1

Konu: 1. İkinci Dikkatin Sabitleştirilmesi

La Gorda ve küçük kız kardeşlerin yaşadıkları yere vardığımda ikindi üzeriydi. La Gorda gözlerini uzaktaki dağlara dikmiş, tek başına, kapının önünde oturuyordu. Beni görünce çok şaşırdı. Geçmişte yaşadığı bir şeyin anısına daldığını ve benimle ilgili belli belirsiz bir şeyi anımsamak üzere olduğunu açıkladı.
Aynı gece, yemekten sonraki geç bir saatte, la Gorda, küçük kız kardeşler, Genarolar ve ben. La Gorda’nın odasında, yerde oturuyorduk. Kadınlar yan yana oturmuşlardı.
Buradakilerin her biriyle aynı sürelerde birlikte olmama karşın, nedense la Gorda’nın benim için ayrı bir yeri vardı. Öbürlerini gözüm görmüyordu. Belki de bunun nedeni, la Gorda’nın, diğerlerinden farklı olarak, bana don Juan’ı anımsatmasıydı. Onda bir rahatlık vardı, ama bu rahatlık, onun davranışlarından çok benim ona karşı olan duygularımdaydı.
Çömezlerin hepsi neler yapmış olduğumu öğrenmek istediler. Onlara Hidalgo’daki Tula kentine daha yeni gittiğimi, oradaki ören yerini gezdiğimi söyledim. Orada beni en fazla etkileyen şey, bir piramidin düz tepesinin üzerinde yan yana, sütun gibi yükselen, "Atlantisliler’’denilen anıtsal dört figür olmuştu.
Her biri dört buçuk metre yüksekliğinde ve doksan santim genişliğinde olan bu silindir biçimli figürler, üzerlerinde, arkeologların tahminlerince, savaş gereçlerini taşıyan Toltec savaşçılarını betimleyen oymaların bulunduğu dört ayrı siyah mermer parçasından oluşuyordu. Piramidin tepesinde, öndeki figürlerin her birinin yaklaşık altı metre gerisinde, yine dört ayrı parça taştan yan yana sıralanmış, öncekilerle aynı boyutlarda dört dikdörtgen sütun daha vardı.
Atlantislilerin insana ürküntü veren bu mekânlarının etkisi, gezintim sırasında bana rehberlik eden arkadaşın aktardıklarıyla daha da yoğunlaştı. Örenin bekçisi ona, Atlantislilerin geceleri yeri sallayarak gezindiklerini işittiğini anlatmış.
Genarolara arkadaşımın bana söylediklerini aktararak ne düşündüklerini sordum. Utangaç bir biçimde kıkırdadılar. Hemen, yanımda oturan la Gorda’ya döndüm ve onun fikrini sordum. “O desenleri hiç görmedim,” dedi. “Tula’ya hiç gitmedim. Oraya gitme fikri bile beni ürkütüyor.”
“Neden ürkütüyor seni, Gorda?”
“Oaxaca’daki Monte Alban Kalıntıları’nda başıma bir şey geldi,” diye yanıtladı sorumu. “Nagual Juan Matus bana oralara adımımı atmamamı öğütlemiş olduğu halde, kalıntılardan ayrılamazdım. Nedendir bilmem, orayı çok sever, Oaxaca’ya her gidişimde, öreni de görmeden edemezdim. Bir kadın için yalnız gezmek tehlikeli olduğu için yanıma Pablito’yu alırdım. Ancak bir keresinde Nestor’la gittim. Nestor yerde bir parıltı gördü. Toprağı biraz eşeleyince, avucuma sığacak büyüklükte tuhaf bir kaya parçası bulduk; içine doğru düzgünce bir delik oyulmuştu. Parmağımı bu delikten içeri sokmak istedim ama Nestor beni engelledi. Pürüzsüz bir yüzeye sahip bu kaya parçası adeta elimi yakıyordu. Onunla ne halt edeceğimizi bilemedik. Nestor onu şapkasının içine koydu ve canlı bir hayvanmış gibi taşıdık.
Herkes gülmeye başladı. Sanki la Gorda’nın anlattıklarında gizli bir alay vardı.
“Taşı nereye götürdünüz?” diye sordum.
“Buraya, bu eve getirdik,” diye yanıt verdi ve onun bu sözleri öbürlerinde engel olamadıkları bir kahkaha nöbetine yol açtı. Kasıklarını tuta tuta gülüyorlardı.
“La Gorda’ya gülüyorlar,” diye açıkladı Nestor. “Anlamış olmalısın, ondaki katır inadı hiçbirimizde yok. Nagual ona çevredeki taş, kemik parçalarını ya da toprağa gömülü olarak bulabileceği şeyleri kurcalamamasını söylemişti. Ama o, hiç söz dinlemez, bulduğu her tür ıvır zıvırı gizlice alırdı.
“O gün de Oaxaca’da o allahın cezası şeyi taşımakta diretti. O kaya parçasıyla otobüse bindik ve onu ta buralara, bu odaya kadar getirdik.”
“Nagual ve Genaro yolculuğa çıkmışlardı,” dedi la Gorda. “Cesaretimi toplayarak parmağımı deliğe soktum ve kaya parçasının elde taşınacak biçimde oyulmuş olduğunu fark ettim. O an, o kaya parçasını daha önce tutan her kim idiyse onun hissettiklerini duyumsadım. O bir erk taşıydı. Ruh halim değişiverdi birden. Korkmuştum. Karanlıkta korkunç bir şey sinsi sinsi dolaşıyordu, biçimsiz, renksiz bir şey. Yalnız kalmaktan korkar oldum. Uykumun orta yerinde çığlık çığlığa uyanıyordum, kısa süre sonra da gözümü kırpamaz hale geldim. Gece gündüz, nöbetleşe başımda durarak bana göz kulak olmak zorunda kalmışlardı.”

Cvp: 1. İkinci Dikkatin Sabitleştirilmesi

“Nagual ve Genaro geri döndüğünde,” diyerek bu kez Nestor sürdürdü konuşmayı: “Nagual, Genaro’yla beni kaya parçasını daha önce gömülü olduğu yere geri koymaya gönderdi. Genaro o noktayı bulabilmek için üç gün uğraştı. Üç günde anca buldu.”
