydın. O bana bir zamanlar senin ikinci dikkatini bir karga üzerinde mükemmel bir şekilde odaklamış olduğunu, öyle ki, karganın bir karga gibi uçup o civardaki tek okaliptüs ağacına konduğunu anlattıydı."
Yıllarca o deneyimim üzerinde düşünüp durmuştum. Bu olaya ilişkin, don Juan’ın davranışları manipüle etmedeki uzmanlığı bağlamında onun duman karışımının içerdiği ipnotizma durumu olmasından başka bir izah tarzı bulamıyordum. Don Juan benim içimdeki sezgisel bir boşalımdan, yani kargaya dönüşüp dünyayı bir karga gibi algılamaktan söz etmişti. Bunun sonucunda ben dünyayı, geçmiş deneyimlerimle asla mümkün olamayacak bir şekilde algılamıştım. La Gorda’nın açıklaması bir bakıma her şeyi basitleştirmişti.
La Gorda, sonra Nagual’ın onları devinen, canlı yaratıklara sabit baktırmış olduğunu söyledi. Bu amaç için en iyi yaratıkların küçük böcekler olduğunu söylemiş don Juan. Onların hareketliliği onları bakıcılar için zararsız kılarmış—yani, ışıklarını doğruca topraktan çeken bitkilerin tersine.
Bir sonraki adım ise kayalara sabit bakmakmış. La Gorda kayaların çok eski ve erk yüklü olduklarını, bitkilerin beyaz ışığının ve hareketli, canlı yaratıkların sarımtırak ışığının aksine kendilerine özgü yeşilimtırak bir ışık yaydıklarını anlattı. Kayalar, bakıcılara kolay kolay açılmazlarmış, ama bakıcıların sebat etmelerinde yarar varmış zira kayaların içlerinde, büyücülerin "rüya görmelerinde" onlara yardımcı olabilecek özel gizler saklıymış.
"Kayalar insana ne gibi şeyler açıklayabilirler?" diye sordum.
"Ben bir kayanın ta içine sabit baktığım zaman," dedi la Gorda, "o kayaya özgü özel bir koku alırım. Rüya görmem sırasında dolaştığım zamanlar, o kokular bana kılavuzluk ederler de nerede olduğumu anlarım."
La Gorda’ya göre, ağaç ve kayalara sabit bakmada günün hangi saati olduğunun büyük önemi varmış. Sabahleyin erken saatlerde, ağaçlar ve kayalar kaskatı ve ışıkları da soluk olurmuş. Öğle civarındaysa bütün bunlar en iyi durumlarına geçerlermiş ve bu saatlerce yapılan bakmayla insan onların ışığını ve erkini ödünç alabilirmiş. Öğleden epey sonra ve akşamın erken saatlerinde, ağaçlar ve kayalar sessiz ve hüzünlü olurlarmış, özellikle de ağaçlar. La Gorda o saatlerde ağaçların, onlara sabit bakanlara onların da sabit bakarak karşılık verdikleri duygusunu uyandırdıklarını da ekledi.
Sabit bakma düzenindeki ikinci bir dizi de çevrimsel görüngelere bakılması imiş: yağmur ve sis gibi. La Gorda sürdürerek bakıcıların ikinci dikkatlerini yağmurun kendisi üzerinde odaklayarak onunla birlikte hareket edebildiklerini, ya da arka plan üzerinde odaklayıp yağmuru bir tür büyüteç camı gibi kullanarak birtakım gizli nitelikleri ortaya çıkarabildiklerini de açıkladı. Erk yerleri ya da kaçınılacak yerler, yağmurun içinden sabit bakılarak belirlenebilirmiş. Erk yerleri sarımtırak, kaçınılacak yerler de koyu yeşil olurlarmış.
La Gorda bir bakıcı için sisin yeryüzündeki kuşkusuz en gizemli şey olduğunu ve onun da yağmur gibi aynı iki maksatla kullanılabileceğini anlattı. Ne var ki sis, insan biçimini yitirmiş olsa dahi kadınlara kolayca ram olmaz, onlar için erişilmez kalırmış. La Gorda bir defasında Nagual’ın onun bir sis tabakasının ucundaki yeşil pusu "görmesini" sağlamış ve ona bunun Nagual ile onun bulundukları dağda yaşayan bir sis bakıcısının sisle birlikte hareket eden ikinci dikkati olduğunu anlatmış olduğunu söyledi. Sisin artık orada bulunmayan nesnelerin hayaletlerini ortaya çıkarmakta kullanıldığını ve sis bakıcılarının gerçek marifetlerinin ikinci dikkatlerini bakmanın onlara ifşa ettiği herhangi bir şeye akmasına
izin vermek olduğunu da belirtti.
Ben de ona bir zamanlar ben don Juan’la birlikteyken bir bulut tabakasının oluşturduğu bir köprüyü gördüğümü anlattım. Köprünün belirginliği ve en ince ayrıntıları karşısında donup kaldığımı söyledim. Gerçekten de öte bir şeydi bu benim için. Sahne öyle gerçek ve canlıydı ki artık onu unutmama imkân yok. Don Juan bir gün benim o köprüden geçeceğimi söylemişti.
"Biliyorum o olayı," dedi la Gorda. "Nagual bana ileride bir gün senin ikinci dikkatin üzerinde yeterince hâkimiyet kurduğun zaman dikkatinle, tıpkı o dikkatle bir karga gibi uçtuğun gibi o köprüyü geçeceğini anlattıydı. Şayet sen bir büyücü olursaymışın, sisin içinde senin için bir köprü oluşacakmış ve sen o köprüyü geçip bu dünyadan ebediyen ayrılacakmışsın. Tıpkı kendisinin yaptığı gibi.
"O şekilde mi yok olup gitmişti o, bir köprüden geçerek mi?"
"Bir köprüden geçerek değil. Ama sen onunla Genaro’nun senin kendi gözlerinin önünde dünyaların arasındaki yarığa nasıl atladıklarına tanık olduydun. Nestor onları son kez gördüğünüzde yalnızca Genaro’nun elini elveda niyetine sallamış olduğunu söylediydi; Nagual yarığı açmakta olduğu için el sallamadıydı. Nagual bana ikinci dikkatin kendisini toparlamaya çağırıldığı zaman, gerekli tek şeyin kapıyı açma hareketi olduğunu söylediydi. Toltec rüya görücülerinin biçimsizliğe geçer geçmez ki sırları budur işte."
La Gorda’ya don Juan’la don Genaro’nun o yarıktan atlayışlarına ilişkin sormak istediklerim vardı. Ama elini hafifçe ağzıma değdirerek beni önledi.
Bir başka dizinin de uzaklığa ve bulutlara sabit bakmak olduğunu söyledi. Her ikisinde de, bakıcıların amacının ikinci dikkatlerinin baktıkları yere gitmesine izin vermeye çabalamak olduğunu açıkladı. Böylece, bulutların üzerinde uzun mesafelere ulaşabilmekteydiler. Buluta sabit bakma durumunda, Nagual onların fırtına bulutlarına bakmalarına kesinlikle izin vermezmiş. O marifeti sergilemezden önce onların biçimsiz olmaları gerektiğini söylermiş onlara ve sadece fırtına bulutlarına değil yıldırımlara da binemeyeceklerini vurgularmış.
La Gorda gülerek bana fırtına bulutlarına sabit bakma çılgınlığına kimin yelteneceğini sordu. Josefina’dan başka bir kimse gelmiyordu aklıma. La Gorda, Josefina’nın, Nagual ortada yokken fırtına bulutlarına hep sabit bakmayı denediğini söyledi, ta ki bir gün bir yıldırım az daha onu öldürene dek.
"Genaro bir yıldırım büyücüsüydü," diye sürdürdü la Gorda. "Onun ilk iki çömezini, Benigno ile Nestor’u, arkadaşı şimşek göstermişmiş ona. Bir gün mahremiyetlerine oldukça düşkün olan ve hiçbir yabancı ziyaretçiden hoşlanmayan Kızılderililerin yaşadığı çok uzak bir bölgedeki bitkilere bakmakta olduğunu söylediydi Genaro. Lâkin onlar Genaro’ya onların dillerini konuştuğundan dolayı, ona bölgelerine girme izni vermişlermiş. Genaro, yağmur yağmaya başladığı bir sırada kimi bitkileri toplamakla meşgulmüş. Çevrede birtakım evler varmış ama insanlar dostane davranmadıkları için Genaro onlarla pek görüşmezmiş; genç bir adamın bir sürü şeyi yüklemiş olduğu bisikletiyle yoldan kendisine doğru geldiğini görünce ordaki bir kovuğa sığınmak istemiş. Benigno’ymuş o gelen, kasabadan ordaki yerlilerle alışveriş yapmaya gelmekteymiş. Benigno’nun bisikleti çamura saplanmış da hemen oracıkta üstüne bir yıldırım düşmüş. Genaro onun öldüğünü sanmış. Evlerinden bakan insanlar bu olanı görünce dışarıya çıkmışlar. Yıldırım Benigno’yu fazlaca incitmemiş ama epey korkutmuş. Ancak bisikleti de mallarının çoğu da harap olmuşmuş. Genaro bir hafta kadar onunla kalıp onu iyileştirmiş.
"Handıysa aynı şey Nestor’un da başına gelmişti. O, Genaro’dan tıbbi bitkiler satın alırmış, sonra bir gün, bitkileri nereden topladığını görmek amacıyla Genaro’yu dağlara kadar takip etmiş ki artık ondan parayla satın almasın diye. Genaro inadına dağın en sarp yerlerine doğru tırmanmış; niyeti, Nestor’a yolunu kaybettirmekmiş. Yağmur yağmıyormuş ama habire şimşek çakıyormuş, sonra birden yere bir yıldırım düşmüş ve kupkuru yerde yılan gibi hızla ilerlemeye başlamış. Yıldırım gide gide tam da Nestor’un ayaklarının arasından geçip on metre ötedeki bir kayaya çarpmış.