“O olaydan sonra sana ne oldu Gorda?” diye sordum. “Nagual beni gömdü,” dedi. “Dokuz gün, çamurdan bir tabutun içinde çırılçıplak yattım.”
Bir kahkaha fırtınası daha patladı aralarında.
“Nagual ona tabutun içinden çıkamayacağını söyledi,”
diye açıkladı Nestor. Zavallı Gorda tabutun içine işemek ve sıçmak zorundaydı. Nagual onu, dallardan ve çamurdan yaptığı bir kutunun içine tıktı. Kutuda, yemek ve su vermeye yarayan küçük bir delik vardı sadece, diğer bölümleriyse mühürlenmişti.”
“Neden gömdü onu?” diye sordum.
' “Birini korumanın tek yolu budur,” dedi Nestor. “Toprağa gömülmesi gerekiyordu ki, toprak onu sağaltsın. Topraktan daha iyi sağaltıcı yoktur; ayrıca, Nagual kaya parçasının la Gorda üzerinde odakladığı duyguyu kovmak zorundaydı. Çamur, bir paravan gibi, bir şeyin iki tarafa da geçmesini engeller. Nagual onun gömülü kalarak iyileşebileceğini biliyordu. Nitekim öyle de oldu.”
“Öyle gömülü kalmak nasıl bir duyguydu, Gorda?” diye sordum.
“Çıldırmak üzereydim,” dedi. “Ama kendi düşen ağlamaz. Nagual beni gömmeseydi ölebilirdim. Taşta bulunan erk benim için çok fazlaydı anlaşılan; asıl sahibi iriyarı bir adammış. Eli benimkinin en az iki katı olsa gerek. Bu taşı tatlı canını korumak için taşıyormuş, ama sonunda biri öldürmüş onu. Duyduğu korku beni dehşete düşürdü. Bana doğru, etimi yemek üzere bir şeyin geldiğini hissettim. Bu, adamın korkusuydu. Erk sahibi bir adammış, ama ondan daha erkli biri onu yenmiş.
“Nagual’ın anlattığına göre, insan bir kez böyle bir nesneye sahip olunca felaketler peşini bırakmazmış, çünkü sahip olduğu erk aynı türden başkalarıyla çatışır ve erkin sahibi ya avcı olurmuş ya da kurban. Nagual savaşın bu tür şeylerin doğasında var olduğunu söyler, çünkü dikkatimizin erk kazandırmak üzere onların üzerinde yoğunlaşan bölümü, çok tehlikeli, saldırgan bir bölümmüş.”
“La Gorda çok açgözlü,” dedi Pablito. “Eğer bir erk nesnesi bulabilirse, bugünlerde kimse erke meydan okumak istemediği için, kârlı çıkacağını sanıyordu.”
La Gorda söylenenleri onaylar biçimde başını salladı.
“Kişiye nesnelerde bulunan erkin yanı sıra başka şeylerin de bulaşabileceğini bilmiyordum,” dedi. “Parmağımı delikten içeri sokup taş parçasını tuttuğum an elim ateşler içinde kaldı ve koluma bir titreşim yayıldı. Kendimi gerçekten güçlü ve ipiri hissediyordum. Sinsice hareket ettiğimden, taşı elime aldığımı hiç kimse anlamadı. Ama asıl felaket birkaç gün sonra başladı. Birinin taşın sahibinin peşinde olduğunu duyumsuyordum. Taşın sahibinin korkusunu ben de yaşıyordum. Kuşkusuz, çok erkli bir büyücüymüş ve peşindeki de onu öldürmekle kalmayıp, onu diri diri yemek istiyormuş. Bu da benim ödümü koparıyordu. Taşı o an fırlatıp atmalıydım ama bana verdiği duygu benim için öylesine farklıydı ki onu delicesine, sıkı sıkıya kavramıştım. Sonunda onu attığımdaysa artık iş işten geçmişti. İçime bir şeyler saplanmıştı. Tuhaf giysiler içinde birtakım adamların üzerime doğru geldiği bir görsüydü bu. Beni ısırdıklarını, küçük keskin bıçaklarla ve dişleriyle bacaklarımdan etler koparttıklarını hissediyordum. Dehşete düşmüştüm!”
“Bu görsüleri don Juan nasıl açıklıyordu?” diye sordum.
“Savunma gücünü tümüyle yitirmiş olduğunu söyledi,” dedi Nestor. “Bu yüzden de adamın kaya parçasına yönelttiği sabitlenmeyi, onun ikinci dikkatini kapmış. Adam öldürülürken yoğunlaşabilmek için kaya parçasına tutunmuş. Nagual, adamın erkinin bedeninden taşa geçtiğini söylemişti; erkinin onu parçalayıp yiyecek olan düşmanlarına geçmesini istemediği için böyle yapmış. Nagual, onu öldürenlerin de bunun farkında olduklarını, bu nedenle de erkinden geride kalanları elde edebilmek için onu diri diri yediklerini söyledi. Kayayı da beladan kurtulmak için gömmüş olmalılar. Ve la Gorda’yla ben, iki budala, taşı bulduk ve gömülü olduğu yerden çıkarttık.”
La Gorda başını onaylarcasına üç dört kez salladı. Yüzünde çok ciddi bir ifade vardı.
“Nagual bana ikinci dikkatin var olan en şiddetli erk olduğunu söylemişti,” dedi. “Hele nesneler üzerinde yoğunlaşmasından daha korkunç bir şey olamazmış”.

Cvp: 1. İkinci Dikkatin Sabitleştirilmesi

“Asıl korkuncu, yapışıp kalmamız,” dedi Nestor. “Taşın sahibi de yaşamına ve gücüne sımsıkı sarılmış; bu yüzden etinin diri diri yenmesi onu dehşete düşürmüş. Nagual’ın söylediğine göre, canına böylesine düşkün olmasaydı, kendini ölüme teslim etseydi, ne olursa olsun, içinde herhangi bir korku kalmazmış.”
Konuşma sona erdi. Öbürlerine dönüp, söyleyecek bir şeylerinin olup olmadığını sordum. Kız kardeşler yüzüme baktılar. Benigno kıkırdadı ve yüzünü şapkasıyla örttü.
“Pablito’yla birlikte Tula piramitlerine gitmiştik,” dedi sonunda. Meksika’daki tüm piramitleri gezdik biz.”
“Neden gittiniz bütün piramitlere?” diye sordum.
“Neden gittiğimizi bilmiyorum aslında. Belki de Nagual Juan Matus gitmememizi söylediği içindir.”
“Ya sen, Pablito?”
“Ben öğrenmek için gittim,” dedi sinirli bir biçimde ve güldü. “Tula şehrinde yaşardım. O piramitleri avucumun içi gibi bilirdim. Nagual bana kendisinin de bir zamanlar orada yaşamış olduğunu söyledi. Piramitler hakkında her şeyi biliyordu. O da bir Toltec’di.”
O anda Tula’daki arkeolojik bölgeye gitmemin merakın ötesinde bir nedeni olduğunu anladım. Arkadaşımın davetini kabul etmemin asıl nedeni, la Gorda ve diğerlerinin ilk ziyaretimde bana, don Juan’ın daha önce hiç sözünü etmediği bir gerçeği, kendisini Tolteclerin kültürel mirasçısı olarak gördüğünü söylemeleriydi.
“Atlantislilerin geceleri bölgede dolaşmaları hakkında ne düşünüyorsun?” diye sordum.
“Elbette dolaşıyorlar,” dedi. “Asırlardır oradaydılar. Piramitleri kimin yaptığı bilinmiyor. Bizzat Nagual Juan Matus bana oraları ilk keşfedenlerin İspanyollar olmadığını, oralarda onlardan önce de birilerinin bulunduğunu söylüyordu.”
“O dört taş figür sence neyi simgeliyor?” diye sordum.
“Kadınları,” diye yanıt verdi. “O piramit, düzenin ve kalıcılığın merkezidir. Figürler de piramidin dört köşesini; dört rüzgârı ve dört yönü simgelerler. Onlar piramidin temeli, zeminidir. Kesinlikle kadın onlar, erkeksi kadınlar da denebilir. Bildiğin gibi, biz erkekler o denli ateşli değiliz. İyi birer birleştirici, nesneleri bir arada tutmaya yarayan bir zamk gibiyiz, ama hepsi bu. Nagual Juan Matus, piramidin gizeminin yapısından kaynaklandığını söyledi. Piramidin kendisi, dört köşesinden tepeye doğru yükselmiş dişi savaşçılar tarafından desteklenen bir erkektir, kendisini destekleyenleri yücelten bir erkek. Anlıyor musun?”
Yüzümde şaşkın bir ifade belirmiş olmalı ki, Pablito güldü. Kibar bir gülüştü bu.
“Hayır, anlamıyorum Pablito,” dedim. “Çünkü don Juan bana bu konuda hiçbir şey söylemedi. Bu konu bana tümüyle yabancı. Lütfen bana bütün bildiklerin anlat”.
“Atlantisliler nagualdır, rüya görücülerdir. İkinci dikkat düzeninin temsilcisidirler. İşte bu yüzden böylesine korkunç ve gizemlidirler. Onlar savaşçı yaratıklardır; ama yok edici değil.
“Öteki, sütun sırası, dikdörtgen olanlar birinci dikkati, tonalı temsil eder. Onlar, iz sürücüdür, bu yüzden üzerlerinde yazıtlar vardır. İlk sıradakilerin aksine, çok barışçı ve bilgedirler.”
Pablito konuşmasını kesti, bana arsızca baktı ve sırıttı. Açıklamalarını sürdüreceğini düşünüyordum, ama o yorumlamamı beklercesine sustu.
Çok etkilendiğimi söyledim ve anlatmaya devam etmesi için ısrar ettim. Kararsız gibiydi, bir an yüzüme baktı ve derin bir soluk aldı. Tam konuşmaya başlamıştı ki ötekilerden, lafını ağzına tıkan bir gürültü yükseldi.
“Nagual bunu hepimize açıklamıştı zaten,” dedi la Gorda sinirli bir biçimde. “Ona tüm bunları yineletmenin ne anlamı var?”
Onlara Pablito’nun anlattıkları hakkında hiçbir bilgim olmadığını anlatmaya çalıştım. Onu tam açıklamalarını sürdürmesi için razı etmiştim ki bir gürültü daha koptu. Bana bakışlarından, küçük kız kardeşlerin öfkelenmeye başladıklarını fark ediyordum, özellikle de Lydia’nın.
“O kadınlar hakkında konuşmaktan hoşlanmıyoruz,” dedi la Gorda ortalığı yatıştırmaya çalışır bir tonda. “Piramitte ki kadınlar düşüncesi bile bizi sinirlendiriyor.”
“Neyiniz var sizin?” diye sordum. “Neden böyle davranıyorsunuz?”
“Bilmiyoruz,” diye yanıt verdi la Gorda. “Bu, hepimizde var olan çok rahatsız edici bir duygu. Biraz önceye dek, sen bu kadınlar üzerine sorular sorana kadar, hepimizin keyfi yerindeydi.”
La Gorda’nın sözleri yaklaşan tehlikenin habercisi gibiydi. Hepsi ayağa kalktı ve bağıra çağıra üzerime yürüdüler.
Onları yatıştırmak ve yerlerine oturtmak oldukça zamanımı aldı. Küçük kız kardeşler çok sıkıntılı görünüyorlardı ve onların bu durumu la Gorda’yı da rahatsız etmişti. Erkekler daha sakindiler. Nestor’a döndüm ve açık açık ondan kadınların huzursuzluğunun nedenini söylemesini istedim. Farkında olmadan onları sinirlendirecek bir şey yapmış olmalıydım.
“Gerçekten bilmiyorum ne olduğunu,” dedi. “Eminim buradakilerin hiçbiri de, çok üzgün ve sinirli olduğumuz hariç, bize ne olduğunu bilmiyor”
“Piramitler hakkında konuştuğumuz için olabilir mi?” diye sordum.