"Genaro yıldırımın, Nestor’un bacaklarının iç yanlarını kavurduğunu anlattıydı. Taşakları şişmiş ve ağır şekilde hastalanmış. Genaro da onu o dağlık yerde bir hafta boyunca tedavi etmiş.
"Benigno ile Nestor iyileşene dek ikisi de Genaro’nun kancasına takılmışlarmış. Erkeklerin kancaya takılmaları gerektir. Kadınların buna ihtiyacı yok. Kadınlar her bir şeye serbestçe giderler. Onların hem erki hem de zaaflarıdır bu. Erkeklerin birisi tarafından çekilmesi, kadınların da zapt edilmesi gerekir."
La Gorda kıkırdayarak güldü ve kuşkusuz kendinde epey erkek yan bulunduğunu belirtti, zira kendisinin çekilmesi gerekmişmiş, benim de epey dişi yanım olmalıymış ki, öyle zapt edilmek zorunda kalmışım.
Son dizi olarak ateş, duman ve gölgeye öyle bakılırmış. La Gorda bir bakıcıya göre ateşin parlak değil siyah olduğunu, dumanın da hakeza öyle olduğunu belirtti. Öte yandan gölgeler hem parlak hem de renklerle ve devinimlerle donatılmış olurlarmış.
Ayrı tutulan iki şey daha varmış, yıldıza ve suya sabit bakma. Yıldızlara bakış, insan biçimlerini yitirmiş büyücüler tarafından uygulanırmış. La Gorda yıldızlara bakmada epey ilerlemiş olduğunu ancak suya, özellikle akarsulara bakmayı henüz kıvıramadığını söyledi; akar haldeki sulara bakma biçimlerini yitirmiş büyücüler tarafından ikinci dikkatlerini toplamak ve onu gitmek istedikleri herhangi bir yere nakletmek amacıyla kullanılırmış.
"Hepimiz sudan müthiş ürkeriz," diye sürdürdü la Gorda. "Bir nehir ikinci dikkati toplar ve onu uzaklara alır götürür ki artık onun durdurulması olanaksızdır. Nagual bana senin suya bakmayla ilgili başarılarından söz ettiydi. Ama o bana bir defasında senin sığı bir nehrin sularında handıysa un ufak olup gittiğini ve o yüzden şimdi senin artık banyolardan bile fellik fellik kaçayazdığını naklettiydi.
Don Juan birçok kez, beni duman çekme karışımının etkisine soktuktan sonra beni evinin arkasındaki bir sulama kanalındaki sulara baktırmıştı. İnanılmaz duyumlar hissetmiştim. Bir defasında kendimi yosunla kaplanmışçasına yemyeşil görmüştüm. Ondan sonra benim sudan uzak durmamı söylemişti don Juan.
"Benim ikinci dikkatimi incitmiş midir su acaba?" diye sordum.
"Elbet incitmiştir," diye yanıtladı beni la Gorda. "Düşkünlükte üstüne yoktur hani. Nagual seni sakınman için uyardıydı, ama sen tuttun akan sulardaki sınırının ötesine gittin. Nagual senin suyu herkesten daha ustaca kullanmış olabileceğini söylediydi, ama ılımlılık senin kaderin değilmiş."
La Gorda taburesini çekerek benimkine doğru yaklaştırdı.
"Sabit bakmaya ilişkin hepsi bu işte," dedi. "Ama sen gitmeden önce anlatacağım başka şeyler de var."
"Nasıl şeyler, Gorda?"
"En başta, daha bir şey demeden, senin ikinci dikkatini küçük kız kardeşler ve benim için toplaman gerek."
"Bunu yapabileceğimden emin değilim."
La Gorda ayağa kalktı ve eve girdi. Az sonra, ağ yapımında kullanılan doğal elyaftan yapılmış küçük, kaim, yuvarlak bir yastıkla döndü. Bir kelime söylemeksizin beni tekrar öndeki sundurmaya götürdü. O yastığı, sabit bakmayı öğrenirken rahat etmesi için kendisinin yapmış olduğunu söyledi—zira, sabit bakma sırasında berenin duruş şekli büyük önem taşıyormuş. İnsanın yerde yapraklardan oluşan bir şilte ya da doğal elyaftan yapılan bir yastık üzerinde oturması gerekirmiş. Sırtın bir ağaca, bir kütüğe ya da düzce bir kayaya dayanarak desteklenmesi de şartmış. Bedenin tamamıyla gevşemesi elzemmiş. Yorulmalarını önlemek amacıyla, gözlerin hiçbir nesne üzerinde odaklanmaması gerekiyormuş. Bakış ise bakılmakta olan nesnenin gayet yavaş bir şekilde, başı hareket ettirmeksizin saatin tersi doğrultusunda taranmasından ibaretmiş. La Gorda, sırtlarını dayayabilmeleri için Nagual’ın onlara o kaim direkleri diktirdiğini de ekledi.
Sonra yastığına oturmamı ve sırtımı ordaki direklerden birine yaslamamı istedi. Nagual’ın karşı vadinin yuvarlak tepelerindeki bir erk noktasına bakmam için bana kılavuzluk yapacağını söyledi. O noktaya bakarak, ikinci dikkatimi toplamak için gerekli enerjiyi toplayacağımı umduğunu belirtti.
Sol yanıma iyice sokularak bana yönergeler vermeye başladı. Nerdeyse fısıltı halinde, gözkapaklarımı yarı aralanmış durumda tutarak koskoca iki yuvarlak tepenin birleştiği yere bakmamı söyledi. Orada dar, sarp bir dere yatağı vardı. La Gorda bu yaptığım bakışta dört ayrı edim bulunduğunu anlattı. Birincisi, şapkamın kenarını güneşin aşırı parıltısını gölgeleyerek ve gözüme asgari ışığın ulaşmasını sağlayacak şekilde kullanmakmış; sonra gözlerimi yarı aralamakmış; üçüncü adım gözkapaklarımın aralığını sabit tutarak ışık akışını sabit olarak sürdürmekmiş; dördüncü adım ise dere yatağını arka plan üzerinde kirpiklerimdeki ışık telciklerinin oluşturduğu ağın içinden ayırt etmekmiş.
Başlangıçta yönergeleri takip edemiyordum. Güneş ufukta epey yükselmiş olduğundan, başımı arkaya doğur tutmam gerekiyordu. Şapkamı öne doğru çekerek siperiyle parıltıyı epeyce önleyebilmiştim. Yapılacak başka bir şey yoktu herhalde. Ben gözlerimi kısar kısmaz, şapkamın kenarından geliyora benzeyen bir ışık parçacığı, bir filtre işlevi yapan ve bir ışık ağı oluşturan kirpiklerimde adeta patladı. Gözkapaklarımı yarı aralık tutarak, arka planda dere yatağının koyu renkli, dikey hatlarını ayırt edene dek o ışık ağıyla bir an oynamaya başladım.
La Gorda o zaman bana, çok koyu kahverengi bir leke görünceye kadar dere yatağının orta kısmına bakmamı söyledi. La Gorda bunun dere yatağındaki, bakan gözler için değil de sadece "gören" gözler için, bir delik olduğunu söyledi. O lekeyi ayırt eder etmez, beni kendisine çekmesin diye kendimi denetim altında tutmam gerektiği uyarısında bulundu. Yapmam gereken şey, onun üzerine zum yaparak onun içine öyle bakmakmış. La Gorda, deliği bulur bulmaz ona bildirmek amacıyla omzumu onunkine bastırmamı önerdi. Sonra yan yan kayarak yamacıma bitişti.

Cvp: BÖLÜM 6 - İKİNCİ DİKKAT

Bir an dört edimi koordine ederek sürdürmek için bocaladım, sonra birden dere yatağının ortasında koyu renkli bir leke şekillendi. Ansızın onu alışmış olduğum biçimde görmediğimi kavradım. O koyu renkli leke daha ziyade bir izlenim, bir tür görsel bozulmaydı. Denetimimi yitirmeye başladığım an leke yok oluverdi. Dört edimi denetim altında tuttuğum sürece ancak benim sezgi alanıma giriyordu o. Don Juan’ın bana sayısız kereler benzer bir çalışma yaptırmış olduğunu anımsadım. Küçük bir kumaş parçasını, dağlardaki arka planı dere yatakları ve yamaçlarla kaplı olan belirli bir jeolojik oluşumla bir hizaya gelecek şekilde bir çalılığın alçak dallarından birine asarak sık sık uygulattığı bir alıştırma vardı. Don Juan beni o kumaş parçasından otuz metre kadar uzakta oturtur ve o kumaş parçasının asılı olduğu çalılığın alçak dalları arasından baktırarak bunun bende özel bir sezgisel etki yaratmasını sağlardı. Söz konusu jeolojik oluşumdan hep bir parça daha koyu renkte olan, bakmakta olduğum o kumaş parçası, önceleri o oluşumun bir parçası gibi görünürdü. Burada amaç benim sezgimin onu çözümlemeye çalışmaksızın onunla oynamasıydı. Yargıda bulunmayı kesemediğimden ötürü her defasında başarısız kalmıştım ve zihnim de sürekli olarak hayali algılamalarıma ilişkin birtakım ussal kurgulara saplanıp kalmıştı.
Bu defa kurgulara, yorumlara gereksinme duymamıştım. La Gorda, don Juan’ın muhakkak olduğu gibi bilinçaltımdan kavgalaşmamı icap ettirici buyurgan bir insan değildi.
Sezgi alanımdaki koyu renkli leke giderek nerdeyse kapkara olmuştu. La Gorda’nın omzuna dayanarak ona bildirmek istedim. La Gorda kulağıma fısıldayarak gözkapaklarımı oldukları durumda muhafaza etmemi ve karnımdan sakince solumamı söyledi. Lekenin beni çekmesine izin vermemeli, ama ağır ağır ona doğru gitmeliymişim. Kaçınılması gereken şey deliğin büyümesine ve ansızın beni yutuvermesine izin vermekmiş. Şayet bunu önleyemez isem, derhal gözlerimi açmalıymışım.
La Gorda’nın dediği şekilde nefes alıp vermeye koyuldum ve böylece gözkapaklarımı uygun bir açıklıkta sabit olarak tutabildim.
O durumda uzun bir süre kaldım. Sonra normal şekilde solumaya başladığımı ve bunun o koyu renkli lekeyi algılayışımı bozmadığını bulguladım. Ne var, birden leke devinmeye, zonklamaya, ve ben daha soluk alış verişimi tekrar dinginleştirmeye fırsat bulamadan, kara leke öne doğru hareket ederek beni içine aldı. Çılgına dönerek gözlerimi açtım.
La Gorda uzağa sabit bakma alıştırması yapmakta olduğumuzu onun için önermiş olduğu biçimde soluk alıp vermem gerektiğini söyledi. Alıştırmaya tekrar başlamamda diretti. Nagual'ın, o noktaya bakarak ikinci dikkatlerini toplayabilmeleri amacıyla her defasında onları bütün gün boyunca oturtmuş olduğunu anlattı. Nagual onları sık sık, o leke tarafından yutulmanın tehlikelerini hatırlatarak uyarmış, zira o sırada beden çok zarar görürmüş.
La Gorda’nın arzuladığı biçimde davranabilmem bir saat kadar almıştı. O kahverengi lekenin üzerine zumlanıp onun içine dikkatle bakabildiğim zaman algı alanım içindeki leke ansızın ışıklanıveriyordu. İçimdeki bir şeyin imkânsız bir edimde bulunduğunu giderek daha açık bir şekilde kavradım. Gerçekten de o lekeye doğru yaklaşmakta olduğumu duyumsuyordum; böylece, onun netleştiği izlenimini ediniyordum. Sonra ona öylesine yaklaşmıştım ki, üzerindeki kayalar ve bitkiler gibi ayrıntıları ayrımsayabilmiştim. Hatta daha da yaklaşıp ordaki kayalardan birinin üzerindeki tuhaf bir oluşuma dahi bakabilmiştim. Kabaca yontulmuş bir sandalyeye benziyordu. Çok hoşuma gitmişti bu; öbür kayalar ona nazaran daha donuk ve daha az ilginç görünüyorlardı.
Ona ne kadar sabit baktığımı bilmiyorum. Kayanın her bir ayrıntısına odaklanabiliyordum. Bu sonu gelmez bir şeydi ve kendimi ilelebet onun ayrıntıları içinde yitirebilirmişim gibi gelmekteydi. Ne var ki, bir şey onu görmemi engelledi; kayanın üzerinde başka bir tuhaf imge belirdi, sonra bir başkası ve gene bir başkası. Araya giren bu imgeler keyfimi kaçırmıştı. Tam o esnada la Gorda’nın arkamdan başımı bir sağa bir sola doğru devindirdiğini fark etmiştim. Birkaç saniye içinde sabit bakmadaki konsantrasyonum tamamıyla bozulmuştu.
La Gorda gülerek Nagual’ı niçin o denli aşırı bir şekilde tasalandırmış olduğumu anladığını söyledi. O da haddinden fazla düşkünlük gösterdiğimi kendi gözleriyle görmüştü. Yanımdaki direğe dayanarak oturdu ve kendisiyle küçük kız kardeşlerin Nagual’ın erk yerine sabit bakacaklarını söyledi. Ardından keskin bir kuş çığlığı attı. Bir süre sonra küçük kız kardeşler evden çıkarak onunla sabit bakmak için yanımıza oturdular.

Onların sabit bakmadaki uzlukları aşikârdı. Bedenleri yabansı bir bükülmezliğe büründü. Hiç soluk almıyor gibiydiler. Onların hareketsizliği bulaşıcıydı ki bir süre sonra bende kendimi onlar gibi gözlerim yarı aralık tepelere bakarken buldum.
Sabit bakma gerçekten gözlerimi kimi gerçeklere açmıştı. Sabit bakmayı uygularken, don Juan’ın kimi önemli öğretilerini de işin içine katıyordum. La Gorda bu görevi oldukça belirsiz bir tarzda tanımlamıştı. "Onun üzerine zum yaparak" deyişi bir işlevin tanımından ziyade bir buyruğa benziyorduysa da, bir temel gereksinme yerine getirildiği takdirde gene de bir tanım sayılırdı; don Juan o gereksinmeye içsel söyleşinin durdurulması adını vermekteydi. La Gorda’nın sabit bakmaya ilişkin ifadelerinden, don Juan’ın onlara sabit bakmayı uygulatmada amaçladığı etkinin onlara içsel söyleşilerini kesmeyi öğretmek olduğu aşikârdı. La Gorda bunu "düşüncelerin dinginleştirilmesi" şeklinde ifade etmişti. Don Juan bana bu aynı şeye ulaşmayı öğretmişti, ama bunu yaparken karşıt bir yöntem izlemişti; sabit bakıcıların yaptıkları gibi bakışlarımı odaklamak yerine, gözlerimi açmayı ve bilinçliliğimi hiçbir şey üzerinde odaklamayarak doldurmayı öğretmişti. Gözlerimi hiçbir şey üzerinde odaklamaksızın ufuk çizgisinin hemen üzerinde tutarken, önümde 180 derecelik bir erim içindeki her şeyi ayırt etmek ya da hissetmek zorundaydım.
Benim için sabit bakma çok zor bir işti, zira benim öğrendiğim şeyin tersini gerektirmekteydi. Ben sabit bakmaya çalıştıkça, eğilimim hep açılmak şeklinde olmaktaydı. Oysa o eğilimi denetim altında tutmak için harcadığım çaba düşüncelerimi unutmama yol açmaktaydı. İçsel söyleşilerimi keser kesmez de, la Gorda’nın tanımladığı biçimde sabit bakmak zor gelmiyordu.
Don Juan her fırsatta büyücülüğün temel özelliğinin içsel söyleşilerin durdurulması olduğunu söylerdi. La Gorda’nın iki dikkat alanına ilişkin bana yaptığı açıklamalar açısından, içsel söyleşilerin durdurulması, tonal dikkatinin kesilmesi ediminin gayet isabetli bir tanımlama biçimi olmaktaydı.
Don Juan da içsel söyleşilerimizi durdurduğumuz takdirde dünyayı da durdurmuş olacağımızı söylemişti. Bu da, ikinci dikkatimizi odaklama hayret verici sürecinin gayet isabetli bir tanımlaması olmaktaydı. Don Juan içimizdeki bir yanımızın ondan korktuğumuz için her daim kilitli olarak tutulmakta olduğunu ve ussallığımızın o yanımızı deli bir akrabamız gibi bir mahzende kilitli tuttuğunu söylemişti. La Gorda’nın diliyle, o yanımız bizim ikinci dikkatimizdi, ve sonunda bir şey üzerinde odaklanabildiği zaman, dünya duruyordu. Bizler, sıradan insanlar olarak, sadece tonal dikkatini
bilmekteyizdir; o dikkatin kesilmesi halinde dünyanın gerçekten durduğunu ileri sürmek pek mantıksız bir şey değildir. Zira o zaman dünya gerçekten durmak zorundadır. Vahşi, terbiye edilmemiş ikinci dikkatimizin odaklanması kuşkusuz dehşet vericidir. Don Juan o deli akrabanın üzerimize çullanmasını önlemek için tek çare sonu gelmez içsel söyleşileri kendimize kalkan etmektir derken çok haklıydı.
La Gorda ile küçük kız kardeşler belki de otuz dakikalık sabit bakmadan sonra ayağa kalktılar. La Gorda başıyla onları izlememi imledi. Hepsi birden mutfağa girdiler. La Gorda oturmam için bir tabureyi gösterdi. Kendisinin Genaroları karşılamak ve onları eve getirmek için yola çıkacağını söyledi. Sokak kapısından çıkarak gitti.
Küçük kız kardeşler etrafımı sararak oturdular. Lidia, ona sormak istediğim her şeyi yanıtlayabileceğini söyledi. Ben de ona, don Juan’ın erk noktasına sabit bakmayı nasıl yaptığını sordum, ama ne dediğimi anlayamadı.
"Ben bir uzaklar ve gölgeler bakıcısıyım," dedi. "Ben bakıcı olduktan sonra Nagual beni sil baştan başlattı ve bu defa yaprakların, bitkilerin, ağaçların ve kayaların gölgelerine bakmamı istedi. Şu anda artık hiçbir şeye bakmıyorum; sadece onların gölgelerine bakıyorum. Işık namına bir şey olmasa bile, gölge vardır gene; geceleri bile gölge mevcuttur. Ben bir gölge bakıcısı olduğumdan, aynı zamanda bir uzak bakıcısıyım da. Uzaktaki gölgelere bile sabit bakabilirim ben.
"Sabahleyin erken saatlerde gölgeler çok bir şey anlatmaz. Gölgelerin istirahat zamanıdır çünkü. Onun için günün erken saatlerinde gölgelere sabit bakılması bir fayda sağlamaz. Sabahleyin saat altıda gölgeler uyanırlar ve en iyi durumlarına öğleden sonra saat beşte ulaşırlar. O zaman artık iyice uyanmışlardır."
"Gölgeler ne anlatır sana?"
"Bilmek istediğim her şeyi. Sıcaklıkları, soğuklukları, olduğundan ya da devindiklerinden ya da ne bileyim, renkli olduklarından dolayı her bir şeyi söylerler bana. Gerçi henüz renklerin ve sıcakla soğuğun anlattığı her şeyi bilecek aşamaya erişemedim. Nagual onları kendim öğreneyim istiyor."
"Nasıl öğreniyorsun?"