“Öyle olmalı,” dedi karamsar bir tonda. “O figürlerin kadın olduğunu ben de bilmiyordum.”
“Elbette biliyordun, seni aptal,” diye atıldı Lydia.
Nestor onun bu çıkışından ürkmüş görünüyordu. Sindi ve utangaç utangaç bana gülümsedi.
“Belki de biliyordum,” dedi. “Yaşamlarımızın çok tuhaf bir dönemine girdik. Artık hiçbirimiz ne bildiğimizden emin değiliz. Sen yaşamlarımıza girdiğinden beri kendi kendimizi tanıyamaz olduk.”
Çok ağır bir hava çökmüştü birdenbire. Bu havayı dağıtmanın tek yolunun, piramitlerin üzerindeki o gizemli sütunlar hakkında konuşmak olduğunu söyledim ısrarla.
Kadınlar buna şiddetle karşı çıktı. Erkekler sessiz kaldı. Sanırım kadınları karşılarına almak istemiyorlardı, ama içten içe, tıpkı benim gibi, bu konuyu tartışmak istiyorlardı.
“Don Juan piramitler konusunda sana başka bir şey söyledi mi Pablito?” diye sordum.

Cvp: 1. İkinci Dikkatin Sabitleştirilmesi

Amacım, konuşmayı özellikle Atlantislilerden başka bir yöne çekiyor görünüp belli etmeden aynı konu, hakkında konuşmaktı.
“Tula’daki piramitler arasında özellikle birinin yol gösterici olduğunu söylemişti,” diye yanıt verdi Pablito, konuşmaya hevesli bir sesle.
Ses tonundan konuşmaya can attığı sonucuna vardım. Öteki çömezlerin de aramızdaki konuşmaya kulak kabarttıklarını görünce, tümünün de bu konuda görüş alış verişinde bulunmak istediklerinden emin oldum.
“Nagual onun bir zamanlar ikinci dikkat için bir yol gösterici olduğunu söylemişti,” diye sürdürdü konuşmasını Pablito, “ama daha sonra yağmalanmış ve her şey yok edilmiş. Nagual bana piramitlerin bazılarının devasa yapmamalar olduklarını söyledi. Buraları yaşam alanları değil, savaşçıların rüya görmelerini gerçekleştirdikleri ve ikinci dikkatlerini uyguladıkları yerlermiş. Yaptıkları her şey, duvarlarda yer alan çizimler ve figürlerde kaydedilmiş.
“Daha sonra piramitlerdeki büyücülerin ikinci dikkatleriyle yaptıklarından hoşlanmayan, bu yüzden piramitlere içindekilerle birlikte zarar veren başka savaşçılar gelmiş olmalı.
“Nagual, yeni savaşçıların da kendisi gibi üçüncü dikkatin savaşçıları olduğuna inanıyordu; ikinci dikkatin sabitleşmesinin kargışından dehşete düşen savaşçılar. Piramitlerdeki büyücüler, sabitleştirme üzerine kendilerinden geçecek ölçüde yoğunlaşmışlar. Ne olduğunu anladıklarındaysa artık iş işten geçmiş.”
Pablito’nun çevresinde bir dinleyici grubu oluşmuştu. Odada bulunan herkes, ben de dahil olmak üzere, anlattıklarını ağızları açık dinliyorlardı. Aktardığı fikirleri anlamakta güçlük çekmiyordum, çünkü don Juan bunları bana daha önce açıklamıştı.
Don Juan, bir bütün olarak varoluşumuzun algılanabilen iki bölümden oluştuğunu söylemişti. Bunların birincisi, hepimizin algılayabildiği cismani beden; İkincisi ise, yalnızca görücülerin algılayabildiği, bizlere devasa saydam yumurtalar görünümünü veren bir koza olan saydam bedenmiş. Don Juan’ın söylediğine göre, büyücülüğün en önemli amaçlarından biri de bu saydam kozaya ulaşabilmekmiş; bu amaç, rüya görmenin incelikli bir biçimde kullanımı ve onun yapmama adını verdiği, oldukça titizlik gerektiren dizgesel bir uygulamayla gerçekleşirmiş. Don Juan yapmamayı tüm varoluşumuzu, saydam kısmının farkına varmaya yönelten alışılmadık bir eylem olarak tanımlamıştı.
Bu kavramları açıklamak üzere don Juan bilincimizi gelişigüzel üç bölüme ayırmıştı. Bu bölümlerin en küçüğüne birinci dikkat adını veriyordu. Bunun her normal insan tarafından gündelik yaşamla başa çıkabilmek üzere geliştirilen bilinç olduğunu ve cismani bedenin farkındalığını kapsadığını belirtmişti. Daha geniş olan ve ikinci dikkat adını verdiği bölümü, saydam kozamızı algılayabilmemiz ve saydam varlıklar olarak davranabilmemiz için gerek duyduğumuz farkındalık şeklinde tanımlamıştı. Söylediğine göre saydam bedenin farkındalığını kapsayan ikinci dikkat, özenli bir eğitim süreciyle ya da ani bir sarsıntı sonucu ortaya çıkmadığı sürece yaşamımız boyunca geri planda kalırmış. Bilincimizin en büyük parçasını oluşturan son bölümeyse üçüncü dikkat adını veriyordu; bu, cismani ve saydam bedenlerimizin farkındalığının, tanımlanamaz özelliklerini kaynaştıran sınırsız bilinçmiş.
Don Juan’a, kendisinin üçüncü bilince ilişkin herhangi bir deneyimi olup olmadığını sormuştum. Bana, bu bilincin sınırlarında dolaştığını, eğer bu boyuta girmiş olsaydı, bunun o anda farkına varmış olabileceğimi, çünkü böyle bir durum da tüm varlığının gerçek özüne, yani bir enerji patlamasına dönüşeceğini söylemişti. Savaşçılarının dövüştükleri alanlar, üçüncü dikkate ulaşabilmek için bir tür eğitim niteliği taşıyan ikinci dikkatmiş. Ulaşılması oldukça güç, ama bir kez ulaşıldıktan sonra son derece verimli olan bir durummuş bu.
“Piramitler zararlıdır,” diye sürdürdü konuşmasını Pablito. “Özellikle bizim gibi korunmasız büyücüler için. La Gorda gibi biçimsiz savaşçılar içinse çok daha beter. Nagual, ikinci dikkatin şeytanca sabitleşmesinden daha tehlikeli bir şey olmadığını söylemişti. Savaşçılar ikinci dikkatin zayıf yanı üzerinde odaklanmayı öğrendikten sonra, karşılarına hiçbir güç çıkamazmış. Birer insan avcısı, birer gulyabani olup çıkarlarmış böylece. Yaşıyor olmasalar bile, şimdi ve burda bulunuyormuşçasına, avlarına ulaşırlarmış. Piramitlerin içine girecek olursak biz de onların kurbanları olurmuşuz. Nagual bunlara ikinci dikkatin tuzakları derdi.”
“Nagual tam olarak ne olacağını söyledi?” diye sordu la Gorda.
“Nagual, piramitleri bir kez görmeye belki dayanabileceğimizi söylemişti,” dedi Pablito. “İkinci keredeyse tuhaf bir hüzün kaplarmış benliğimizi. Bizi, rüzgâr yemiş gibi halsiz ve bezgin bir hale sokarmış. Bu bezginlik kısa sürede de yerini art arda gelen uğursuzluklara bırakırmış. Lanetlenmiş olduğumuzdan başımıza gelmeyen kalmazmış. Aslında, Nagual bu uğursuzluğun onun öğütlerine kulak asmadan kalıntıları gezmeye heveslenmemizden kaynaklandığını söylemişti.
“Örneğin Eligio, asla Nagual’ın sözünden çıkmadı. Bu nedenle de kalıntılarda ne onun ne de bu Naugal’ın ölüsüne rastlayamayacaksınız; onlar hep şanslıydı, oysa biz uğursuzluklardan yakamızı kurtaramadık, özellikle de la Gorda ve ben. Aynı köpek tarafından mı ısırılmadık! Mutfağın tavanındaki kalaslar çürüyüp ikimizin üzerine birden mi düşmedi!”
“Nagual bunları bana hiç anlatmamıştı,” dedi la Gorda. “Elbette anlattı,” diye diretti Pablito.
“Ne kadar uğursuz olduğunu bilseydim, o allahın belası
yerlere adımımı atar mıydım hiç?” diye çıkıştı la Gorda. “Nagual her birimize aynı şeyleri söylemişti,” dedi Nestor. “Sorun, hepimizin onu aynı dikkatle dinlemiyor olmasında, daha doğrusu herkesin kendi işine geldiği gibi dinleyip, duymak istediklerini duymasında.
“Nagual, ikinci dikkatin yoğunlaştırılmasının iki yüzünün olduğunu söylemişti. Birinci ve en basiti kargışlı olanıymış. Bu, rüya görücülerin kendi rüyalarını para, insanlar üzerinde erk edinme gibi dünyevi işler üzerinde yoğunlaştırdıklarında ortaya çıkarmış. Öteki yüzün elde edilmesi daha zormuş; rüya görücülerin ikinci dikkatlerini, bilinmeyene yolculuk gibi, bu dünyadan olmayan işlerde yoğunlaştırdıklarında ortaya çıkarmış. Savaşçıların bu yüze ulaşabilmeleri için sonsuz bir kusursuzluğa sahip olmaları gerekirmiş.”
Onlara don Juan’ın hepimize farklı farklı şeyler anlattığından emin olduğumu söyledim. Örneğin, don Juan’ın bana ikinci dikkatin kargışlı yüzü hakkında bilgi verdiğini hiç anımsamıyordum. Bunun üzerine oradakilere, don Juan’ın genel anlamda dikkatin yoğunlaştırılması konusunda bana anlattıklarını aktardım.
Don Juan bana, Meksika’daki tüm arkeolojik kalıntıların özellikle de piramitlerin, modern insan için zararlı olduğunu vurgulamış, piramitleri, düşünce ve eylemin farklı dışavuramları olarak betimlemişti. Söylediğine göre içlerindeki her unsur ve desen, bizler için tümüyle yabancı bir dikkatin çeşitli yönlerini kaydetmeye yönelik tasarlanmış çabalarmış. Don Juan’a göre, bunlar yalnızca geçmiş kültürlerin kalıntıları olmakla kalmıyor, aynı zamanda içlerinde tehlikeli bir unsuru da barındırıyorlardı; saplantı yaratan her ilgi nesnesi zararlı bir potansiyel içermekteydi.
Bir keresinde bu konuyu ayrıntılı bir biçimde tartışmıştık. Tartışmamız, tuttuğum notları emin bir şekilde nasıl saklayabileceğim konusunda bir türlü karar veremediğimi söylediğimde bana gösterdiği tepkiden kaynaklanmıştı. Notlarıma son derece düşkündüm ve onları güvenli bir biçimde saklamak benim için bir saplantı halini almıştı.
“Ne yapmalıyım?” diye sormuştum ona.
“Genaro sana bi zamanlar çözüm yolunu göstermişti,” diye yanıt vermişti. “Her zaman olduğu gibi, şaka yapıyor sandın. Oysa, o hiç şaka yapmaz. Kalem yerine, parmağının ucuyla yazman gerektiğini söylemişti. Onun söylediklerine hiç kulak asmadın, çünkü bunun not almanın yapmaması olduğunu düşünemedin.”
Önerisinin çok komik olduğunu söylemiştim ona. Kendimi bir sosyal bilimci olarak görüyordum ve vardığım so nuçları kanıtlayabilmek için tüm söylenenleri ve yapılanları kaydetmem gerekiyordu. Don Juan içinse bunların birbirleriyle hiçbir ilişkisi yoktu. İyi bir öğrenci olmak için örneğin, not almak gerekmiyordu. Ben, kendi adıma, konuyla ilgili bir çözüm görememiştim; don Genaro’nun önerisi de bana olası bir şey değil, bir espri gibi görünmüştü.