"Rüya görme sırasında. Rüya görücülerin rüya görmeleri için sabit bakmaları, sonra da sabit bakma sırasında rüyalarını aramaları şarttır. Örneğin, Nagual beni kayaların gölgelerine sabit baktırırdı, sonra rüya görme sırasında o gölgelerin aydınlık olduklarını görürdüm, böylece ondan sonra da bulana dek gölgelerin içinde aydınlığı arardım. Sabit bakmayla rüya görme birlikte yürütülür. Gölgeleri rüya görmede bulabilmem için uzun süre gölgelere sabit bakmam gerektiydi. Sonra da, ikisini birleştirebilmem ve rüya görme sırasında görmüş olduğum şeyi gölgelerin içinde gerçekten görebilmem için gene uzun süre rüya görme ve sabit bakma çalışması yapmam gerekti. Anlıyor musun? Her birimiz aynı şeyi yapıyor. Rosa’nın rüya görmesi ağaçlarla ilgili, zira o bir ağaç bakıcısı; Josefina’nınkiyse bulutlarla ilgili zira bir bulut bakıcısı o. Onlar, rüya görme sırasında eşleştirene dek ağaçlara ve bulutlara bakarlar."
Rosa ile Josefina onaylarcasına başlarını salladılar.
"Ya la Gorda ne yapar?" diye sordum.
"Pirelere bakar o," dedi Rosa, sonra hep birlikte güldüler.
"La Gorda pireler onu ısırsın istemez hiç," diye açıkladı Lidia. "O biçimsiz olduğundan her şeye sabit bakabilir, ama bir yağmur bakıcısıydı eskiden."
"Ya Pablito neye bakar?"
"Kadınların apış aralarına bakar," diye yanıt verdi Rosa yüzü tamamıyla ifadesiz.
Hepsi güldüler. Rosa sırtıma bir tokat aşk etti.
"Sanırım sırf senin ortağın olduğu için sana çekmiş adamcağız," dedi.
Bir yandan gülüyorlar bir yandan da masayı yumruklayarak ayaklarıyla tabureleri sallıyorlardı.
"Pablito bir kaya bakıcısı," dedi Lidia. "Nestor yağmur ve bitki bakıcısı, Benigno ise bir uzak bakıcısı. Ama bana artık bakma konusundan söz etme, zira sana biraz daha anlatırsam erkimi merkimi yitiririm."
"Ya la Gorda nasıl anlatabiliyor bana her şeyi?"
"La Gorda biçimini yitirmiş de ondan," diye yanıt verdi Lidia. "Ben de kendi biçimimi yitirince inan ki her bir şeyi anlatacağım sana. Ama o zaman da sen dinlemek istemeyeceksin. Şimdi merak ediyorsun zira sen de bizim gibi salaksın. Biçimimizi yitirdiğimiz gün salaklığımız da son bulacak."
"Bütün bunları bildiğin halde niçin bu kadar çok soru soruyorsun?" diye Rosa sordu.
"O da bizim gibi de ondan," dedi Lidia. "Gerçek bir nagual değil o. Hâlâ bir adam."
Sonra dönüp bana baktı. Bir an için yüzünde bir katılık sezdim, bakışları delici ve soğuktu, ama benimle konuştukça ifadesi yumuşadı.
"Senle Pablito ortaksınız," dedi. Onu gerçekten seviyorsun, değil mi?"
Onu yanıtlamadan önce bir an düşündüm. Pablito’ya itimadımın tam olduğunu söyledim ona. Adını koyamamama rağmen kendimi ona çok yakın hissettiğimi anlattım.
"Onu çok sevdiğin için adamın ahlâkını bozdun sen," dedi sesinde suçlayıcı bir titremle. "Senin atladığın o dağ tepesinde, o kendi başına ikinci dikkatine ulaşmaktaydı ama sen onu seninle atlamaya zorladın."
"Sadece kolunu tuttuydum ben," diye karşı çıktım.
"Bir büyücü bir başka büyücünün kolunu tutmaz," dedi Lidia. "Her birimiz kendimize yeteriz de artarız bile. Bizim üçümüzün yardımına ihtiyacın yok senin. Sadece, görebilen ve biçimsiz bir büyücü yardım edebilir. Sizin atladığınız o dağ tepesinde senin önce atlaman gerekiyordu. Oysa Pablito sana bağlanmış durumda. Sanırım sen bize de aynı şekilde yardım etmeye niyet etmiştin. Tanrım, seni düşündükçe daha da düşüyorsun gözümden."
Rosa ile Josefina mırıldanarak ona katıldıklarını belirttiler. Rosa ayağa kalktı ve öfkeli gözlerle karşımda durdu. Onlarla ne yapmaya niyet ettiğimi bilmek istediğini söyledi. Ben de pek yakında ordan ayrılmaya niyetli olduğumu söyledim. Bu son sözüm onları sarsmışa benziyordu. Hepsi birden konuşmaya başladılar. Lidia’nın sesi ötekilerinkileri bastırmaktaydı. Ayrılma vaktinin bir gece önce olduğunu, benim kalmaya karar verdiğim anı lanetle andığını söylemekteydi. Josefina bana hitaben ağza alınmaz küfürler sarf ediyordu.
Birden ürperdim ve ayağa kalkarak benim olmayan bir sesle bağırarak onları sükûnete davet ettim. Dehşet içinde bana bakıyorlardı. Heyecansız görünmeye gayret ettim ama onları ürküttüğüm kadar kendimi de ürkütmüş olmalıydım.
O anda la Gorda, ön odada saklanarak kavga çıkarmamızı bekliyormuşçasma mutfaktan çıkageldi. Bizi birbirimizin ağına düşmememiz için uyarmış olduğunu söyledi. Sanki biz çocuklarmışçasına bizi azarlaması epey güldürdü beni. Birbirimize saygı göstermemiz gerektiğini, savaşçılar arasında saygının en hassas bir konu olduğunu söyledi. Küçük kız kardeşler kendi aralarında bir savaşçı gibi davranmayı bilmekteymişler, Genarolar da kendi aralarında öyle davranmaktaymışlar, ama ben onların grubuna katıldığım zaman, hepsi de savaşçı bilgilerini unutup ahmaklar gibi davranmaktaymışlar.
Yerlerimize oturduk. La Gorda yanıma oturdu. Kısa bir sessizlikten sonra Lidia benim onlara Pablito’ya yapmış olduğum şeyin aynısını yapacağımdan korktuğunu söyledi. La Gorda gülerek benim kimseye o şekilde yardım etmeme izin vermeyeceğini bildirdi. Ben de ona Pablito’ya yapmış olduğum şeyde ne yanlışlık olduğunu anlayamadığımı söyledim. Yapmış olduğum şeyin bilincinde değildim, zaten Nestor bana anlatmış olmasaydı, Pablito’yu kolundan tutmuş olduğumu asla bilmeyecektim. Hatta acaba Nestor olayı bir parça abartmış mıdır, ya da bir hata mı yapmıştır diye bile düşünüyordum.
La Gorda Tanığın öyle aptalca bir hata yapmayacağı gibi abartma mabartma da yapmayacağını, Tanığın aralarındaki en yetkin savaşçı olduğunu söyledi.
"Büyücüler birbirlerine, senin Pablito’ya ettiğin gibi yardım etmezler," diye sürdürdü. "Sen sokaktaki bir adam gibi davrandın. Nagual hepimize savaşçı olmayı öğrettiydi. Bir savaşçının kimseye şefkat duymayacağını söylediydi. Nagual’a göre, birisine karşı şefkat duyulması, o kimsenin senin gibi olmasını istemekle, onu kendi yerine koymakla eşanlamlıydı, sen de işte bu amaçla ona yardım ettiydin. Sen bunu Pablito’ya yaptın. Bir savaşçı için bu dünyada en zor şey onun başkalarının işine karışmamasıdır. Ben öyle şişmanken Lidia ile Josefina yeterince yemek yemiyorlardı. Ben de onlar hastalanacaklar, gıdasızlıktan ölecekler diye korkuyordum. Onların kilo almaları için elimden geleni yapıyordum ve bunu da onlara iyilik olsun diye yaptığıma inanıyordum. Bir savaşçının kusursuzluğu başkalarının kendi başlarına karar verip onları istedikleri gibi olmakta serbest bırakmaktır."
"Ama ya onlar kusursuz savaşçılar değillerse?"
"O takdirde sen kendin kusursuz olacaksın ve bir kelime dahi söylemeyeceksin," diye yanıt verdi la Gorda. "Nagual, sadece görebilen ve biçimsiz bir büyücünün bir kimseye yardım etme durumunda olabileceğini söylerdi. İşte o nedenle bize yardım etti ve bizi şimdiki konumumuza getirdi. Sokak sokak dolaşıp rastladığın her kimseye yardım edebileceğini düşünmüyorsun herhalde, he?"

Don Juan’ın zaten beni, başkalarına hiçbir şekilde yardım edemeyeceğim şeklindeki içinden çıkılmaz durumla karşı karşıya getirmişliği vardı. Gerçekten de, onun anlayışına göre, bizim tüm yardım etme çabalarımız salt kendi çıkarlarımızca güdümlenen keyfi bir edimdi.
Bir gün don Juan’la kentteydim, kaldırımın ortasındaki bir salyangozu aldım ve kimi bitkilerin arasına güvenli bir şekilde gizledim. Onu kaldırımın ortasında bırakmış olsaydım, eminim ki er geç insanlar onu ezip geçeceklerdi. Onu emin bir yere kaldırarak onu kurtardığımı düşünmüştüm.
Don Juan, iki önemli olasılığı hesaba katmamış olduğumdan dolayı bu faraziyemin geçersiz olduğunu söyledi. Birincisi, salyangozun, onu arasına koyduğum bitkinin zehirli yapraklarından dolayı kesin bir ölümden kurtulmuş olabileceği, İkincisi de salyangozun kaldırımı kendi başına geçebilecek denli kişisel erke sahip olduğu olasılığıydı. Ben araya girerek salygangozu kurtarmış olmuyor, tersine, onun zorluk larla kazanmış olduğu bir şeyi yitirmesine neden oluyordum.
Bunun üzerine ben salyangozu alıp tekrar, bulduğum yere koymak istedim, ama don Juan buna izin vermedi. Bir sersem kafanın onun yolunu değiştirmiş ve onun yaşamının akışını değiştirmiş olmasının salyangozun kaderi olduğunu söyledi. Onu, koymuş olduğum yerde bırakırsam, gitmek istediği yere gidebilmeye yeterli erki yeniden toplayabilmesi mümkünmüş.
Onun ne demek istediğini anladığımı düşünmüştüm. Aşikâr ki onun söylediklerine sadece sığ bir şekilde katılmıştım. Benim için en zor şey başkalarının kendi bildiklerince yaşamalarına izin vermekti.
Onlara bu öykümü anlattım. La Gorda sırtımı tıpışladı.
"Hepimiz fena durumdayız zaten," dedi. "Beşimiz de anlamak istemeyen boktan kişileriz. Ben çirkin yanlarımın çoğundan kurtulduydum, ama henüz hepsinden değil. Çok yavaş ilerliyoruz, Genarolara kıyasla kasvetli ve baskıcıyız. Genaroların hepsi de tıpkı Genaro gibiler; onların boktan yanları iyice azalmış."
Küçük kız kardeşler onaylarcasına başlarını salladılar.
"En çikrinimiz de sensin," dedi Lidia bana dönerek. "Sana kıyasla o kadar kötü sayılmayız biz."
La Gorda kıkırdayarak gülerken bacağıma dokundu—Lidia’nın fikrine katılmamı istiyor gibiydi. Ben de öyle yaptım, hepsi de çocuklar gibi güldüler.
Uzun bir süre sessiz kaldık.
"Sana söylemek zorunda olduğum şeylerin sonuna geliyorum," dedi la Gorda ansızın.
Sonra hepimizi ayağa kaldırdı. Bana Toltec savaşçısının erk duruşunu göstereceklerini söyledi. Lidia benim sağımda yüzü bana dönük durdu. Sağ eliyle, aya ayaya gelecek şekil de elimi kavradı, ama parmaklarımızı birbirlerine kenetlememiştik. Sonra kolumu sol koluyla dirseğimin hemen üze rinden kancalayarak beni göğsüne bastırıp sıkıca tuttu. Josefina aynı şeyleri sol tarafımdan yaptı. Rosa benimle yüz yüze durarak kollarını koltuk altlarımdan geçirdi ve elleriyle omuzlarımı kavradı. La Gorda arkamdan yanaşarak kollarıyla belimi sardı ve ellerini göbeğimin üzerinde kenetledi.
Hepimiz aşağı yukarı aynı boyda olduğumuzdan başlarını benimkine bastırabiliyorlardı. La Gorda sol kulağımın ardından gayet yumuşak ama hepimizin onu işitebilecği kadar yüksek bir sesle konuşmaktaydı. Hiç kimse ya da hiçbir şey bizi dürtmeksizin ikinci dikkatimizi Nagual’ın erk yerine koymaya çalışacağımızı söyledi. Bu defa bize yardımcı olacak herhangi bir öğretmen, bizi mahmuzlayacak herhangi bir dost olmayacakmış. Biz oraya sırf istencimizin gücüyle gidiyormuşuz.
Ne yapmam gerektiğini ona sormak için engelleyemediğim bir istek duydum. La Gorda bana ikinci dikkatimi sabit bakmış olduğum şeyin üzerinde odaklamam gerektiğini söyledi.
İçinde bulunduğumuz bu özel düzenin bir Toltec erk duruşu olduğunu açıkladı. O anda ben dünyanın dört bucağının merkezindeki bağlayıcı güçtüm. Lidia doğu, yani Toltec savaşçısının sağ elinde tuttuğu silahtı; Rosa kuzey, yani savaşçının önüne koşulmuş kalkandı; Josefina batı, yani savaşçının sol elinde tuttuğu peri tuzağıydı; la Gorda ise güney, yani savaşçının içinde erk nesnelerini sakladığı sırtındaki sepetti. La Gorda her savaşçının doğal duruşunun kuzeye dönük olarak durmak olduğunu söyledi. Zira sağ elindeki silahını doğuya doğru tutması gerekiyormuş. Ne var ki bizim yüzümüzü döneceğimiz yön, hafifçe doğuya dönük olarak güneşmiş; bu nedenle, Nagual’ın gerçekleştirmemiz amacıyla bize bırakmış olduğu erk edimi, yön değiştirmekten ibaretmiş.
La Gorda, Nagual’ın bize yapmış olduğu ilk şeylerden birisinin gözlerimizi güneydoğuya bakacak şekilde çevirmek olduğunu bana hatırlattı. O sırada girişeceğimiz işi başarabilmemiz için bizim ikinci dikkatimizi ayartma yöntemiydi bu onun. Bunu başarabilmenin iki yöntemi vardı. Birincisi, hepimizin, beni eksen olarak kullanıp yüzümüzü güneye dönük olarak tutmak için dönmemiz ve bunu yaparken her birisinin temel değer ve işlevinin de değiştirilmesiydi. Lidia batı olacaktı, Josefina doğu, Rosa güney, la Gorda ise kuzey olacaktı. Öbür yöntem ise, dördümüzün yönümüzü değiştirerek güneye bakacak şekilde durmamız ama bunu dönmeksizin gerçekleştirmemizdi. Bu erkin yöntemiydi ki ikinci yüzümüzü takınmamızı gerektiriyordu.
La Gorda’ya, ikinci yüzümün ne olduğunu anlamadığımı söyledim. O da bana Nagual’ın ona her birimizin ikinci dikkatini birlikte sarıp sarmalamaya çalışmasını buyurmuş olduğunu, zira her Toltec savaşçısının iki karşıt yöne dönük iki yüze sahip olduğunu anlattı. İkinci yüz, ikinci dikkatmiş.
La Gorda ansızın tutuşunu gevşetti. Öbürleri de aynı şeyi yaptılar. La Gorda tekrar oturdu ve benim de yanına oturmamı istedi. Küçük kız kardeşler ayakta durmaktaydılar. La Gorda anlamadığım bir şey var mı diye sordu. Her şeyi anlıyordum ama aynı zamanda anlamadığım şeyler de vardı. Ben la Gorda’ya soracağım bir soruyu zihnimde daha hazırlamadan önce, o atılarak Nagual’ın onun bana anlatmasını istediği şeylerin sonuncularından birinin de, ikinci dikkatimi onlarınkiyle birleştirerek yönümü değiştirmem ve arkamda olup bitenleri görebilmek amacıyla erk yüzümü takınmam gereği olduğunu söyledi.
La Gorda ayağa kalktı ve onu izlememi istedi. Beni odalarının kapısına kadar götürdü. Beni hafifçe iterek odaya soktu. Eşikten içeriye girer girmez, Lidia, Rosa, Josefina ve la Gorda, bu sırayla yanıma geldiler, ardından da Gorda kapıyı kapadı.
Oda çok karanlıktı. Pencereye benzer bir şey göremiyordum. La Gorda kolumu kavrayarak beni odanın merkezi olduğunu düşündüğüm bir noktaya getirdi. Hepsi de çevremi sarmışlardı. Onları hiç göremiyordum; sadece dört bir yanımda durduklarını hissedebiliyordum.
Bir süre sonra gözlerim karanlığa alıştı. Odanın tahta perdelerle kaplı iki penceresi olduğunu görebildim. Tahtaların aralıklarından azıcık ışık sızmaktaydı, o nedenle herkesi ayırt edebiliyordum. Sonra hepsi birden beni az önceki gibi tuttular ve mükemmel bir eşzamanlılıkla başlarını benimkine dayadılar. Sıcak nefeslerini her yandan hissedebiliyordum. Sabit bakmamın imgesini toparlayabilmek amacıyla gözlerimi kapadım. Ama yapamadım. Çok yorulmuştum, uyumak istiyordum. Gözlerim fena halde kaşınıyordu; gözlerimi ovuşturmak istedim, ne var, Lidia ile Josefina kollarımı sımsıkı tuttular.

Cvp: BÖLÜM 6 - İKİNCİ DİKKAT

O durumda uzun bir süre kaldık. Yorgunluğum dayanılmaz bir hale gelmişti, sonunda yığılıp kaldım. Artık dizlerimin tutmadığını sanıyordum. Yere yıkılacağım ve oracıkta uyuyup kalacağım beklentisindeydim. Ama zemin memin yoktu ortada. Gerçekten de ayaklarımın basacağı bir yer bulunmuyordu. Bunu keşfettiğim zamanki korkum öyle yoğundu ki bir anda apayık uyanıverdim; oysa korkumdan da büyük bir güç beni o uyku haline geri itmişti. Kendimi bıraktım. Onlarla birlikte bir balon gibi havada salınıyorduk. Sanki ben uyumuştum da rüya görmekteydim ve o rüyada birtakım bağmtısız imgeler görüyordum. Biz artık onların odasının karanlığında değildik. Her yanımız öyle ışıklıydı ki gözlerim kamaştı. Zaman zaman Rosa’nın benimkine dayalı yüzünü görebiliyordum; Lidia ile Josefina’nınkileri de gözucuyla görüyordum. Kulaklarıma sıkıca bastırdıkları alınlarını hissedebiliyordum. Ardından imgeler değişiyordu ve yüzümün karşısında la Gorda’nın yüzünü görmeye başlıyordum. Bu duruma ulaşır ulaşmaz la Gorda ağzını ağzıma dayıyor ve soluyordu. Bundan hiç hoşlanmamıştım. İçimdeki bir güç dışarıya fırlamaya çabalıyordu. Dehşete kapılmışıtım. Hepsini itip kendimden uzaklaştırmak istedim. Ne kadar uğraştıysam da bana daha da sıkı yapıştılar. Bunu, la Gorda’nın beni aldattığı ve sonunda beni bir ölüm tuzağına sürüklemiş olduğu biçiminde yorumladım. Ama öbürlerinin aksine la Gorda kusursuz bir oyuncu olmuştu. Bana kusursuz bir oyun oynamış olabileceği düşüncesi içimi rahatlattı. Bir noktada artık mücadeleyi sürdürmekten vazgeçtim. İyice yaklaştığına inandığım kendi ölüm anımı merak etmeye başladım ve kendimi bırakıverdim. O anda benzersiz bir sevinç duygusuna, ölümümün kendisi olmasa bile sonumun habercisi olduğuna kesin gözüyle baktığım bir coşkunluğa kapıldım. Lidia ile Josefina’yı kendime doğru daha da çektim. Tam o anda la Gorda benim önümde bulunuyordu. Ağzımın içine solumasına aldırış etmedim; hatta o sırada solumasını kesmesine şaşırdım. O solumasını keser kesmez, hepsi birden başlarını benimkine bastırmayı bıraktılar. Sonra etrafa bakmaya başladılar, o zaman başım da serbest kalmış oldu. Artık başımı oynatabiliyordum. Lidia, la Gorda ve Josefina bana öyle yakındılar ki, sadece başlarının aralıklarından görmem mümkün olmaktaydı. Nerede olduğumuzu bir türlü çıkaramıyordum. Emin olduğum tek şey, ayaklarımızın zemine basmadığıydı. Havada asılı durmaktaydık. Kesin olarak bildiğim bir başka şey de, sıramızın değişmiş olduğuydu. Lidia solumda, Josefina da sağımdaydı. La Gorda’nın yüzünü ter kaplamıştı, Lidia’nın ve Josefina’nm yüzü de öyleydi. Rosa’yı arkamda hissedebiliyordum. Koltuk altlarımdan uzanarak omuzlarıma tutunan ellerini görebiliyordum.