Don Juan savını daha da ileri götürmüştü. Ona göre yazmak, birinci dikkati anımsamanın hizmetine sokmakmış ve ben söylenenleri, yapılanları anımsamak için not alıyormuşum. Don Genaro’nun önerisiyse şaka değilmiş, çünkü not almanın yapmaması olarak bir kâğıt üzerine parmağımla yazı yazmam, ikinci dikkatimin anımsama üzerinde odaklanmasını sağlayacakmış ve böylelikle onca kâğıt parçasını biriktirmek zorunda kalmayacakmışım. Don Juan böylece, not almaktan daha kesin ve daha güçlü bir sonuç elde edeceğime inanıyordu. Bu yöntemin, bildiği kadarıyla, daha önce denenmediğini ama ilke olarak oldukça sağlam olduğunu söylemişti.
Bu konuda bir süre diretmişti. Rahatsız olmuştum. Not almak benim için yalnızca belleksel bir araç değildi; sakinleşmeme de yardımcı oluyordu. Beni rahatlatıyordu yazmak.
“Notlarını ne yapacağın konusunda kaygılanmaya başlayarak benliğinin çok tehlikeli bi bölümünü onların üzerinde odaklıyorsun,” diye açıklammıştı don Juan. “Hepimizde vardır o tehlikeli bölüm, o sabit fikir. Biz ne denli güçlenirsek, o bölüm de o denli ölümcülleşir. Savaşçılara verilebilecek en önemli öğüt, erklerini üzerinde yoğunlaştıracakları nesnelerden kaçınmaları, tüm erklerini gereksiz siperler yerine, tin üzerinde, bilinmeyene doğru yapacakları zorlu yolculuk üzerinde yoğunlaştırmalarıdır. Senin siperin de notların. Huzur bulmanı engelliyorlar.”

Cvp: 1. İkinci Dikkatin Sabitleştirilmesi

Notlarımdan hayatta ayrılamayacağıma inanıyordum. Bünun üzerine don Juan benim için yapmama yerine başka bir görev düşünmüştü. Böylesine güçlü bir mülkiyet duygum olduğuna göre, kendimi notlarımdan kurtarmamın en uygun yolu, onları ortaya çıkarmak, bir kitap yazmakmış. O günlerde, bunu parmağımla yazı yazmaktan daha komik bir şaka olarak düşünmüştüm.
“Bu sahiplenme tutkusu salt sana özgü değil,” demişti. “Savaşçının, büyücünün yolunu izlemek isteyen herkesin kendisini bu saplantıdan kurtarması gerekir.
“Velinimetim bana, bi zamanlar savaşçıların da tutkularını yönelttikleri nesnelerin bulunduğunu söylemişti. Bu saplantı, kimin nesnesinin daha erkli olduğu sorusunu ortaya çıkarmış. Bu nesnelerin kalıntıları bugün de yeryüzünde erk savaşının anıları olarak duruyor. Allah bilir hangi sabitlenmelerle yüklüler. Senden çok daha erkli adamlar kendi dikkatlerinin tüm yönlerini bu nesneler üzerinde toplamışlar. Sense, o cılız kaygılarını notlarının üzerinde henüz toplamaya başladın. Öteki dikkat düzeylerine daha ulaşamadın bile. Bu yolun sonunda kendini sırtında tomar tomar notlar taşıyan bi savaşçı olarak bulursan ne kadar korkunç olur düşünsene. O an geldiğinde, notlar da ayaklanacaktır, özellikle de parmağınla yazmayı öğrendiysen; ki o halde bile kâğıt tomarlarını yığman gerekecek. Böyle bir durumda, birisi dolaşırken ortalıkta senin not yığınlarını bulacak olursa zerre kadar şaşmam.”
“Nagual Juan Matus’un mal mülk sahibi olmamızı istememesinin nedenini anlamak zor değil,” dedi Nestor, ben konuşmamı bitirdikten sonra. “Bizler rüya görücüleriz. Rüya gören bedenlerimizin ikinci dikkatin zayıf yüzü üzerinde odaklanmasını istemiyordu.
“O zamanlar bu zekice manevraların altında yatan nedenleri kavrayamamıştım. Beni sahip olduğum şeylerden ayırmaya zorladığı için ona kızgındım. Adil davranmadığını düşünüyordum. Pablito ve Benito’nun hiçbir şeyi olmadığı için beni kıskanmalarını önlemeye çalıştığını sanıyordum. Onlara oranla daha varsıldım çünkü. O zamanlar onun, rüya gören bedenimi korumaya çalıştığının farkında değildim.”
Don Juan rüya görmeyi çeşitli biçimlerde tanımlamıştı bana. Bunlar arasında anlaşılması en güç olanı, bugün bana bu kavramın en iyi tanımı gibi görünüyor. Rüya görme uykunun yapmamasıdır. Bu durumda rüya görme, uygulayıcıların yaşamlarının bir bölümünü uyku halinde geçirmelerinden oluşur. Öyle ki, rüya görücüler artık uyumuyor gibidirler. Yine de, uykusuzluk onlarda herhangi bir sorun yaratmaz. Rüya görmenin etkisi, sözüm ona ayrı bir bedenin, rüya gören bedenin kullanımı sonucu, uyanık yaşanan zamanın bir uzantısı gibi görünür.
Don Juan bana, rüya gören kişinin kusursuz bir sureti olduğu için rüya gören bedene zaman zaman “çift” ya da “öteki” dendiğini söylemişti. Özünde bu, saydam varlığın enerjisiymiş, beyazımsı, bir hayalete benzeyen bu yayılım, ikinci dikkatin bedenin üç boyutlu imgesi üzerinde sabitleştirilmesi sonucu yansıtılırmış. Don Juan, rüya gören bedenin bir hayalet olmadığını, bu dünyada karşılaştığımız öteki varlıklar kadar gerçek olduğunu anlatmıştı. Söylediğine göre, ikinci dikkat, bir enerji alanı oluşturan tüm varoluşumuz üzerinde kaçınılmaz biçimde yoğunlaşıyor ve bu enerjiyi uygun gördüğü herhangi bir varlığa dönüştürebiliyordu. En kolay dönüşüm ise, elbette ki, gündelik yaşamımızdan ve birinci dikkatimizi kullanmamız sonucunda iyice tanıyabildiğimiz cismani bedenimize ait imgeydi. Varlığımızın bütün erkesini, akla gelebilecek herhangi bir varlığa dönüştürebilmek üzere yönlendiren özelliğe ise istenç adı veriliyordu. Don Juan bu sınırların neler olduğunu belirtmemişti, ama saydam varlıklar düzleminde bu alan öylesine genişmiş ki, herhangi bir sınır çizmeye çalışmak anlamsız olurmuş—bu nedenle, saydam bir varlığın sahip olduğu enerji, istenç yoluyla her şeye dönüştürülebilirmiş.