La Gorda işitemediğim bir şeyler söylemekteydi. Dudaklarını okuyabilmem için bana zaman tanıyacak şekilde kelimeleri yavaş yavaş telaffuz ediyordu, ağzının ayrıntıları dikkatimi çekiyordu. Bir an geldi, dördünün birden beni hareket ettirmekte olduklarını hissettim; beni düpedüz sallamaktaydılar. Bunu görünce, la Gorda’nın sessiz sözlerine dikkat edeyim dedim. Bu kez dudaklarını açıkça okuyabilmiştim. Geriye dönmemi söylemekteydi. Dönmeye çalıştım ama başımı kımıldatmam mümkün olmuyordu. Birisi dudaklarımı ısırıyormuş gibi hissettim. La Gorda’ya baktım. Beni ısırmıyordu ama başımı çevirmem için ağzıyla buyruğunu verirken bana bakmaktaydı. O konuşurken, bütün yüzümü gerçekten yalıyormuş ya da dudaklarımla yanaklarımı ısırıyormuş gibi hissettim.
La Gorda’nın yüzü bir bakıma çarpılmış gibiydi. İrileşmiş gibiydi ve sarımtırak bir renk almıştı. Her yanımızı kaplayan sarımtırak ışığın ola ki onun yüzünde yansıdığını düşündüm. Başımı çevirmemi buyururken onu handıysa işitebiliyordum. Nihayet, ısırmanın bende yarattığı tedirginlikle başımı salladım. Bunun üzerine birden la Gorda’nın sesi açıkça işitilir hale geldi. La Gorda arkamda durmakta ve dikkatimi geriye çevirmem için çığlığını bastırıyordu. Yüzümü yalayan kimsenin Rosa olduğunu anladım. Alnımla iterek onu yüzümden uzaklaştırdım. Rosa ağlamaktaydı. Suratını ter kaplamıştı. Arkamdan, la Gorda’nın sesini işitebiliyordum. Onlarla mücadele ederek onları bitkin bir hale getirdiğimden yakınarak ilk baştaki dikkatimizi yakalayabilmek için ne yapacağını bilmediğini söyledi. Küçük kız kardeşler sızlanıp durmaktaydılar.
Zihnimde düşünceler kristal gibi netleşmişti. Ne var ki, ussal süreçlerim alışılmış mantıksal silsileleri izlemiyordu. Her şeyi çabucak ve dolaysızcasına bilmekteydim, zihnimde kuşku diye bir şey kalmamıştı. Örneğin, tekrar uyumam gerektiğini ve bunun bizi kurşun gibi yere indireceğini anında anlamıştım. Ama onların bizi evlerine götürmelerine izin vermem gerektiğini de bilmekteydim. Bunu başaramıyordum. Şayet ikinci dikkatimi odaklayabilmiş olsaydım, bu don Juan’ın kuzey Mexico’da bana vermiş olduğu bir yer üzerinde olmalıydı. Dünyanın tüm öbür şeylerinden farklı olarak o yeri zihnimde her zaman canlandırabilmiştim.
Oraya ilişkin zihnimde canlandırdığım görüntüyü toparlamaya cesaret edemedim. Ama sonunda oraya ulaşacağımızı biliyordum.
Bildiklerimi la Gorda’ya anlatmam gerektiğini düşündüm, ama konuşamıyordum. Gene de bir yanım, onun beni anladığını bilmekteydi. Ona güvenim tamdı, onun için birkaç saniye içinde uyuyuvermişim. Rüyamda onların evinin mutfağına bakmaktaydım. Pablito, Nestor ve Benigno oradaydılar. Olağanüstü iri ve parıltılı gözüküyorlardı. Gözlerimi onların üzerinde odaklayamıyordum, zira onlarla benim aramda saydam, plastik bir tabaka vardı. Sonra, onlara bir pencere camından baktığımı anladım. Birisi de habire cama su atmaktaydı. Sonunda cam kırıldı da sular yüzüme çarptı.
Pablito bir kovayla üzerime su dökerek beni sırılsıklam bırakmıştı. Nestor ile Benigno da orda durmaktaydılar. La Gorda, küçük kız kardeşler ve ben evin arkasındaki avluda yere serilmiş yatmaktaydık. Genarolar üzerimize kova kova su boca etmekteydiler.
Yerimden fırladım. Soğuk sudan mıdır, yoksa geçirdiğim deneyimden midir, kendimi capcanlı hissetmekteydim. La Gorda ile küçük kız kardeşler, Genaroların güneşe sermiş olduklarını sandığım giysileri giyindiler. Benim giysilerim de kurusun diye özenle yere serilmişti. Bir şey demeden onları giydim. Anlaşılan ikinci dikkatin odaklanmasını izleyen tuhaf bir duygu içindeydim; konuşamıyordum, daha doğrusu konuşabiliyordum da konuşmak istemiyordum. Midem altüst olmuştu. La Gorda bunu hissetmiş olacak ki beni sevecence çekerek çitin ardındaki alana götürdü. Midem bulandı, kustum. La Gorda ile küçük kız kardeşler de aynı şekilde rahatsızlandılar.
Sonra mutfak alanına döndüm ve yüzümü yıkadım. Suyun soğukluğu bilincimi yerine getirmişe benziyordu. Pablito, Nestor ve Benigno masanın etrafında oturmaktaydılar. Pablito sandalyesini de getirmişti. Ayağa kalkarak benimle el sıkıştı. Ardından Nestor ile Benigno da benimle tokalaştılar. La Gorda ile küçük kız kardeşler de bize katıldı.
Bende bir tuhaflık var gibiydi. Kulaklarım çınlamaktaydı. Başım dönüyordu. Josefina ayağa kalktı ve destek için Rosa’ya tutundu. Dönüp la Gorda’ya ne yapayım diye sordum. Lidia taburenin üstüne arka üstü düşmek üzereydi. Yetişip onu tuttum, ama ağırlığıyla beni de düşürünce ikimiz birden yerde yuvarlandık.
Bayılmış olmalıyım. Ansızın uyanıverdim. Ön odada bir hasır yaygının üzerinde yatmaktaydım. Lidia, Rosa ve Josefina yanımda mışıl mışıl uyumaktaydılar. Ayağa kalkabilmek için üzerlerinden emekleyerek geçmek zorunda kaldım. Mutfaktan dışarıya çıktım. La Gorda, Genarolarla masanın etrafında oturmaktaydı.
"Hoş gelmişsin," dedi Pablito.
Sonra da la Gorda’nın az önce uyanmış olduğunu söyledi. Tekrar eski halime geldiğimi hissettim. Acıkmıştım. La Gorda bana bir tasta yiyecek bir şeyler verdi. Kendilerinin yemiş olduklarını söyledi. Yemeğimi yedikten sonra kendimi her bakımdan mükemmel hissettim—yalnız normalde olduğu şekilde düşünemiyordum. Düşüncelerim büyük ölçüde yatışmıştı. Bu durum pek hoşuma gitmiyordu. O sırada akşamın geç bir saati olduğunun farkına vardım. Birden, don Juan’ın bana eskiden yaptırmış olduğu gibi, yüzüm güneşe dönük, olduğum yerde sayarak koşma isteğine kapıldım. La Gorda da aynı isteği hissetmiş olmalıydı. O şekilde devinmek beni iyice terletmişti. Çok geçmeden soluğum kesildi ve masaya döndüm. La Gorda da beni izledi. Tekrar yerlerimize oturduk. Genarolar gözlerini bize dikmiş bakmaktaydılar. La Gorda not defterimi bana uzattı.
"Dostumuz Nagual bizim kaybolmamıza neden oldu," dedi.
O konuşmaya başlar başlamaz son kerte yabansı bir patlıyormuşluk duygusuyla doldum. Düşüncelerim bir çığ gibi dönüp geldiler. Yüzümün ifadesi değişmiş olacak ki, önce Pablito, sonra da Nestor’la Benigno gelip beni kucakladılar.
"Nagual yaşamını sürdürecek!" diye bağırdı Pablito.
La Gorda da sevinmişe benziyordu. Rahatlamışçasına bir hareketle alnını sildi. O pis düşkünlük eğilimimden dolayı az daha hepsini de kendimle birlikte ölüme sürüklemiş olduğumu söyledi.
"İkinci dikkatin odaklanması şaka değil," dedi Nestor. "Bize ne oldu ki, Gorda?" diye sordum.
"Kaybolup gittik," dedi la Gorda. "Sen düşkünlük gösterip korkmaya başlayınca o enginlik içinde kaybolduk işte. Artık tonal dikkatimizi odaklayamaz olduk. Ama ikinci dikkatimizi seninkiyle sarmalamayı başardık, onun için senin şimdi iki yüzün var."
Lidia, Rosa ve Josefina tam o anda yürüyerek mutfağa girdiler. Gülümsemekteydiler ve her zamanki gibi capcanlı görünüyorlardı. Oturup bir şeyler yemeye başladılar. Onlar yemeklerini yerken ağızlarından bir kelime dahi çıkarmadılar. Sonuncusu da yemeğini bitirdikten sonra, la Gorda konuşmasını bıraktığı yerden sürdürdü.
"Artık sen iki yüzlü bir savaşçısın," dedi. "Nagual, her iki dikkatte ustalaşabilmek için hepimizin iki yüze sahip olmamız gerektiğini söylediydi. O da, Genaro da ikinci dikkatimizi toparlamada bize yardımcı oldular ve iki yöne de dönük olabilmemiz için bizi geriye doğru çevirdiler, ama sana yardım etmediler, zira gerçek bir nagual olman için sen kendi erkini kendin kotarmalısın. Sen o konumdan epey uzaktasın hâlâ, ama diyebiliriz ki şu anda sen emeklemek yerine ayakta dimdik durarak yürümektesin, tamlığını yeniden kazanıp biçimini de yitirdiğinde, süzülerek uçacaksın."
Benigno elini uçmakta olan bir uçak gibi devindirerek gümbürdeyen sesiyle uçak motorunun gürültüsü taklidi yaptı. Kulaklarımız sağır oldu desem yeridir.
Hepimiz gülüştük. Küçük kız kardeşler sevinçten uçuyorlardı. La Gorda’ya, saatlerce uyumuş olacağız dedim, çünkü onların odasına öğleden önce girmiştik. La Gorda hiç de uzun süre uyumuş olmadığımızı, o sürenin büyük bir kısmının öbür dünyada kaybolduğunu, bizi geriye getirmek için ellerinden bir şey gelmediği için Genaroların gerçekten korkmuş ve tasalanmış olduklarını söyledi.
Nestor’a döndüm ve ona biz orada yokken gerçekten ne yapmış ya da görmüş olduklarını sordum. Yanıtlamadan önce bir süre yüzüme baktı.
"Avluya su taşıdık durduk," dedi, kimi boş petrol varillerini göstererek. "Sonra hepiniz sendeleyerek avluya girdiniz, biz de sizi bir güzel ıslattık, hepsi bu kadar."
"Odadan mı çıktık biz?" diye sordum.
Benigno yüksek sesle güldü. Nestor, izin ya da görüşünü istercesine la Gorda’ya baktı.
"Odadan mı çıktık biz?" diye sordu la Gorda.
"Yo," diye yanıt verdi Nestor.
La Gorda da benim gibi merak etmekteydi, bu da beni tasalandırdı. La Gorda Nestor konuşsun diye can atıyordu.
"Hiçbir yerden gelmediniz," dedi Nestor. "Ama çok korktuğumuzu söylemem lazım. Hepiniz sise dönüştünüz sanki. Sizi ilk gören Pablito oldu. Belki de uzun süredir avludaydınız siz, ama sizi nerde bulacağımızı bilemedik. Sonra Pablito bağırınca hepimiz sizi gördük. Ömrü hayatımızda öyle bir şey görmüş değiliz."
"Nasıl görünüyorduk, yani?" diye sordum.
Genarolar birbirlerine baktılar. Dayanılmaz derecede uzun bir sessizlik oldu. Küçük kız kardeşler, ağızları apaçık, gözlerini Nestor’a dikmişlerdi.

"Bir örümcek ağına yakalanmış sis parçalarına benziyordunuz," dedi Nestor. "Biz üzerinize suları boca ettikçe, yeniden bedeninize kavuştunuz."
Onun daha da anlatmasını istediysem de la Gorda, günün bitiminde gitmem gerektiği ve onun da yapacak birçok şeyi olduğu için çok az zamanımız kaldığını söyledi. Genarolar ayağa kalkarak küçük kız kardeşlerle ve la Gorda’yla tokalaştılar. Sonra beni kucaklayarak burdan gitmek amacıyla hazırlanmaları için sadece birkaç güne ihtiyaçları olduğunu söylediler. Pablito taburesini tepetaklak edip sırtına yerleştirdi. Josefina sobanın yan tarafındaki boşluğa koşup doña Soledad’ın evinden getirmiş oldukları bir bohçayı kaptığı gibi Pablito’nun, ideal bir semer oluşturan taburesinin ayakları arasına sıkıştırdı.
"Mademki eve gidiyorsunuz, bunu da beraberinizde götürün bari," dedi. "Zaten size ait bu bohça."
Pablito omuzlarını silkerek, yükünün oturması için taburesini şöyle bir sarstı.
Néstor, Benigno’ya bohçayı alması için bir işaret yaptı ama Pablito buna izin vermedi.
"Tamamdır," dedi. "Bu meret tabureyi taşıdığımıza göre eşşekliği de yapalım olsun bitsin."
"Ne diye taşıyorsun o tabureyi, Pablito?" diye sordum.
"Erkimi biriktirmem lazım," diye yanıtladı beni. "Gidip bir yerde bütün o şeylerin üstünde oturamam ki. Öyle ya, kim bilir benden önce hangi uyuz oturmuştur o yere!"
Sonra kıkırdayarak güldü ve omuzlarını silkerek bohçayı hoplattı.
Genarolar gittikten sonra, la Gorda bana Pablito’nun taburesiyle bu kaçıkça serüvenini Lidia’yı kızdırmak amacıyla başlattığını açıkladı. Pablito, Lidia’nın oturduğu yerde oturmak istemezmiş, ama sonraları işi iyice azıtmış da düşkünlükten de hoşlandığından sırtında taşıdığı taburesinden başka hiçbir yere oturmaz olmuş.
"Vallahi ömrü billah taşır o tabureyi, görürsün," dedi bana la Gorda gayet kesin bir edayla. "O da handıysa senin kadar kötü bir insan. Senin ortağın işte; sen not defterini hayatın boyunca taşıyacaksın, o da taburesini. Ne farkı var ki? İkiniz de bütün öbürlerimizden çok düşkünlük gösteriyorsunuz."
Küçük kız kardeşler etrafımı çevirerek sırtımı tıpışlamaya ve gülmeye başladılar.
"İkinci dikkatimize girmek fevkalade zor bir iştir," diye sürdürdü la Gorda, "üstelik bir de senin gibi düşkünlük yaparak onunla baş etmek daha da zordur. Nagual senin bu baş etmenin ne denli zor olduğunu hepimizden fazla bildiğini anlattıydı. Onun erk bitkileriyle sen öbür dünyada epey ilerilere gitmeyi öğrendiydin. Zaten sen onun için bizi öyle şiddetli bir şekilde çektiydin de az daha ölüyorduk. Biz ikinci dikkatimizi Nagual’ın noktası üzerinde toplamak istiyorduk, oysa sen bizim bilmediğimiz bir şeye doğru balıklama saldırdın. Biz buna hazır değiliz, ama sen de değilsin aslında. Ne var ki senin elinde olan bir şey değil bu; erk bitkileri seni bu hale getirmiş. Nagual haklıydı: senin ikinci dikkatini toplaman için hepimizin sana yardım etmesi gerek, senin de bizimkini kotarmamızda bize yardımcı olman gerek. Senin ikinci dikkatin epey ötelere uzanabiliyor, ama onu denetleyemiyorsun sen; bizimki birazcık gidebiliyor, ama tamamıyla denetimimiz altında kalıyor."
La Gorda ile küçük kız kardeşler, teker teker, bana öbür dünyada kaybolmanın onlarda yarattığı dehşeti anlattılar.
"Nagual’ın bana anlattığına göre," diye sürdürdü la Gorda, o senin ikinci dikkatini dumanıyla toparlarken, sen tutmuş onu bir tatarcığın üzerinde odaklamışsın, o küçük tatarcık da senin için öbür dünyanın bekçisi olmuş çıkmış."

Cvp: BÖLÜM 6 - İKİNCİ DİKKAT

Ona bunun doğru olduğunu söyledim. Sorması üzerine onlara don Juan’ın bana sağlamış olduğu deneyimimi anlattım. Onun tüttürüm harmanı sayesinde o tatarcığı otuz metre boyunda ve inanılmaz bir hız ve çeviklikle devinen korkunç bir canavar olarak algılamıştım. O yaratığın çirkinliği mide bulandırıcıydı, ama ürkütücülüğü yanında muhteşem bir varlıktı da.
O deneyimi alışageldiğim ussallıkların arasında bir yere oturtamıyordum. Benim zihnim için tek izah yolu, o psikotropik tüttürüm harmanının etkilerinden birinin o tatarcığı dev boyutlarda algılayacağım bir sanrılanma yaratmak olduğuna ilişkin sarsılmaz inancımdı.
Ben de onlara, özellikle la Gorda’ya başıma gelenlere ilişkin kendi ussal, nedensel açıklamamı sundum. Hepsi birden güldüler.
"Sanrılanma diye bir şey yoktur," dedi la Gorda kesin bir ifadeyle. "Şayet bir kimse ansızın farklı bir şey, daha önce bilmediği bir şey görürse, bu o kimsenin ikinci dikkatinin toplanmış ve o kimsenin bunu bir şey üzerinde odaklamış olduğunu gösterir. Demek ki, o kimsenin dikkatini toplayan şey herhangi bir şey olabilir—içki olabilir, delilik olabilir, ya da Nagual'ın tüttürüm harmanı olabilir.
"Sen bir tatarcık gördüydün, o da senin için öbür dünyanın bekçisi olup çıktı. Ya sen öbür dünyanın ne olduğunu biliyor musun? Öbür dünya bizim ikinci dikkatimizin dünyasıdır. Nagual ola ki senin ikinci dikkatinin o bekçiyi geçip öbür dünyaya girmene yetecek denli güçlü olduğunu düşünmüştür. Ama değilmiş. Şayet olsaydı, sen o dünyaya girmiş olurdun ve bir daha dönmezdin hiç. Nagual bana seni izlemeye hazır olduğunu söylediydi. Ne var ki, bekçi senin geçmene izin vermedi ve üstelik az daha seni öldürecekti. Nagual senin ikinci dikkatini onun erk bitkileriyle odaklamana son vermek zorunda kaldıydı zira sen her şeyin yalnızca hayret verici yanlarına odaklanabiliyorsun. O da tuttu, ikinci dikkatini başka bir yöntemle toplayabilmen için rüya göıme çalışması yapmanı istedi. Ama senin rüya görme çalışmalarının da hayret verici olacağına emindi o. Yapabileceği bir şey yoktu ki. Sen onu adım adım izlemekteydin, oysa onun da hayret verici, ürkünç bir yanı vardı."