“Nagual, rüya gören bedenin her şeye karıştığını ve her şeye yapışıp kaldığını söylemişti,” dedi Benigno. “Herhangi bir duyumdan yoksunmuş. Nagual bana erkeklerin kadınlardan daha erksiz olduklarını, çünkü bir erkeğin rüya gören bedeninin daha mülkiyetçi olduğunu belirtmişti.”
Küçük kız kardeşler onaylarcasına aynı anda başlarını salladılar. La Gorda bana bakarak gülümsedi.
“Nagual bana senin mülkiyetçiliğin kralı olduğunu söylemişti,” dedi. “Genaro’nun anlattığına göre sen sifonu çekmeden önce bokunla bile vedalaşırmışsın.”
Küçük kız kardeşler gülmekten yerlere yuvarlandılar. Genarolar kendilerini zor tutuyorlardı. Yanımda oturan Nestor, dizime hafifçe vurdu.
“Nagual ve Genaro senin hakkında enfes öyküler anlatırlardı,” dedi. “Tanıdıkları tuhaf bir adamla ilgili öyküleriyle bizi yıllarca eğlendirdiler. Şimdi o tuhaf adamın sen olduğunu biliyoruz”.
Birdenbire çok utanmıştım. Sanki, don Juan ve don Genaro, çömezlerin önünde benimle alay etmekle, ihanet etmişlerdi bana. Kendime acıma duygusu kapladı benliğimi. Söylenmeye başladım. Bağıra çağıra, tümünün de beni aptal yerine koyduklarını ve bana karşı cephe almış olduklarını söyledim.
“Bu doğru değil,” dedi Benigno. “Bizimle birlikte olmandan hoşnutuz.”
“Öyle miyiz?” diye atıldı Lydia.
Orada bulunan herkes ateşli bir tartışmaya girişti. Kadınlar ve erkekler gruplaşmışlardı. La Gorda’ysa tarafsız kalmaya çabalıyordu. O, yanımda oturuyor, diğerleri ayakta bağrışıyorlardı.
“Zor günler geçiriyoruz,” dedi la Gorda kısık sesle. “Çok rüya gördük, ama bu bizim gereksinmemizi karşılamaya yetmiyor.”
“Nedir gereksinme duyduğunuz?” diye sordum.
“Bilmiyoruz,” dedi. “Bunu senin bize söylemeni umuyorduk.”
Küçük kız kardeşler ve Genarolar, la Gorda’nın bana söylediklerini dinlemek üzere yeniden oturdular.
“Bir lidere gereksinmemiz var,” diye sürdürdü konuşmasını. “Sen Nagual’sın, ama bir lider değilsin.”
“Kusursuz bir Nagual olabilmek zaman alır,” dedi Pablito. “Nagual Juan Matus bana kendisinin de gençliğinde beş para etmez biri olduğunu söylerdi. Ta ki bir olay onu sarsıp vurdumduymazlığından çekip çıkarana dek.”
“İnanmıyorum,” diye bağırdı Lydia. “Bana asla böyle bir şey söylememişti.”
“Uyuzun teki olduğunu söylemişti,” dedi la Gorda fısıldayarak.
“Nagual bana gençliğinde, tıpkı benim gibi meymenetsiz biri olduğunu söylemişti,” dedi Pablito. “Ona da, velinimeti piramitlere adım atmaması gerektiğini söylemiş ve sırf bu yüzden zamanının neredeyse tümünü o piramitlerde geçirir olmuş, ta ki bir hayaletler ordusu tarafından oradan kovuluncaya kadar.”
Anlaşılan, bu öyküyü onun dışındakiler duymamıştı. Bir kıpırdanma oldu.
“Bu olayı tümüyle unutmuşum,” diye açıkladı Pablito. “Anca şimdi anımsayabildim. Başına gelenler tıpkı la Gorda’nın yaşadıkları gibi olmuş. Nagual’ın biçimsiz bir savaşçı oluşundan sonraki günlerin birinde, piramitlerde rüya görmeleri ve diğer yapmamaları gerçekleştiren savaşçıların kargışlı saplantıları peşini bırakmaz olmuşlar. Onu, tarlada çalışırken bulmuşlar. Söylediğine göre yeni açılmış bir tırmık izinin olduğu yerde toprağın içinden çıkan bir elin paçasına yapışmak üzere ona uzandığını görmüş. Önce bunu kazara toprağa gömülen ırgatlardan birinin eli sanmış, onu çıkartmak için toprağı kazmaya başlamış. Ama sonra bir de bakmış ki toprağın içinde çamurdan bir tabut var. Meğer orada bir adam gömülüymüş. Nagual adamın çok zayıf ve esmer olduğunu ve başında hiç saç bulunmadığını söylemişti. Nagual çılgınlar gibi tabutun üzerini toprakla örtmeye çalışmış. Tarlada çalışan diğer ırgatların bunu görmesini istemediği gibi, adamı kendi arzusunun dışında topraktan çıkartarak ona bir zarar vermeyi de istemiyormuş. Kendini bu işe öylesine kaptırmış ki, diğer ırgatların çevresinde biriktiklerini fark etmemiş bile. Tam o anda çamurdan tabut parçalanmış ve adam öylece toprağın üzerine yayılıvermiş; çıplakmış. Nagual adamı kaldırmaya çalışmış ve oradakilerden kendisine yardım etmelerini istemiş. Adamlar ona gülmüşler. Onun sarhoş olduğunu, kafayı yediğini sanmışlar. Zira tarlada ne adam varmış, ne çamurdan tabut, ne de buna benzer bir şey.
“Nagual, bu olayın onu oldukça sarstığını söylemişti, ama velinimetine konu hakkında hiçbir şey anlatmaya cesaret edememiş. Zaten söylemesine de fırsat kalmamış, bir hayaletler sürüsü daha o gece peşine takılmış bile. Birinin kapısını çaldığını duymuş, gidip kapıyı açar açmaz parlak sarı gözlü bir çıplak adam güruhu dalmış içeri. Onu yere yıkıp üzerine çullanmışlar. Hayaletlerin geldiğini gören velinimeti hızla içeri girip onu ellerinden kurtarmasaymış, bütün kemiklerini kıracaklarmış. Velinimeti daha sonra onu emin bir yere, evinin arkasında daima hazır tuttuğu çukura götürmüş.
“Nagual’ın söylediğine göre, o gece olanlar onu öylesine korkutmuş ki hortlaklar kaybolduktan sonra bile uzun süre her gece kendi isteğiyle gidip çamur tabutun içinde uyumayı yeğlemiş.”
Pablito konuşmasını bitirdi. Herkes gitmeye hazırlanır gibiydi. Oturmaktan sıkıldıklarını göstermek ister gibi huzursuzca kımıldandılar ve oturma biçimlerini değiştirdiler.
Onlara arkadaşımın Tula piramitlerinde geceleri dolaşan Atlantislilerle ilgili anlattıklarını dinlediğimde içimde son derece rahatsız edici bir tepkinin oluştuğunu söyledim. Don Juan ve don Genaro’nun bana anlattıklarını böylesine benimsediğimin o güne kadar farkına varmamıştım. Bu devasa taş figürlerin yürüyebilmelerine pek olasılık vermememe karşın, yine de önceki yargılarımdan kesinlikle uzaklaşmıştım. Gösterdiğim tepki, benim için tam bir sürpriz olmuştu.
Onlara Atlantislilerin geceleri oralarda yürümelerinin ikinci dikkatin yoğunlaştırılmasının açık bir örneği olduğunu uzun uzun anlattım. Bu sonuca, aşağıda belirttiğim varsayımlardan yola çıkarak ulaşmıştım: Birincisi, bizler salt gündelik sağduyumuzun bizi olduğumuza inanmamızı gerektirdiği varlıklar değiliz. Bizler saydam varlıklarız ve saydamlığımızın farkına varabilme yeteneğine sahibiz; bizler kendi farkındalığımızın, ya da don Juan’ın dediği gibi, dikkatimizin farklı yönlerini açığa çıkarma yeteneğine sahibiz. Üçüncü olarak, bu açığa çıkarış, kendi kendimize göstereceğimiz bilinçli çabalarla ya da geçirebileceğimiz bedensel bir sarsıntı sonucu, kazara ortaya çıkabilir. Dördüncü olarak, büyücülerin kendi dikkatlerinin farklı yönlerini kasıtlı bir biçimde maddeler üzerinde yoğunlaştırdıkları zamanlar olmuştur. Beşinci olarak, yaşadıkları ürküntü verici mekânlar göz önüne alındığında, Atlantislilerin, farklı zamanlarda yaşamış büyücüler için sabitlenme nesneleri oldukları sonucu ortaya çıkar. Arkadaşıma bu bilgileri veren bekçinin, kendi dikkatinin bir diğer yönünü ortaya çıkarmış olduğunu söyledim; belki de hiç farkında olmadan bir an için, büyücülerin ikinci dikkatlerinin yansımalarının alıcısı durumuna gelmişti. O zaman, adamın o büyücülerin saplanmalarını yansıtan bir görsüyle karşılaşmış olması bana pek uzak bir olasılık gibi görünmüyordu.
Eğer o büyücüler, don Juan’la don Genaro’nun geleneğinin üyeleri idiyseler, onların kusursuz uygulayıcılar olmaları gerekiyordu ki, bu durumda, ikinci dikkatlerini sabitleştirme yoluyla elde edebilecekleri başarıların da sınırı olmaması gerekirdi. Eğer Atlantislilerin geceleri yürümeleri gerektiğini kafalarına koydularsa, Atlantislileri yürütürlerdi.
Konuşmam boyunca, küçük kız kardeşler bana karşı oldukça öfkeli davrandılar; söylediklerimden rahatsız olmuş görünüyorlardı. Sözlerimi bitirdiğimde, Lydia beni laf kalabalığından başka hiçbir şey yapmamakla suçladı. Ardından da kalktılar ve veda bile etmeden çekip gittiler. Adamlar da küçük kız kardeşlerin peşinden gitti, ama kapıda durup benimle el sıkıştılar. La Gorda ve ben kaldık odada.
“Bu kadınların bir derdi mi var?” dedim.
“Yo hayır, yalnızca konuşmaktan sıkıldılar,” dedi la Gorda. “ Harekete geçmeni bekliyorlar.”
“Nasıl oluyor da Genarolar konuşmaktan sıkılmıyor?” “Onlar kadınlardan daha aptal,” dedi kuru bir sesle.
“Ya sen Gorda?” diye sordum. “Sen de konuşmaktan sıkılıyor musun?”
“Ben ne olduğumu bilmiyorum,” dedi ciddi bir sesle. “Seninle birlikte olduğumda sıkılmıyorum, ama küçük kız kardeşlerle birlikte olduğumda, onlar gibi sıkıntıdan patlıyorum.”
O günü izleyen günler durgun geçti. Onlarla birlikte olduğum bu süre içinde küçük kız kardeşlerin bana düşmanca duygular besledikleri gün gibi ortadaydı. Genarolar bana oldukça kayıtsız davranıyorlardı. Yalnızca Gorda benimle anlaşıyor görünüyordu. Nedenini merak ediyordum. Los Angeles’a gitmek üzere oradan ayrılmadan önce bunu ona sordum.
“Nasıl olduğunu bilmiyorum ama sana alıştım,” diye yanıt verdi. “Sanki sen ve ben birlikteyiz, ama küçük kız kar deşlerle Genarolar bizden farklı bir dünyada yaşıyorlar.”

Cvp: 1. İkinci Dikkatin Sabitleştirilmesi

.