Bir süre sessiz kaldılar. Sanki hepsi de kendi anılarına dalıp gitmişlerdi.
La Gorda, Nagual’ın bir zamanlar bana, kendi memleketinin dağlarında son derece ilginç bir kırmızı böceği göstermiş olduğuna değindi. Onu hatırlayıp hatırlamadığımı sordu.
Hatırlamıştım. Yıllar önce don Juan beni, Kuzey Mexico’nun dağlarında hiç bilmediğim bir bölgeye götürmüştü. Büyük bir özenle bana, uğurböceği boyutlarında birtakım yuvarlak böcekler göstermişti. Sırtları parlak kırmızı renkteydi. Yere çöküp onları incelemek istemiştim, ama don Juan buna izin vermemişti. Onları, sabit bakmaksızın, şekillerini ezberleyene dek seyretmem gerektiğini söylemişti—zira çünkü onları her zaman anımsamam gerekiyormuş. Sonra, don Juan, birtakım mecazlarla onların davranışlarına ilişkin kimi karmaşık ayrıntıları açıkladı. Bizim en aziz tuttuğumuz törelerimizin kişiye, yer ve zamana göre değişen önemlerinden dem vurdu. Bu böceklere atfedilen kimi törelere değinerek, onları bizim törelerimizle karşılaştırdı. Bu karşılaştırma, bizim inançlarımızın önemini son kerte gülünç gösteriyordu.
"O ve Genaro gitmezden hemen önce," diye sürdürdü la Gorda, "Nagual beni dağlarda o böceklerin yaşadığı yere götürdüydü. Daha önce oraya bir defa gitmişliğim vardı, zaten her birimizi oraya götürmüştü. Nagual, onlara sabit bakmamıza müsaade etmezdi ama her birimizin o küçük yaratıkları tanımamıza büyük önem veriyordu.
"Ben orada onunlayken, Nagual bana seninle ne yapmam ve sana söylemem gereken şeyleri anlattıydı. Sana anlatmamı istediği şeylerin çoğunu zaten söyledim sana, yalnız şu son şey hariç. Senin herkese durmadan sorduğun soruyla ilişkili bir şey: Nagual ile Genaro neredeler? Şimdi sana onların nerede olduklarını anlatacağım. Nagual senin bunu hepimizden daha iyi anlayacağını söylediydi. Hiçbirimiz onun yaşadığı o sarı kükürtlü âlemde bulunmuş değiliz. Aramızda orayı bilen tek kişi sensin. Nagual, sen ikinci dikkatini o bekçinin üzerinde odakladığın zaman, seni izleyerek o dünyaya seninle birlikte girdiğini söylediydi. Sen bekçiyi geçecek denli güçlü olsaymışsın, Nagual oraya—ola ki sonsuza dek—seninle birlikte gitmek istiyormuş. O küçük kırmızı böceklerin dünyasını da o zaman keşfetmişmiş. Nagual’a göre, onlarınki, insanın tahayyül edebileceği en güzel ve en mükemmel dünya imiş. Onun için, Nagual ile Genaro’nun bu dünyayı terketme saati gelip çatınca, olanca ikinci dikkatlerini topladıkları gibi o dünya üzerinde odakladılar. Ardından, Nagual yarığı açtı ve senin de tanık olduğun gibi, o dünyanın içine kayıverdiler. Şimdi de orada bizim onlara katılacağımız günü beklemekteler. Nagual ile Genaro güzellik âşığıydılar. Oraya sırf zevk için gittiler."
La Gorda bana doğru baktı. Söyleyecek bir şeyim yoktu. Açıklamasının etkili olabilmesi için erkin zamanlamayı mükemmel bir şekilde gerçekleştirmesi gerektiğini söylemekte haklıydı. İfade edemediğim bir hüzün duymaktaydım. Sanki ağlamak istiyordum ama üzgün ya da melankolik bir havada değildim. İfade olunamaz bir şeyin özlemini çekmekteydim, ama o özlem benim özlemim değildi. Buralara varışımdan bu yana duyumsayageldiğim bütün o duyu ve duyumlar gibi, bu da yabancı gelmekteydi bana.
Nestor’un Eligio’ya ilişkin anlattıkları geldi aklıma. La Gorda’ya onun söylediklerini aktardığımda, o da benim uçuruma atlayışımla, tonal ile nagual arasındaki yolculuğuma ilişkin görüşlerimi onlara anlatmamı istedi. Anlatımı bitirdiğimde hepsi de ürkmüş gibiydiler. La Gorda hemen kurgana ilişkin görüme geçiverdi.
"Nagual bize, bir gün ikinci dikkatimizin o kurganın üzerinde odaklanacağını anlattıydı," dedi. "O gün geldiğinde, hepimiz, tıpkı Nagual ve Genaro gibi, ikinci dikkat kesileceğiz ve onlara katılmış olacağız."
"Yani, Gorda, sen şimdi bana olduğumuz gibi gideceğimizi mi söylemek istiyorsun?" diye sordum.
"Evet, olduğumuz gibi gideceğiz. Beden birinci dikkattir—yani, tonalın dikkati. Bu, ikinci dikkate dönüşünce, derhal öbür dünyaya gidiverir. Bir uçuruma atlamış olman, senin tüm ikinci dikkatini bir süre toplamıştı. Ne var ki, Eligio daha güçlü olduğundan, ikinci dikkati o atlayışla bağlandıydı. Evet, onun başına gelen şey buydu, biliyorsun ki o da tıpkı bizim gibiydi. Ama onun nerede olduğunu bilmek olanaksız. Nagual’ın kendisi dahi bilemediydi. Ama şayet o bir yerdeyse, o yer kuşkusuz o kurgandır. Ya da bir görüden ötekine, ola ki sonsuza dek, zıplayıp duracaktır.
La Gorda, benim tonal ile nagual arasındaki yolculuğumda, tüm varlığımızın tamamıyla ikinci dikkate dönüşmüş olduğu olasılığını büyük ölçüde, o dikkatin dünyasında onların kaybolmasına yol açtığını ve onun bizi dostlardan kaçabilmemiz amacıyla yedi sekiz yüz metre ötedeki bir yere taşımış olduğu zaman da daha kısıtlı bir ölçüde doğrulamış olduğumu söyledi. La Gorda, Nagual’ın bizi sınamak amacıyla bize bırakmış olduğu meselenin, bizim kendi istençlerimizi geliştirebilecek ya da ikinci dikkatimize ilişkin erkimizi istediğimiz herhangi bir şeyin üzerine sınırsızcasına odaklayabilecek yeteneğe sahip olup olmadığımız sorusu olduğunu da ekledi.
Bir süre sessiz kaldık. Ben, gitme zamanımın geldiğini biliyor, ama yerimden kımıldayamıyordum. Eligio’nun kaderini düşündükçe elim ayağım tutmaz oluyordu. Buluşacağımız yer olan kurgana ulaşabilmiş miydi, yoksa o korkunç âlemde yitip gitmiş miydi? Bunları düşündükçe çıldıracak gibi oluyordum. O sahneleri zihnimde canlandırmak için herhangi bir çaba göstermem gerekmiyordu, zira kendi yolculuk deneyimim hâlâ gözlerimin önündeydi. Nerdeyse tanıştığımız günden bu yana don Juan’ın sık sık sözünü ettiği öbür dünya benim tarafımdan hep bir mecaz ya da en azından tanımlanamaz bir varoluş biçiminin muğlak bir tür adlandırılması olarak algılanagelmişti. Her ne kadar don Juan benim o dünyanın tanımlanması olanaksız birtakım öğelerini sezgilememi sağlamış idiyse de, bu deneyimlerime algılayışımdaki kimi yanılmalar, bazen psikotropik bitkiler bazen de tam olarak belirleyemediğim yöntemler aracılığıyla geçirmemi sağlamış olduğu yönlendirilmiş serap benzeri görüler olmaktan öte bir anlam vermemiştim. Bu deneyimlerimi her geçirişimde ben, bildiğim, aşina olduğum "ben"in bütünselliğinin sadece geçici bir süre için farklılaşmış olduğu düşüncesini kendime kalkan edegelmiştim. Kaçınılmaz olarak, o bütünselliğe yeniden döndüğümde, dünya bir kez daha benim dokunulmaz, ussal kişiliğimin sığınağı haline geliyordu. La Gorda’nın, açıklamalarıyla önüme serdiği manzaranın derinliği dehşet vericiydi.
La Gorda ayağa kalktı ve beni oturmakta olduğum tabureden çekerek kaldırdı. Alacakaranlık basmadan önce orayı terk etmem gerektiğini söyledi. Hepsi birden beni arabama kadar geçirdiler, sonra vedalaştık.
La Gorda bana son buyruğunu da bildirdi. Döndüğüm zaman doğruca Genaroların evine gitmemi söyledi.
"İşte artık o malûm şeyi gerçekleştirmeden dönmeni istemiyoruz," dedi yüzünü aydınlatan bir gülümsemeyle. "Ama çok da gecikmeyesin."
Küçük kız kardeşler başlarıyla onayladılar.
"Şu dağlar artık bizim buralarda kalmamıza izin vereceğe benzemiyorlar," dedi la Gorda sonra da çenesinin belirsiz bir devinimiyle vadinin karşı tarafındaki meşum, çorak tepeleri imledi.
Ona bir soru daha sordum. Biz onlarla buluşmamızı gerçekleştirdikten sonra Nagual ile Genaro’nun nereye gideceklerine ilişkin bir fikri olup olmadığını öğrenmek istedim. La Gorda gökyüzüne doğru baktı, kollarını havaya doğru kaldırdı ve kollarıyla, bu enginliğin sınırsızlığını anıştıran tanımlanması güç bir raksa başladı.